2017***AKİDENİN ÖLÇÜMÜ***
SINIRLI OLAN SINIRSIZI KAPSAMAZ.KAİDE.ÖLÇÜ
http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2016/12/esyayi-bazolcu-aldigimizdaasl-olan.html
**************************************************
40 — Rabbiniz oğulları size ayırdı da, melekleri kendisine kız olarak mı ittihaz etti? Ne büyük, ne taşkın söz söylüyorsunuz!.
41 — Biz, and olsun ki, öğüt almaları için bu Kur’an’da bunları türlü türlü açıkladık. Fakat bu açıklamalar ancak onların nefretini artırmıştır.
42 — De ki: “Eğer dedikleri gibi Allah’la beraber tanrılar bulunsaydı, o takdirde hepsi arşın sahibine yol ararlardı.”
43 — O, onların söylediklerinden münezzehtir, Yücedir, Uludur.
44 — Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan kimseler, O’nu teşbih eder. O’nu hamd ile teşbih etmeyen yoktur. Fakat siz onların teşbihlerini anlamazsınız. Doğrusu O Halim ’dir, Gafûr ’dur.
45 — Kur’an okuduğun zaman seninle âhirete inanmayan kimseler arasına görünmeyen bir perde çekeriz.
46 — Kur’an’ı anlarlar diye kalblerine örtüler ve kulaklarına da ağırlık koyduk. Kur’an’da Rabbini tek olarak andığın zaman onlar ürkerek arkalarını çevirirler.
47 — Seni dinledikleri zaman neye kulak verdiklerini ve gizli toplantılarında zalimlerin: “Siz sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz” dediklerini Biz çok iyi biliriz.
48 — Sana nasıl misâller verdiklerine bir bak! Bu yüzden sapmışlardır, artık yol da bulamamaktadırlar.
49 — “Biz kemik ve ufalanmış toprak olduğumuz zaman, yeniden mutlaka yaratılıp dirilecekmiyiz? derler.
50 — De ki: “İster taş, ister demir olun.”
51 — “Yahut ta kalbinizde büyüttüğünüz daha sert bir yaratık olun, yine de dirileceksiniz.” “Bizi tekrar kim diriltir?” derler. De ki: “Sizi ilk defa yaratan.” Sana, başlarını sallayarak: “Ne zamandır bu?” derler. “Yakında olabilir” de.
52 — Sizi çağırdığı gün, O’na hamdederek dâvetine uyarsınız ve kabirlerinizde pek az bir müddet kaldığınızı sanırsınız.
53 — Mü’min kullarıma söyle, herkesle en güzel şekilde konuşsunlar. Çünkü şeytan aralarını bozmak ister. Şeytan şüphesiz insanın apaçık düşmanıdır.
54 — Babbiniz sizi çok iyi bilendir. Dilerse sizi esirger, şayet dilerse size azab eder. Biz seni onlara vekil olarak göndermedik.
55 — Rabbin göklerde ve yerde olan kimseleri en iyi bilendir. Andolsun ki, Biz peygamberlerin kimini kiminden üstün kılmışızdır. Davud’a da Zebûr’u verdik.
56 — De ki: “Allah’dan başka tanrı olduğunu sandıklarınızı çağırın. Onlar sizden her hangi bir sıkıntıyı gideremeyecekleri gibi onu değiştiremezler de.”
57 — Onların taptıkları da Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar, O’nun rahmetini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur.
Sûrenin ikinci bölümünü teşkil eden kısımda Allah’ın birliği ve O'na şirk koşulmaması ile söze başlanmış ve aynı mealdeki bir âyetle bölüm sona ermişti. Başlangıçla sonuç arasında, sağlam tevhit temelleri üzerine oturtulmuş bir takım emirler, yasaklar, vecibeler ve âdabı muaşeret kaideleri yer alıyordu.
Şimdi başlamakta olduğumuz bölüm ise, Allah’a evlat isnad etmeyi ve ortak koşmayı reddeder bir âyetle başlayıp aynı mevzu ile ilgili bir âyetle son buluyor. Ayrıca, reddedilen bu sapık fikirlerin korkunç zarar ve tehlikeleri dile getirilerek, kâinatın bir bütün halinde, tek yaratıcı olan Allah’a yönelmiş olduğu beyan ediliyor:
"... O’nu hamd ile teşbih etmeyen yoktur...”
Bu arada, âhirette her yolun birlik halinde Allah’a döndüğü; göklerde ve yerde mevcut olan her şeyin Allah’ın ilmiyle kuşatılmış olduğu; yaratıklarla ilgili her tasarrufun Allah'ın kudret elinde bulunduğu da beyan edilmektedir:
"... Dilerse sizi esirger, şayet dilerse size azap eder...”
Ayeti kerîmeler bir yandan şirkin bâtıl inançlarını yıkıp dağıtırken, diğer yandan; ibadet etmekte, sığınmakta, kudrette, hükümranlıkta ve bütün varlıkları idare etmekte Allah’ın zat-ı İlâhisini tek ilâh olarak ilân ediyor. Bütün varlıkların mutlak hâkimi O’dur. İster dünya, ister âhiret... İster görünen, ister görünmeyen... İster canlı, ister cansız... Kâinattaki bütün varlıklar tek yaratıcıları olan Allah’a yönelmiş, O’nu hamd ile teşbih etmektedirler.
**********************************************
ÖLÇÜ,NETLİK,SIRA,OLSUN Kİ HEDEFE VARASIN. ŞİRK....
******************************************
ALLAH’A YAPILAN İFTİRA
40 — Rabbiniz oğulları size ayırdı da, melekleri kendisine kız olarak mı ittihaz etti? Ne büyük, ne taşkın söz söylüyorsunuz!..
Bu, bir ithamı şiddetle reddeden bir sualdir. “Melekler Allah’ın kızlarıdır” demeleri şiddetle reddediliyor. Allah, ortak ve benzerden münezzeh olduğu gibi, eş ve çocuktan da münezzehtir. Allah'ın kız çocukları bulunduğunu iddia edenler aslında kız çocuklarını erkek çocuklardan daha hakir görerek, fakirlik korkusu veya şereflerini kurtarmak çabası içinde onları katlediyorlardı. Bununla beraber melekleri kız olarak vasıflandırıp onlara Allah’ın kızları, diyorlar! Demek oluyor ki; erkek çorakları da kullarına lütfedip veren Allah, kendi nazarlarında kıymetli olan erkek çorakları onlara vermiş, hor gördükleri kız çocukları da —hâşâ— kendine almıştır!.
Bütün bu red cevapları ve izahlar, onların ileri sürdüğü iddiaya karşılık yapılıyor. Aslında böyle bir hüküm temelden yersiz ve merduttur:
“Ne büyük, ne taşkın söz söylüyorsunuz!.”
Kötülük ve kabahat bakımından büyük, taşkın bir sözdür bu. Cür’etkârlık ve küstahlık yönünden büyük, taşkın bir lâkırdıdır. Taşıdığı iftira mânası bakımından çok büyük, çok taşkın bir ifadedir. Tefekkür ve tasdik sınırının aşılmış olması yönünden taşkınlığın ta kendisidir.
41 — Biz, and olsun ki, öğüt almaları için bu Kur’an’da bunları türlü türlü açıkladık. Fakat bu açıklamalar ancak onların nefretini artırmıştır.
Kur’an tevhid akidesini getirmiş ve bu akidenin tanınması için çeşitli yollardan açıklamalar yapmıştır. Onları uyarmak ve öğüt almalarını sağlamak yolunda çeşitli üslûplar kullanmış ve her vasıtaya baş vurmuştur. Halbuki, sadece tefekkür ederek fıtrata dönüp ondaki mantığa başvurmak ve kâinattaki âyetlerle delilleri gözden - —<* geçirmek dahi tevhid akidesini kabullenmeye kâfidir. Böyle olmasına rağmen onlar Kur’an’ı dinledikçe nefretleri artıyordu. Kur’an’ın getirdiği akideden de, bizzat Kur’an’dan da kaçıyorlardı. Ellerinde, babalarından kalma şirk, evham ve hurafelerin meydana getirdiği bâtıl akideler vardı. Bu akidelere sımsıkı sarılmışlardı. Kur’an’a ve ondaki tevhid akidesine yaklaştıkları takdirde eski âkidelerinin kaybolacağından korkuyorlardı.
**********************************************
2017***AKİDENİN ÖLÇÜMÜ***
SINIRLI OLAN SINIRSIZI KAPSAMAZ.KAİDE.ÖLÇÜ
http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/onemli-olaylar-geleceginicennetini.html
***********************************************
Âyeti Kerîmelerde müşriklerin melekleri kız kabul ederek Allah’a isnat etmeleri şiddetle reddedildiği gibi, Allah’dan başka tanrılar bulunduğuna dair iddiaları da, şiddetle reddedilmekte ve o türlü tanrılar bulunsaydı onların da Allah’a yaklaşmak için vesileler arayacakları belirtilmektedir. ^
42 — De ki: “Eğer dedikleri gibi Allah’la beraber tanrılar buIunsaydı, o takdirde hepsi arşın sahibine yol ararlardı.”
Âyeti kerimede geçen ( J ) kelimesi —Arap dili gramercileri" nin de belirttiği gibi — imtinaa karşı imtina ifade etmektedir. Böyle* ce hüküm toptan reddedilmektedir. Allah’la birlikte — onların iddia ettiği gibi — başka tanrılar yoktur. Onların tanrı kabul ettikleri şeyler olsa olsa Allah’ın yarattığı mahlukattan bir nesnedir. Bu, ister bir gezegen veya yıldız, ister bir insan veya hayvan, isterse bir nebat veya cemadat olsun.. Bunların hepsi de Kâinattaki esrar ve hikmetler içinde yaratıcıya yönelmişlerdir. Kendilerini kudret kabzasında tutan irade-i ilahîyeye baş eğerek O’na teslim olmuşlardır. Allah’ın hikmeti ve sırları karşısında baş eğmek, O’nun iradesine teslim olmak suretiyle O’na ulaşmak istemektedirler:
O takdirde hepsi arşın sahibine yol ararlardı.”
-.„Burada arşın zikredilişi mahlukatına karşı Allah’ın yüceliğini ... ifade etmektedir. AlIahla beraber tanrı~lttihaz--ettikteri şevler Allah’ın yüce arşı altında barınan bir takım yaratıklardır. BunLarın Âllah seviyesine çıkmaları söz konusu olamaz.
Bunu müteâkıp Allah'ın büyüklüğü ve onların söylediği şeylerden münezzeh olduğu ifade ediliyor:
43 — O, onların söylediklerinden münezzehtir, Yücedir, Uludur.
Daha sonraki âyet-i kerimeyle, kâinatı ve ondaki bütün varlıkları içine alan eşsiz bir tablo çiziliyor. Bu tabloda, Allah’ın arşı altındaki bütün varıkların Allah’a yönelmiş olduğu, O’nu teşbih ettikleri ve O’na varmak için vesile aradıkları dile getiriliyor:
44— Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan kimseler, O’nu teşbih eder. O’nu hamd ile teşbih etmeyen yoktur. Fakat siz onların teşbihlerini anlamazsınız. Doğrusu O Halim ’dir, G a f û r ’dur.
Bu ifade, şu büyük kâinattaki her zerrenin bir kalb gibi attığını göstermektedir. Her varlık coşkun bir ruh halinde Allah’ı teşbih ediyor. Şu halde bütün kâinat canlılık ve hareket içindedir. Tek varlık halinde Allah’a baş eğerek O’nu teşbih etmektedir. Yüce, Ulu ve Bir olan yaratıcıya doğru devamlı yükselmeye çalışmaktadır.
Bunları kalbin tefekkür etmesi halinde ortaya eşsiz bir kâinat tablosu çıkıyor. Bütün taşlar ve çakıllar, tohumlar ve yapraklar, çiçekler ve meyveler, bitkiler ve ağaçlar, haşarat ve sürüngenler, insanlar ve hayvanlar... Yeryüzünde yürüyen her şey, havada uçan ve suda yüzen her varlık... Ve bunlara ilâve olarak gök sakinleri... Evet, bütün bunlar Allah’ı teşbih etmekte ve O’na doğru yükselmeye çalışmaktadır.
İnsan ruhu, görebildiği ve göremediği bütün varlıkların canlı olduğunu hissettiği takdirde ürperecektir. O zaman, eliyle dokunduğu her şeyin ve ayağını bastığı her nesnenin Allah’ı teşbih etliğini işitecek ve onlardan hayat fışkırdığını görecektir.
"... O’nu hamd ile teşbih etmeyen yoktur...”
Her şey kendi usulü ve kendi diliyle teşbih eder.
"... Fakat siz onların teşbihlerini anlamazsınız...”
Anlamazsınız, çünkü aranızda balçık katılığında bir perde vardır Çünkü kalblerinizle duymağa çalışmıyorsunuz. Mevcudattaki her zerreyi kendine cezbeden hikmetlere gönüllerinizi açmıyorsunuz. Bu büyük kâinatı idare eden, ondaki sır ve hikmetleri yaratan Allah’a yönelmiyorsunuz.
Sıhhat ve safiyete ulaşan ruhlar, hareketli hareketsiz her nesnenin canlı olduğunu, Allah’ı teşbih ettiğini ve Mele-i Âlâ’ya erişmek için çırpındığını hissetmeye başlar. Bu ruhlar, gafillerin vâkıf olamadığı kâinat sırlarına vâkıf olurlar. Gafillerin kalbleriyle kâinatın ihata ettiği gizli hayat arasında balçık katılığında bir perde vardır. Bu yüzden, mevcudattaki hareketli hareketsiz her şeyde var olan hayatı göremez.
"... Doğrusu O, Halim ’dir, G a f û r ’dur.”
Allah’ı hamd ile teşbih eden kâinat kervanının yanında, beşer olan insanoğlunun kusurları dikkate alınarak Allah’ın Halim ve Gafûr sıfatları zikrediliyor. Allah’a şirk koşmak, O’na kız çocukları isnad etmek, O’nu hamd ile teşbih etmekten gafil kalmak gibi şeyler nankör olan insanoğlundan zuhur etmektedir. Halbuki kâinatı teşkil eden varlıklar arasında Allah’ı teşbih etmek, O’na hamdetmek, O’nu bilmek ve birlemek her şeyden önce insanoğlundan beklenir. Eğer Allah’ın Hilim ve mağfiret sıfatları olmasaydı, aziz ve muktedir olan Allah’ın beşere vereceği cezası pek büyük olurdu. Ne var ki O,her mevzuda kullarına mühlet tanımakta, onları ikaz edip uyarmaya devam etmektedir.
“... Doğrusu O, Halim ’dir, G a f û r ’dur.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder