Bu Blogda Ara

30 Ocak 2017 Pazartesi

HALUK GÜZEL AHİRETE DAİR 2

BİR DE ÂHİRETTE AZAP

Dünyada iken böyle acıklı bir azap ile yakalanmak ahirette de azaba düçâr olamanın alâmetidir. Ahiret azabından korkanlar bu gerçeği görürler. Yani basiretleri açık olup ta bu dünyada iken acıklı bir şekilde yakalanmanın öbür dünyada azaba duçar olmak mânasına geleceğini bilenler bu acı hakikati fark ederler. Ve bu azaptan korkarlar. Burada âyeti kerime yeryüzündeki beşer kalbi ile kıyamet manzarasını bir sahne içinde toparlıyor. Ve bunu Kur'ana has iki merhaleyi birleştiren bir metot ile aralıksız yapıyor:

103 — Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibret vardır. O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür.

104 — Biz o günü ancak belirli bir süreye kadar geciktiririz.

105 — O gün gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır.

100 — Bedbahtlar cehennemdedirler. Orada yüksek sesle soluk alıp verirler.

107 — Gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır. Rabbinin dilediği müddet başka. Muhakkak ki Rabbin dilediğini yapandır.

108 — Bahtiyar olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça temelli kalacaklardır orada. Rabbinin dilediği başka. Bu ardı arası kesilmeyen bir lütuftur.

“Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibretler vardır.”...

Bu şekilde acıklı ve şiddetli olarak yakalanmak âhiret azabının bir benzeridir. Âhiret günün azabını hatırlatır ve o yüzden korkutur. Ne var ki, bunu ancak basireti açık olup ta âhiret azabından korkanlar görür. Ve kalbleri uyaran basiretleri açan sadece takvadır.

Âhiretten korkmayanların kalbleri taşlaşmıştır, hiç bir delil karşısında' açılamaz. Yeniden yaratma ve meydana getirmedeki hikmeti İlâhîyi kavrayanı az. Bu dünyadaki günlük yaşayışının ötesinde hiç bir şeyi görmez. Hattâ bu geçici hayatta gözünün önünden akıp giden ibret verici olaylar hiç tesir etmez ona. Uyarmaz ve iz bırakmaz.

Sonra âyeti kerime,o günü tavsif ediyor:

“O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür.”...

Burada bütün insanların toplanışı tablolaşmaktadır. Herkes gelmiş ve toplanmış. Kendi isteğiyle gelmiyor kimse oraya, gönderiliyorlar danışmaksızın. Herkes hazır, herkes bekliyor ne olacak diye?...

“O gün gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz.”...
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=241407526310656&set=pcb.241407669643975&type=3&theater





HALUK GÜZEL AHİRETE DAİR 1

BİR DE ÂHİRETTE AZAP

Dünyada iken böyle acıklı bir azap ile yakalanmak ahirette de azaba düçâr olamanın alâmetidir. Ahiret azabından korkanlar bu gerçeği görürler. Yani basiretleri açık olup ta bu dünyada iken acıklı bir şekilde yakalanmanın öbür dünyada azaba duçar olmak mânasına geleceğini bilenler bu acı hakikati fark ederler. Ve bu azaptan korkarlar. Burada âyeti kerime yeryüzündeki beşer kalbi ile kıyamet manzarasını bir sahne içinde toparlıyor. Ve bunu Kur'ana has iki merhaleyi birleştiren bir metot ile aralıksız yapıyor:

103 — Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibret vardır. O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür.

104 — Biz o günü ancak belirli bir süreye kadar geciktiririz.

105 — O gün gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır.

100 — Bedbahtlar cehennemdedirler. Orada yüksek sesle soluk alıp verirler.

107 — Gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır. Rabbinin dilediği müddet başka. Muhakkak ki Rabbin dilediğini yapandır.

108 — Bahtiyar olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça temelli kalacaklardır orada. Rabbinin dilediği başka. Bu ardı arası kesilmeyen bir lütuftur.

“Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibretler vardır.”...

Bu şekilde acıklı ve şiddetli olarak yakalanmak âhiret azabının bir benzeridir. Âhiret günün azabını hatırlatır ve o yüzden korkutur. Ne var ki, bunu ancak basireti açık olup ta âhiret azabından korkanlar görür. Ve kalbleri uyaran basiretleri açan sadece takvadır.

Âhiretten korkmayanların kalbleri taşlaşmıştır, hiç bir delil karşısında' açılamaz. Yeniden yaratma ve meydana getirmedeki hikmeti İlâhîyi kavrayanı az. Bu dünyadaki günlük yaşayışının ötesinde hiç bir şeyi görmez. Hattâ bu geçici hayatta gözünün önünden akıp giden ibret verici olaylar hiç tesir etmez ona. Uyarmaz ve iz bırakmaz.

Sonra âyeti kerime,o günü tavsif ediyor:

“O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür.”...

Burada bütün insanların toplanışı tablolaşmaktadır. Herkes gelmiş ve toplanmış. Kendi isteğiyle gelmiyor kimse oraya, gönderiliyorlar danışmaksızın. Herkes hazır, herkes bekliyor ne olacak diye?...

“O gün gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz.”...

Korkunç bir sessizlik kaplamış herkesi. Dehşet saçan bir ürperti inmiş bütünü ile sahnenin üstüne. Konuşmak izne tabi. Kim cüret edebilir de konuşma izni isteyebilir? Fakat Allah dilediğine izin verir. Onun izni ile sessizlikten kurtulur. Sonra dağıtım ameliyesi başlar:

“Onlardan kimi» bedbaht, kimisi de bahtiyardır.”...

Biz bu ifadelerin ötesinden “bedbaht olanları” görüyoruz. Ateşe girmişler, korkunç bir sıkıntı içindeler. Darlıktan, sıcaktan ve sıkıntıdan “Orada yüksek sesle soluk alıp verirler.” Bahtiyarları da görüyoruz. Cennete girmişler ve orda sonsuz ihsanlara nâil olmuşlar, hiç bir şey esirgenmiyor onlardan ve hiç bir şey ellerinden alınmıyor.

Bunlar da, onlar da sürekli kalacaklardır bulundukları yerde. “Gökler ve yerler durdukça” duracaklardır. Bu ifadenin söylenişi bile insan zihnine bir süreklilik ve devamlılık hissi vermektedir. İfadelerin de kendilerine göre özellikleri bulunmaktadır. Burada da kastedilen evvel emirde bu özelliktir.

Ama her iki halde de âyeti kerime bu sürekliliği Allah'ın meşiyyetine bağlamaktadır. Netice itibariyle her kanun ve her prensip varır Allah’ın meşiyyetine dayanır. Kanunları koyan Allah'ın hudutsuz meşiyyetidir. Binaenaleyh O, bu kanunlara bağlı ve mahdut değildir. Şüphesiz ki Allah ne zaman isterse bu kanunları temelden değiştiriverir:

“Muhakkak id Rabbin dilediğini yapandır.”...

Bir de âyeti kerîme bahtiyar olanlara Allah’ın lütuf ve ihsanının fazlalığını hatırlatarak sonsuz nimetler verileceğini ve Allah’ın meşiyyetinin bu yönde olduğunu belirtmektedir. Cennetteki ikametleri değiştirilecek bile olsa —ki böyle bir şey yoktur— Allah’ın lütfunun esirgenmeyeceğini belirtmektedir. Bu ihtimali sırf meşiyyeti ilâhiyenin sınırlılığını ima eden ifadenin gerisinden Allah’ın meşiyyetinin hudutsuzluğunu belirtmek için zikretmektedir.

*•

TEŞVİK VE İHTAR

Âhiretteki akıbetlerle ilgili sadet harici bu açıklamadan sonra, ki bu da milletlerin bu dünyadaki âkıbetleri belirtilirken ve dünya azabı ile âhiret azabı arasındaki benzerlikler anlatılırken, gerek bu dünyada, gerekse öbür dünyada yalanlayıcıların acı neticeleri zikredilirken bir münasabet kurularak öbür dünya ile ilgili bu açıklamalara yer verilmişti. Evet bunlardan sonra âyeti kerîme bu kıssalardan ve gözler önüne serilen manzaralardan alınması gereken dersleri gerek Resulullaha, gerekse Mekke de ona inanmış olan azınlığa teselli verici bir destek olarak anlatıyor. Yalanlayanlara da bir açıklama ve ihtar ile içine düştükleri durumu gözleri önüne seriyor. Şüphesiz ki bunlar da atalarının tapındıkları şeylere tapınmakta idiler. Onların durumu ile o kıssalarda geçenlerin durumu arasında hiç bir fark yoktu. Onların âkıbeti de malûmdur. Bunların payına düşeni de onlar yapacaklardır. Her ne kadar bunların üzerinden azap ertelemiş ise
M û s â peygamberin kavminin üzerinden de ertelenmişti. Bunu da Allah bir hikmete mebni olarak ertelemişti. Ama gerek M û s â (A. S.) ın ümmeti, gerekse Hz. Muhammed’in ümmeti belli bir süre içinde yapacaklarını yapacaklardır. Bunlardan azabın ertelenmiş olmasının sebebi ise sadece hak ve hakikat dinine bağlanmış olmalarıdır. Onlar ise tıpkı ataları gibi batılda idiler:

l09 — öyleyse bunların taptıklarından şüphen olmasın Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar. Onların paylarını eksiksiz ödeyeceğiz.

110 — Andolsun ki M û s a ’ya da kitabı verdik. Hakkında ihtilâfa düştüler. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı aralarında hüküm verilmiş gitmişti bile. Doğrusu onlar bundan yana şiddetli bir tereddüt ve şüphe içindedirler.

111 — Hiç şüphe yoktur ki, Rabbin herkese amellerinin mukabilini tamamen ödeyecektir. O, şüphesiz yaptıklarına vakıftır.”....

Bunların taptıklarının batıl olduğuna dair hiç şüphe sızmasın içine. Hitap Hz. Peygambere, ihtar ise kavminedir. Bazı zaman olur ki, böyle bir üslûp insan ruhun da çok daha tesirli olur. Çünkü bu üslûp bu kanunun Allah tarafından peygamberine açıklanan bir ana mesele olduğunu belirtiyor. Ne herhangi birisiyle tartışma havasını taşımakta, ne de bu konuyu karıştıranlara hitap etmektedir. Maksat onları hiç önemsememek ve yer bile vermemektir. Bu gibi hallerde bazan onların önem verdiklerinden çok daha fazla mühim olan mücerret ve hâlis gerçek doğrudan doğruya kendilerini muhatap alarak yapılacak seslenişten daha müessir olur:

“öyleyse bunların taptıklarından şüphen olmasın. Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar.”...

Şu halde onların âkıbeti geçmişlerinden pek farklı değil... Onlar da azaba müstahak olacaklar... Fakat âyeti kerime üslubun orijinalitesine uyarak azabı açıkça zikretmiyor.

“Onların paylarını eksiksiz ödeyeceğiz.”...

Besbelli onlann nasibi de kendilerinden önce geçenlerin nasibi gibi. Daha önce seleflerinin payına düşenleri manzaralar hâlinde görmüştük.

Olabilir kr, M û s â peygamberin kavmi gibi onlar da kökten yok olma azabına duçâr olmazlar:

“And olsun ki M û s â ’ya da kitabı verdik. Hakkında ihtilâfa düştüler.”...

Söyledikleri sözler, inandıkları inançlar ve yaptıkları ibadetler değişik değişik oldu. Ama Allah’ın geçmiş bir sözü vardı ki, onların hesabının kıyamet günü görüleceğini bildiriyordu:“Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı aralarında hüküm verilmiş gitmişti bile.”..

Bu söz de bir hikmete mebni olarak geçmişti. Ve buna binaen kökten yok olma azabına düçar olmamışlardı. Çünkü bir kitap gönderilmişti onlara ve kitap gönderilen dinlerin salikleri ise kıyamet gününde hesaba çekilecekti. Zira kitabın gönderilmesi ebedî bir hidayetin varlığına delil idi. O kitabın indiği dönemde yaşayan nesiller gibi daha sonra gelen nesiller de bu kitap ile hidayeti bulabilirlerdi... Bir neslin müşahede ettiği mûcize ve harikaların durumu böyle değildi ama. O mûcizeleri gören nesiller ya inanırlar kurtulurlar veya inanmazlar batarlardı. Gerek Tevrat, gerekse İncil mükemmel birer kitap idi. En son kitap gelene kadar onlar da sırasıyla hükümlerini sürdürmüşlerdi. Ama bu son kitabı gerdi Tevrat gerekse İncil tasdik etmekteydi Bunun için bu son kitap üzerinde birleşmesi gerekirdi bütün insanlığın. Ve buna göre hesaba- çekilecekti bütün insanlar. Tevrata uyanlar da, İncile tabi olanlar da hu kifaba göre sorguya çekileceklerdi. Halbuki onlar yani M û s A peygamberin kavmi “bundan yana şiddetli bir tereddüt ve şüphe içindeydiler.”» Yani M û s â peygamberin kitabından. Çünkü Hz. M û s a ’dan asırlarca sonra kaleme alınmıştı ve çelişik rivayetler yer alıyordu içinde. Ona uyanlar bile bu kitabın üzerinde kesin bir birliğe varamamışlardı.

Azap ertelenmiş olduğuna göre herkes amelenin karşılığını tam olarak alacaktır. Onları bilen ve haberdar olan Allah hiç zayi etmeksizin onların yaptıklarım verecektir:

“Hiç şüphe yoktur ki, Rabbin herkese amellerinin karşılığını tamamen ödeyecektir. O, şüphesiz yaptıklarına vakıftır.”»

İfadei celîlede değişik tekitler yer alıyor ki, hiç kimsenin amellerinin eksiksiz ödeneceğine dair şüphe ve tereddüdü kalmasın diye. Ve hiç kimse bir daha bu kavmin tuttuğu yolun batıl olduğunda tereddüt etmesin diye. Nitekim bunların özendikleri şirki her çağın müşrikleri yapmışlardır...

Bu tekitlerin o devredeki İslâm hareketinin pratik hayatında çok lüzumlu olan yönleri vardı. Müşrikler bu davete ve Resulullaha karşı son derece inatçı bir tutum ile karşı koymuştu. Onun beraberindeki mü’minler henüz azınlıktaydı. Takribi olarak bir duraklama devresi başlamıştı. Bu arada Allah'ın azabı belli bir süreye kadar ertelenmişti ve daha vuku bulmamıştı. Mü’minler eziyetlerle yüz yüze geliyorlardı. Düşmanlar ise kep başarılı gibi görünüyorlardı... Ve işte bu devrede bazı kalblerde sarsıntılar baş gösterdi. Hattâ son derece tutkun gönüller de bile bir yalnızlık havası esiyordu. Ve bu gibi teselli verici, sebat verici ifadelere çok ihtiyaç vardı...

Mü’min gönüller için en iyi teselli ve en kuvvetli sebat kendi düşmanlarının Allah’ın da düşmanları olduğunu bildirmekti. Allah düşmalarının batıl yolda olduğunu bildirmekten daha çok teselli verici ne olabilirdi?»

Aynı şekilde Allah’ın zalimlere mühlet vermesindeki hikmeti açıklamaktan daha çok ne sevindirirdi mü’min gönülleri... Diktatörlerin belli bîr süreye kadar iletilip sonra lâyık oldukları cezaya çarptırılmalarını açıklamaktan daha sevindirici ne olabilirdi.

Böylece Kur’anın âyetlerinde bu akidenin takip ettiği hareket metodunun icaplarına da işaret etmiş oluyoruz. Ve Kur’anın müslümanlarla birlikte nasıl savaşa katıldığını ve onlara yolların işaretlerini nasıl gösterdiğini görmüş oluyoruz.

.**

ALLAHIN KANUNU

Gerek bu açıklama, gerekse bu tekitli beyanlar insan ruhunda Allah’ın kanunlarının kendi istikametlerinde nasıl cereyan ettiğini, dini, vaadi ve vaîdi doğrultusunda nasıl yürüdüğünü gösterir. Şu halde Allah’ın dinine bağlananlar ve Allah dâvasına kendilerini adayanlar doğru bildikleri hak yolunda durmadan yürüsünler. Allah'ın dininde aşırı gitmeyip bulunmayan şeyleri eklemesinler ona. Ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar zalimlerden yana olmasınlar. Yolları ne kadar uzarsa uzasın Allah'ın dininden başka yol aramasınlar... Sonra yol azıklarını iyi hazırlasınlar, Allah'ın vaadi tahakkuk edene kadar sabretsinler...

112 — Sen dosdoğru emrolunduğun gibi hareket et Beraberindeki tevbe edenler de. Aşırı gitmeyin çünkü O, yaptıklarınızı görür.

113 — Zulmedenlere yönelmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.



28 Ocak 2017 Cumartesi

ARŞİV..3

İNSANLIĞIN KURTULUŞ İSTİKAMETİNİ BELİRLEMEK İÇİN ŞU FİKRİ AÇILIMI YAPMAK SİZLERE DÜŞÜYOR
Senaristlere.
http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/kisi-hukum-verirken-verdigi-konu.html


**************************************************
ARŞİV..3
Bugün
Senin gönderinden kaydedildiHüseyin şaşmaz'dan (Hüseyin uzun) İsa tahtalıya . *** Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var.o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? ***************************************************** MÜSLÜMAN OLMAYANLARIN AKİDESİ--(Sınırlıdır) BAŞLAMA***3 BURADAN DEVAM... ************************* **ÖNEMLİ**CENNETİN ANAHTARI... «Muhakkak ki Allahü Taalâ kendisine şirk koşulmasını affetmez. Ve istediği kimse için bundan başka hepsini affeder» kavli şerifini tefsir ettiğimiz zaman Yahudilerin Allah’ı bırakıp ta kendi hahamlarını ve din büyüklerini Rab ittihaz edindiklerini, bunun Üzerine şirke daldıklarını söylediğimizi unutmayalım. Yuhudilerin din adamlarına doğrudan doğruya ibadet etmiş değillerdi. Fakat onların kendiliklerinden ortaya attıkları şekilde halâlı haram ve haramı da halâl kabul ederek hüküm vazetme ve hakimiyyet esasını evvelemirde onlara vererek şirke düşmüşlerdi... Allahü Taala her şeyi affeder de şirki affetmez... Hatta büyük günahları bile affeder... «İsterse zina etsin, isterse hırsızlık yapsın, isterse içki içsin... Hepsini affeder...» Bütün mesele Rab olarak yalnız ve yalnız Allahü Taalâyı tanımakdır. **********Dikkat önemli...********** Binaenaleyh, hâkimiyyeti sadece Allahü Taalâya vermek gerekir. Ülûhiyyet makamının en önemli husisiyyeti budur. İşte bu çerçeve dahilinde müslüman müslüman olarak, mümin mümin olarak kalabilir. İşte bundan sonra İnsan büyük te olsa günahlarının affını ümid edebilir... Bunun dışında kalan şirke gelince bunu Allahü Taalâ ebediyyen affetmez.Zira Islamın şartı ve imanın haddi budur... Çünkü Cenabı Allah «Şayet Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsanız» diyor... "VAHDETİ VÜCUT FELSEFESİ": "NEW AGE FELSEFESİ" **************************************************** Fikri metni anlamak demek, ne okuyucunun fikri metinden zevk alması ne de metnin anlamı üzerinde yoğunlaşmasıdır. Fikri metni anlamak, onu pratiğe geçirmek üzere benimsemektir. Fikri metin pratiğe geçirilmediği sürece bir yararı ve değeri yoktur. Çünkü fikri metin, okunup benimsendikten sonra pratiğe geçirilmek için okunur. Böyle yapılmadığı takdirde fikri metnin ne faydası ne de değeri kalır. Zira düşünce sadece bilgi olsun diye öğrenilmez. Bunun yanında, bir de benimsenip pratiğe geçirmek için elde edilir, okunur. Düşünceyi benimsemek ise ancak düşünce olgusunu ve onun göstergeleri konumundaki anlamını zihinde canlandırmakla olur. Bu açıdan fikri metni anlamak için ön bilgilerin yanı sıra, şu üç noktaya dikkat etmek gerekir: 1- Ön bilgilerin anlaşılması istenen metindeki düşünceyle aynı düzeyde olması, 2- Fikri metindeki düşünce olgusunu, bu düşünce ile ilgili olmayan hususlardan tamamen ayırt edecek ve sınırlandıracak şekilde olduğu gibi kavramak. 3- Bu olgunun gerçekliğini ortaya koyabilecek şekilde, zihinde doğru bir biçimde canlandırmak. Bu üç noktayı göz önünde bulundurmadan fikri metni anlamak, yani metindeki düşünceyi algılamak mümkün değildir. Zira düşünceyi anlamak, sadece anlamını bilmek değildir aynı zamanda onu benimsemektir. ************************** FİKRİ METİNLER. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. *** http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb *** KAVRAM KARIŞIKLIĞINA SON* *NET KAVRAM ZAMANI. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/kisi-hukum-verirken-verdigi-konu.html Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://meerstr11.blogspot.nl/ EŞYA BAZ,ÖLÇÜ ALINDIĞINDA. http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/ KAİNATIN,TÜM İNSANLIĞIN KURTULUŞ İSTİKAMETİ. http://www.dailymotion.com/video/x4td27k_kainatin-tum-insanligin-kurtulus-istikameti_videogames SEN VE SENİN DAVAN ÖNEMLİLER İÇİNDE BİR İLK'TİR UNUTMA...! http://www.dailymotion.com/video/x4bi2k2_sen-ve-senin-davan-onemliler-icinde-bir-ilk-tir-unutma_videogames *** Bu konular üzerinde gençlere bilgi vermek istiyorum. İlginize şimdiden Allah razı olsun. Allah'a emanet ol.
Geçen Hafta
21 — Mısır’da onu satin alan kimse karısına: “ona güzel bak, belki bize faydası dokunur veya onu evlat ediniriz.” dedi Biz ise böylece ¥ û s u f ’u o memlekete yerleştirdik. Ona rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, iradesini yerine getirmekte her şeye galip gelir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. 22 — Erginlik çağına erince ona hikmet ve bilgi verdik. İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız. 23 — Evinde bulunduğu kadın onu kendine çağırdı. Kapıları sıkı sıkı kapadı ve “gelsene” dedi Yûsuf: “Günah işlemekten Allah’a sığınırım, doğrusu senin kocan benim efendimdir. Bana iyi baktı. Haksızlık yapanlar şüphesiz başarıya ulaşamazlar” dedi 24 — And olsun ki, kadın Y û s u f ’a karşı istekli idi Rabbinden bir işaret görmeseydi Y û s u f ta onu isteyecekti İşte ondan kötülüğü ve fenalığı böylece engelledik. Çünkü O, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı 25 — İkisi de kapıya koştu. Kadın arkadan Yûsuf ’un gömleğini boylu boyuna yırttı. Kapının önünde kocasına rastladılar. Kadın kocasına: “Ailene fenalık etmek isteyen bir kimsenin cezası ya hapis, ya da can yakıcı bir azap olmalıdır” dedi 26 — Yûsuf: “Beni kendine o çağırdı” dedi Kadının yakınlarından bir şahit: “Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylemiştir ve bu da yalancılardandır.” 27 — Şayet gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylemiştir, erkek doğrulardandır” diye şahitlik etti. 28 — Kocası gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, karısına hitaben: “Doğrusu bu sizin düzeninizdir. Siz kadınların düzeni büyüktür” dedi. 29 — Yûsuf’a dönerek: “Yûsuf, sen bu işi kapat” ve tekrar kadına dönüp: “Sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü suçlusun” dedi 30 — Şehirde bir takım kadınlar: “Vezirin karısı kölesini kendine ram etmek istiyormuş. Sevgisi bağrını yakmış. Doğrusu onun apaçık bir sapıklıkta olduğunu görüyoruz” dediler. 31 — Kadınların kendisini yermesini işitince, onları davet etti. Koltuklar (ve sofra) hazırladı. (Sofrada kullanmak üzere) her birine birer bıçak verdi Yûsuf’*: “Yanlarına çık” dedi Kadınlar Y û s u f ’u görünce şaşırıp ellerini kestiler ve “Allah’ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak yüce bir melektir” dediler. 32 — Vezirin karısı: “İşte sözünü edip beni yerdiğiniz budur. And olsun ki, onun olmak istedim. Fakat o, iffetinden dolayı çekindi. Emrimi yine yapmazsa, and olsun ki, zindana atılacak ve kahre uğrayacak” dedi. 33 — Yûsuf: “Rabbim, zindan benim için bunların isteklerini yapmaktan daha iyidir. Eğer düzenlerini benden uzaklaştırmazsan onlara gönül verir, cahillerden olurum” dedi. 34 — Rabbi onun duasını kabul etti ve kadınların düzenine engel oldu. Zira O Semidir, Alim'dir. Bu kısım, kıssanın bölümlerinden İkincisini teşkil ediyor. Yûsuf Mısır’a götürülür, köle gibi satılır ve onu satınalan şahıs Yûsuf ’un iyi bir kişi olduğunu keşfeder... — İyi insanlar; bilhassa yüksek bir ahlâka da sahip iseler, sabahın aydınlığı gibi yüzlerinden belli olurlar. — Yûsuf ’un iyi bir kişi olabileceğini adam karısına da hatırlatır ve ona iyi bakmasını ister. İşte burada, rüyanın tahakkuk safhalarının başlangıcını görüyoruz... Fakat, erginlik çağına girdiği sıralarda Yûsuf, başka türlü belâlarla karşılaşıyor. İnsanı şeref ve haysiyetiyle birlikte yere vurup helâk eden belâlar... Allah’ın lütuf ve merhameti imdada yetişmediği takdirde kurtulmak mümkün olmayan musibetler... Saray havası... “Yüksek tabaka” denen sosyete... Nefsin ve behîmi arzuların tatmin edilmesi yolundaki azgınlıklar... Ve Yûsuf un tahrik edilerek zorla bu havanın içine itilmek istenmesi... Y û s u f ’a o sıralarda Allahuteâlâ hikmet ve bilgiler ilham buyurmuştur. Bir yandan bu ilhamlar, diğer yandan sahip olduğu ahlâk ve din bağlılığı sayesinde musibetlerin içinden sıyrılıp çıkabilmiştir: HER ŞEYDE ALLAH GALİPTİR 21 — M ı s ı r ’da onu satın alan kimse karısına: “Ona güzel bak, belki bize faydası dokunur veya onu evlat ediniriz.” dedi. Biz ise böylece Y û s u f ’u o memlekete yerleştirdik. Ona rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, iradesini yerine getirmekte her şeye galip gelir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. Şu ana kadarki ifadelerde Y ûsu f ’u satın alan kişinin kim olduğu açıklanmış değildir. Biraz sonra bu şahsın Mısır Veziri olduğunu öğreneceğiz. (Baş vezir olduğu da söylenmektedir.) Şu anda öğrendiğimiz bir şey varsa, o da, Yûsuf un çileli devreden sağ sâlim kurtulup emniyetli bir hayata girmiş olmasıdır. Artık ona istikbalin aydınlık kapıları açılacaktır. “Ona güzel bak”... Âyeti kerimenin bu cümlesindeki ( ) kelimesi, ikamet edilen yer ve mevki mânasında kullanılır. () cümlesi ise: “Ona ikramda bulun” mânasına gelmekle beraber, ikram yönünden daha şümullu bir mâna taşır: “ikramı yalnız onun şahsiyetine değil, bulunduğu yere hürmeten de yap” demektir. Bu fevkalâde ikram, zindanda çektiği çilelerin karşılığı olsa gerektir! Yûsuf’u satın alan şahıs, bu çocukta gördüğü iyi vasıfları karısına açıyor ve ona ümit bağladığını belirtiyor: “Belki bize faydası dokunur veya onu evlat ediniriz” „ Bazı tefsirlerde de beyan edildiği gibi, bu karı - kocanın çocukları bulunmadığı anlaşılıyor. Onun için; tahminleri doğru çıkar, Yûsuf ’un hayırlı ve terbiyeli bir çocuk olduğu anlaşılırsa onu evlat edineceklerdir. Sûrenin tabii seyri burada bir nebze duraklama yaparak bütün bunların Allah’tan geldiğine, O’nun takdiriyle olduğuna işaret ediyor. Allahuteâlâ bunu ve buna benzer daha bir çok nimetleri Yûsuf’a lütfetmek için onu Mısır’a yerleştirmiştir. — Y û s u f ’un ilk önce vezirin kalbine ve sarayına yerleşmiş olması, ilerde sahip olacağı mevkilerin müjdecisi idi. O, rüyaların nasıl yorumlanacağını Allah'ın kendisine öğreteceği istikamette doğru yol almaya başlamıştı. — Yûsuf ’un M ı s ı r ’a yerleştirilmiş olması; Allah'ın takdirini kimsenin bozamayacağına, O’nun kudreti karşısında bütün güçlerin mağlup olacağına ve hiç kimsenin O’nun murat ettiği şeyi önleyemeyeceğine işarettir.: “Biz işte böylece Yûsuf’u o memlekete yerleştirdik. Ona rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, iradesini yerine getirmekte her şeye galip gelir”... İşte Yûsuf ve işte hadiseler!.. Kardeşleri onun için neler istemekte, Allah ise neler murat etmektedir! Her şeyin hakimiyeti Allah'ın dinde olduğuna göre elbette O’nun emri yürüyecek, O’nun iradesi tahakkuk edecektir. Yûsuf ’un kardeşleri ise bu hikmetleri idrâk edememenin aczi içinde bocalayıp kalacaklardır: “Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” Bilmezler Allah’ın emrinin yerine geleceğini ve O’nun hükmünün her zaman cari olduğunu... Bu arada, Allahuteâlânın Yûsuf için neler istediği belirtiliyor: “Ona rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik”... Erginlik çağına erince bu İlâhî irade tahakkuk ediyor: 22 — Erginlik çağına erince ona hikmet ve bilgi verdik. İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız. İdarecilikte kendisini başarıya götürecek hikmetler bahşedildi; İstikbalde olacak şeyleri bilecek veya rüyaları tabir edecek bilgiler verildi. Belki bu bilgiler daha geniş mânada hayatı ve onunla ilgili şeyleri içine almakta idi. Zira buradaki ilim ve hikmet lâfzı umumî mânada kullanılmıştır. Bütür bunlar Y û s u f ’un iyi davranışlarının ve sağlam inancının mükâfatı idi: İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız.” TÜYLERİ ÜRPERTEN KORKUNÇ SAHNE İşte bu sırada Yûsuf, hayatının ikinci musibetiyle karşılaşıyor. Bu musibet bir öneririne nispetle çok daha korkunç ve şiddetli Şu kadar var ki, bu sefer — Allah’ın lütfü olarak — kendisine verilen hikmet ve bilgilere sahip. Karşılaştığı korkunç hadiselerin içinden bu vasıtalar sayesinde rahatça çıkabilecektir. Zira Allah’ın Kur’an’da tescil ettiği bu vasıtalar ona, iyi hareketlerine karşılık mükâfat olarak verilmiştir. Şimdi, Kur’anı Kerimde dile getirilen bu korkunç ve tehşetli hadiseye bir gözatalim:1-dot
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET. - Dailymotion Video1-dot
“Yahudiler, Üzeyir Allah’ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesih (İsa) Allah’ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. Sözlerini daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da haktan batıla döndürülüyorlar!” (Tövbe 9/30) *** CENNET'İN GARANTİSİ***MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.htmlBağlantı
Galaya alınacak bir zat değildir.***BEYAZİDİ BESTAMİNİN HAYATININ AÇIKLAMASI1-dot
Örnek verecek olursak Beyazıd-ı Bestami’nin görüşüne yer vererek: “Ebu Yezid Bestami şöyle der: ‘Arş ve içerdiği her şey yüz bin katıyla birlikte arifin kalbinin bir köşesinde bulunsaydı, arif onun farkına bile varamazdı’ İşte Ebu Yezid böyle demiş”[2] diyerek kitabı Peygamberden aldığını söylemesine rağmen Beyazıd-ı Bestami ve başkalarının görüşlerini aktarır. Demek istediğim şudur. Arabi, önsözünde Peygamberin “al bunu insanlara ulaştır” sözünü bir emir olarak görüp kitaba hiçbir yorum katmadan eksiksiz olarak insanlara ulaştırdığını ifade etmesine rağmen başka sufilerin görüşlerini kitapta ileri sürmesi okuyucuyu hemen düşündürmektedir. https://www.youtube.com/watch?v=cF7O4M18Wrw&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4&index=2 http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/04/vahdeti-vucut-felsefesi-new-age.htmlVideoSİZİN ALİM DEDİĞİNİZ KİŞİ KİMİ ÖVÜYOR BAK BAK ONA GÖRE İBRET AL EY MÜSLÜMAN OLDUĞUNU İDDİA EDEN ÇOĞUNLUK..
Pelin Çift ile Gündem Ötesi | 15 Şubat 2017 - HAARP projesi Suni deprem yaratılabilir mi?
Düşünmek Farzdır https://www.youtube.com/watch?v=jalFw5RdiDg Net ve berrak olan her şey insan tarafından sevilir kaos ve yavşaklık hiç bir kimse tarafından sevilmez ve onaylanmaz. O zaman Müslümanım demeninde Netleşmesi lazım. Müslümanım demekle Müslüman olunmuyor . Müslümanlığın netleşmesi için Muhammedin Allah tarifini bilmen lazım. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.htmlBağlantı
Zor çocuk mu? Buyrun :)1-dot
Zor çocuk mu? Buyrun :)VideoZor çocuk mu? Buyrun :)
YÛSUF A TERTİPLENEN SUİKAST Sûrenin tabii seyri burada Hz. Yûsuf ve Hz. Y a ’ k u b la ilgili sahnenin perdesini kapayarak; ileriki hadiselere de ışık tutmak üzere, Yûsuf ’un kardeşlerine ve giriştikleri suikaste ait sahnenin perdesini aralıyor: 7 — And olsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinin olayında, soranlara nice ibretler vardır. 8 — Kardeşleri: “Babamız, Y û s u f ’u ve kardeşini daha çok seviyor. Biz ise daha güçlü bir topluluğuz. Babamız apaçık yanlışlık içindedir.” 9 — “Yûsuf'u öldürün. Yahut onu uzak bir yere sürün ki babamızın teveccühü yalnız size münhasır olsun. Ve siz ondan sonra sâlih bir zümre olasınız. 10 — İçlerinden biri: “Yûsuf’u öldürmeyin, onu bir kuyunun dibine bırakın da yolcu kafilesinden biri onu bulup götürsün. Eğer mutlaka yapacaksanız bari böyle yapın” dedi. Yûsuf ve kardeşlerinin kıssasında, âyetleri dikkatle inceleyip tahlil edenler için, birçok gerçekleri ihtiva eden büyük ibret ve hikmetler vardır... Yukardaki âyetin bu mânada bir giriş yapmış olması insanı dikkat ve düşünceye sevketmeye kâfidir. Biz bu girişi, sahnede cereyan eden hadiselerin dikkatle takip edilmesi için perdenin açılmasına benzetiyoruz. Ve sahneye göz atınca, kardeşlerinin Yûsuf için hazırladıkları hileye şahit oluyoruz. Acaba ”Ahd-ı atik” i yazanların ileri sürdüğü gibi Y û s u f, rüyasını kardeşlerine anlatmış mı idi? Buradaki ifadeler gösteriyor ki, anlatmamıştır. Yûsuf ’un kardeşleri, babalarının, Yûsuf’-la Y û s u f ’un öz kardeşi Bü n y a m i n ’e fazla sevgi gösterdiğinden bahsediyorlar. Eğer Yûsuf un rüyasından haberleri olsa idi,muhakkak ondan da söz edeceklerdi. Y û s u f ’a olan kinlerinden dolayı en azından rüyayı da kıskançlık hisleriyle ağızlarından kaçırırlardı. Yûsuf rüyasını kardeşlerine açmış olsaydı hadiseler başka türlü cereyan eder, Yûsuf ’un başına gelenim: daha başka türlü olurdu. Halbuki kardeşlerinin ona karşı kinleri, sadece babalarının ona olan aşırı sevgisinden geliyordu. Büyük bir vâkıaya ait hadiseler zincirinin ilk halkasını bu aşırı sevgi teşkil ediyor. Bu sevgi gayet normaldir. Allah’ın takdir buyurduğu neticelere Yûsuf un vasıl olabilmesi için bu sevgi elbette olacaktı. Yûsuf ’un içinde yetiştiği Âile şartları ve yetişme tam da bu sevgiyi tabiî hâle getiriyordu. Yûsuf, babasının yaşlanmış olduğu yıllarda dünyaya gelmişti. Evlatlar arasında en küçük olan daha çok sevilir. Hele bu çocuklar babalarının ihtiyarlık devrine rastlarsa!., işte, Yûsuf’la öz kardeşi Bünyamin de bu durumda idiler. Büyük yaşlarda olan diğer kardeşleri ise, başka annelerden dünyaya gelmişlerdi... Kardeşleri: ‘’Babamız, Y û s u f ’u ve kardeşini daha çok seviyor. Biz ise daha güçlü bir topluluğuz...” dediler. Yani; biz, tuttuğunu koparan, daha faydalı ve daha kuvvetli bir topluluk halindeyiz... Babamız apaçık yanlışlık içindedir.” Bir çocukla bir küçük yavruyu güçlü kuvvetli erkekler topluluğuna tercih ediyor! Kinimi galeyana geliyor, içlerine giren şeytan kendilerine öncülük ediyor. Artık gözleri kararmıştır! önemsiz şeyler onlara pek büyük görünmeye, büyük şeyler ise önemsiz görünmeye başlamıştır. Kendini müdafaa edemeyecek kadar küçük ve günahsız bir çocuğu katletmek!.. Bu feci fiili gaddarca işlemek onlar için basit bir iş sayılıyor... Ve öldürecekleri çocuk kardeşleridir. Aynı zamanda bunlar — her ne kadar peygamber değillerse de — peygamber çocuğudurlar!.. Diğer taraftan; babalarının Yûsufu kendilerinden biraz fazla sevmesi gözlerinde büyüdükçe büyüyor ve o kadar mühim bir mesele haline geliyor ki, çareyi öldürmekte buluyorlar, öldürmek!.. -Allah’a şirk koşmanın hemen peşinden gelen en büyük cürüm!.. ****** “Yûsuf’u öldürün. Yahut onu uzak bir yere sürün”-.ikisi de korkunç şey... Hayat denen şeyin zerresi bulunmayan ıssız bir çöle sürülmesi de, ölüme göndermek demektir.. Niçin yapmak istiyorlar bu işi? "... ki, babanızın teveccühü yalnız size münhasır olsun.” Esasen babalarının kendilerine göstermesini istedikleri teveccühe Yûsuf mani değildir. Babalarının kalbine girmek istiyorlar. Zanediyorlar ki, Yûsuf’u gözünün önünden uzaklaştırırlarsa kalbinden de çıkarmış olacaklar ve ona gösterdiği sevgi kendilerine intikal edecek! Ya işleyecekleri cinayetin günahı? Bunun da çaresini bulmuşlar: Cinayeti işledikten sonra Allah’a tevbe ve istiğfar edecekler, böylece temizlenip sâlih kullardan olacaklar: “Ve siz ondan sonra sâlih bir zümre olursunuz.” - Şeytan işte böyle aldatır. Gözlerini kin ve ihtiras bürüyen insanların ölçüyü kaçırdıkları anlarda kalplerine böyle girer şeytan. Şuurdan uzaklaşıp hislerine teslim olurlar. Eşya ve hadiseleri değerlendiren mikyasları bozulmuştur. İçlerindeki kin kaynadıkça şeytanın onlara yol göstermesi kolaylaşır: “öldürün, sonra tevbe eder günahtan temizlenirsiniz der!..” *************2017 bu günde marokonlar esrar yetiştirip sonra parayı elde ettikten sonra bırakırız tövbe ederiz diyorlar.)****************** Tabiî bu gibi tevbelerin gerçek tevbeyle hiç bir alâkası yoktur. Gerçek tevbe; bilmeden, farkında olmadan işlenen herhangi bir suçtan pişmanlık duyarak yapılan tevbedir. Elinde olmadan böyle bir günahı işleyen kimse, işlediği fiili hatırladıkça nedamet duyar ve tevbe etmek için can atar. Yukarda bahsedilen tevbeye gelince; bu gibi tevbeler önceden hazırlanmış tevbelerdir. İşlenen suçu örtbas edebilmek için suçu işlemeden önce şeytanın süsleyip püslediği bir takım telkinlerden ibarettir. Tevbe diye adlandırılan bu gibi şeytanlıkların gerçek tevbeyle hiç bir ilgisi yoktur! ************************************************************** Fakat, içlerinden birinin vicdanı titriyor, yapmayı tasarladıkları şeyin korkunçluğu karşısında ürperiyor ve onları Yûsuf ’tan kurtaracak başka bir hal çaresi buluyor: Y û s u f ’u, kervanların geçtiği yol üzerinde, suyu kurumuş bir kör kuyuya atmak... Böylece hem Yûsuf ortadan kaybolduğu için babalarının teveccühü kendilerine dönecek; hemde Yûsuf ’un ölümden veya sonu ölümle neticelenmesi mukadder olan sürgünden kurtarılması sağlanacak. Ayni zamanda kervanlardan birinin onu bulup kurtarması ve uzaklara götürmesi mümkün olacak:İçlerinden biri: “ Y û s u f ’u öldürmeyin, onu bir kuyunun dibi* ne bırakın da yolcu kafilesinden biri onu bulup götürsün. Eğer mutlaka yapacaksanız bari böyle yapın” dedi. “Eğer mutlaka yapacaksanız” sözünden şunları hissediyoruz: Y û s u f ’a yapmakta İsrar ettikleri korkunç fiilden onları soğutmak, tereddüte düşürmek... Bu, bir oyalama taktiğidir. Fakat bu teklifin pek hoş karşılanmadığı, kinlerinden pek az bir şey eksilttiği ve niyetlerinden geri çeviremediği anlaşılıyor. Bunu, biraz sonra şahit olacağımız ifade ve hadiselerden seziyoruz... ISRARLAR... SIKINTILAR İşte onlar... Babalarına gitmişler, Y û s u f ’u beraberlerinde götürebilmek için onu kandırmaya çalışıyorlar!.. Bir plan hazırlıyorlar babalarına. Ona da, Y û s u f ’a da tuzaklar kuruyorlar... Şimdi, olanlara bir göz atıp kulak verelim. 11 — Bunun üzerine giderek: “Ey babamız, Yûsuf ’un iyiliğini istediğimiz halde, onu niçin bize emniyet etmiyorsun?” 12 — “Yarın onu bizimle beraber gönder de gezsin oynasın. Biz Onu koruruz” dediler. 13 — Babaları: “Onu götürmeniz beni endişeye düşürüyor. Siz farkına varmadan onu kurdun yemesinden korkarım” dedi. 14 — And olsun ki, biz kuvvetli bir topluluk olduğumuz halde kurt onu yerse biz âciz sayılınz” dediler. Kullanılan kelime ve ifadeler bir babanın kalbini yumuşatmak için gayet dikkatlice seçilmiş. Bir baba ki; kalbini sevgili küçük yavrusuna ayırmıştır. Onun peygamber olacağını, dedesi Hz. i b r a-h i m ’e nasip olan büyük nimetin kendisine intikal edeceğini umuyor. .. “Ey babamız...’ Bu tabiri kullanarak, kendileriyle babaları arasında bir saygı ve muhabbet bulunduğu hissini vermeye çalışıyorlar. "Yûsuf’u niçin bize emniyet etmiyorsun?”... Bu sualde babalarına karşı bir çıkışma ve emniyet etmeyişini ret kokusu var. Aynı zamanda Y û s u f ’u elinden almağa muvaffak olabilmeleri için onu mahcup duruma düşürmeye çalışıyorlar. Y a k u b (A.S.) Y û s u f ’u hep yanında alıkordu. Kardeşlerinin devamlı gittikleri mer’a ve ıssız yerlere onu kardeşleriyle dahi göndermezdi. Zira onu hem çok seviyordu, hem de herhangi bir tehlikeyle karşılaştıklarında büyük kardeşlerinin bu tehlikeyi yenebileceklerini, fakat Y û s u f 'un yenemeyeceğini düşünerek çekiniyordu. Yani, onu böyle yerlere göndermeyişi, kardeşlerine emniyet etmediğinden değildi. Kardeşlerinin: Ya’kub babaları, Y û s u f ’ta kardeşleri olduğu halde kendilerine niçin emniyet edilmediğini alelacele sormaları; babalarının aklına emniyet etmemek gibi bir şey gelmeden önce böyle bir ihtimalin kapısını kapamak içindir. Y û s u f 'u vermemekteki direnişini zayıflatmak için böyle çirkin ve çirkin hilelerindeki direnişini zayıflatmak için böyle çirkin hilelere başvuruyorlar!... “Yûsuf ’un iyiliğini istediğimiz halde, onu niçin bize emniyet etmiyorsun?” Kalblerimiz ona karşı tertemizdir. Hiç bir fenalık düşünmüyoruz. — Duyanlar, nerdeyse, beni alın götürün diyecek — “Yûsuf’un iyiliğini istediğimiz halde” demek suretiyle de ihlâs ve samimiyet içinde oldukları kanaatini vermeye çalışıyorlar. Gayeleri, asıl niyetlerini örtebilmektir... “Yarın onu bzimle beraber gönder de gezsin oynasın. Biz onu koruruz” dediler. Haklarında babalarının şüpheye düşmesini tamamen önlemeye çalışıyorlar; Yûsuf ’un gezip eğlenmeye, jimnastik yapmaya ihtiyacı olduğunu belirtiyorlar ve bu suretle babalarının gönlünü yumuşatıp Y û s u f ’u istedikleri şekilde kendilerine teslim etmesini istiyorlar. Ya’kub (A.S.) kendisine daha önceki çıkışmalarına karşılık, — zımnen — Y û s u f ’u kendilerine emniyet edemeyeceğini açıklıyor. Sebep olarakta ; onun ayrılığına tahammül edemeyeceğini ve kurtlardan çekindiğini ileri sürüyor: Babaları: “Onu götürmeniz beni endişeye düşürüyor. Siz farkına varmadan onu kurdun yemesinden korkarım” dedi. “Onu götürmeniz beni endişeye düşürüyor”... Onun ayrılığına dayanamam... Bu söz şüphesiz ki, onların kinlerini biraz daha harekete getirmişti. Yûsuf, babalarının kalbinde o kadar yer etmiştir ki, kısa bir ayrılığa bile dayanamayacağını söylüyordu. Halbuki Yûsuf oynayıp eğlenmeye gidecekti. “Siz farkında olmadan onu kurdun yemesinden korkarım”. Y û s u f ’a hazırlamakta oldukları hilenin sonunda babalarına nasıl bir mazeret uyduracaklarını düşünüyorlardı. Belki de içlerini kaplayan kin kafalarını da işlemez hâle getirmiş, ne uyduracaklarını dahi düşünemiyorlardı. Babalarının kurttan bahsedişi, düşünemedikleri bir fikri kendilerine hatırlatmış oluyordu. Hatırlarına gelen bu fikri babalarına sezdirmeden Y û s u f ’u alabilmek için sözlerine devam ettiler: “And okun ki, biz kuvvetli bir topluluk olduğumuz halde kurt onu yerse biz âciz sayılırız” dediler. Biz böyle güçlü kuvvetli bir topluluk olarak onu kurda yedirmemiz söz konusu değildir. Aksi takdirde bizler, hiç bir işe yaramayan, kendi kendimize dahi faydası olmayan kimseler sayılırız ki, bu, âcizliktir! İşte, oğluna son derece düşkün olan baba, bu teminat ve ısrarlar karşısında teslim oldu... Bu suretle Allah’ın takdiri yerini bulacak, hadiseler O’nun irade buyurduğu şekilde tecelli edecekti. KUYUNUN DERİNLİKLERİNDE O korkunç suikastlerini yapmak üzere Y û s u f ’u alıp götürdüler. Onlar bu hazırlığın içinde iken Allahüteâlâ o yavrucağın gönlüne ilham göndererek; kendisine bir zarar gelmeyeceğini, bunların gelip geçici çileler olduğunu, ileride kardeşleri farkında olmadan bu yaptıklarını kendilerine haber vereceğini hissettirdi: 15 — Y û s u f ’u götürüp bir kuyunun derinliklerine bırakmayı kararlaştırdılar. Biz de kendisine: “Onların bu yaptıklarını ilerde kendilerine haber vereceksin de, kendileri farkında olmayacaklar” diye vahyettik. Nihayet onu kuyunun derinliklerine bırakmayı kararlaştırdılar. Böylece ondan kurtulmuş olacaklardı. Yûsuf sıkıntı ve çaresizlikler içinde idi. ölümle yüzyüze geldi. Durumu tehlikeli idi. On babayiğit karşısında küçücük bir çocuktu nihayet... Ne bir yardım edeni, ne de bir kurtarıcısı vardı!.. İşte bu nazik anda gönlüne Allah’ın ilhamı dolmağa başladı: Bu durumdan kurtulacağı, yaşayacağı, kendisine bu fenalığı yapan kardeşleriyle bir gün yüzyüze geleceği, onlara bu günleri hatırlatacağı ve onların kendisini tanıyamayacağı bildiriliyordu... »• BAĞRI TANIK BABANIN HUZURUNDA Şimdi Yûsuf'u kuyuda kendi hâline bırakalım; Allah’ın ona vaadettiği günler gelip kuyudan çıkıncaya kadar, kardeşlerinin bu cinayeti işledikten sonraki hareketlerini takip edelim. Bakalım, bağrı yanık babalarına neler söyleyecekler: 18 — Akşam üstü ağlayarak babalarına geldiler. 17—“Ey babamız, inan olsun biz yarışıyorduk. Yusufu da eşyamızın yanına bırakmıştık. Bir de ne görelim, Y û s u f 'u kurt yemiş! Her ne kadar doğru söylüyorsak ta bize inanmazsın’’ dediler. 18 — Başka bir kana bulanmış olarak Yûsuf ’un gömleğini de getirmişlerdi. Babaları: “Sizi nefsiniz korkunç bir iş yapmaya sürükledi Artık hana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah’tan yardım istenir” dedi İçlerini kaplayan kin onları rahatlıkla yalana sevkediyordu. Y a ’ k u b ’un kendilerine Y û s u f ’u teslim ettiği andan itibaren sinir ve heyecanlarına hâkim olsaydılar böyle ölçüsüz hareketlere cür’et etmezlerdi! Fakat onlar, bu fırsatı bir daha ele geçiremeyeceklerinin telâşı içinde, sabırsızlık ve acele ile hareket ediyorlardı. Uydurma olduğu apaçık meydanda olan kurt yedi hikâyesini de bu telâş içinde tertiplediler. Daha dün babaları: Sakın böyle bir tehlikeye mâruz kalmasın, gibi tenbihatta bulunurken onu hiddet ve istihzayı andıran bir davranışla karşılamışlar, hemen ertesi gün gelip, Y ûsuf'u kurt yedi, demişlerdir. Üstelik bir de Y’u s u f ’un gömleğini sahte bir kana bulayarak getirmişler, aceleyle tasarladıktan “kurt yedi’’ hikâyesini gerçek gibi göstermeye çalışmışlardır... Fakat her şeye rağmen yalan ve tertipler sırıtmaktadır. Evet, böyle yapmışlardı... “Akşam üstü ağlayarak babaları na geldiler. Ey babamız biz yarışıyorduk. Bir de ne görelim, Yusuf’u kurt yemiş!”-. Sözlerine inanılmadığının farkında idiler. Tertipledikleri her hareket ve söz; “biz uydurmayız” diyordu sanki! Onun için, sözlerine devamla: “Her ne kadar doğru söylüyorsak ta sen bize inanmazsın” dediler. Yani; söylediklerimiz doğru da olsa yine senin bize itimadın yok. Çünkü bizden şüphe ediyorsun. Söylediklerimiz seni tatmin etmiyor. Y a ’ k u b (A.S.) durum ve ahvalden, Y û s u f 'u kurt yemediğini anlıyordu. Kalbi de kendisine böyle söylemekteydi. Anlıyordu ki; oğulları aslı olmayan şeyler uydurup kendisini aldatmağa çalışıyorlar.. Nefisleri, bir takım kötü şeyleri kendilerine güzel göstererek yaptırmıştır... Hz. Y a ’ k u b bunu yüzlerine karşı söylemiş ve Allah’a sığınıp ondan yardım dileyerek, şikâyetçi olmadan sabır ve tahammül göstermeye çalışacağını açıklamıştır: Babaları: “Sizi nefsiniz korkunç bir iş yapmaya sürükledi. Artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah’tan yardım istenir” dedi İLK ÇİLENİN SONU Şimdi, kıssanın ilk sahnesine bir göz atmak üzere tekrar kuyudaki Y û s u f ’a dönelim: 19 — (Kuyu civarına) bir kervan kondu. Sucularını kuyuya gönderdiler. Kovasını kuyuya saldı ve, “müjde!., müjde! İşte bir oğlan” diye ünledi Y û s u f ’u bir ticaret malı gibi alıp muhafaza ettiler. Allah ise ne yapacaklarını pek âlâ biliyordu. 20 — O’nu yanlarında devamlı alıkoymak istemedikleri için ucuz bir fiyata, birkaç dirheme sattılar. Kuyu, kervanların geçtiği yol üzerindeydi. Bu gibi kuyuların bazısında su bulunur, bazısında ise yağmur suyu birikirdi. Bu birikinti sular ancak bir müddet bekler sonra kururdu. Y" û s u f 'un atıldığı kuyu da bu cinstendi. Kervanlar yol üzerindeki bu kuyuların yakınında konaklar, su ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlardı:(Kuyu civarına) bir kervan kondu.. Kervan; ticaret gayesiyle, yüklü hayvanlarla, kafile hâlinde yolculuk yapanlardır. Sucularını kuyuya gönderdiler.. Sucu; kervana su temin eden ve su yerlerini iyi bilen kişidir... Kovasını kuyuya saldı.. Su olup olmadığını anlamak veya doldurmak için kovasını kuyuya sarkıttı. (Âyetteki anlatış tarzında; okuyan ve dinleyene sürpriz olması için, Yûsuf un kovaya tutunup kuyudan çıkma hareketi açıklanmıyor.): ... “Müjde! müjde! İşte bir oğlan!” diye ünledi. Burada da; Yûsuf ’un bundan sonraki durumu, kuyudan çıktığı andaki sevinçli hâli ve bu hususlarda söylenenler yukardaki âyette olduğu gibi, açıklanmıyor: Y u s u f ’u bir ticaret malı gibi alıp muhafaza ettiler... Yani; gizli bir ticaret malı saydılar. Köle gibi satmak istediler. Köle olmadığı için de bu işi gizli tuttular... Ve el altından az bir paraya satıverdiler: Onu yanlarında devamlı alıkoymak istemedikleri için ucuz bir fiyata, birkaç dirheme sattılar. O zamanlar alışverişler az bir para ile olursa, dirhemler adet olarak hesaplanır, büyük alışverişlerde ise tartiyle hesaplanırdı Onu yanlarında devamlı alıkoymak istemedikleri için Çünkü böyle bir çocuğu çalmak, alıp satmak gibi ithamlara mâruz kalmak istemiyorlardı. Ve O büyük peygamberin çektiği ilk Çilelerden ilkinin son safhasıydı bu...1-dot
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
AKİDENİN ÖNEMİ VE HAYATA YANSIMASI / Saliha Aydın - İslamdevleti.info
Her şeyden önce bilmemiz ve anlamamız gereken en önemli konuyu hep savsaklamaya devam ediyoruz. https://www.facebook.com/1749107305356500/photos/a.1808893552711208.1073741828.1749107305356500/1808893522711211/?type=3&theaterBağlantıAkide; bir şeye gönülden bağlanmak, inanmak, iman, itikat. Akd kökünden gelir. Akd; düğümlemek, iki
Rejimin korunması ve menfaati için Diyanet'in kullanılması: Laik devlet, İslam'ı istismar etmek, toplumun inancını kontrol edebilmek ve böylece kendini korumak için Diyanet kurumunu teşkil etmiştir. Örneğin,Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 136. Maddesinde şu ifadeler yer almaktadır: “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.” Bu yasadaki asıl maksat, İlahi hükümleri reddederek, laik rejimin politikaları doğrultusunda bir din anlayışı üretmek ve onun din adına sorgulanmasını engellemeye çalışmaktır. Diyanet’in bu tutumu İslam’ın gerçek manasını, tevhidi duruşunu perdelemekte olup batıl sistemin koruyuculuğunu yapmaktadır. Diyanet laik rejimin en büyük güvenlik kurumudur. Şöyle ki: Camiilerde halkın belirlediği imamlar görev yapsa, İslam'ın özü olan tevhidi anlatsa, "laik rejim İslam'ın yapısına zıttır ve batıldır" fetvalarıyla halkı bilinçlendirse, rejimi koruyabilecek hiçbir güç, bilinçli halkın karşısında durması mümkün olamaz. Bunun için Diyanet tarafından camiilere görevliler atanır ve özenle rejime karşı çıkmayacak, sadakat gösterecek bir çerçeve çizilir onlara ve Atatürk İnkılap ve İlkelerine, Türk Milliyetçiliğine sadakat yemini ettirilmeleri her şeyin iç yüzünü daha da ortaya dökmektedir. Yemin metni ise aynen şöyle: "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk İnkılap ve İlkelerine, Anayasa'da ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine sadakatla bağlı kalacağıma; Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını milletin hizmetinde olarak tarafsız ve eşitlik ilkelerine bağlı kalarak uygulayacağıma; Türk Milletinin milli, ahlaki insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyip, koruyup, bunları geliştirmek için çalışacağıma; insan haklarına ve Anayasanın temel ilkelerine dayanan milli, demokratik, laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarımı bilerek, bunları davranış halinde göstereceğime namusum ve şerefim üzerine yemin ederim." Böylesi bir ifade tamamıyla İslam'ın özüne, tevhide sırt dönmektir ve akidevi yapısını inkar etmektir. Diyanet laiklik ilkesi doğrultusunda değil İslami doğrultuda hareket edebilseydi ve laik rejimin tüm siyası görüşüne ve düşüncelerine müdahale edebilen bir yapı olsaydı meşru olabilirdi. Bunun için Diyanet'in rejime verdiği hizmetten ve hakkın üzerini örttüğü için İslami açıdan hiçbir meşruyeti yoktur. Diyanet'in asıl maksadı toplumun inancını kontrol altında tutmak ve laikliğin güvenliğini sağlamaktır. Bazı cematler, vakıflar, dernekler de bu yapıya çekilmektedir. Cematlere toplum içerisinde izin verilmesi hem oy potansiyeli olmaları hem toplumun ahlak sevisesini kontrol altında tutmasıdır. Mesela: Yüce Allah'tan bahsedilir ama O'unun hükümran olduğundan bahsedilmez. Zina haramdır denir ama devletin fuhuşhabe işletmesi eleştirilmez. Faiz haramdır denir ama devletin faizden gelir elde etmesi eleştirilmez. Loto toto, milli piyango haramdır denir ama devlet bundan gelir elde etmesi eleştirilmez. Liseli, üniversiteli gençlerin ahlaksızlığını eleştirir ama bunların sebebi devletin eğitimidir, medyanın ifsadıdır gerçeği dile getirilmez. Cami görevlileri, cemate laik rejım sizleri harama, Allah'a karşı isyana, küfre, şirke sürüklüyor demez. Çünkü onun hizmeti bu değildir. Ona çizilen misyon, Allah'ı camiide tutmak ve laik rejimin koruyuculuğunu yapmaktır. Yıl 2013. O dönem de Başbakan Yardımcılığı yapan Bekir Bozdağ, Diyanet hakkında şöyle bir ifade kullandı: ''Diyanet İşleri Başkanlığı, görevini yaparken anayasa ve kanunlara uygun hareket ediyor.'' *** https://www.youtube.com/watch?v=fCr-aKUPSkU&list=PLkfHFbBueve6YCNdDRIExA4yi_-F3ggP-&index=3 http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/06/devlet-adi-altinda-coreklenmis-seytan.html *** Kur'an'ın ve Rasulün takipçileri, toplumsal örgütlenmeyi sağlamalıdır. Toplumların dönüşümleri cemaatleşmekle olur. Cemaatleşme olmaksızın büyük işler başarılamaz. Aksi halde toplum batılın etrafında örgütlenerek, meşru olmayan yollarda hüsrana sürüklenecektir ve bunda her birimizin payı olmuştur, olacaktır. https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=209298879521521&id=1000132423194211-dot
Ne hikmetse olaylar tarihî arka plânı ile irdelenip masaya yatırılmadı. Nasıl olsa tarih boyunca yapıp edilenlere "saray mollaları" tarafından dinî kılıflar da bulunmuştu! Ve böylece zaman ve süreç içerisinde Müslüman ahalide din algısı da değişmiş oldu. İnsanlar dine sarıldıkça, "dindar" oldukça dinden uzaklaşıyorlardı ama farkında değillerdi. Çünkü sarıldıkları din tahrifata uğratılmış, yozlaştırılmış dindi. Kisacası yaşadıkları gericiliği ve yobazlığı din sanıyorlardı. Kürsülerden, minberlerden insanlara din yerine menkîbeler, hikayeler anlatılıyordu. İnsanlara Kûr'ân hakikatine dayalı reel gerçeklikler anlatılacağına hayâl sınırlarını zorlayan mitolojik masallar anlatıldı. Halk hikaye ve menkîbelerle avutulup uyutulurken saltanat sahibi egemen güçler iktidarlarını daha da pekiştirmekteydi. Nasıl olsa saray uleması halka, "Zalim de olsalar, fasık da olsalar başınızdaki yöneticilerinize itaat edin" masalını hadis olarak halka yutturmuşlardı. Oysa Sevgili Peygamberimiz (s.a.a) buyuruyor ki: "En büyük cihad zalim sultana karşı hakkı haykırmaktır." İmâm Ali de buyuruyor ki: "Zalimden hakkınızı isteyiniz. Eğer sessiz kalırsanız hakkınızla birlikte izzetinizi de yitirirsiniz." *** Tarihte yaşanan sapmalardan ve eksen kaymalarından biz mesûl değiliz. Ancak biz günümüzden ve yarınlardan sorumluyuz. Zamanın şahidleri olarak biz anın mesûlleriyiz. *** O zaman şu Fikrin üzerinde yoğun bir çalışma yaparak insanlığa servis yapmamız gerekir. *EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları.1-dot
YÛSUF’UN RÜYASI Bu mukaddime, kıssanın başlayacağına işaret sayılıyor. Bunu müteâkip ilk faslın birinci perdesi açılıyor ve Yûsuf’u, babasına rüyasını anlatırken görüyoruz: 4 — Yûsuf babasına: “Babacığım, rüyamda onbir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm” demişti. 5 — Babası şunları söyledi: “Oğulcuğum, rüyanı kardeşlerine anlatma. Yoksa sana düzen kurarlar; zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır.” 6 — “Rabbin seni böylece rüyandaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek, daha önce ataların İbrahim ve İshak’a nimetlerini tamamladığı gibi, saha ve Ya’kub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin Alîm ’dir, Hakim ’dir. Y û s u f ’un çocuk veya genç yaşta olduğu anlaşılıyor. Babasına anlattığı bu rüya ise, ne taze bir gencin ne de çocuğun göreceği rüyadır. — Çocukların gördüğü rüyalardan olsaydı, bu şekilde görmesi mümkün değildi. — Yeni yetişen taze bir genç, görse görse yıldızları, ayı ve güneşi kucağında veya tutacak kadar yanında görürdü. Halbuki Yûsuf, onları kendisine secde ederken görmüştür. Akıl sahibi insanlar gibi hürmetle eğilip secde ediyorlar. Âyeti kerimedeki ifade bunu apaçık beyan ediyor: Yûsuf babasına: “Babacığım, rüyamda onbir-yıldız, güneş ve ayı gördüm...” Ve görmek lâfzını tekrarlayarak rüyayı açıklığa kavuşturuyor: “..Bana secde ettiklerini gördüm.” Bundan ötürüdür ki; babası Ya’kub, basiret ve ileri görüşlülüğü sayesinde, bu rüyanın arkasında Yûsuf için büyük bir istikbal olduğunu sezmişti. Böyle bir istikbal ne kıssada açıkça ifade ediliyor, ne de Hz. Ya’kub teferruatiyle açıklıyor. Kıssanın ancak iki merhalesinden sonra durum açıklık kazanıyor ve kıssanın bitiminde, aradaki bütün perdeler kalkınca tamamen anlaşılmış olu* yor. Babası rüyadaki müjdeyi sezince rüyayı kardeşlerine anlatmaması için Y û s u f ’a nasihat ediyor. Üvey kardeşleri olan Yûsuf ’un rüyasındaki büyük hikmeti anlayacaklarından korkuyor... Şeytanın kendilerini tahrik edip içlerindeki kıskançlık ve haset tohumlarını yeşerteceğinden, Y û s u f ’a fenalık yapacaklarından çekiniyor: Babası şunları söyledi: “Oğulcuğum, rüyanı kardeşlerine anlatma. Yoksa sana düzen kurarlar...” Sonra şunları ilave etti: “...Zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır.” Şu halde şeytan insanların içlerine girerek onları birbirlerine düşman etmekte ve kötülükleri süsleyip püsleyerek güzel göstermektedir. İbrahim soyundan gelen i s h a k oğlu Y a k u b , oğlu Y û s u f ’un rüyasındaki parlak istikbali anlayınca; yaşamakta olduğu peygamberlik atmosferi içinde, bu istikbalin din, fazilet ve bilgi alanlarında olabileceğini düşündü. Dedesi İbrahim ve mü’min olan âile efradı bu alanda Allah tarafından mübarek kılınmış, yüksek makama erdirilmişti. O soydan gelen oğlu Yu s û f ’un da böyle mübarek bir vazifeyle taltif edilip yüksek makamlara erdirilmesi muhtemeldi: “Rabbin seni böylece rüyadaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek. Daha önce ataların İbrahim ve tshak’a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin Alîm ’dir, Hakim ’dir.” Hz. Ya’kub, Yûsuf ’un rüyasından şu neticeyi çıkarmıştır: Allahuteâlâ her halde Y û s u f ’u peygamber olarak seçecek; daha önce dedeleri İbrahim ve İshak’a nasip ettiği nimetleri Y a ’ k u b ’un çocuklarına da nasip edecek... Böyle bir tahminde bulunmak gayet normaldir. Fakat Ya’kub (A.S.) un âyette geçen sözleri arasında: “...Rabbin sana rüyaları ( ) yorumlamayı öğretecek...” Şeklinde bir cümle var. Bu cümle üzerinde biraz durmak gerekiyor. Yorumlamak; bir şeyin mânasını bilmeye çalışmaktır. Bu mealde kullandığımız ( ¿'.jU-'Yt ) kelimesinin acaba başka manası yok mudur? Başka mânası vardır ve şudur: Allahuteâlâ Yûsuf’u peygamber olarak seçecek, bu münasebetle ona lütfedeceği olağanüstü duygu ve basiret sayesinde Yûsuf, cereyan eden her hadisenin bütün esrarına vâkıf olacak... Bu, Allah’ın ona vereceği «İham demektir. Hz. Y a ’ k u b bu mânayı kasdetmiş olabilir. Çünkü sözlerinin sonuna: “...Şüphesiz ki Rabbin Alîm ’dir, Hakim ’dir.” Cümlesini eklemektedir ki, Allah’ın ilim ve hikmet sıfatlarını zikretmesi bu mânaya pek mutabık gelmektedir. Bununla beraber Hz. Ya’kub, ( ) kelimesiyle, Yûsuf ’un rüyasını kasdetmiş olabilir. Nitekim rüya tahakkuk ederek hadiseler şeklinde cereyan etmiş, Hz. Yûsuf ta bu hadiseleri bilfiil yaşamıştır... Her iki ihtimali de kasdetmiş olması mümkündür. Ve her iki ihtimal de Ya’kub’la Yûsuf ’un yaşadıklarına uygun düşmektedir. Bu sûre ve içindeki kıssa rüya ile alâkalıdır. Ve söz bu noktaya gelmişken rüya üzerinde bir nebze durmak isterim: Rüyayı iki kısma ayırmak ve bunlara inanmak mecburiyetindeyiz. Birincisi, yakın veya uzak gelecekle ilgili rüyalardır ki, tefsirini yapmakta olduğumuz şu sûredeki sâdık rüyalar önümüzdeyken başka misâl vermeyi zait addediyorum. Yûsuf’un rüyası... Zindandaki iki arkadaşının ve Mısır hükümdarının rüyaları... İkincisi; hayatlarımızda cereyan eden ve mevcut olan şeylerin bazılarını zaman zaman rüyada görmektir ki, bunu da inkâr edebilmek için muannit olmak lâzımdır! Aslında birinci misâl kâfi geleceği halde, daha iyi kavranabilmesi için ikinci misâli de vermiş bulunuyoruz. Fakat, rüya denen şeyin aslı ve mahiyeti nedir? Psikanalistlere göre rüya: “Şuur altına itilen arzuların akıl sansüründen kurtularak bilinç yüzüne çıkmış şekilleridir.” Fakat bu, rüyaların bir yönüdür. Bütün yönleri değildir. İpesapa gelmez görüşler ve ilim hüviyetinden uzak nazariyeler ileri süren Freud, gelecekten haber veren rüyalardan söz eder. Bu tip rüyaların mahiyeti nedir? Her şeyden önce şunu söyleyelim ki; rüyanın aslını ve mahiyetini bilmek bize bir fayda sağlayacak değildir. Bizim için mühim olan, rüya denen şeyin fiilen var olduğu ve bazı rüyaların görüldüğü şekilde hayat safhalarında cereyan edişidir. Ki, bu türlü rüyalara “Sadık rüya” deniyor. Biz sadece, bu türlü rüyaların beşerle ilgili enteresan yönlerinin bazı hususiyetlerini anlamağa çalışacağız. Bu mevzuda bizim anladığımız şunlardır: İnsanoğlunun herhangi bir hadiseyi gözüyle görebilmesine engel olan şey, ya zamandır ya mekân... Bunları; mazi, müstakbel ve hal olarak isimlendiriyoruz. Mazi veya müstakbeldeki şeyleri görmemize zaman mefhumu engel olmaktadır. “Halde,” fakat biraz uzağımızdaki şeyleri görmemize ise mekân mefhumu engel oluyor. İnsanoğlunda mevcut olan fakat mahiyetine bir türlü akıl erdiremediğimiz hasseler bazı zamanlar çok daha kuvvetli ve uyanık olur. Bu anlarda, zaman ve mekân mefhumlarının hudutlarını aşarak, mazideki, istikbaldeki veya haldeki bazı şeyleri müphem şekilde görür. Bu hal bazı kimselerde uyanıkken his ve ilham şeklinde, bazı kimselerde ise rüya şeklinde tecelli eder. Bazan sadece zaman mefhumunu, bazan mekân mefhumunu, bazan da her ikisini birlikte aştığı olur.* Bununla beraber ne zaman ne de mekân mefhumunun asıl mahiyetini gerçek mânada bilebiliyoruz. Her ne kadar — madde olarak — tarif ediliyorsa da, bizce gerçek mahiyeti malum değildir. Haktealâ da kulların bilgisi hakkında öyle buyuruyor: “— De ki, size az bir ilimden başkası verilmemiştir.” Ne olursa olsun, Yûsuf o rüyayı görmüştür ve O’nun bilfiil zuhuruna ileriki âyetlerde şahit olacağız... ****************************************************************************** 3. Bunların hiç birini kabul etmesem dahi, bizzat kendi görmüş olduğum bir rüyayı kabul etmek mecburiyetindeyim: Amerika'da bulunuyordum. Ailem Kahire’de oturuyorlardı. Bir gece rüyamda kız kardeşimin genç çocuğunu gördüm. Çözünde, görmesine engel olacak derecede kan vardı. Merak ettim ve aileme yazdığım mektupta yeğenimin gözünü bilhassa sordum. Aldığım cevapta; gözünde iç kanama olduğunu, bu yüzden gözünün göremediğini ve tedavi edilmekte olduğunu yazdılar.., İnsanı düşündüren bir hadise bu. Gözdeki iç kanama dıştan katiyen görünmez. Dıştan bakan kimse gözün sağlam ve normal olduğu hükmüne varır. Halbuki gözde iç kanama vardır ve görmesine engel teşkil etmektedir. Rüya bana, bu iç kanamayı, dıştan apaçık göstermiştir. Anlayan için sadece bu misâl kâfi geleceğinden, başka misâl vermeye lüzum görmüyorum... *************************************************************************1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
TAĞUTUN KULVARINDA KOŞMAK1-dot
İslâm’ın dışındaki bütün sistem ve görüşler ve bunların uygulayıcıları anlamına gelen “tâğut”u reddetmek; Allah’a îmandan da önce gelir ki; kâlp, kafa, el ve dildeki tüm sapıklıklar ve sahte ilâhların egemenlikleri evvelâ “lâ-hayır!” süpürgesi ile temizlenmiş olsun ve boşalan yere de hakîki İlâh’ın kabûlü yerleşsin. “Kim tâğûta küfreder (onu tanımaz, reddeder) ve Allah’a îman ederse, o muhakkak kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuştur. Allah, kemâliyle işiten ve bilendir” (2/Bakara 256). Siyâsî rejimler, hüküm ve yetkiyi Allah’tan almıyorsa tâğuttur. Tâğut, müslümanın en büyük düşmanıdır. Tâğut, devlet-sistemlerini, ahlâkî değerleri ele geçirmiş ve onları müslümana zarar verecek bir hâle dönüştürmüştür. Kısaca tâğut, müslümanı dört yanından kuşatmış bulunmakta ve müslümana müslümanca hayat-hakkı tanımamaktadır. Tâğutî güçler, Allah’ın arzında, O’nun hükümlerine karşı tuğyân eden ve insanların üzerinde ilahlık iddiâsında bulunan otoritelerdir.BağlantıCâhiliyenin kulvarı-sistemi, aldatıcı şeytan ve tâğutlar tarafından belirlenen ve aldatılmış insanlar tarafından desteklenen kulvarlar iken; İslâm’ın kulvarı-sistemi ise, Allah tarafından belirlene…
İmama Kamera Şakası
https://t.co/nMyF8AJgcW @ Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez 13/RA'D-11:Videoİmama Kamera Şakası Radyo veya televizyon programında imama deprem şakası yapılıyor. İmam duruşuyla gerçekten imana sahip bir insanın nasıl olacağını gözler ...
Irkçı Lider'den Kur'an'ı Kerim Vaadi!1-dot
Kaldı ki pek rağbet gören Anglo Sakson modeli Jakoben olmamakla beraber sekülerizmin içerdiği anlam itibariyle hayatın tümünü dinden arındıran, dünyevileştiren bir anlayışın üst başlığıdır. *** http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/04/vahdeti-vucut-felsefesi-new-age.html Bütün insanlığın kurtuluş istikameti.. Vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. https://twitter.com/huseyinsasmaz/status/773087435702018048 https://www.facebook.com/geertwilders/photos/a.202067253524883.1073741825.202064936858448/219897965075145/?type=1&theaterBağlantıİslam düşmanı ırkçı Hollanda milletvekili Geert Wilders, enel seçimlerde partisinin başarı ile çıkması halinde Kur'ân-ı kerimi yasaklayacağını ve camileri kapatacağı vaadini verdi.
Sûre, aşağıda mealini vereceğimiz âyeti kerimelerle son buluyor. Bu âyetler, Yûsuf kıssası da dahil Kur’andaki bütün kıssaların ihtiva ettiği ibret ve hikmetleri bünyesinde taşıyor. Resulullah ve beraberindeki bir avuç mü’minin muhtaç olduğu mânevi güç, teselli ve müjde bu âyetlerde... Allah’a ortak koşmakta inat eden müşriklerin bu acı dertlerine deva olabilecek uyarma, ikaz ve korkutmalar bu âyetlerde... Hz. Muhammed’e gelenlerin vahiyden başka bir şey olmadığını, onun doğru sözlü bir peygamber olduğunu, vahyin ve peygamberliğin hakikî mânâsını, bu hakikatlerin hiç bir hayal veya efsaneyle alâkası bulunmadığını da yine bu âyetler beşeriyete açıklamış ve cihana ilân etmiştir: Senden önce kasabalar halkının içinden, şüphesiz, vahyettiğimiz bir takım insanlar gönderdik. Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden önce geçenlerin sonlarının ne olduğunu görsünler? Âhiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hayırlıdır. Hâlâ anlamıyor musunuz? öyle ki, peygamberler ümitsizliğe düşüp, yalanlandıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir. Böylece, istediğimizi kurtarırız. Azabımız suçlu milletten geri çevrilemiyecektir. And olsun ki, peygamberlerin kıssalarında, aklı olanlar için ibretler vardır. Kur’an uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat kendinden önceki kitapları tastik eden, inanan millete her şeyi açıklayan, doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmettir. Bunlar sûrenin son ve büyük hikmetlerini ihtiva eden âyetlerdir... EDEBÎ İNCELİKLER Yûsuf kıssasını içine alan bu sûreyi takdim ederken; doğruyu ve güzeli dile getiren edebi inceliklerden de örnekler vermenin münasip olacağı kanaatindeyim. Kur’anın sûreyi baştan sona tezyin eden bu lâtif inceliklerinden bazılarına işaret etmeye çalışacağız: (a) Kuranın diğer sûrelerinde olduğu gibi bu sûrede de; sûrenin kendi üslûbuna uygun olarak bazı muayyen tabirler tekrarlanmaktadır. Bu cümleden olarak ilmin tekrarlandığını, onun karşılığı olan cehlin ve az bilginin de yer yer tekrar edildiğini aşağıdaki âyet meallerinde müşahede ediyoruz: “Rabbin seni böylece rüyadaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek. Daha önce ataların İbrahim ve lshak’a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Ya’kub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin Alim ’dir, Hakim ’dir.” “Mısır’da O’nu satın alan kimse karısına: “O’na güzel bak, belki bize faydası dokunur veya O’nu evlat ediniriz.” dedi. Biz ise böylece Yûsuf u o memlekete yerleştirdik. O’na rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, iradesini yerine getirmekte her şeye galip gelir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” “Erginlik çağına erince ona hikmet ve bilgi verdik. İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız.” “Rabbi onun duasını kabul etti ve kadınların düzenine engel oldu. Zira O, S e mî’dir, A l i m’dir.” yûsuf: “Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz yemek gelmeden size onu yorumlarım Doğrusu ben, Allah’a inanmayan ve ahireti inkâr eden bir milletin dinini bırakmışımdır.” “...Hüküm vermek ancak Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil O’na tapmamı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” Etrafındakiler: “Bir takım karışık rüyalar; biz böyle rüyaların yorumunu bilmeyiz” dediler. “Zindana varıp: “Ey doğru sözlü Yûsuf, rüyada görülen yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yemesi; yedi yeşil başak ve bir o kadar kuru başak nedir? Bize yorumla, ben de insanlara ulaştırayım da bilsinler” dedi. Hükümdar: “Onu bana getirin” dedi Gelen elçiye Yûsuf: “Efendine dön, kadınlar niçin ellerini kesmişlerdi bir sor. Doğrusu Rabbim onların düzenini hakkiyle bilir” dedi. Kadın: “Gıyabında kendisine hiyanet etmek istemediğimi Yûsuf un bilmesini isterim. Allah hainlerin düzenini başarıya erdirmez.” dedi. Yûsuf: “Beni memleketin hâzinelerine memur et, çünkü ben koruyup yönetmesini iyi bilirim” dedi. “...Şüphesiz ki O, kendisine vahyile öğrettiklerimizi bilmekte idi. Fakat insanların çoğu bilmezler.” “Allah’a yemin ederiz ki memleketi ifsat etmeye gelmedik, bunu siz de öğrendiniz, hırsız da değiliz” dediler. ...: “Durumunuz pek kötüdür; anlattığınızı Allah daha iyi bilir” dedi. Ümitsizliğe düşünce, konuşmak üzere bir kenara çekildiler. Büyükleri şöyle dedi: “Babanızın Allah’a karşı sizden söz aldığını, daha önce Yûsuf meselesinde de ileri gittiğinizi bilmiyor musunuz?..” “Siz dönün, babanıza deyin ki: Ey baba, oğlun, inan ki, hırsızlık etti. Biz bildiğimizden başka birşey görmedik.” “... Belki Allah hepsini bir arada bana kavuşturur. Zira O, Hakim'dir, Alimdir.” Ya’kub: “Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah’a açarım. Allah katından, sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi. “Siz, Yûsuf ve kardeşine neler yaptığınızın farkında mısınız?” dedi. Ya’kub: “Ben sizin bilmediklerinizi Allah tarafından bilirim, demedim mi?” dedi. “Rabbim, bana hükümranlık verdin, rüyaların yorumunu öğrettin...” Kur’anı Kerîmdeki bu türlü edebî insin camlar ve bunların meydana getirdiği tatlı ahenk ister istemez dikkatleri çekmektedir. (b) Sûrede ulûhiyetin hususiyetleri anlatılıyor. Bu hususiyetlerin başında hakimiyet geliyor... Yer yer hükümranlık tabiriyle ifade etmeye çalıştığımız bu vasıf, bazen Hz. Yûsuf, bazen de Ya’kub (A.S.) tarafından dile getiriliyor. Hz. Yûsuf ’un beyanında kulların kendi iradeleriyle Allah'ın hakimiyetine boyun eğip teslim olması şeklinde ifade edilirken, Ya’kub (A.S.) un beyanında, kulların ister istemez Allah'ın hakimiyetine boyun eğmeye mecbur oldukları şeklinde ifade edilmiştir. Aslında Allah'ın hükümranlığı her iki mânayı da içine almaktadır. Katiyen tesadüf sayamayacağımız, aynı sûrede zikredilen bu iki mâna, birbirinin tamamlayıcısıdır. Hz. Yûsuf’un beyanı; Mısır hükümdarlarının, ulûhiyetin birliğine muhalefet edip kendilerine rubûbiyet sıfatı vermelerini reddeden ve çürüten sözleri arasında geçmektedir: “Ey mahpus arkadaşlarım, ayrı ayrı bir sürü uydurma tanrılar mı daha İyidir, yoksa her şeyden üstün tek Allah mı?” Allah’ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hüküm vermek ancak Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil O’na tapınmamısı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” Hz. Ya’kub ise bu inancını; Allah'ın takdirini kimsenin değiştiremiyeceğini, O’nun murat ettiği her şeyin kesin olarak yerine geldiğini beyan ederken belirtmiştir: Ya’kub: “Oğullarım, şehre tek kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan girin. Bununla beraber, ben Allah'ın size dair kaderinden bir şey değiştiremem. Hüküm ancak Allah’ındır O’na güvendim, güvenenler de O’na güvensinler” dedi. Birbirini tamamlayan bu ilk ifade gösteriyor ki, insanoğlu iradesiyle yaptığı işlerde Allah'ın hükümranlığına boyun eğeceği gibi, Allah'ın kendi hakimiyeti gereğince takdir buyurup tenfiz ettiği şeylerde de O’nun hükümranlığına boyun eğmek ve teslim olmak mecburiyetindedir. Her ikisi de islam akidesinden birer cüzdür. Kaderdeki mecburiyeti kabullenmek, nasıl inancın şartlarından ise, şeriatın tanıdığı iradenin de Allah'ın hakimiyetine boyun eğmesi inancın şartlarındandır... (c) Sûredeki edebi incelik ve insicamlardan biri de zeki, âlicenap ve lütufkir Yûsuf ’un, tam yerinde Allah’ın lütfunu, lütufkârlığını zikretmesidir: Ana babasını tahtın üzerine oturttu, hepsi onun önünde eğildiler. O zaman Yûsuf: “Babacığım, işte bu, vaktiyle gördüğüm rüyanın tahakkukudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan, benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra,beni hapizden çıkaran,sizi çölden getiren Rabbim bana pek çok iyilikte bulundu.Doğrusu Rabbim dilediğine lütufgardır.Şüphesiz ki o Alimdir Hakimdir.dedi. (d) Daha önce de belirttiğimiz gibi, Sûrenin başlangıç, onu takip eden ve bitiş kısımları arasında edebi incelik taşıyan bir uygunluk vardır. Bütün bu hususiyetler bir tek dâvanın mihveri etrafında cereyan etmektedir ki, sûrenin başlangıç sınırıyle bitiş sınırı arasında hepsini etraflıca belirtmeye çalışacağız.. Sûrenin tefsirine geçmeden önce onu size kısa işaretlerle tanıtmağa çalıştık. Ayetlerin tefsirine başlayabilmek için bu kadarlık ön açıklama kâfi gelir sanırız.1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
SEKÜLER ÇAĞIN SONU1-dot
Kaldı ki pek rağbet gören Anglo Sakson modeli Jakoben olmamakla beraber sekülerizmin içerdiği anlam itibariyle hayatın tümünü dinden arındıran, dünyevileştiren bir anlayışın üst başlığıdır. *** http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/04/vahdeti-vucut-felsefesi-new-age.html Bütün insanlığın kurtuluş istikameti.. Vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. https://twitter.com/huseyinsasmaz/status/773087435702018048 https://www.facebook.com/geertwilders/photos/a.202067253524883.1073741825.202064936858448/219897965075145/?type=1&theaterBağlantıİslamofobi, ‘din’i ‘religion’ ile kısıtlayan/indirgeyen seküler çağın gelip tıkandığı noktadır. Yenişafak/Akif EMRE// ollandalı aşırı ırkçı Özgürlükler Partisi (PVV) Başkanı…
TEFSİR OKUMALARIMDAN NOTLAR (MÜRSELAT SURESİ)1-dot
Aklından sıkıntısı olmayan istisnasız her insanın “arif” olma özelliğine sahip olduğu; Doğru ile yanlışın net bir şekilde tüm insanlık tarafından birbirinden ayırt edilebildiği; Yanlışların doğru gibi algılanması kişiler arasında ki menfaat ilişkisinden kaynaklandığı; Güzel ve faydalı nasihatler süreklileştirildiği takdirde muhataplarını çirkin ve fena işlerden alıkoyacağı; İnsanoğlu aklını kullanmaya başladığı yaştan ölene kadar ki süreçte alacağı kararları hesaplı ve planlı bir şekilde alarak pratiğe aktarması gerektiği; İnsanoğlunun iradesi çerçevesinde vereceği kararların neticeye ulaşmasının, gücüyle doğru orantılı olduğu; Yalancılığın suç olduğu, suçun da cezayı gerektirdiği; İnsanoğlunun yaşadığı zorlukların üstesinden gelememesi halinde “Kaderim” demesi, Yaratıcıyı suçlamak için değil gücünün yetmediğinin itirafı olabileceği; İnsanın bu dünyada yaptığı her hileli iş ve eylemlerinin karşılığında ahirette cezasını göreceği;BağlantıYeryüzünde her ne gönderilmişse bir süreç dahilinde doğumu, yaşaması ve ölümü kuralına tabi olduğu Fehmi YAĞLI fyagli@hotmail.com Ön bilgilendirme: Yaptığımız bu ve benzeri çalışmalarımızı okurken …
KÜRESEL ÜRETKENLİK YETENEĞİMİZİ KAYBETTİK Müslümanlar olarak, İslami düşünce/kültür/ilahiyat hayatı olarak, dünya vizyonu olmayan bir din algısına ikna edildiğimiz için olacak, İslami olmayan kapitalist-seküler-liberal bir düzende, İslami varoluşumuzu, toplumu, kültürü nasıl temsil ve tecrübe edeceğimizi konuşmuyoruz. Bunları konuşmadığımız için, dünya vizyonunu kaybeden, kapitalist-seküler-liberal dünyanın-düzenin müsahaması, izni, dayatmaları altında varlığını sürdürmeye çalışan bir din algısının, yaklaşımının, yeniden tarihe dönmesinin, tarihin öznesi olmasının, yeni bir dil ve medeniyet inşa etmesinin nasıl mümkün olabileceğini, mümkün olup olmayacağını düşünmüyoruz. Müslümanlar olarak kullandığımız dilin, tarzın/tavrın ahlaki eyleme ve bilince dönüşüp dönüşmediğine dikkat etmemiz gerekir. Yeni bir modeli, İslami bir modeli teklif edememek, tartışmaya açamamak, modernleşmenin kibirli meydan okumaları karşısında sessiz kalmamıza neden oluyor. Modern zamanlar boyunca toplumlarımızın maruz kaldığı kültürel istila, özgün ve özgür bir tahayyüle/tasavvura geçit vermediği gibi, zihinsel ve ruhsal yetilerimizi de standartlaştırıyor. Her alanda, edilgin alıcılar haline getirildiğimiz için, kültürel üretkenlik yeteneğimizi kaybettiğimizi farketmiyoruz. *** Şu açıdan baktığımızda yeniden İslamın inşasının mümkün olduğunu görürüz. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları.1-dot
************DİKKAT ÖNEMLİ***************** Bunun dışında, o günün Mısır ’ında, aristokrat tabakadaki cahiliyet toplumlarından tablolar: Sarayda, zindanda, pazarda ve hükümdar divanında... İbrani (Yahudi) cemiyeti!.. Ve o devirde rüyalarla rüya tabirlerine verilen ehemmiyet... ********Kıssa, Yûsuf ’un gördüğü rüyayı babasına anlatmakla başlıyor. Babası rüyayı tabir ediyor, .Yûsuf için parlak bir istikbal göründüğünü müjdeliyor ve bu rüyayı kardeşlerine anlatmamasını Y û s u f ’a tenbih ediyor. Onlara anlattığı takdirde kıskançlık duygularının kabaracağını, şeytanın bu duyguları tahrik ederek onları Yûsuf aleyhinde fenalıklara sevkedebileceğini düşünüyor...********** Kıssanın daha sonraki seyrini takip edecek olursak görürüz ki, Y û s u f ’un gördüğü rüya, Hz. Y ak u b ’un tahmin ve tabir ettiği şekilde safha safha zuhur etmektedir. Rüyanın canlı bir tabiri sayılan hadiseler son bulur bulmaz kıssa da bitiyor. Bilhassa din noktayı nazarından son derece tatminkâr olan kıssa, bu edebî ve hassas ifadelerle bitme noktasına kadar anlatıldıktan sonra, daha başka şeylerin anlatılması abes olur. Maalesef, insanlar tarafından telif edilen Tevrat’ta, kıssanın bitiminden sonra da birçok şeyler anlatılmaktadır... Kıssa ve hikâyelerde ana düğümü teşkil eden husus hadiselerin son safhalarında açıklanır... Kıssayı okuyan veya dinleyenler neticenin ne olacağını merakla takip ederler. Bu, edebiyatın inceliklerindendir. Bu incelik Yûsuf kıssasında apaçık görülüyor. Zira rüya ile başlayan kıssanın nasıl cereyan edip ne şekilde sona ereceği belli değildir. Bu husus ancak hadiselerin cereyanı sırasında tedricî olarak açıklığa kavuşuyor. Kıssanın son safhalarında ise, hiç bir sunî ve yâpmacık ifade kullanılmadan o edebî, hassas düğüm çözülüyor ve merakla takip edilen meçhuller her yönüyle aydınlığa kavuşuyor... Kıssa, birçok halkalara ayrılmıştır. Her halka muhtelif tabloları ihtiva eder. Anlatılış tarzında, her halkayla diğerinin arası boş bırakılmıştır. Bu boşluklar okuyucuyu düşünmeye sevkeder. Çıkarılmış olan söz ve hareketleri okuyucu kendi tahayyül ve tasavvurlariyle bularak boşlukları doldurur. Böyle bir üslûp kullanmadaki hikmet, okuyucuyu gayrete getirme ve teşvik içindir... Yûsuf kıssasına ait Kur’anı Kerimin takip ettiği İslâm metodu ve edebî üslûplardan muhtelif örnekler vermiş olduk. Bu örnekler ve kıssa Üzerinde yaptığımız tahliller kâfi gelir sanırım, lslâmın edebî üslûbu ve takip ettiği metot da, beşeriyet için ayrı bir örnek teşkil etmektedir. Bu edep ve üslûpla insanoğlunu arzedilen herhangi bir olayda; tahrifat yapılmamış, realitelerden uzaklaşılmamış, edebiyatın nezaket ve temizliğine riayet edilmiş olur...2 İSLÂMÎ HAREKET SAHASINDA Bütün bunların ötesinde, bir de kıssanın İslâmi hareket ve faaliyetler yönünden taşıdığı değerler ve ibret alınacak tarafları vardır. Benzeri hallerde ilham alınabilecek birçok özellikleri ihtiva etmektedir. Ayrıca, hem kıssa hem de kıssayı içine alan sûre, baştan sona kadar birçok büyük hakikatleri bünyesinde toplamıştır. Bilhassa sûrenin son kısımlarındaki hakikatler üzerinde durmak gerekir!... Bütün bunların Sûreyle ilgili yönlerine kısaca temas etmek isterim: (a) Giriş kısmını teşkil eden bu bölümün baş taraflarında da belirttiğim gibi, Sûrenin nâzil olduğu sıralarda Mekke ’deki İslâmî faaliyetler çok çetin şartlarla karşı karşıya idi. Yûsuf Kıssası ’nın Mekke ’deki bu durumla yakın münasebeti vardır. Hz. Peygamber (S.A.) ile ona iman eden bir avuç müslümanın çektiği çilelerle Hz. Yûsuf ’un çektiği çileler birbirine çok benzemektedir. Kıssa, bir peygamberin başından geçenleri diğer bir peygambere naklediyor. Her iki peygamberin de kötü şartlarla vatanlarından uzaklaştırılmaları ve sonra istikrarlı, hükümran bir hayata erişmeleri vardır... Daha önce de şu neticeye varmıştık ki, o İslâm dâvasını yüklenmiş olanlar böyle bir kıssanın ihtiva ettiği mânevi kuvvete muhtaç idiler. Kur’anı Kerim, İslâmî kabul edip onun mukaddes dâvasını yürütmeye çalışanlara, karşılaştıkları güçlüklerin tabii olduğunu açıklıyor... Kıssada; her engelin aşılabileceğine, sonunda zafer ve muvaffakiyete ulaşacaklarına işaretler de bulunarak hedeflerini çiziyor, müsbet faaliyetlerindeki azim ve sebatlarını kamçılıyor. (b) Yûsuf Aleyhisselâm’ın da açıkladığı gibi, kıssanın tahlilinde İslâmî açık, tam, şümullü ve hassas şekliyle anlatmaya çalışmıştık. Bu, üzerinde uzun uzadıya durulması gereken bir husustur... Bu hususla, her şeyden önce; bütün peygamberlerin getirdiği hak dinlerin İslâm akidesinde birleştiği ortaya çıkmaktadır. Her peygamber tevhit akidesini temel alarak Allah'ın birliğini ve islâmın prensiplerini, yaymakla görevlendirilmiştir. Beşeriyet sadece Allah'ın Rubûbiyetini tanıyacak, yalnız O’na ibadet edecektir. Bu tek akide sayesinde her peygamberin ümmeti âhiretin mevcudiyetine de ayni şekilde iman etmiştir. Böylece; “Dinlerde mukayese ilmi" gibi ünvanlar altında ileri sürülen bir takım safsatalar, da çürümüş oluyor. Bu fikrin sahiplerine göre beşeriyet son zamanlara kadar tevhit akidesini ve âhireti bilmiyordu. Bu bilgiye, ancak birçok tanrıların ve daha sonraları iki tanrının varlığını kabul ettikten sonra vasıl olabilmiştir, insanoğlu ilim ve fende nasıl terakki ederek olgun seviyeye ulaşmışsa akideyi öğrenmekte de öyle terakki safhaları geçirmiştir(!)... Bu, fen ve sanatlar gibi dinlerin de insanlar tarafından icat edilen şeyler olduğu mânasına gelir. İslâmdaki vasıflar, bütün peygamberlerin getirttikleri tevhit dininin,esaslarını da bir karara bağlıyor.İslama göre tevhid sadece uluhiyette değildir.Rububiyettede Allah'ın bir olduğunu kabul etmek mecburiyeti vardır. Bütün işlerde hükümranlık Sadece Allah’a aittir... Bu hüküm, kendisinden başkasına ibadet edilmemesini emreden Allahüteâlâdan gelmiştir. Bu hususta Kur’anı Kerîmin hassas ifadeleri, “ibadet” i, sonsuz bir itina ile gerçek sahibine tahsis etmektedir: Hükümranlık sadece Allah’ındır. Beşerin vazifesi ise sadece O’na ibadet etmektir... İşte, “Hak Din” yalnız budur. Eğer kullar tapınmalarını yalnız Allah’a tahsis etmiyorlarsa, Allah’ın hak dinine mensup sayılamazlar... Hükümranlığın sadece Allah’a ait olduğunu kabul etmemişlerse yine hal böyledir. Şu halde însanöglu hâyatla ilgili herhangi bir meselede Allah’tan gayrisine kulluk eder derecede boyun bükerse, Allah’a olan ibadetleri de boşa gitmiş olur. Ulûhiyet birliği Rübûbiyet birliğini gerektirir. Rübûbiyet ise hükümranlığın ve ibadetin sadece Allah’a ait olması demektir *. Bu iki vâsıf birbirinden ayrılamaz. İnsanlar yaptikları ibadetin şekline göre müslüman veya gayrı müslim sayılırlar. Müslüman sayılabilmeleri için dini bağlantılarını, ibadet ve teslimiyetlerini katıksız olarak Allah'a yöneltmelidirler. ~ ——x Kur’anı Kerîmin bu kesin hükmü; nerede ve ne zaman olursa olsun, müslim veya gayri müslim, hak dine veya bâtıl yollara bağlanmış herkese münakaşa kapısını kapamıştır... Hak dinin zaruri kaide* lerinden biridir bu... Kim ki Allah’tan başkasını takdis eder ve hayatiyle ilgili herhang bir işinde Allah’tan başkasının hükmüne boyun eğerse o kimse ne müslümandır, ne de İslâm diniyle alâkası vardır... Kim ki Allah’tan başkasına hükümranlık hakkı tanımaz, O’ndan başkasını yani, O’nun yaratıklarından her hangi birini takdis etmezse; o kimse islam dinine mensuptur ve müslümandır... Hangi asırda ve hangi cemiyet hayatı içinde olursa olsun, bu~kaidenin dışında kalan bütün davranışlar; yenilmesi mümkün olmayan gerçeklerin karşısında âcizlerin başvurduğu istismar yolundan başka bir şey değildir. Allah’ın dini açıktır, bellidir... Bunun böyle olduğuna sadece yukarda zikrettiğimiz kaide dahi kâfidir. Bu kaide ve esaslara karşı çıkanlar Allah’a karşı çıkmış olurlar!... ******************************* ACABA BEN ALLAH'IN DİNİNDEN BAŞKA BİR DİN ÜZEREMİYİM..!!!! ?..... http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2013/11/acaba-ben-allahin-dininden-baska-bir.html RAŞİDİ HİLAFET İSTİYORUM: KAİDELER VE MÜSLÜMANLAR.! http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2015/06/kailer-ve-muslumanlar.html **************************** Kıssanın devamı müddetince hissedilen önemli şeylerden biri de, iki şahsın içini dolduran coşkun, saf ve katıksız imandır. Bu iki şahıs, Allah'ın seçkin, muhlis, sevgili kulları Yâkub ile Yûsuf ’tur. önce Yûsuf (A.S.) üzerinde duralım: Hz. Yûsuf ’un son merhaledeki davranışına daha önce temas etmiştik. Nimet ve saltanatın zirvesine ulaştığı anlarda gönlünü her şeyden uzaklaştırarak Rabbine yönelmiş, O’na boyun büküp şu münacatta bulunmuştu: “Rabbim, bana hükümranlık verdin, rüyaların yorumunu öğrettin, Ey göklerin ve yerin yaratanı, dünyada da, âhirette de yârim yardımcım sensin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni sâlihler zümresine kat” Fakat Hz. Yûsuf ’un Allah’a olan bağlılık ve teslimiyeti sadece bu son merhaledeki davranışından ibaret değildir. Onu, kıssanın devamı müddetince, her münasebette, Allah'ın dostlarına has bir bağlılık ve teslimiyet içinde O’na yöneldiğini görüyoruz: Vezirin karısının şehvani tahrikleri ve sıkıştırmaları karşısında şöyle haykırmıştı: “Günah işlemekten Allah’a sığınırım, doğrusu senin kocan benim efendimdir. Bana iyi baktı. Haksızlık yapanlar şüphesiz başarıya ulaşamazlar. Diğer bir tahrik ve sıkıştırma karşısında, nefsine uymaktan korkarak Rabbine sığınıyor ve şöyle haykırıyordu: —Rabbim, zindan benim için bunların isteklerini yapmaktan daha iyidir. Eğer düzenlerini benden uzaklaştırmazsan onlara gönül verir, cahillerden olurum!..” Kendini kardeşlerine tanıtırken, ulaştığı o mevkilerin Allah’ın lütfü olduğunu söylüyor, O’nun verdiği nimetleri anarak şükrediyor: “Yoksa sen Yûsuf musun?” dediler. “Ben Yûsuf um, bu da kardeşim. Allah bize lütfetti. Doğrusu kim kötülükten sakınır ve sabrederse bilsin ki Allah iyi davrananların ecrini zayi etmez” dedi Bütün bu ifadelerde; Mekke ’deki ve tarihin her devresindeki İslâm faaliyetleri için alınacak ibretler, ikazlar ve işaretler vardır. Hz. Ya’kub’a gelince; onun da kalbinde Rabbinin derin, lâtif ve sonsuz bir tecellisi var. Her hadise ve münasebette bunun tezahüratı görülüyor. Karşılaştığı her sıkıntıda ve musibet anında dertlerine onun tecellisinin deva olduğunu görüyoruz. Hadiselerin ta başlangıcında, Yûsuf gördüğü rüyayı kendisine anlatınca ilk işi Rabbini anmak ve O’nun nimetlerine şükretmek oluyor: “Rabbim seni böylece rüyandaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek. Daha önce ataların İbrahim ve ishak’a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Ya’kub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin Alim’dir, Hakîm’dir.” Yûsuf hakkında karşılaştığı ilk sadmede Rabbine ve O’nun yardımına sığınarak şunları söylüyor: “... Sizi nefsiniz korkunç bir iş yapmaya sürükledi. Artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah’tan yardım istenir. Babalık şefkatini kullanma yeri gelince çocuklarından bunu esirgemiyor. Onlara, M ı s ı r ’a girecekleri zaman herhangi bir tehlikeyle karşılaşmamaları için tek kapıdan girmemelerini, muhtelif kapılardan girmelerini tavsiye ediyor. Bu tavsiyeyi yapmakla beraber, bu gibi tavsiye ve temennilerin sadece gönülleri teselli etmek için yapıldığını, Allah’ın takdirini hiç bir şeyin değiştiremeyeceğini de sözrlerine ilâve ediyor. Yakub: “Oğullarım, şehre tek kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan girin. Bununla beraber ben, Allah’ın size dair kaderinden birşey değiştiremem. Hüküm ancak Allah'ındır. O’na güvendim. Güvenenler de O’na güvensinler” dedi İhtiyar, zayıf ve hüzünlü günlerinde ikinci bir sadmeyle karşı karşıya geliyor. Ama her şeye rağmen ümitsizlik onunla Rabbinin rahmeti arasına bir an olsun giremiyor, kalbini O’ndan uzaklaştıramıyor. Yakub: “Sizin nefisleriniz bu koskoca işi size kolaylaştırmış, küçültmüş. Bu hâle karşı, sükûnet ve ümit içinde sabır gerekir. Belki Allah hepsini bir arada bana kavuşturur. Zira O, Alim’dir, Hakîm’-dir.” Nihayet Y a ’ k u b ’un kalbinde hakikatin tecellisi güzellik ve berraklık derecesine ulaşmıştı. Yûsuf için ağlamaktan gözlerine ak düştüğü için çocukları onun bu hâlini kınıyorlar, incitircesine tenkit ediyorlardı. Hz. Y a ’ k u b onlara şöyle cevap veriyordu: Sizin kalbinizde mevcut olmayan Rabbimin hakikatini kendi kalbimde mevcut buluyorum. Allah katından, sizin bilmediklerinizi ben biliyorum. Ben üzüntümü ve tasamı ancak Allah’a açarım, O’nun rahmet ve inayetine sığınırım: (Yakub) onlardan yüz çevirdi: “Vay Yûsuf’a yazık oldur dedi ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık amanı içinde saklıyordu. “Allah’a yemin ederiz ki, Yûsuf’u anıp durman seni bitkin düşürecek ve helak olacaksın” dediler. Yakub: “Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah’a açarım. Allah katından, sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi “Ey oğullarım, gidin, Yûsufu ve kardeşini arayın. Allah'ın yardımından ümidinizi kesmeyin. Doğrusu kâfirlerden başkası Allah’ın yardımından ümidini kesmez.” Oğulları Y û s u f ’un kokusu üzerinde babalariyle münakaşa ederlerken, Hz. Yakub onlara; Allah katından bazı şeyler bildiğini, kalbinde Allah’ın hakikat tecellisini bulduğunu haber veriyor. Allah da bu hususta kendisini mahcup çıkarmıyor:Kervan, memleketlerine dönmek üzere Mısır’dan ayrıldığında babaları: “İnan olsun ki ben Yûsuf un kokusunu duyuyorum; ne olur bana bunak demeyin” dedi Çevresindekiler: “Allah’a yemin ederiz ki sen, halâ eski şaşkınlığındasın” dediler. Müjdeci gelince, gömleği Ya’kub’un yüzüne sürdü, hemen gözleri açıldı. Bunun üzerine Yakub: “Ben sizin bilmediklerinizi Allah tarafından bilirim demedim mi?” dedi. Bütün bunların Kuranı Kerimde tasvir edilmesi, elçi olarak seçilmiş bulunan Hz. Muhammed’in kalbine ülûhiyet gerçeklerini aktarmak içindir. Bu tasvirler içindeki ibret ve ikazlar, Mekk e ’deki müslüman topluluğun çektiği sıkıntı anlarında kuvve-i mâneviyelerini takviye ettiği gibi, her devirde İslâm adına yapılan cihatların çetin sıkıntıları içinde kalblerin ve ruhların desteği olacaktır. • «• MUHTELİF HUSUSLAR Son olarak temas etmek istediğimiz şey, kıssanın bitiminden sonra sûrenin son bulduğu noktaya kadar yer alan çeşitli hususlardır: (a) Bu hususlardan birincisi; Kureyşlilerin Hz. Muham-m e d ’e vahiy gelmediğine dair ileri sürdükleri iddialarının bu türlü kıssalarla çürütülmesidir. Zira kıssalardaki hadiseler cereyan ederken Resûli Ekrem yanlarında bulunmadığı, o sırada yaşamadığı hâlde en doğru şekliyle nakletmektedir ki, bu haberlerin kaynağı ancak ve ancak vahiy olabilir: “(Ey Muhammed), bu kıssa, sana vahyedegeldiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar hile yaparak işleyecekleri işi kararlaştırdıkları zaman sen yanlarında değildin.” Bu ifadeler, kıssaya mukaddime teşkil eden kısımla da gaye bakımında aynı şekilde alâkalıdır. “Biz bu Kuranı vahyederek, en güzel beyan ile kıssaaları sana anlatıyoruz. Halbuki sen daha evvel bundan habersizdin.” Kıssanın mukaddimesi ile bitiminden sonraki kısımlarda yer alan bu ifadeler; birçok hususlarda sûrenin ihtiva ettiği ikaz ve işaretler gibi, Hz. Muhammed’e gelen vahye inanmayanlara karşı uyarıcı ikazlardır. Fakat, ancak imandan nasibi olanlar bunlardan faydalanır. Onun içindir ki, aşağıda mealini vereceğimiz âyetlerle, Allahuteâlâ Hz. Mubammed’in kalbini yatıştırmakta, münkirlerin bu hareketleri karşısında üzülmemesini istemektedir. Aynı zamanda âyetlerde: inkarcıların kâinat kitabındaki delilleri göremiyecek kadar kör oldukları, inatlarında İsrar edecekleri, bu davet ve delillerin selim fıtrat sahipleri için iman etmeye kâfi gelebileceği anlatılmakta ve sonra da onlara Allah tarafından ansızın bir azap geleceği haber verilmektedir: ************************************************* (O gün gelen vahyi sadece Allah ve Muhammed biliyordu kesin olarak.%100 Ama bu gün (2017) öyle değil ilim ve teknoloji ışığında hepsi açıklanmış.) ******************** “Biz Kitabı üzerine yazılı bir kâğıtta göndersek ve onlar elleriyle dokunsalar bile, inkar edenler, tartışmasız: “Bu apaçık bir büyüden başkası değildir” derler.” (Enam-7) Sadece bu ayete bakarak Kur’an’ın sayfaları olan bir kitap olarak indirilmediğini anlayabiliriz. *** Diyelim o zamandan bu zamana anlayamadılar. Tamam. Ama bu zamanda 2017 anlayamamak imkansız çünkü delilleri kesin bir şekilde açık ve net. O zaman peygambere gelen vahiyi sadece peygamber ve Allah biliyordu. Bu gün (2017) ilim ve teknolojinin nazarında ayetler açık ve net bir şekilde ispatlanmış biçimde ortada. Örnek; (50/KAF-17: Çünkü onun sağında ve solunda oturan, her davranışı yakalayıp tesbit eden iki melek vardır.) Teyp,video.vb cihazlar. (41/FUSSİLET-21: Derilerine soracaklar: "Neden aleyhimize tanıklık yaptınız?" Onlar da: "Her şeye konuşma imkanı veren Allah, bize (de) vermiştir. Sizi yoktan var eden O'dur, (şimdi) yine O'na döndürülüyorsunuz. Akıllı telofon vb.cihazlar.mesaşlaşma.vb ************************** Onun için olaylara şu açıdan bakmak bütün proplemlerin halledilmesi demektir. **** *EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=247210785730330&id=100013242319421 ************************************* -■ Sen ne kadar yürekten istersen iste, insanların çoğu iman etmezler. Oysa sen buna karşılık onlardan bir ücret te istemiyorsun. Kur’an âlemler için sadece bir öğüttür. Göklerde ve yerde nice âyetler vardır ki, yanlarından yüzlerini çevirerek geçerler. Onların çoğu, ortak koşmadan Allah’a inanmazlar. Allah tarafından, onları kuşatacak bir azaba uğramalarından veya farkına varmadan, kıyamet saatinin ansızın gelmesinden güvende midirler? Bu âyetler, Allah'ın hakiki dinine bir türlü bağlanamayan insanların içyüzünü en belirli şekilde dile getirmektedir. Bilhassa: “Onların çoğu, ortak koşmadan Allah’a inanmazlar-” cümlesinin ne büyük hakikatleri ihtiva ettiği herkesçe malûmdur... Dile getirilen bu gerçekleri, birlikte yaşadığımız insanların çoğunda müşahede ediyoruz. Müslüman olduğunu iddia eden bir çok kimseler, tevhitle şirki bıçakla keser gibi birbirinden ayırmadıkları için imanla şirkin karışımı bir akideye sahiptirler. Nihayet Hz. Peygamber (S_A.) e tevcih olunan çok mühim, çok manidar bir vahyin yer aldığını görüyoruz. Bu vahiyde, takip edeceği yolun bütün yollardan ayrı, belirli ve sınırlı olduğu belirtilmekte, bu hususun kalın hatlarla gösterildiğine işaret edilmektedir: De ki: “Benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar bilerek insanları Allah’a çağırırız. Allah’ı her türlü ortaktan tenzih ederim. Ben Allah’a eş koşanlardan değilim.”
5 Fotoğraf5 Fotoğraf
ENGİN REALİTE Bu sağlam, temiz, emin, doğru ve gerçekçi ifadeler; sadece kıssada geniş yer tutan insan şahsiyetlerini tahlil etmekle kalmıyor. Hadiselerin cereyan ediş tam da; zaman, mekân, içtimai bünye, tabiat vesaire bakımlarından ayni gerçekçi ifadelerle tahlil ediliyor. Her hareket, her ayrılık, her kelime en münasip şekliyle en uygun zamanda zikrediliyor. Teşhir sahnesinde her şey yerli yerine oturtulmuş. Hadiselerde rol oynayan her varlık; taşıdığı öneme, aldığı role ve hayatın akışıyla olan münasebetine göre projektörlerin ziyası altında veya loş bir köşede yerini almıştır... Biraz önce zikrettiğimiz gibi, bu ifade ve üslûp tam insan şahsiyetlerinin tahlilinde de ayni gerçekler içinde cereyan ediyor. Cinsi mevzular dahi insanoğlunun şerefli mevkiine en lâyık şekilde, temiz bir proğram halinde yerli yerince bayan edilmiştir. Bu beyanlar yapılırken beşeri hakikati ar üzerinde her hangi bir tahrif, tebdil, eksiklik veya fazlalık yapılmış değildir. Hadiselerin diğer yönlerine olduğu kadar bu yönüne de önem verilmiş ve anlatmalarda realiteler hâkim olmuştur. Diğer hususlarda olduğu gibi, cinsî meseleler üzerinde durulurken de edebiyat yapılıp beşer varlığının bütün hususiyetleri bu noktaya bağlı imiş gibi yanlış bir tutum içine girilmemiştir. Bu noktanın, beşeri çevreleyen gerçeklerin hayat mihveri veya hayatının hedeflerini teşkil eden bir unsur imiş gibi gösterilmeden kaçınılmıştır. Halbuki cahiliyet bunun tam tersini yapmakta, edebiyat adına cinsî mevzuları istismar ederek bunları hayatın yegâne temel unsurları imiş gibi göstermektedir!. Cahiliyet, beşer Alemini, edebiyata sadakat, sanata hürmet gibi telkinlerle pek korkunç durumlara sevketmektedir. Dişilik erkeklikle alakalı meseleleri halkın zihnine öylesine işler ki, cinsî mevzuun beşer hayatını her yönüyle çevreleyen en önemli mevzu olduğunu zannedersiniz. Böylece geniş ve derin bir bataklık meydana getirir. Bu bataklığı birtakım şeytani çiçeklerle süslemeyi de ihmal etmez!.. Cahiliyet bunları yaparken bunların birer hakikat olduğuna inandığı için yapmaz. İhlas ve samimiyetinden dolayı böyle bir hakikatin tasvirine girişmiş de değildir. Sadece “Siyonizm protokolü” nün emrini yerine getirmek için bu hareketlere girişir. İnsanoğlunu hayvani duyguları dışındaki bütün değerlerinden soymak ister. Böylece, madde dışındaki bütün manevi değerlerinden kopan yahudiyi yalnız bırakmayacaktır. Cinsi mevzuları işleye işleye bir bataklık meydana getirir. Bütün beşeriyetin bu bataklığın çamurlarına gömülüp bayatın gerçek değerlerini göremez hâle gelmesini ister. Bütün dikkatler bu bataklığa çevrilmeli bütün enerjiler burada tüketilmelidir! Beşeriyeti dejenere edip harap hâle getirmenin en emin yolu budur! Bu metot iyi tatbik edildiği takdirde bir gün bütün beşeriyet pusuda bekleyen mel’ûn siyonizm hükümranlığına boyun eğip önünde diz çökecektir. Cahiliyet bütün bu şer yollarında edebiyat, san’at gibi şeyleri istismar ettiği gibi hedefe bir an önce varabilmek için birtakım ilmi nazariyeleri yaymayı da ihmal etmez. Bazan “Darwin Nazariyeleri” ni, bazan “Freudizm” i, bazan “Marksizm” i veya “ilmi sosyalizm” i bayraklaştırdıklarını görürsünüz... Korkunç Siyonizm’in plânlarını gerçekleştirmek yolunda bunların hepsi de aynı şeylerdir!... • • • TARİHİN GÖLGESİNDE Daha sonra kıssadaki şahıslar ve hadiseler bir tarafa bırakılarak kıssanın cereyan ettiği tarih devresinin tablosu çiziliyor. Ayrıca tarihin o devirlerine ait birçok kişiliklere ve bunların sahip olduğu umumi özelliklere rastlıyoruz. Tarihin o günkü Alemşümul hadiseleri bir sahnede canlandırılmasına gözler önüne seriliyor... Biz bunlar dan sadece bazılarına işaret etmekle yetineceğiz: (a) O devirlerde M ı s ı r ’ın idaresini elinde bulunduranlar, Mısır’ın “Kıpti S o y u ” nu teşkil eden Firavunlar değildi. Mısır’a (Hyksos) lar hükmetmekte idi. Bunların yaşadıkları zamanlar; Hz. İbrahim, İsmail, i s h â k ve Ya’kub’un yaşadıkları zamanlara pek yakındı. Bu münasebetle onlardan “Allah'ın Dini” ne ait bazı şeyler öğrenmişlerdi. Biz bu hükmü yine Kur’an’dan alıyoruz. Zira Kur’anı Kerim Mısır hükümdarlarına Kral dendiği devirlere ait bahislerde onları Kral diye zikretmekte, Firavun dendiği devirlerde ise Firavun diye zikretmektedir. Hz. M û s a 'nın devri de Firavunların hükümran olduğu devirdi... Böylece Yûsuf (As.) un M ı s ı r’da bulunduğu devir tespit edilmiş oluyor. Bu devir, Firavunlar ’dan on üçüncü aile ile on yedinci aile arasında kalan devirdir. İşte, bu zaman içinde M ı s ı r 'da (Hyksos) âilesi hükmetmiştir. Bu âile M ı s ı r ’ın bedevi âilelerindendi. Şehir halkı bunlara hor bakar ve sevmezlerdi. Onun için bunları “Hyksoslar” diye adlandırırlardı. Bu ismin eski Mısırlılar’ın lisanında “Domuzlar” veya “Domuz Çobanları” mânasına geldiği ileri sürülmektedir. Bunlar M ı s ı r ’da birbuçuk asır kadar hükümran olmuşlardır. (b) Yûsuf (A.S.) un peygamberliği, tarihin bu devresine rastlamaktadır. Hz. Yûsuf daha zindanda iken, insanları, tevhit dini olan İslâma davet etmeye başlamıştır... Davetini yaparken, bu dînin ataları İbrahim, İshâk, ve Ya’kub ’un dîni olduğunu beyan eder. Bu sözlerini Kur’an’dan takip edelim: “ Doğrusu ben, Allah'a inanmayan ve âhireti inkâr eden bir milletin dinini bırakmışımdır. Atalarım İbrahim, İshâk ve Ya’kub’un dinine uydum. Allah’a her hangi bir ortak koşmak bize yaraşmaz. Bu, Allah’ın bize ve insanlara olan lûtfudur. Fakat insanların çoğu şükretmez” dedi. “Ey mahpus arkadaşlarım, ayrı ayrı bir sürü uydurma tanrılar mı daha iyidir yoksa her şeyden üstün tek Allah mı? Allah’ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hüküm vermek ancak Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil O’na tapmamızı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir. Fakat umanların çoğu bilmezler.” Bu ifadeler bütün peygamberlerin beyanı gibi Islâmın, 1 akide prensiplerinin tarifidir. Şümullü, ince, olgun ve açık bir tarif... Bu tarifin içine şunlar girmektedir: Allah’a ve âhirete iman etmek... Allah’ı bir bilip O’na katiyen şirk koşmamak... Allah’ı sıfatlariyle birlikte tanımak... O, tek’dir, kahhar’dır... Hükümranlık ve saltanatta O’na herhangi bir şerik veya benzer tasavvur olunamaz. Onun içindir ki Islâm, insanları esareti altına alan putperestliği kat’iyetle reddeder. Mademki hakiki mâbudumuz olan Allah kendisinden başkasına ibadet edilmemesini emretmiştir, elbette O’nun gönderdiği din de, saltanat ve hükümranlığın sadece O’na ait olduğunu ilân edecektir... Allah’tan başkasına hükümranlık, saltanat ve rubûbiyet tanımak, Allah’ın çizdiği hududa tecavüz edip başkasına tapınmak demektir. İbadet denince akla sadece Allah'ın rubûbiyeti gelmelidir. Ancak O’nun saltanat ve hükümranlığını ihtiva eden rubûbiyetine boyun eğilip ibadet edilir. Gerçek Din demek Allahüteâlanın ibadet edilecek tek İlâh olduğunu kabul etmek demektir. Bu ise hükümranlıkta da O’nun tek olduğu mânasına gelir. Tek İlâh ve tek Hükümran... Bu iki cümle birbirinden ayrılamaz. Hz. Yûsuf, Allah'ın bu husustaki hükmünü ne güzel ifade etmiş: “.... Hüküm vermek ancak Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil O’na tapmamızı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir...” Bu ifade; Islâmın en mükemmel en açık, en hassas ve en şümullu şekilde tasvir edilişidir. Apaçık görülmektedir ki, Yûsuf (A.S.) M ı s ı r ’ın idaresini elinde bulundurduğu müddetçe insanları bu açık, mükemmel, ince ve şümullü metot içinde İslama davet etmiştir. Hz. Y û s u f ’un Mısır ’daki hükümranlığı sadece hükümet başkanı olmaktan ibaret değildi. Halkın o gün için ölüm kalım meselesi hâline gelmiş olan gıda maddesi de onun elindeydi. Bu sebepten, Islâmın Mısır ’da, muhakkak surette Yûsuf (AS.) un eliyle yayılmış olması gerekir. M ı s ı r ’ın komşu ülkelerinde de İslâm o devirde intişar etmiştir. Zira — Allah’ın hikmet ve takdiri neticesi — bütün o ülkelerde kıtlık hüküm sürmüş, herkes — Allaha’ın takdiri ile — M ı s ı r ’da ambarlanan zahireye muhtaç olmuştu. Etraftan kafileler halinde M ı s ı r ’a gelip zahire, temin etmeye çalışıyorlardı. Ürdün yakınlarındaki Ken’an ilinden kalkıp zahire temini için Mısır'a kadar gelen Yusuf’un kardeşleride bu kafilelerden biri idi... Hyksoslar tarafından azçok tanınan talim akidesinin bu ülkede bir hayli tesir bıraktığına kıssanın baş taraflarında işaretler vardır. Yine kıssada, Hz. Yûsuf ’un davetinden sonra bu akidenin iyice yayıldığına işaret ediliyor... Birinci işaret, Yûsuf kadınların huzuruna çıkınca onların söyledikleri sözde görüyoruz: Kadınlar Yûsuf’u görünce şaşırıp ellerini kestiler ve: “Allah’ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak yüce bir melektir” dediler. V e z i r ’in, karısına söylediği sözde de ayni işaret var: “Yûsuf, sen bu işi kapat” ve tekrar kadına dönüp: “Sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü suçlusun” dedi. İkinci işarette açık... Vezirin karısı tarafından söylenen sözler hem bu işareti ihtiva etmekte hem de vezirin karısının, Yûsuf ’un akidesini kabul ederek müslüman olduğunu göstermektedir. Kur’anın hikâye ettiği bu sözler şunlardır: "... Vezirin kararı: “Şimdi gerçek (hak) ortaya çıktı; onu kendine râmetmek isteyen bendim. Doğrusu Yûsuf, sadıklardandır.” «Gıyabında kendisine hiyanet etmek istemediğimi Yûsuf’un bilmesini isterim. Allah hainlerin düzenini başarıya erdirmez.” - “Ben nefsimi temize de çıkarmıyorum; çünkü nefis, Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü şiddetle emreder. Şüphesiz Rabbim Gafûr’dur, Rahim’dir.” dedi. Yûsuf’un Mısır’da idareyi ele almasından önce tevhit Dini’nin — bu derece — tanınmış olduğu gün ışığına çıkınca; bu dinin genişleyip yayılmasının da Hz. Y û s u f *la ondan sonra devam eden Hyksoslar idaresi zamanında tahakkuk ettiği anlaşılıyor. Bilahere Firavunlar dan on sekizinci âile Mısır idaresini — tekrar — ele geçirince, Firavun ların dayanağı olan putperestliği yeniden ihya etmeye çalıştılar. Bu yolda başarı kaydedebilmek için de, Ya’kub soyundan gelip M ı s ı r ’da çoğalmış olan Tevhit Dini mensuplariyle mücadeleye koyuldular!.. Bu durum, Benî Israilin — Yani Ya’kub oğullarının— Firavunlar tarafından niçin sıkıştırıldığını bizlere biraz daha aydınlatmış oluyor. Gerçi bunların sıkıştırılıp Mısır dışına çıkarılmalarında siyasi sebep te vardı: Bunlar: M ı s ı r ’ın merkezlerine sonraları yerleşip hükmü ele geçiren ve asılları itibariyle M ı s ı r ’ın bedevi Ailelerinden olan Hyksoslar zamanında M ı s ı r ’a gelip yerleşmişler, burayı vatan ittihaz etmişler ye hükümran olmuşlardı. Firavun sülâlesinden olan M ı s ı r lı-lar Hyksos Hükümdarlarını Mı s ır ’dan kovarken onlarla kaynaşmış bulunan Benî Israili de kovmuşlardır... Bu bir sebep olmakla beraber, bu kovulmanın ve işkencelerin en büyük sebebi akidelerin birbirine karşı oluşu idi. Gerçek tevhit akidesinin yayılması, Firavunlar’ın dayanağı olan putperestliğin yıkılmasına sebep olmaktaydı. Zira tevhit akidesi; putlara tapılmasının, putlaştırılan insanlara baş eğilmesinin ve bu putlara rabûbiyet hakkı tanımasının baş düşmanı idi!.. Kur’anı Kerimde bu hususlara ışık tutan Ayeti kerimeler vardır. Gaafir (Mü’min) Sûresinde, Hz. Mûsa ile Firavun arasındaki hadiseler anlatılırken, Firavun taraftarlarından mü’min bir şahsın sözleri naklediliyor. Bu zat, Mûsa (A.S.) nın getirdiği hak dine (İslâm) iman etmiştir. Firavun, Hz. M û-s A ’yı öldürmeye ve dolayısiyle putperestliği tehdit etmekte olan tevhîd akidesini yıkmaya kalkışınca, o mü’min zat, Firavun ’un yüzüne karşı Hz. MûsA’yı İslâm’ı müdafaa etmişti: Firavun: “Beni bırakın da Mûsa’yı öldüreyim, o Rabbine yalvara dursun. O’nun, sizin dininizi değiştireceğinden veya yeryüzünde bozgun çıkaracağında korkuyorum” dedi Mûsâ: “Doğrusu ben, hesap görülecek güne inanmayan büyüklenenlerin hepsinden, benim de Rabbım, sizin de Rabbiniz elan Allah’a sığınırım” dedi Firavun ailesinden olup ta, imanını gizleyen bir adam dedi ki: “Rabbim Allah’dır diyen bir adamı mı öldürecek siniz? Oysa size Rabbinizden belgelerle gelmiştir. Eğer yalansa, yalanı kendisinedir; eğer doğru sözlü ise, sizi tehdit ettiklerinin bir kızmı başınıza gelebilir. Doğrusu Allah, tutumsuz yalancıyı doğru yola eriştirmez. Ey milletim! Bugün memlekette hükümranlık sîzindir. Başta olanlar sizsiniz. Ama Allah'ın baskısı bize çatınca, O’na karşı bize kim yardım eder?” Firavun: “Ben size kendi görüşümden başkasını söylemiyorum. Ben size ancak doğru yolu gösteriyorum” dedi Mü’min olan adam dedi İd: “Ey milletim! Doğrusu ben sizin için, Nûh milletinin, Ad, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin durumu gibi, peygamberleri yalanlayar toplulukların uğradıkları bir günün benzerinden korkuyorum. Allah kullara zulüm dilemez. Ey milletim! Ahu figan gününden sizin hesabınıza korkuyorum. Arkanızı dönüp kaçacağınız gün Allah’a karşı sizi savunan bulunmaz. Allah’ın saptırdığını doğru yola getirecek yoktur. And olsun ki, Yûsuf da daha önce, size belgelerle gelmişti. Size getirdiği şeylerden şüphelenip durmuştunuz. Sonunda Yûsuf ölünce, “Allah onun ardından hiç bir peygamber göndermeyecek” demiştiniz. Allah, şüphe eden tutumsuz kimseyi işte böylece saptırır. Bunlar, Allah’ın âyetleri üzerinde kendilerine gelmiş bir delil bulunmadan tartışırlar. Bu, Allah katinda da, inananların yanında da öfkeyi artırır. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini bundan dolayı mühürler.”... Esas mücadele iki akide arasında yapılıyordu. Bir tarafta Allah’ın bir olduğunu; rubûbiyette, ibadette, din sahibi olmaklıkta ve hakimiyetine boyun eğmekte Allah’a hiç bir varlığın ortak koşulamayacağını kesinlikle kabul eden tevhit akidesi... Diğer yanda sadece putperestlik ve kula kul olma esasları üzerine kurulmuş firavunluk... Firavunlardan A h n a t u n ’un inandığı eksik ve karışık tevhit akidesi Hz. Yûsuf ’un M ı s ı r ’da yaydığı akidenin kalıntıları olsa gerektir. Bilhassa, A h n a t u n ’un annesinin Firavun ailelerinden olmayıp, Asyalı olduğuna dair tarihçilerin rivayetleri doğru ise... Bu kısa aydınlatmadan sonra, yine, kıssada yer alan hadiselerin cereyan ettiği tarih devrelerine dönelim. Hadiselerin ve hadiselerle ilgili şahısların Mısır hudutları dışına kadar uzanıp, tümüyle o asrın damgasını taşıdığını görüyoruz. Bu devirlerde rüya ve rüya tabirleri gibi şeylerin üzerinde önemle duruluyor. Bu ihtimam muayyen bir yere veya muayyen bir kavme münhasır değildir. O asırda her milletin ayni şeylerin etkisi altında olduğu anlaşılıyor... Yûsuf ’un K e n ’an ilin 'de gördüğü rüyasının M ı s ı r ’da tabir edilişi ve tahakkuku; zindanda iki arkadaşının gördükleri rüyalar, en sonunda hükümdarın gördüğü rüya... Ve bunların tabirleri... Hepsi bunu ispatlamaktadır. Hülâsa o asırda; rüyayı görenler de duyup işitenler de onun üzerinde önemle duruyorlardı. Kısaca özetleyecek .olursak görürüz ki kıssa; edebi sanat yönünden, çeşidi insanlık unsurları bakımından, infialler ve hareketler cihetinden oldukça zengindir. Bu hususiyetler Kur’anı Kerimin veciz ve beliğ üslûbu ile dile getirilince her yönüyle etki ve değeri daha da artmaktadır. Kıssada şahit olduğumuz bir baba sevgisi vardır. Bu sevginin her evlada göre değiştiğini, az veya çok olabildiğini, kalın cizgilerle bir takım derecelere ayrıldığını görüyoruz. Hz. Ya’kub’un Yûsuf ve kardeşine gösterdiği sevgi başka, diğer çocuklarına gösterdiği sevgi başkadır. Hadiselerin başlangıcından sonuna kadar, Yûsuf ’un başına gelenlere karşı gösterdiği sabır ve tahammül de daha başka... Muhtelif annelerden doğan kardeşler arasındaki kıskançlık ve hasetlere şahit oluyoruz. Çocuklara karşı baba sevgisinin değişmesinde annelerinin muhtelif oluşu rol oynuyor. Kardeşler arasında cereyan eden haset ve kıskançlıkların aynı derecede olmadığı, düşmanlık yapmakta düşünce ve niyetlerin muhtelif olduğu görülüyor. Fenalık yapma şuuru bazılarında taşkınlık derecesine kadar giderek sahibine ölüm cinayetini rahatlıkla işleme cüreti veriyor. Diğer bir kardeşte ise bu şuurun daha mutedil olduğu görülüyor. Bu kardeş, Y û s u f ’un öldürülmesine rıza göstermemekte, kervanlardan birinin çıkarıp götürebileceği bir kuyuya atılmasını istemektedir. Kıssada, tuzak kurmalar, aldatmalar, hile ve desiseler var... Kardeşlerinin Y û s u f ’a kurdukları tuzak... Vezirin karısının Y û s u f ’a ve saray kadınlarına karşı tertiplediği hileler, desiseler... Ve kocasına karşı aldatma oyunları! Şehvet oyunları... Şehevi tahriklere kapılıp perişan olanlar veya ondan yüz çevirenler... İsteyenler, temenni edenler... İstemeyenler, kaçanlar... Çeşitli şekilleriyle pişmanlık duyanlar, yeri gelince kusuru bağışlayanlar... Uzun ayrılıklardan sonra birleşmenin sevincini tadanlar*..
4 Fotoğraf4 Fotoğraf
ENGİN REALİTE Bu sağlam, temiz, emin, doğru ve gerçekçi ifadeler; sadece kıssada geniş yer tutan insan şahsiyetlerini tahlil etmekle kalmıyor. Hadiselerin cereyan ediş tam da; zaman, mekân, içtimai bünye, tabiat vesaire bakımlarından ayni gerçekçi ifadelerle tahlil ediliyor. Her hareket, her ayrılık, her kelime en münasip şekliyle en uygun zamanda zikrediliyor. Teşhir sahnesinde her şey yerli yerine oturtulmuş. Hadiselerde rol oynayan her varlık; taşıdığı öneme, aldığı role ve hayatın akışıyla olan münasebetine göre projektörlerin ziyası altında veya loş bir köşede yerini almıştır... Biraz önce zikrettiğimiz gibi, bu ifade ve üslûp tam insan şahsiyetlerinin tahlilinde de ayni gerçekler içinde cereyan ediyor. Cinsi mevzular dahi insanoğlunun şerefli mevkiine en lâyık şekilde, temiz bir proğram halinde yerli yerince bayan edilmiştir. Bu beyanlar yapılırken beşeri hakikati ar üzerinde her hangi bir tahrif, tebdil, eksiklik veya fazlalık yapılmış değildir. Hadiselerin diğer yönlerine olduğu kadar bu yönüne de önem verilmiş ve anlatmalarda realiteler hâkim olmuştur. Diğer hususlarda olduğu gibi, cinsî meseleler üzerinde durulurken de edebiyat yapılıp beşer varlığının bütün hususiyetleri bu noktaya bağlı imiş gibi yanlış bir tutum içine girilmemiştir. Bu noktanın, beşeri çevreleyen gerçeklerin hayat mihveri veya hayatının hedeflerini teşkil eden bir unsur imiş gibi gösterilmeden kaçınılmıştır. Halbuki cahiliyet bunun tam tersini yapmakta, edebiyat adına cinsî mevzuları istismar ederek bunları hayatın yegâne temel unsurları imiş gibi göstermektedir!. Cahiliyet, beşer Alemini, edebiyata sadakat, sanata hürmet gibi telkinlerle pek korkunç durumlara sevketmektedir. Dişilik erkeklikle alakalı meseleleri halkın zihnine öylesine işler ki, cinsî mevzuun beşer hayatını her yönüyle çevreleyen en önemli mevzu olduğunu zannedersiniz. Böylece geniş ve derin bir bataklık meydana getirir. Bu bataklığı birtakım şeytani çiçeklerle süslemeyi de ihmal etmez!.. Cahiliyet bunları yaparken bunların birer hakikat olduğuna inandığı için yapmaz. İhlas ve samimiyetinden dolayı böyle bir hakikatin tasvirine girişmiş de değildir. Sadece “Siyonizm protokolü” nün emrini yerine getirmek için bu hareketlere girişir. İnsanoğlunu hayvani duyguları dışındaki bütün değerlerinden soymak ister. Böylece, madde dışındaki bütün manevi değerlerinden kopan yahudiyi yalnız bırakmayacaktır. Cinsi mevzuları işleye işleye bir bataklık meydana getirir. Bütün beşeriyetin bu bataklığın çamurlarına gömülüp bayatın gerçek değerlerini göremez hâle gelmesini ister. Bütün dikkatler bu bataklığa çevrilmeli bütün enerjiler burada tüketilmelidir! Beşeriyeti dejenere edip harap hâle getirmenin en emin yolu budur! Bu metot iyi tatbik edildiği takdirde bir gün bütün beşeriyet pusuda bekleyen mel’ûn siyonizm hükümranlığına boyun eğip önünde diz çökecektir. Cahiliyet bütün bu şer yollarında edebiyat, san’at gibi şeyleri istismar ettiği gibi hedefe bir an önce varabilmek için birtakım ilmi nazariyeleri yaymayı da ihmal etmez. Bazan “Darwin Nazariyeleri” ni, bazan “Freudizm” i, bazan “Marksizm” i veya “ilmi sosyalizm” i bayraklaştırdıklarını görürsünüz... Korkunç Siyonizm’in plânlarını gerçekleştirmek yolunda bunların hepsi de aynı şeylerdir!... • • • TARİHİN GÖLGESİNDE Daha sonra kıssadaki şahıslar ve hadiseler bir tarafa bırakılarak kıssanın cereyan ettiği tarih devresinin tablosu çiziliyor. Ayrıca tarihin o devirlerine ait birçok kişiliklere ve bunların sahip olduğu umumi özelliklere rastlıyoruz. Tarihin o günkü Alemşümul hadiseleri bir sahnede canlandırılmasına gözler önüne seriliyor... Biz bunlar dan sadece bazılarına işaret etmekle yetineceğiz: (a) O devirlerde M ı s ı r ’ın idaresini elinde bulunduranlar, Mısır’ın “Kıpti S o y u ” nu teşkil eden Firavunlar değildi. Mısır’a (Hyksos) lar hükmetmekte idi. Bunların yaşadıkları zamanlar; Hz. İbrahim, İsmail, i s h â k ve Ya’kub’un yaşadıkları zamanlara pek yakındı. Bu münasebetle onlardan “Allah'ın Dini” ne ait bazı şeyler öğrenmişlerdi. Biz bu hükmü yine Kur’an’dan alıyoruz. Zira Kur’anı Kerim Mısır hükümdarlarına Kral dendiği devirlere ait bahislerde onları Kral diye zikretmekte, Firavun dendiği devirlerde ise Firavun diye zikretmektedir. Hz. M û s a 'nın devri de Firavunların hükümran olduğu devirdi... Böylece Yûsuf (As.) un M ı s ı r’da bulunduğu devir tespit edilmiş oluyor. Bu devir, Firavunlar ’dan on üçüncü aile ile on yedinci aile arasında kalan devirdir. İşte, bu zaman içinde M ı s ı r 'da (Hyksos) âilesi hükmetmiştir. Bu âile M ı s ı r ’ın bedevi âilelerindendi. Şehir halkı bunlara hor bakar ve sevmezlerdi. Onun için bunları “Hyksoslar” diye adlandırırlardı. Bu ismin eski Mısırlılar’ın lisanında “Domuzlar” veya “Domuz Çobanları” mânasına geldiği ileri sürülmektedir. Bunlar M ı s ı r ’da birbuçuk asır kadar hükümran olmuşlardır. (b) Yûsuf (A.S.) un peygamberliği, tarihin bu devresine rastlamaktadır. Hz. Yûsuf daha zindanda iken, insanları, tevhit dini olan İslâma davet etmeye başlamıştır... Davetini yaparken, bu dînin ataları İbrahim, İshâk, ve Ya’kub ’un dîni olduğunu beyan eder. Bu sözlerini Kur’an’dan takip edelim: “ Doğrusu ben, Allah'a inanmayan ve âhireti inkâr eden bir milletin dinini bırakmışımdır. Atalarım İbrahim, İshâk ve Ya’kub’un dinine uydum. Allah’a her hangi bir ortak koşmak bize yaraşmaz. Bu, Allah’ın bize ve insanlara olan lûtfudur. Fakat insanların çoğu şükretmez” dedi. “Ey mahpus arkadaşlarım, ayrı ayrı bir sürü uydurma tanrılar mı daha iyidir yoksa her şeyden üstün tek Allah mı? Allah’ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hüküm vermek ancak Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil O’na tapmamızı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir. Fakat umanların çoğu bilmezler.” Bu ifadeler bütün peygamberlerin beyanı gibi Islâmın, 1 akide prensiplerinin tarifidir. Şümullü, ince, olgun ve açık bir tarif... Bu tarifin içine şunlar girmektedir: Allah’a ve âhirete iman etmek... Allah’ı bir bilip O’na katiyen şirk koşmamak... Allah’ı sıfatlariyle birlikte tanımak... O, tek’dir, kahhar’dır... Hükümranlık ve saltanatta O’na herhangi bir şerik veya benzer tasavvur olunamaz. Onun içindir ki Islâm, insanları esareti altına alan putperestliği kat’iyetle reddeder. Mademki hakiki mâbudumuz olan Allah kendisinden başkasına ibadet edilmemesini emretmiştir, elbette O’nun gönderdiği din de, saltanat ve hükümranlığın sadece O’na ait olduğunu ilân edecektir... Allah’tan başkasına hükümranlık, saltanat ve rubûbiyet tanımak, Allah’ın çizdiği hududa tecavüz edip başkasına tapınmak demektir. İbadet denince akla sadece Allah'ın rubûbiyeti gelmelidir. Ancak O’nun saltanat ve hükümranlığını ihtiva eden rubûbiyetine boyun eğilip ibadet edilir. Gerçek Din demek Allahüteâlanın ibadet edilecek tek İlâh olduğunu kabul etmek demektir. Bu ise hükümranlıkta da O’nun tek olduğu mânasına gelir. Tek İlâh ve tek Hükümran... Bu iki cümle birbirinden ayrılamaz. Hz. Yûsuf, Allah'ın bu husustaki hükmünü ne güzel ifade etmiş: “.... Hüküm vermek ancak Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil O’na tapmamızı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir...” Bu ifade; Islâmın en mükemmel en açık, en hassas ve en şümullu şekilde tasvir edilişidir. Apaçık görülmektedir ki, Yûsuf (A.S.) M ı s ı r ’ın idaresini elinde bulundurduğu müddetçe insanları bu açık, mükemmel, ince ve şümullü metot içinde İslama davet etmiştir. Hz. Y û s u f ’un Mısır ’daki hükümranlığı sadece hükümet başkanı olmaktan ibaret değildi. Halkın o gün için ölüm kalım meselesi hâline gelmiş olan gıda maddesi de onun elindeydi. Bu sebepten, Islâmın Mısır ’da, muhakkak surette Yûsuf (AS.) un eliyle yayılmış olması gerekir. M ı s ı r ’ın komşu ülkelerinde de İslâm o devirde intişar etmiştir. Zira — Allah’ın hikmet ve takdiri neticesi — bütün o ülkelerde kıtlık hüküm sürmüş, herkes — Allaha’ın takdiri ile — M ı s ı r ’da ambarlanan zahireye muhtaç olmuştu. Etraftan kafileler halinde M ı s ı r ’a gelip zahire, temin etmeye çalışıyorlardı. Ürdün yakınlarındaki Ken’an ilinden kalkıp zahire temini için Mısır'a kadar gelen Yusuf’un kardeşleride bu kafilelerden biri idi... Hyksoslar tarafından azçok tanınan talim akidesinin bu ülkede bir hayli tesir bıraktığına kıssanın baş taraflarında işaretler vardır. Yine kıssada, Hz. Yûsuf ’un davetinden sonra bu akidenin iyice yayıldığına işaret ediliyor... Birinci işaret, Yûsuf kadınların huzuruna çıkınca onların söyledikleri sözde görüyoruz: Kadınlar Yûsuf’u görünce şaşırıp ellerini kestiler ve: “Allah’ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak yüce bir melektir” dediler. V e z i r ’in, karısına söylediği sözde de ayni işaret var: “Yûsuf, sen bu işi kapat” ve tekrar kadına dönüp: “Sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü suçlusun” dedi. İkinci işarette açık... Vezirin karısı tarafından söylenen sözler hem bu işareti ihtiva etmekte hem de vezirin karısının, Yûsuf ’un akidesini kabul ederek müslüman olduğunu göstermektedir. Kur’anın hikâye ettiği bu sözler şunlardır: "... Vezirin kararı: “Şimdi gerçek (hak) ortaya çıktı; onu kendine râmetmek isteyen bendim. Doğrusu Yûsuf, sadıklardandır.” «Gıyabında kendisine hiyanet etmek istemediğimi Yûsuf’un bilmesini isterim. Allah hainlerin düzenini başarıya erdirmez.” - “Ben nefsimi temize de çıkarmıyorum; çünkü nefis, Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü şiddetle emreder. Şüphesiz Rabbim Gafûr’dur, Rahim’dir.” dedi. Yûsuf’un Mısır’da idareyi ele almasından önce tevhit Dini’nin — bu derece — tanınmış olduğu gün ışığına çıkınca; bu dinin genişleyip yayılmasının da Hz. Y û s u f *la ondan sonra devam eden Hyksoslar idaresi zamanında tahakkuk ettiği anlaşılıyor. Bilahere Firavunlar dan on sekizinci âile Mısır idaresini — tekrar — ele geçirince, Firavun ların dayanağı olan putperestliği yeniden ihya etmeye çalıştılar. Bu yolda başarı kaydedebilmek için de, Ya’kub soyundan gelip M ı s ı r ’da çoğalmış olan Tevhit Dini mensuplariyle mücadeleye koyuldular!.. Bu durum, Benî Israilin — Yani Ya’kub oğullarının— Firavunlar tarafından niçin sıkıştırıldığını bizlere biraz daha aydınlatmış oluyor. Gerçi bunların sıkıştırılıp Mısır dışına çıkarılmalarında siyasi sebep te vardı: Bunlar: M ı s ı r ’ın merkezlerine sonraları yerleşip hükmü ele geçiren ve asılları itibariyle M ı s ı r ’ın bedevi Ailelerinden olan Hyksoslar zamanında M ı s ı r ’a gelip yerleşmişler, burayı vatan ittihaz etmişler ye hükümran olmuşlardı. Firavun sülâlesinden olan M ı s ı r lı-lar Hyksos Hükümdarlarını Mı s ır ’dan kovarken onlarla kaynaşmış bulunan Benî Israili de kovmuşlardır... Bu bir sebep olmakla beraber, bu kovulmanın ve işkencelerin en büyük sebebi akidelerin birbirine karşı oluşu idi. Gerçek tevhit akidesinin yayılması, Firavunlar’ın dayanağı olan putperestliğin yıkılmasına sebep olmaktaydı. Zira tevhit akidesi; putlara tapılmasının, putlaştırılan insanlara baş eğilmesinin ve bu putlara rabûbiyet hakkı tanımasının baş düşmanı idi!.. Kur’anı Kerimde bu hususlara ışık tutan Ayeti kerimeler vardır. Gaafir (Mü’min) Sûresinde, Hz. Mûsa ile Firavun arasındaki hadiseler anlatılırken, Firavun taraftarlarından mü’min bir şahsın sözleri naklediliyor. Bu zat, Mûsa (A.S.) nın getirdiği hak dine (İslâm) iman etmiştir. Firavun, Hz. M û-s A ’yı öldürmeye ve dolayısiyle putperestliği tehdit etmekte olan tevhîd akidesini yıkmaya kalkışınca, o mü’min zat, Firavun ’un yüzüne karşı Hz. MûsA’yı İslâm’ı müdafaa etmişti: Firavun: “Beni bırakın da Mûsa’yı öldüreyim, o Rabbine yalvara dursun. O’nun, sizin dininizi değiştireceğinden veya yeryüzünde bozgun çıkaracağında korkuyorum” dedi Mûsâ: “Doğrusu ben, hesap görülecek güne inanmayan büyüklenenlerin hepsinden, benim de Rabbım, sizin de Rabbiniz elan Allah’a sığınırım” dedi Firavun ailesinden olup ta, imanını gizleyen bir adam dedi ki: “Rabbim Allah’dır diyen bir adamı mı öldürecek siniz? Oysa size Rabbinizden belgelerle gelmiştir. Eğer yalansa, yalanı kendisinedir; eğer doğru sözlü ise, sizi tehdit ettiklerinin bir kızmı başınıza gelebilir. Doğrusu Allah, tutumsuz yalancıyı doğru yola eriştirmez. Ey milletim! Bugün memlekette hükümranlık sîzindir. Başta olanlar sizsiniz. Ama Allah'ın baskısı bize çatınca, O’na karşı bize kim yardım eder?” Firavun: “Ben size kendi görüşümden başkasını söylemiyorum. Ben size ancak doğru yolu gösteriyorum” dedi Mü’min olan adam dedi İd: “Ey milletim! Doğrusu ben sizin için, Nûh milletinin, Ad, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin durumu gibi, peygamberleri yalanlayar toplulukların uğradıkları bir günün benzerinden korkuyorum. Allah kullara zulüm dilemez. Ey milletim! Ahu figan gününden sizin hesabınıza korkuyorum. Arkanızı dönüp kaçacağınız gün Allah’a karşı sizi savunan bulunmaz. Allah’ın saptırdığını doğru yola getirecek yoktur. And olsun ki, Yûsuf da daha önce, size belgelerle gelmişti. Size getirdiği şeylerden şüphelenip durmuştunuz. Sonunda Yûsuf ölünce, “Allah onun ardından hiç bir peygamber göndermeyecek” demiştiniz. Allah, şüphe eden tutumsuz kimseyi işte böylece saptırır. Bunlar, Allah’ın âyetleri üzerinde kendilerine gelmiş bir delil bulunmadan tartışırlar. Bu, Allah katinda da, inananların yanında da öfkeyi artırır. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini bundan dolayı mühürler.”... Esas mücadele iki akide arasında yapılıyordu. Bir tarafta Allah’ın bir olduğunu; rubûbiyette, ibadette, din sahibi olmaklıkta ve hakimiyetine boyun eğmekte Allah’a hiç bir varlığın ortak koşulamayacağını kesinlikle kabul eden tevhit akidesi... Diğer yanda sadece putperestlik ve kula kul olma esasları üzerine kurulmuş firavunluk... Firavunlardan A h n a t u n ’un inandığı eksik ve karışık tevhit akidesi Hz. Yûsuf ’un M ı s ı r ’da yaydığı akidenin kalıntıları olsa gerektir. Bilhassa, A h n a t u n ’un annesinin Firavun ailelerinden olmayıp, Asyalı olduğuna dair tarihçilerin rivayetleri doğru ise... Bu kısa aydınlatmadan sonra, yine, kıssada yer alan hadiselerin cereyan ettiği tarih devrelerine dönelim. Hadiselerin ve hadiselerle ilgili şahısların Mısır hudutları dışına kadar uzanıp, tümüyle o asrın damgasını taşıdığını görüyoruz. Bu devirlerde rüya ve rüya tabirleri gibi şeylerin üzerinde önemle duruluyor. Bu ihtimam muayyen bir yere veya muayyen bir kavme münhasır değildir. O asırda her milletin ayni şeylerin etkisi altında olduğu anlaşılıyor... Yûsuf ’un K e n ’an ilin 'de gördüğü rüyasının M ı s ı r ’da tabir edilişi ve tahakkuku; zindanda iki arkadaşının gördükleri rüyalar, en sonunda hükümdarın gördüğü rüya... Ve bunların tabirleri... Hepsi bunu ispatlamaktadır. Hülâsa o asırda; rüyayı görenler de duyup işitenler de onun üzerinde önemle duruyorlardı. Kısaca özetleyecek .olursak görürüz ki kıssa; edebi sanat yönünden, çeşidi insanlık unsurları bakımından, infialler ve hareketler cihetinden oldukça zengindir. Bu hususiyetler Kur’anı Kerimin veciz ve beliğ üslûbu ile dile getirilince her yönüyle etki ve değeri daha da artmaktadır. Kıssada şahit olduğumuz bir baba sevgisi vardır. Bu sevginin her evlada göre değiştiğini, az veya çok olabildiğini, kalın cizgilerle bir takım derecelere ayrıldığını görüyoruz. Hz. Ya’kub’un Yûsuf ve kardeşine gösterdiği sevgi başka, diğer çocuklarına gösterdiği sevgi başkadır. Hadiselerin başlangıcından sonuna kadar, Yûsuf ’un başına gelenlere karşı gösterdiği sabır ve tahammül de daha başka... Muhtelif annelerden doğan kardeşler arasındaki kıskançlık ve hasetlere şahit oluyoruz. Çocuklara karşı baba sevgisinin değişmesinde annelerinin muhtelif oluşu rol oynuyor. Kardeşler arasında cereyan eden haset ve kıskançlıkların aynı derecede olmadığı, düşmanlık yapmakta düşünce ve niyetlerin muhtelif olduğu görülüyor. Fenalık yapma şuuru bazılarında taşkınlık derecesine kadar giderek sahibine ölüm cinayetini rahatlıkla işleme cüreti veriyor. Diğer bir kardeşte ise bu şuurun daha mutedil olduğu görülüyor. Bu kardeş, Y û s u f ’un öldürülmesine rıza göstermemekte, kervanlardan birinin çıkarıp götürebileceği bir kuyuya atılmasını istemektedir. Kıssada, tuzak kurmalar, aldatmalar, hile ve desiseler var... Kardeşlerinin Y û s u f ’a kurdukları tuzak... Vezirin karısının Y û s u f ’a ve saray kadınlarına karşı tertiplediği hileler, desiseler... Ve kocasına karşı aldatma oyunları! Şehvet oyunları... Şehevi tahriklere kapılıp perişan olanlar veya ondan yüz çevirenler... İsteyenler, temenni edenler... İstemeyenler, kaçanlar... Çeşitli şekilleriyle pişmanlık duyanlar, yeri gelince kusuru bağışlayanlar... Uzun ayrılıklardan sonra birleşmenin sevincini tadanlar*..
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
Geçmişi karıştırmak; şeytana anahtar vermektir! (4dk.) - Nurettin Yıldız1-dot
Geçmişi karıştırmak; şeytana anahtar vermektir! (4dk.) - Nurettin YıldızVideoGeçmişi karıştırmak; şeytana anahtar vermektir! (4dk.) - Nurettin Yıldız
Gençler! Bu Ümmetin çocuğusunuz. Muhammed Aleyhisselam'ın kardeşlerisiniz Siz..1-dot
Önder Altay hocam ı bi dinleVideoGençler! Bu Ümmetin çocuğusunuz. Muhammed Aleyhisselam'ın kardeşlerisiniz Siz..
size devlet emanet edilmez, yaptığınız yasaya da güvenilmez1-dot
Bu tavırlarınıza evet demem mümkün değilVideoBu tavırlarınıza evet demem mümkün değil
“Ey zindan arkadaşlarım! Biriniz efendisine şarap sunarak, diğeri asılacak ve kuşlar başından yiyecektir. İşte, hakkında fetva istemekte olduğunuz mesele böylece kesinleşmiştir” dedi Bununla beraber, Yûsuf da bir beşerdir. Onda da beşerin maruz kaldığı zaaflar vardır. Durumunun içyüzünü hükümdara bildirmeye ve zindandan kurtulmaya çalışıyor. Bir sûikasta uğradığını hükümdarın öğrenmesi ve kendisini zindandan çıkarması mümkündür. Allah dilerse bunu tahakkuk ettirir. Herkesden ümit kesilebilir ama, Allah’dan kesilmez: Yûsuf, İki zindan arkadaşından kurtulacağını tahmin ettiği kimseye: “Efendinin yanında beni an” dedi. Ama şeytan efendisine onu hatırlatmayı unutturdu. Ve Yûsuf bu yüzden daha birkaç yıl zindanda kaldı. Birkaç yıl sonra bu şahsiyetle alâkalı başka şeylere şahit oluyoruz. Hükümdar mâlûm rüyasını görür, maiyetinden ve kâhinlerden rüyanın tabirini ister. Kimse tabir edemeyince Yûsuf ’un zindan arkadaşı, hükümdara Yûsuf ’dan bahseder. Allah’ın sâlih kulu Yûsuf, geçen müddet içinde Rabbâni bir terbiye görmüş, olgunluk vasfı tamamlanmıştır. Kendini Allah’a karşı tam bir tevekkül ve emniyet içinde hisseder. O’nun takdir buyurduğu her şey tatlı ve husûle gelecek her netice memnuniyet vericidir. Hükümdar, Yûsuf rüyasını tâbir ettikten sonra, onun kendisine getirilmesini emreder. Yûsuf son derece vekar ve sükûnet içinde, zindandan ayrılabilmesi için haksız yere kendisine tevcih edilen ithamlar üzerinde tahkikat yapılmasını, maruz kaldığı haksızlığın ortadan kaldırılmasını şart koşar: Hükümdar: “Ben rüyamda, yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yediğini; yedi yeşil başak ve bir o kadar da kurumuş başak görüyorum. Ey erkân, eğer rüya yormasını biliyorsanız rüyamı tabir ediniz” dedi. Etrafındakiler: “Birtakım karışık rüyalar, biz böyle rüyaların yorumunu bilmeyiz” dediler. Zindandaki iki kişiden kurtulmuş olanı, nice zaman sonra Yûsufu hatırladı ve: “Ben size bunu yorumlayacağım, hele beni bir gönderin” dedi. Zindana varıp: “Ey doğru sözlü Yûsuf, rüyada görülen yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yemesi; yedi yeşil başak ve bir o kadar kuru başak nedir? Bize yorumla, ben de insanlara ulaştırayım da bilsinler” dedi. Yûsuf: “Devamlı yedi sene ekip biçtiğiniz ekinin, yediğinizden artanını başağında bırakın.” Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelir, bütün biriktirdiğinizi yer, yalnız az bir miktar saklarsınız.” “Sonra, halkın yağmur göreceği bir yıl gelir, o zaman (üzüm ve zeytin gibi meyveleri) sıkıp (süt veren hayvanlan) sağarlar” dedi. Hükümdar: O’nu bana getirin dedi. Gelen elçiyi Yûsuf: “Efendine dön; kadınlar niçin ellerini kesmişlerdi bir sor. Doğrusu Rabbim onların düzenini hakkıyla bilir” dedi. Hükümdar kadınlara: “Yûsuf u kendinize râmetmek isterken durumunuz neydi?” dedi. Kadınlar: “Hâşâ onun bir fenalığını görmedik” dediler. Vezirin kansı: “Şimdi gerçek ortaya çıktı; O’nu kendime rametmek isteyen bendim. Doğrusu Yûsuf, sadıklardandır.” “Gıyabında kendisine hiyanet etmek istemediğimi Yûsuf un bilmesini isterim. Allah hainlerin düzenini başarıya erdirmez.” “Ben nefsimi temize de çıkarmıyorum; çünkü nefis, Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü şiddetle emreder. Şüphesiz Rabbim Gafûr’dir, Rahîm’dir” dedi. Hükümdar: “Getirin onu bana, kendime müsteşar edineyim” dedi. Kendisiyle de konuşurken: “Bugün nezdimizde şerefli bir mevkie sahipsin, emniyet ve itimadı haizsin” dedi Yûsuf: “Beni memleketin hâzinelerine memur et, çünkü ben koruyup yönetmesini iyi bilirim” dedi. Bundan sonra Y û s u f ’u; olgunlukta, uyanıklıkta, Allah’a teslimiyet ve güvenlilikte, halim ve selimlikte tam tekâmül etmiş bir şahsiyet olarak görüyoruz. Artık cereyan eden hadiseler arasında Hükümdar, Vezir, kadınlar ve saray erkânı görülmüyor. Bunların şahsiyetleri silinmiştir. Bu gerçeği Kur’anı Kerîm kıssada şöyle dile getiriyor: Yûsufu böylece o memlekette yerleştirip kendisine mevki verdik. Orada dilediğini yapardı. Biz rahmetimizi dilediğimize veririz. İyi davrananların ecrini zayi etmeyiz. Ahiret mükâfatı ise iman edip fenalıktan sakınanlar için daha hayırlıdır. Bu andan itibaren Y û s u f ’u, yeni bir takım hadiselerle imtihan hâlinde görüyoruz. Bu hadiseler öncekilere nispetle daha değişik. Yûsuf hadiseleri, tekâmül etmiş, olgunlaşmış, güven, vakar ve emniyet içindeki uyanık şahsiyetiyle karşılıyor. İlk defa kardeşleriyle yüzyüze geldiklerini görüyoruz. Kendisine vaktinde kötülük yapan kardeşleri huzuruna gelmişlerdir. Kendisi onlara nispetle çok daha kuvvetli durumda. Büyük bir mevki işgal ediyor. Fakat onlara karşı tutum ve davranışlarında sonsuz bir olgunluk görülüyor: Yûsuf’un kardeşleri gelip huzuruna çıktılar. Onlar Yûsuf’u tanımadıkları halde Yûsuf onları tanımıştı. Onların yüklerini, hazırlattıktan sonra: “Bana, baba bir kardeşinizi getirin. Görmüyor musunuz ki, ben ölçeği tastamam ölçüyorum, misafirperverlerin en hayırlısıyım” dedi Bana onu getirmezseniz benden bir ölçek dahi zahire beklemeyin, bana yaklaşmayın” dedi. Kardeşleri: “Babasını kandırmaya çalışacağız ve her halde bunu yaparız” dediler. Yûsuf adamlarına: “Onların zahire bedellerini yüklerinin içine koyun. Belki âilelerine dönünce onu anlarlar da bir daha dönerler” dedi. Kardeşini alıkoymak için — aslında Allahüteâla’nın takdir buyurduğu şekilde — bir plân hazırladığını görüyoruz. Bu hareketinde de kişiliğindeki olgunluk, kemâl, hâkimâne davranış, hilim ve sabır hâkimdir: Yûsufun yanına girdiklerinde, kardeşini bağrına bastı ve: “Ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme” dedi. Yûsuf onların yüklerini yükletirken, bir su kabını kardeşinin yüküne koydurdu. Sonra bir münâdî: “Ey kervancılar, siz hırsızsınız” diye bağırdı. Ya’kub’un oğulları geri dönerek: “Ne kaybettiniz?” dediler. “Hükümdarın su kabını kaybettik, onu getirene bir deve yükü mükâfat verilecek, Ben de buna kefilim” dedi “Allah’a yemin ederiz ki, memleketi ifsat etmeye gelmedik, hırsız da değiliz” dediler. Onlar: “Yalan söylüyorsunuz bunun cezası ne olacak?” diye sordular. Yakub’un oğulları: “Cezası, kimin yükünde bulunursa ceza olarak ona el konulur; biz zalimleri böyle cezalandırırız’’ dediler. Bunun üzerine Yûsuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı. Nihayet su kabını kardeşinin yükünden çıkardı. İşte Biz, Yûsuf için böyle bir plân kullandık. Hükümdarın kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı. Meğer ki, Allah dilemiş ola. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen vardır. “Çalmışsa, daha önce kardeşi de çalmıştı” dediler. Yûsuf bunu içinde sakladı Onlara açmadı İçinden: “Durumunuz pek kötüdür; anlattığınızı Allah daha iyi bilir” dedi. Kardeşleri: “Ey vezir, onun yaşlanmış, kocamış bir babası vardır. Bizden birini onun yerine al. Doğrusu biz senin iyi davrananlardan olduğunu görüyoruz” dediler. “Maazallah! Biz,malı kimde bulmuşsak ancak onu alıkoyarız. Yoksa haksızlık etmiş oluruz” dedi. Sonra Hz. Y a ’ k u b ’un çileleri doluyor, kendisini ve evini, kaplayan hasretlik vesaire gibi acılar Allah’ın takdiri ile sona eriyor. Burada Y û s u f ’u anne ve babasına karşı sonsuz bir tevazu ve tazarru içinde buluyoruz. Kardeşlerine ise çok nazik davranıyor. Şefkat ve merhametli bir hâli var. Onlara olan dargınlığıyle birlikte onları bağışlayıp affettiği de son derece nazik bir espriyle bildiriyor. Zaten geçen hadiselerde müşahede edilen Yûsuf ’un olgun davranışları, onun bir gün bu derece kemâl ve fazilet sahibi bir insan olacağını göstermekte idi: Kardeşleri vezirin yanına vardıklarında: “Ey vezir, biri de çoluk çocuğumuzu da darlık sardı. Değersiz bir sermaye ile geldik. Zahiremizi tam ölç, fazlasını sadaka say. Allah sadaka verenleri şüphesiz mükâfatlandırır” dediler. “Siz, Yûsuf ve kardeşine neler yaptığınızın farkında mısınız? dedi “Yoksa sen Yûsuf musun?” dediler. “Ben Yûsuf um, bu da kardeşim. Allah bize lütfetti. Doğrusu kim kötülükten sakınır ve sabrederse bilsin ki, Allah iyi davrananların ecrini zayi etmez” dedi. “Allah’a yemin ederiz ki, Allah seni bizden üstün tutmuştur. Doğrusu biz suç işlemiştik” dediler. Yûsuf: “Bugün, başınıza kakılarak, ayıplanacak değilsiniz. Allah sizi bağışlar. O, merhametlilerin merhametlisidir.” “Gömleğimi götürün, babamın yüzüne sürün, görmeye başlar; bütün çoluk çocuğunuzla bana gelin” dedi Nihayet Yûsuf gördüğü rüyanın tahakkuk ettiği günleri yaşarken; saltanat ve hükümranlığın zirvesine erdiği o günlerde, mutlu buluşma sahnesine şahit oluyoruz. Artık Ailenin bütün fertleri bir-araya gelmiş, en mesut ve en heyecanlı günlerini yaşıyorlar. Burada, o büyük peygamber Hz. Yûsuf’u mevki ve azametin bütün vasıflarından soyunmuş görüyoruz. Hükümranlığını, devlet ve cihanı bir yana iterek Rabbi ile baş başa kalıyor. Bütün ihlâsıyle O’na iltica etmiştir. Bu büyük münâcatta şunları söylüyordu. “Rabbim, bana hükümranlık verdin, rüyaların yorumunu öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratanı, dünyada da, âhirette de yârim yardımcım sensin. Benim müslüman olarak al ve beni sâlihler zümresine kat”. Yetişme şartları ve içinde bulunduğu toplumun kötü gelenekleri karşısında daima Allah’ı birleyip O’na teslim olan mütekâmil şahsiyet!.. (H) Ya’kub aleyhisselâm... Hasretlik acisiyle bağrı yanan, içi şefkatle dolu bir baba... Emniyet içinde uzanıp giden peygamberler zincirinin bir halkası... Yûsuf’un gördüğü rüyayı, tehlikelerini düşünüp kederlenen büyük zat... Rüyada, Y û s u f ’a büyük istikbalin vaadedilecediğini görürken, şeytanın gidip diğer oğullarının kulağına fitnelikler fısıldayabileceğini düşünen Ya’kub peygamber.. Ve bu zatın her hadisede kendini gösteren kamil, büyük şahsiyeti: Yûsuf babasına: “Babacığım, rüyamda onbir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm” demişti. Babası şunları söyledi: “Oğulcuğum, rüyam kardeşlerine anlatma. Yoksa sana düzen kurarlar; zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır.” . Rabbin seni böylece rüyandaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek, Daha önce ataların İbrahim ve İshâk’a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Ya’kub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin Alîm’dir, Halim’dir. Sonra bu büyük şahsiyeti, peygamberlik ve beşerlik vasıflarının realiteleri içinde görüyoruz. Oğulları kendisinden Y û s u f ’u alabilmek için düzen kullanıyorlar ve sonra da ona bir fecaatin haberini getiriyorlar: Bunun üzerine giderek: “Ey babamız, Yûsuf un iyiliğini istediğimiz halde, O’nu niçin bize emniyet etmiyorsun?” “Yarın O’nu bizimle beraber gönder de gezsin oynasın. Biz O’nu koruruz” dediler. Babaları: “O’nu götürmeniz beni endişeye düşürüyor. Siz farkına varmadan O’nu kurdun yemesinden korkarım” dedi And olsun ki, biz kuvvetli bir topluluk olduğumuz halde kurt O’nu yerse âciz sayılırız” dediler. Yûsuf u götürüp bir kuyunun derinliklerine bırakmayı kararlaştırdılar. Biz de kendisine: “Onların bu yaptıklarını ilerde kendilerine haber vereceksin de, kendileri farkında olmayacaklar” diye vahyettik. Akşam üstü ağlayarak babalarına geldiler. “Ey babamız, inan olsun ki biz yarışıyorduk. Yûsufu da eşyamızın yanına bırakmıştık. Bir de ne görelim, Yûsufu kurt yemiş! Her ne kadar doğru söylüyorsak ta bize inanmazsın” dediler. Başka bir kana bulanmış olarak Yûsuf un gömleğini de getirmişlerdi. Babaları: “Sizi nefsiniz korkunç bir iş yapmaya sürükledi. Artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah’tan yardım istenir” dedi. Ya’kub (A.S.) un şahsiyetini, ikinci defa oğulları tarafından ikna edilip elindeki bir parçacık sürürünü da kaybettiği sırada —o bütün gerçekçi vasıflariyle— tekrar görüyoruz. Mısır veziri, yani kardeşlerinin tanıyamadığı Yûsuf onlardan Yûsuf ’un baba bir kardeşini istiyor... Karşılığına, kıtlık yıllarında hayatlarını kurtarabilecekleri zahire verecektir... Kardeşleri bunu tahakkuk ettirmek için uğraşıyorlar. Babalarına dönünce: “Ey babamız, artık bize zahire verilmeyecek. Kardeşimizi bizimle beraber yolla ki zahirelerimiz ölçülsün. Biz onu korur gözetiriz” dediler. Ya’kub: “Daha evvel kardeşini ne derece size emniyet ettiysem, bunu da ancak o kadar emniyet edebilirim. Allah, koruyanların en hayırlısı, merhamet edenlerin en merhametlisidir” dedi. Yüklerini açınca zahire bedellerinin kendilerine iade edilmiş olduğunu gördüler ve: “Baba, işte götürdüğümüz zahire bedelleri bize iade edilmiş. Onunla ailemize erzak getirir kardeşimizi de koruruz. Ayrıca bir deve yükü fazla zahire kazanırız. Bunu elde etmek kolaydır” dediler. Babaları: “Hepiniz yok olmadıkça onu bana getireceğinize dair Allah’a karşı sağlam bir söz vermezseniz, sizinle göndermeyeceğim” dedi. Söz vermeleri üzerine: “Allah şu söylediklerimize vekil (şahit olsun) dedi. Yakub: “Oğullarını, şehre tek kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan girin. Bununla beraber, ben, Allah'ın size dair kaderinden birşey değiştiremem. Hüküm ancak Allah'ındır. O na güvendim Güvenenler de O’na güvensinler” dedi. Şehre babalarının emrettiği gibi girdiler. Esasen bu, Allah katinda onlara bir fayda sağlamazdı. Ancak Ya’kub içindeki arzuyu ortaya koymuş olup şüphesiz ki O, kendisine vahy ile öğrettiklerimizi bilmekte idi. Fakat insanların çoğu bilmezler. Ya’kub... Bu dertli baba, bu peygamberler zincirinin bir halkası yeni bir faciayla karşılaşıyor... Allahüteâla Yûsuf 'un kardeşinin M ı s ı r ’da alıkonmasını takdir buyurur, Yûsuf bu takdiri yerine getirmek için plân hazırlar ve özel bir şahsiyete sahip bulunan kardeşi Bünyâmin Mısır da alıkonur. Yûsuf un öz kardeşi Bünyâmin’in cereyan eden hadiselerde mümtaz şahsiyeti göze çarpmaktadır. Kardeşlerinin babalarına verdikleri sözü düşünerek saygı ve şefkat dolu kalbiyle bir an önce babasına dönmek ister. Fakat bunu yapabilmek için ya babasından izin gelmeli ve yahut, hükmedenlerin en hayırlısı olan Allahüteâla’nın hükmü nâail olmalıdır:Ümitsizliğe düşünce, konuşmak üzere bir kenara çekildiler. Büyükleri söyledi dedi: “Babanızın Allah’a karşı sizden söz aldığını, daha önce Yusuf meselesinde de ileri gittiğinizi bilmiyor musunuz? Artık babam bana izin verene veya Allah hakkımda hüküm verene kadar — ki O, hükmedenlerin en hayırlısıdır — buradan kat’iyen ayrılmam”.. “Siz dönün, babanıza deyin ki: Ey baba, oğlun inan ki, hırsızlık etti. Biz bildiğimizden başka bir şey görmedik.” Görülmeyeni de bilmeyiz. Bulunduğumuz kervana da sorabilirsin. Biz şeksiz şüphesiz doğru söylüyoruz”. Ya’kub: “Sizin nefisleriniz bu koskaca işi size kolaylaştırmış, küçültmüş. Bu hâle karşı, sükûnet ve ümit içinde sabır gerekir. Belki Allah hepsini bir arada bana kavuşturur. Zira 0, Alîm’dir, Hakîm’-dir. Onlardan yüz çevirdi: “Vah Yûsuf’a yazık oldu! dedi ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyordu. “Allah’a yemin ederiz ki, Yûsuf’u anıp durman seni bitkin düşürecek ve helâk olacaksın” dediler. Ya’kub: “Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah’a açarım. Allah katından, sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi “Ey oğullarım, gidin, Yûsuf u ve kardeşini arayın. Allah’ın yardımından ümidinizi kesmeyin. Doğrusu kâfirlerden başkası Allah’ın yardımından ümidini kesmez.” Hz. Y a ’ k u b ’u, çektiği uzun çileler sonunda yine gerçekleri görebilen ve işaretlerden mâna çıkaran bir zat olarak görüyoruz. Yûsuf ’un gömleğinde onun kokusunu alır, diğer oğullarının kendisini ağlatan acı hareketleri karşısında Rabbına karşı beslediği güven zerrece sarsılmaz: Kervan, memleketlerine dönmek üzere Mısır’dan ayrıldığında babaları: “İnan olsun ki ben Yûsuf’un kokusunu duyuyorum; ne olur bana bunak demeyin” dedi. Çevresindekiler: “Allah’a yemin ederiz ki sen, hâlâ eski şaşkınlığındasın” dediler. Müjdeci gelince, gömleği Yakup’un yüzüne sürdü, hemen gözleri açıldı. Bunun üzerine Ya’kub: “Ben sizin bilmediklerinizi Allah tarafından bilirim, demedim mi?” dedi.Oğulları: “Ey babamız, suçlarımızın bağışlanmasını dile. Bizler biç şüphesiz suçluyuz” dediler. Yakub: “Rabbimden bağışlanmanızı dileyeceğim. O, şüphesiz Gafûr’dur, Rahîm’dir” dedi. İşte, rabbani işaret ve hususiyetlere iman etmiş, duygu ve davranışlardaki Allah’ın hikmetine inanmış kâmil bir şahsiyet... Hadiselerdeki realiteleri tahrif ve tezyin etmeye lüzum görmeden kabul eden ve bu zâviyeden değerlendiren gerçekçi bir insan...1-dot
5 Fotoğraf5 Fotoğraf
LÂİKLİKLE MUHÂFAZAKÂRLIK ARASINDA SIKIŞIP KALMAK
Kur’ân/sünnet-merkezli din arka-plânda kalıyor. Böylece insanı, ümmeti ve Dünyâ’yı değiştirecek sözler edilemiyor ve amel-eylemlerde bulunulamıyor. Bunun gerçekleşmesinin önündeki en büyük engel lâikler ve muhâfazakârlar oluyor. Lâikler ve muhâfazakârlar ile uğraşmak, vahyi nefse ve hayâta hâkim kılmanın önüne geçiyor. *** Bu nedenle de lâikleri lâiklikten vazgeçirmekle ve muhâfazakârları muhâfazakârlıktan vazgeçirmekle değil; İslâm’ı, “ilmî ve amelî şekilde birlikte ortaya koyarak” bu sıkışmışlıktan kurtulmak ve hakkı görünür kılmak için çalışmak tek çâredir. *** İşte üzerinde yoğunlaşılarak çalışılacak fikir. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları.Bağlantı“Müslümanım!” demelerine rağmen muhâfazakâr ve lâiklik yolunda gidenler, kendi yollarını “mutlak doğru yol” zannettiklerinden, artık Peygamber-örnekliği ile sâbit olan “Kur’ân-İslâm hâkimiye…
Geçen Ay
Hüseyin şaşmaz'dan (Hüseyin uzun) İsa tahtalıya . *** Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var.o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? ***************************************************** MÜSLÜMAN OLMAYANLARIN AKİDESİ--(Sınırlıdır) BAŞLAMA***3 BURADAN DEVAM... ************************* **ÖNEMLİ**CENNETİN ANAHTARI... «Muhakkak ki Allahü Taalâ kendisine şirk koşulmasını affetmez. Ve istediği kimse için bundan başka hepsini affeder» kavli şerifini tefsir ettiğimiz zaman Yahudilerin Allah’ı bırakıp ta kendi hahamlarını ve din büyüklerini Rab ittihaz edindiklerini, bunun Üzerine şirke daldıklarını söylediğimizi unutmayalım. Yuhudilerin din adamlarına doğrudan doğruya ibadet etmiş değillerdi. Fakat onların kendiliklerinden ortaya attıkları şekilde halâlı haram ve haramı da halâl kabul ederek hüküm vazetme ve hakimiyyet esasını evvelemirde onlara vererek şirke düşmüşlerdi... Allahü Taala her şeyi affeder de şirki affetmez... Hatta büyük günahları bile affeder... «İsterse zina etsin, isterse hırsızlık yapsın, isterse içki içsin... Hepsini affeder...» Bütün mesele Rab olarak yalnız ve yalnız Allahü Taalâyı tanımakdır. **********Dikkat önemli...********** Binaenaleyh, hâkimiyyeti sadece Allahü Taalâya vermek gerekir. Ülûhiyyet makamının en önemli husisiyyeti budur. İşte bu çerçeve dahilinde müslüman müslüman olarak, mümin mümin olarak kalabilir. İşte bundan sonra İnsan büyük te olsa günahlarının affını ümid edebilir... Bunun dışında kalan şirke gelince bunu Allahü Taalâ ebediyyen affetmez.Zira Islamın şartı ve imanın haddi budur... Çünkü Cenabı Allah «Şayet Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsanız» diyor... "VAHDETİ VÜCUT FELSEFESİ": "NEW AGE FELSEFESİ" **************************************************** Fikri metni anlamak demek, ne okuyucunun fikri metinden zevk alması ne de metnin anlamı üzerinde yoğunlaşmasıdır. Fikri metni anlamak, onu pratiğe geçirmek üzere benimsemektir. Fikri metin pratiğe geçirilmediği sürece bir yararı ve değeri yoktur. Çünkü fikri metin, okunup benimsendikten sonra pratiğe geçirilmek için okunur. Böyle yapılmadığı takdirde fikri metnin ne faydası ne de değeri kalır. Zira düşünce sadece bilgi olsun diye öğrenilmez. Bunun yanında, bir de benimsenip pratiğe geçirmek için elde edilir, okunur. Düşünceyi benimsemek ise ancak düşünce olgusunu ve onun göstergeleri konumundaki anlamını zihinde canlandırmakla olur. Bu açıdan fikri metni anlamak için ön bilgilerin yanı sıra, şu üç noktaya dikkat etmek gerekir: 1- Ön bilgilerin anlaşılması istenen metindeki düşünceyle aynı düzeyde olması, 2- Fikri metindeki düşünce olgusunu, bu düşünce ile ilgili olmayan hususlardan tamamen ayırt edecek ve sınırlandıracak şekilde olduğu gibi kavramak. 3- Bu olgunun gerçekliğini ortaya koyabilecek şekilde, zihinde doğru bir biçimde canlandırmak. Bu üç noktayı göz önünde bulundurmadan fikri metni anlamak, yani metindeki düşünceyi algılamak mümkün değildir. Zira düşünceyi anlamak, sadece anlamını bilmek değildir aynı zamanda onu benimsemektir. ************************** FİKRİ METİNLER. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. *** http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb *** KAVRAM KARIŞIKLIĞINA SON* *NET KAVRAM ZAMANI. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/kisi-hukum-verirken-verdigi-konu.html Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://meerstr11.blogspot.nl/ EŞYA BAZ,ÖLÇÜ ALINDIĞINDA. http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/ KAİNATIN,TÜM İNSANLIĞIN KURTULUŞ İSTİKAMETİ. http://www.dailymotion.com/video/x4td27k_kainatin-tum-insanligin-kurtulus-istikameti_videogames SEN VE SENİN DAVAN ÖNEMLİLER İÇİNDE BİR İLK'TİR UNUTMA...! http://www.dailymotion.com/video/x4bi2k2_sen-ve-senin-davan-onemliler-icinde-bir-ilk-tir-unutma_videogames *** Bu konular üzerinde gençlere bilgi vermek istiyorum. İlginize şimdiden Allah razı olsun. Allah'a emanet ol.1-dot
Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var.o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? ***************************************************** MÜSLÜMAN OLMAYANLARIN AKİDESİ--(Sınırlıdır) BAŞLAMA***3 BURADAN DEVAM... ************************* **ÖNEMLİ**CENNETİN ANAHTARI... «Muhakkak ki Allahü Taalâ kendisine şirk koşulmasını affetmez. Ve istediği kimse için bundan başka hepsini affeder» kavli şerifini tefsir ettiğimiz zaman Yahudilerin Allah’ı bırakıp ta kendi hahamlarını ve din büyüklerini Rab ittihaz edindiklerini, bunun Üzerine şirke daldıklarını söylediğimizi unutmayalım. Yuhudilerin din adamlarına doğrudan doğruya ibadet etmiş değillerdi. Fakat onların kendiliklerinden ortaya attıkları şekilde halâlı haram ve haramı da halâl kabul ederek hüküm vazetme ve hakimiyyet esasını evvelemirde onlara vererek şirke düşmüşlerdi... Allahü Taala her şeyi affeder de şirki affetmez... Hatta büyük günahları bile affeder... «İsterse zina etsin, isterse hırsızlık yapsın, isterse içki içsin... Hepsini affeder...» Bütün mesele Rab olarak yalnız ve yalnız Allahü Taalâyı tanımakdır. **********Dikkat önemli...********** Binaenaleyh, hâkimiyyeti sadece Allahü Taalâya vermek gerekir. Ülûhiyyet makamının en önemli husisiyyeti budur. İşte bu çerçeve dahilinde müslüman müslüman olarak, mümin mümin olarak kalabilir. İşte bundan sonra İnsan büyük te olsa günahlarının affını ümid edebilir... Bunun dışında kalan şirke gelince bunu Allahü Taalâ ebediyyen affetmez.Zira Islamın şartı ve imanın haddi budur... Çünkü Cenabı Allah «Şayet Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsanız» diyor... "VAHDETİ VÜCUT FELSEFESİ": "NEW AGE FELSEFESİ" **************************************************** Fikri metni anlamak demek, ne okuyucunun fikri metinden zevk alması ne de metnin anlamı üzerinde yoğunlaşmasıdır. Fikri metni anlamak, onu pratiğe geçirmek üzere benimsemektir. Fikri metin pratiğe geçirilmediği sürece bir yararı ve değeri yoktur. Çünkü fikri metin, okunup benimsendikten sonra pratiğe geçirilmek için okunur. Böyle yapılmadığı takdirde fikri metnin ne faydası ne de değeri kalır. Zira düşünce sadece bilgi olsun diye öğrenilmez. Bunun yanında, bir de benimsenip pratiğe geçirmek için elde edilir, okunur. Düşünceyi benimsemek ise ancak düşünce olgusunu ve onun göstergeleri konumundaki anlamını zihinde canlandırmakla olur. Bu açıdan fikri metni anlamak için ön bilgilerin yanı sıra, şu üç noktaya dikkat etmek gerekir: 1- Ön bilgilerin anlaşılması istenen metindeki düşünceyle aynı düzeyde olması, 2- Fikri metindeki düşünce olgusunu, bu düşünce ile ilgili olmayan hususlardan tamamen ayırt edecek ve sınırlandıracak şekilde olduğu gibi kavramak. 3- Bu olgunun gerçekliğini ortaya koyabilecek şekilde, zihinde doğru bir biçimde canlandırmak. Bu üç noktayı göz önünde bulundurmadan fikri metni anlamak, yani metindeki düşünceyi algılamak mümkün değildir. Zira düşünceyi anlamak, sadece anlamını bilmek değildir aynı zamanda onu benimsemektir. ************************** FİKRİ METİNLER. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. *** http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb *** KAVRAM KARIŞIKLIĞINA SON* *NET KAVRAM ZAMANI. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/kisi-hukum-verirken-verdigi-konu.html Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://meerstr11.blogspot.nl/ EŞYA BAZ,ÖLÇÜ ALINDIĞINDA. http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/ KAİNATIN,TÜM İNSANLIĞIN KURTULUŞ İSTİKAMETİ. http://www.dailymotion.com/video/x4td27k_kainatin-tum-insanligin-kurtulus-istikameti_videogames SEN VE SENİN DAVAN ÖNEMLİLER İÇİNDE BİR İLK'TİR UNUTMA...! http://www.dailymotion.com/video/x4bi2k2_sen-ve-senin-davan-onemliler-icinde-bir-ilk-tir-unutma_videogames1-dot
Hizb-ut Tahrir1-dot
Hizb-ut Tahrir, İslamcı siyasi parti. 1953'te Filistinli alim Takiyyuddin en Nebhani tarafından Kudüs'te kurulmuştur. Partinin amacı tüm Müslümanları birleştirerek şeriat kurallarıyla yönetilecek İslami hilafet devleti kurmaktır.Siyasi PartiHizb-ut Tahrir, İslamcı siyasi parti. 1953'te Filistinli alim Takiyyuddin en Nebhani tarafından Kudüs'te kurulmuştur. Partinin amacı tüm Müslümanları birleştirerek şeriat kurallarıyla yönetilecek İslami hilafet devleti kurmaktır.
Paylaş
Babalık şefkati içerisinde hasret duygusiyle bağrı yanan ve emin peygamberler zincirinin bir halkasını teşkil eden Hz. Ya’kub'lar... Yûsuf ’un, kendilerini en korkunç kin ve ihtiraslara kaptırarak en çirkin hilelere başvuran kardeşleri. .. Bunların içinde, kıssanın her merhalesinde nezih ve mümtaz şahsiyetiyle dikkati çeken bir kişi hariç, diğerlerinin, işledikleri cürümlerin acı sonucuyle yüzyüze gelirken geçirdikleri korku, heyecan ve zaaflar... Dişiliğinin tahrik edici bütün unsur ve arzularını harekete geçiren Vezir karısı... Bu kadının şahsında, yaşadığı hayatın özelliklerine uygun hareketlerle birlikte müşahede edilen o günkü Mısır cahiliyeti ve kral saraylarındaki içtimai hayat nizamı... Cahiliyet devri Mısır ’ında yüksek tabakaya mensup kadınların hâli ve bu halleriyle o günkü yaşayışa ışık tutmuş olmaları... Bu hallerinden olarak vezirin karısı ve Yûsuf hakkında söyledikleri sözler, Y û s u f ’u baştan çıkarmaya çalışmaları, vezirin karısının Y û s u f 'u bu kadınlar huzurunda tehdit edişi, sarayda çevrilen entrika ve dolapların Yûsuf un zindanında bilhassa kendini göstermesi... Üzerinde yüksek tabakanın gölgesi ve o günkü yaşayışın tesirleri müşahede edilen Vezir... Bu Vezirin mezkûr tesirler altında Y û s u f ’a karşı işlediği cürüm... Kıssanın cereyan eden hadiseleri arasında vezir gibi bir an için görünüp sonra aydınlık sahalardan uzaklaşarak gölgeliklerin kesafetinde kaybolan Hükümdar... Bütün bu şahsiyetler üzerinde, canlandırılıp tablolaştırılan hayat nizamında, duygular ve hareketlerde beşerin gerçek yüzü ortaya çıkmış oluyor... Kıssa anlatılırken, gelişip olgunlaşan her gerçek hadisenin, her şahsiyetin, iyi veya kötü her vakıanın üzerinde durularak hakkı verilmektedir. Bu durum, kıssa ve benzeri şeylerde İslâmın takip ettiği temiz, nezih metodu gösteriyor. Kıssa, bütün yönleriyle doğruyu ve gerçeği dile getirirken ne beşerden vâki olan kötü hareketleri ihmal ediyor, ne de Batı cahiliyetinin gerçekleri söylemek adına yaptıkları gibi bu kötülükleri çamur bataklığı şeklinde gösteriyor. Kıssada beşerin cinsi ve benzeri bazı hususlarda zaaflarına raslıyoruz. Beşerin psikolojik ve ahlâki durumlarına temas edilirken, bu zaaflar, tahrif ve tebdil edilmeden tasvir olunuyor. İnsanoğlunun temiz fıtratından zuhur eden hatalı şeyler belirtilerek kokmuş bir bataklık şeklinde gösterilmiyor. Nitekim yirminci yüzyılın cahiliyetinde tabiat gerçekleri veya son zamanlarda tabiî olaylar diye adlandırılan bir takım vakıalar, cahiliyetin kalemiyle bataklıklar haline getirilmektedir. Evet, Yûsuf Kıssası, çeşitli şahıs ve halleri ihtiva eden hadiseleri katıksız ve tertemiz ifadelerle dile getirmeye devam ediyor. (A) Yûsuf un kardeşleri Kalblerindeki küçük kıskançlık büyüye büyüye son haddini buldu ve vicdanlarının önüne kalın bir perde gibi gerildi. İşleyecekleri cinayetin korkunçluğunu, fecaat ve iğrençliğini göremez hale geldiler. Arkadaş oldukları şeytan hîle-i şer’iye yolları buluyor, cinayeti onlara meşru gösteriyordu. Peygamberler zincirinin halkalarından Hz. İbrahim’in torunu ve Hz. İshâk’ın oğlu Ya’kub peygamber, babaları idi. Şeytan, peygamber sülâlesine mensup olmaları sebebiyle onları kandırmak için özel bir metot kullanıyordu. Ona göre;asil bir sülâleye mensup oluşları, din ve geleneklerine bağlı bulunmaları istediklerini yapmaya hak kazandırabilirdi. Bu durumda işleyecekleri cinayet meşru bir arzunun tahakkuku demekti. Yapılacak işin iğrenç ve feci bir tarafı yoktu. Ve meşru addederek işlediler o büyük suçu: And olsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinin hadisesinde, soranlara nice ibretler vardır. Kardeşleri: “Babamız, Yûsuf u ve kardeşini daha çok seviyor. Biz ise daha güçlü bir topluluğuz. Babamız apaçık yanlışlık içindedir.” Yûsuf u öldürün. Yahut O’nu uzak bir yere sürün ki, babanızın teveccühü yalnız size münhasır olsun. Ve siz ondan sonra sâlih bir zümre olasınız.” İçlerinden biri: “Yûsuf u öldürmeyin, O’nu bir kuyunun dibine bırakın da yolcu kafilesinden biri O’nu bulup götürsün. Eğer mutlaka yapacaksanız bari böyle yapın’’ dedi. Bunun üzerine giderek: “Ey babamız, Yûsuf un iyiliğini istediğimiz halde O’nu niçin bize emniyet etmiyorsun?” Yarın O’nu bizimle beraber gönder de gezsin oynasın. Biz O’nu koruruz” dediler. Babaları: “O’nu götürmeniz beni endişeye düşürüyor. Sis farkına varmadan O’nu kurdun yemesinden korkarım” dedi. And olsun ki, biz kuvvetli bir topluluk olduğumuz halde kurt O’nu yerse biz Aciz sayılırız” dediler. Yûsuf’u götürüp bir kuyunun derinliklerine bırakmayı kararlaştırdılar. Biz de kendisine: “Onların bu yaptıklarını ilerde kendilerine haber vereceksin de kendileri farkında olmayacaklar” diye vahyettik. Akşam üstü ağlayarak babalarına geldiler. “Ey babamız, inan olsun biz yarışıyorduk. Yûsuf’u da eşyamızın yanına bırakmıştık. Bir de ne görelim, Yûsuf u kurt yemiş. Her ne kadar doğru söylüyorsak ta bize inanmazsın” dediler. Başka bir kana bulanmış olarak Yûsuf un gömleğini de getirmişlerdi. Babaları: “Sizi nefsiniz korkunç bir iş yapmaya sürükledi. Artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah’tan yardım istenir” dedi. Artık onları, kıssanın her safhasında ayni hâl ve davranış içinde görüyoruz. — Kıssanın başlangıcından sonuna kadar sadece bir kardeşin özel davranıştan hariç — birlik halindeler. O kıtlık yıllarında bir parçacık buğday satın alabilmek için Ken’an illerinden M ı s ı r ’a kadar gelmişler, vezirlik makamını işgal eden kardeşleri Y û s u f ’u tanımamışlardı. Yûsuf bir bahane ile kardeşlerinden birini getirmelerini şart koşmuş, onlar da almış getirmişlerdi. Yûsuf, Kralın su kabı kaybolmuş gibi bir plân tertipleyerek, kardeşini suçlamak suretiyle alıkoydu. Aslında bütün bunlar takdiri ilâhi ile oluyordu. Onlar ise hadiselerin içyüzüne vâkıf değillerdi. Kardeşlerinin hırsızlıkla itham edilmesi üzerine Y û s u f ’a karşı içlerinde mevcut olan kin tekrar alevlendi ve hâlâ tanıyamayıp sadece Mısır Veziri sandıkları Y û s u f ’a:“Çalmışsa, daha önce kardeşi de çalmıştı” dediler. Yûsuf bunu içinde sakladı. Onlara açmadı. İçinden: “Durumunuz pek kötüdür; anlattıklarınızı Allah daha iyi bilir” dedi. Onları, babalarının huzuruna ikinci bir kara haberle gittiklerinde yine hiç değişmemiş buluyoruz. İhtiyar, hâlsiz ve mahzum durumda olan babaları, Y Û s U f ’a karşı kederini tekrarlayınca, onların da içlerinde sakladıktan, Y û s u f *la ilgili eski düşmanlıktan alevleniverdi. Babalarının ihtiyarlığına ve mükedder haline acımadan ona sert cevaplar veriyorlardı: (Yakub) onlardan yüz çevirdi: “Vah Yûsuf’a! Yazık oldu!” dedi. Ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyordu. Onlar: “Allah’a yemin ederiz ki, Yûsuf u anıp durman seni bitkin düşürecek ve helâk olacaksın” dediler. En sonunda; Y û s u f ’la tanışıp biliştikten ve Yûsuf, gömleğini kendileriyle babasına gönderdikten sonra da kin ve hasetlerine devam ettiklerini görüyoruz. O esnada da babalarının Yûsuf ’tan bahsetmesi, onun kokusunu aldığını söylemesi kinlerini tazeliyor ve babalarını incitip üzmekten kendilerini alamıyorlar: Kervan, memleketine dönmek üzere Mısır’dan ayrıldığında babaları: “İnan olsun ki ben Yûsuf’un kokusunu duyuyorum; ne olur bana bunak demeyin” dedi. Çevresindekiler: “Allah’a yemin ederiz ki sen, hâlâ eski şaşkınlığındasın” dediler. (B) Vezirin karısı... Şehvetinin esiri olan bu kadının şehevî duyguları diğer duygularını köreltmiş, gözü bir şeyi görmez olmuştur. Ne kadınlığın gerektirdiği hayâ, ne İçtimaî mevkiinin mümtaz oluşu, ne de mensup olduğu ailenin yüksekliği onu bu esaretten kurtarabilmiştir. Zaten bu faziletlerin hipsinden de uzaktı o... Fakat, bu halleriyle de yetinmiyordu. Kendini temize çıkarmak vesaire gibi şeyleri başarmak için kadınlığın her türlü hile ve desiselerini kullanıyordu: Bilâhare kendisi vasıtasiyle töhmet altına girmek üzere olan kadınları bu töhmetten kurtarmaya çalışması; bu kadınların Y û s u f ’la aralarında münasebet kuracaklarından korkarak, entrika çevirmelerine fırsat vermemesi; Y û s u f ’a, hayatla alâkası kesilecek şekilde bir ceza tayin etmesi; bir yandan kendisi hakkındaki dedikoduları örtbas etmek, diğer taraftan kendisine iftihar ve gurur payı ayırmak için davet ettiği sosyete kadınları hanımlık iffetine yakışmayan hareketlere sevk edişi ve entrikalarla meselenin içinden çıkmaya çalışması hep bu cümledendir... Çeşitli yönleriyle iffet, ahlâk ve faziletten tamamen uzak olar bu hadiseler, gerçekten beşer hayatında cereyan etmiş birer vâkıadır. Kuranı Kerim bu vâkıaları anlatırken, hem hadiseleri bütün çıplakliğiyle tasvir edip çamur bataklığı halinde gözler önüne seriyor, hem de bu tasvir ve ifadeleri sunarken o nezih ve temiz üslûbundan bir kerecik olsun uzaklaşmıyor. Halbuki “tabiî hikâye”, “gerçek kıssa” gibi adlarla bu günün cahiliyet kalemlerinin yazdığı kitaplar, hikâyeyi teşkil eden o kokmuş, denî (Soysuz, alçak, ahlâksız. * Dünyaya âit, fâni ve geçici.)bataklıkta yuvarlanıp dururlar!.. Kur’anın takip ettiği bu üslup, Islâmın edebî sahadaki prensibinin yüce bir örneğidir: Mısır’da O’nu satın alan kimse karısına: “O’na güzel bak, belki bize faydası dokunur veya O’nu evlat ediniriz” dedi Biz ise böylece Yûsuf’u o memlekete yerleştirdik. O’na rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, iradesini yerine getirmekte herşeye galip gelir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. Erginlik çağına erince O’na hikmet ve bilgi verdik. İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız. Evinde bulunduğu kadın O’nu kendine çağırdı. Kapıları sıkı sıkı kapadı ve “gelsene” dedi. Yûsuf: “Günah işlemekten Allah’a sığınırım. doğrusu senin kocan benim efendimdir. Bana iyi baktı. Haksızlık yapanlar şüphesiz başarıya ulaşamazlar” dedi. And olsun ki kadın Yûsuf'a karşı istekli idi. Rabbından bir işaret görmeseydi Yûsuf ta onu isteyecekti. İşte ondan kötülüğü ve fenalığı böylece engelledik. Çünkü O, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı. ikisi de kapıya koştu. Kadın arkadan Yûsuf un gömleğini boylu boyunca yırttı. Kapının önünde kocasına rastladılar. Kadın kocasına: “Ailene fenalık etmek isteyen bir kimsenin cezası ya hapis, ya da can yakıcı bir azap olmalıdır” dedi. Yûsuf: “Beni kendine o çağırdı” dedi. Kadının yakınlarından bir şahit “Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylemiştir ve bu da yalancılardandır.” Şayet gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylemiştir, erkek doğrulardandır” diye şahitlik etti. Kocası gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, karısına hitaben: “Doğrusu bu sizin düzeninizdir. Siz kadınların düzeni büyüktür” dedi Yûsuf a dönerek: “Yûsuf, sen bu işi kapat!”, tekrar kadına dönüp: “Sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü suçlusun” dedi.1-dot
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
Babalık şefkati içerisinde hasret duygusiyle bağrı yanan ve emin peygamberler zincirinin bir halkasını teşkil eden Hz. Ya’kub'lar... Yûsuf ’un, kendilerini en korkunç kin ve ihtiraslara kaptırarak en çirkin hilelere başvuran kardeşleri. .. Bunların içinde, kıssanın her merhalesinde nezih ve mümtaz şahsiyetiyle dikkati çeken bir kişi hariç, diğerlerinin, işledikleri cürümlerin acı sonucuyle yüzyüze gelirken geçirdikleri korku, heyecan ve zaaflar... Dişiliğinin tahrik edici bütün unsur ve arzularını harekete geçiren Vezir karısı... Bu kadının şahsında, yaşadığı hayatın özelliklerine uygun hareketlerle birlikte müşahede edilen o günkü Mısır cahiliyeti ve kral saraylarındaki içtimai hayat nizamı... Cahiliyet devri Mısır ’ında yüksek tabakaya mensup kadınların hâli ve bu halleriyle o günkü yaşayışa ışık tutmuş olmaları... Bu hallerinden olarak vezirin karısı ve Yûsuf hakkında söyledikleri sözler, Y û s u f ’u baştan çıkarmaya çalışmaları, vezirin karısının Y û s u f 'u bu kadınlar huzurunda tehdit edişi, sarayda çevrilen entrika ve dolapların Yûsuf un zindanında bilhassa kendini göstermesi... Üzerinde yüksek tabakanın gölgesi ve o günkü yaşayışın tesirleri müşahede edilen Vezir... Bu Vezirin mezkûr tesirler altında Y û s u f ’a karşı işlediği cürüm... Kıssanın cereyan eden hadiseleri arasında vezir gibi bir an için görünüp sonra aydınlık sahalardan uzaklaşarak gölgeliklerin kesafetinde kaybolan Hükümdar... Bütün bu şahsiyetler üzerinde, canlandırılıp tablolaştırılan hayat nizamında, duygular ve hareketlerde beşerin gerçek yüzü ortaya çıkmış oluyor... Kıssa anlatılırken, gelişip olgunlaşan her gerçek hadisenin, her şahsiyetin, iyi veya kötü her vakıanın üzerinde durularak hakkı verilmektedir. Bu durum, kıssa ve benzeri şeylerde İslâmın takip ettiği temiz, nezih metodu gösteriyor. Kıssa, bütün yönleriyle doğruyu ve gerçeği dile getirirken ne beşerden vâki olan kötü hareketleri ihmal ediyor, ne de Batı cahiliyetinin gerçekleri söylemek adına yaptıkları gibi bu kötülükleri çamur bataklığı şeklinde gösteriyor. Kıssada beşerin cinsi ve benzeri bazı hususlarda zaaflarına raslıyoruz. Beşerin psikolojik ve ahlâki durumlarına temas edilirken, bu zaaflar, tahrif ve tebdil edilmeden tasvir olunuyor. İnsanoğlunun temiz fıtratından zuhur eden hatalı şeyler belirtilerek kokmuş bir bataklık şeklinde gösterilmiyor. Nitekim yirminci yüzyılın cahiliyetinde tabiat gerçekleri veya son zamanlarda tabiî olaylar diye adlandırılan bir takım vakıalar, cahiliyetin kalemiyle bataklıklar haline getirilmektedir. Evet, Yûsuf Kıssası, çeşitli şahıs ve halleri ihtiva eden hadiseleri katıksız ve tertemiz ifadelerle dile getirmeye devam ediyor. (A) Yûsuf un kardeşleri Kalblerindeki küçük kıskançlık büyüye büyüye son haddini buldu ve vicdanlarının önüne kalın bir perde gibi gerildi. İşleyecekleri cinayetin korkunçluğunu, fecaat ve iğrençliğini göremez hale geldiler. Arkadaş oldukları şeytan hîle-i şer’iye yolları buluyor, cinayeti onlara meşru gösteriyordu. Peygamberler zincirinin halkalarından Hz. İbrahim’in torunu ve Hz. İshâk’ın oğlu Ya’kub peygamber, babaları idi. Şeytan, peygamber sülâlesine mensup olmaları sebebiyle onları kandırmak için özel bir metot kullanıyordu. Ona göre;asil bir sülâleye mensup oluşları, din ve geleneklerine bağlı bulunmaları istediklerini yapmaya hak kazandırabilirdi. Bu durumda işleyecekleri cinayet meşru bir arzunun tahakkuku demekti. Yapılacak işin iğrenç ve feci bir tarafı yoktu. Ve meşru addederek işlediler o büyük suçu: And olsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinin hadisesinde, soranlara nice ibretler vardır. Kardeşleri: “Babamız, Yûsuf u ve kardeşini daha çok seviyor. Biz ise daha güçlü bir topluluğuz. Babamız apaçık yanlışlık içindedir.” Yûsuf u öldürün. Yahut O’nu uzak bir yere sürün ki, babanızın teveccühü yalnız size münhasır olsun. Ve siz ondan sonra sâlih bir zümre olasınız.” İçlerinden biri: “Yûsuf u öldürmeyin, O’nu bir kuyunun dibine bırakın da yolcu kafilesinden biri O’nu bulup götürsün. Eğer mutlaka yapacaksanız bari böyle yapın’’ dedi. Bunun üzerine giderek: “Ey babamız, Yûsuf un iyiliğini istediğimiz halde O’nu niçin bize emniyet etmiyorsun?” Yarın O’nu bizimle beraber gönder de gezsin oynasın. Biz O’nu koruruz” dediler. Babaları: “O’nu götürmeniz beni endişeye düşürüyor. Sis farkına varmadan O’nu kurdun yemesinden korkarım” dedi. And olsun ki, biz kuvvetli bir topluluk olduğumuz halde kurt O’nu yerse biz Aciz sayılırız” dediler. Yûsuf’u götürüp bir kuyunun derinliklerine bırakmayı kararlaştırdılar. Biz de kendisine: “Onların bu yaptıklarını ilerde kendilerine haber vereceksin de kendileri farkında olmayacaklar” diye vahyettik. Akşam üstü ağlayarak babalarına geldiler. “Ey babamız, inan olsun biz yarışıyorduk. Yûsuf’u da eşyamızın yanına bırakmıştık. Bir de ne görelim, Yûsuf u kurt yemiş. Her ne kadar doğru söylüyorsak ta bize inanmazsın” dediler. Başka bir kana bulanmış olarak Yûsuf un gömleğini de getirmişlerdi. Babaları: “Sizi nefsiniz korkunç bir iş yapmaya sürükledi. Artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah’tan yardım istenir” dedi. Artık onları, kıssanın her safhasında ayni hâl ve davranış içinde görüyoruz. — Kıssanın başlangıcından sonuna kadar sadece bir kardeşin özel davranıştan hariç — birlik halindeler. O kıtlık yıllarında bir parçacık buğday satın alabilmek için Ken’an illerinden M ı s ı r ’a kadar gelmişler, vezirlik makamını işgal eden kardeşleri Y û s u f ’u tanımamışlardı. Yûsuf bir bahane ile kardeşlerinden birini getirmelerini şart koşmuş, onlar da almış getirmişlerdi. Yûsuf, Kralın su kabı kaybolmuş gibi bir plân tertipleyerek, kardeşini suçlamak suretiyle alıkoydu. Aslında bütün bunlar takdiri ilâhi ile oluyordu. Onlar ise hadiselerin içyüzüne vâkıf değillerdi. Kardeşlerinin hırsızlıkla itham edilmesi üzerine Y û s u f ’a karşı içlerinde mevcut olan kin tekrar alevlendi ve hâlâ tanıyamayıp sadece Mısır Veziri sandıkları Y û s u f ’a:“Çalmışsa, daha önce kardeşi de çalmıştı” dediler. Yûsuf bunu içinde sakladı. Onlara açmadı. İçinden: “Durumunuz pek kötüdür; anlattıklarınızı Allah daha iyi bilir” dedi. Onları, babalarının huzuruna ikinci bir kara haberle gittiklerinde yine hiç değişmemiş buluyoruz. İhtiyar, hâlsiz ve mahzum durumda olan babaları, Y Û s U f ’a karşı kederini tekrarlayınca, onların da içlerinde sakladıktan, Y û s u f *la ilgili eski düşmanlıktan alevleniverdi. Babalarının ihtiyarlığına ve mükedder haline acımadan ona sert cevaplar veriyorlardı: (Yakub) onlardan yüz çevirdi: “Vah Yûsuf’a! Yazık oldu!” dedi. Ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyordu. Onlar: “Allah’a yemin ederiz ki, Yûsuf u anıp durman seni bitkin düşürecek ve helâk olacaksın” dediler. En sonunda; Y û s u f ’la tanışıp biliştikten ve Yûsuf, gömleğini kendileriyle babasına gönderdikten sonra da kin ve hasetlerine devam ettiklerini görüyoruz. O esnada da babalarının Yûsuf ’tan bahsetmesi, onun kokusunu aldığını söylemesi kinlerini tazeliyor ve babalarını incitip üzmekten kendilerini alamıyorlar: Kervan, memleketine dönmek üzere Mısır’dan ayrıldığında babaları: “İnan olsun ki ben Yûsuf’un kokusunu duyuyorum; ne olur bana bunak demeyin” dedi. Çevresindekiler: “Allah’a yemin ederiz ki sen, hâlâ eski şaşkınlığındasın” dediler. (B) Vezirin karısı... Şehvetinin esiri olan bu kadının şehevî duyguları diğer duygularını köreltmiş, gözü bir şeyi görmez olmuştur. Ne kadınlığın gerektirdiği hayâ, ne İçtimaî mevkiinin mümtaz oluşu, ne de mensup olduğu ailenin yüksekliği onu bu esaretten kurtarabilmiştir. Zaten bu faziletlerin hipsinden de uzaktı o... Fakat, bu halleriyle de yetinmiyordu. Kendini temize çıkarmak vesaire gibi şeyleri başarmak için kadınlığın her türlü hile ve desiselerini kullanıyordu: Bilâhare kendisi vasıtasiyle töhmet altına girmek üzere olan kadınları bu töhmetten kurtarmaya çalışması; bu kadınların Y û s u f ’la aralarında münasebet kuracaklarından korkarak, entrika çevirmelerine fırsat vermemesi; Y û s u f ’a, hayatla alâkası kesilecek şekilde bir ceza tayin etmesi; bir yandan kendisi hakkındaki dedikoduları örtbas etmek, diğer taraftan kendisine iftihar ve gurur payı ayırmak için davet ettiği sosyete kadınları hanımlık iffetine yakışmayan hareketlere sevk edişi ve entrikalarla meselenin içinden çıkmaya çalışması hep bu cümledendir... Çeşitli yönleriyle iffet, ahlâk ve faziletten tamamen uzak olar bu hadiseler, gerçekten beşer hayatında cereyan etmiş birer vâkıadır. Kuranı Kerim bu vâkıaları anlatırken, hem hadiseleri bütün çıplakliğiyle tasvir edip çamur bataklığı halinde gözler önüne seriyor, hem de bu tasvir ve ifadeleri sunarken o nezih ve temiz üslûbundan bir kerecik olsun uzaklaşmıyor. Halbuki “tabiî hikâye”, “gerçek kıssa” gibi adlarla bu günün cahiliyet kalemlerinin yazdığı kitaplar, hikâyeyi teşkil eden o kokmuş, denî (Soysuz, alçak, ahlâksız. * Dünyaya âit, fâni ve geçici.)bataklıkta yuvarlanıp dururlar!.. Kur’anın takip ettiği bu üslup, Islâmın edebî sahadaki prensibinin yüce bir örneğidir: Mısır’da O’nu satın alan kimse karısına: “O’na güzel bak, belki bize faydası dokunur veya O’nu evlat ediniriz” dedi Biz ise böylece Yûsuf’u o memlekete yerleştirdik. O’na rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, iradesini yerine getirmekte herşeye galip gelir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. Erginlik çağına erince O’na hikmet ve bilgi verdik. İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız. Evinde bulunduğu kadın O’nu kendine çağırdı. Kapıları sıkı sıkı kapadı ve “gelsene” dedi. Yûsuf: “Günah işlemekten Allah’a sığınırım. doğrusu senin kocan benim efendimdir. Bana iyi baktı. Haksızlık yapanlar şüphesiz başarıya ulaşamazlar” dedi. And olsun ki kadın Yûsuf'a karşı istekli idi. Rabbından bir işaret görmeseydi Yûsuf ta onu isteyecekti. İşte ondan kötülüğü ve fenalığı böylece engelledik. Çünkü O, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı. ikisi de kapıya koştu. Kadın arkadan Yûsuf un gömleğini boylu boyunca yırttı. Kapının önünde kocasına rastladılar. Kadın kocasına: “Ailene fenalık etmek isteyen bir kimsenin cezası ya hapis, ya da can yakıcı bir azap olmalıdır” dedi. Yûsuf: “Beni kendine o çağırdı” dedi. Kadının yakınlarından bir şahit “Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylemiştir ve bu da yalancılardandır.” Şayet gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylemiştir, erkek doğrulardandır” diye şahitlik etti. Kocası gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, karısına hitaben: “Doğrusu bu sizin düzeninizdir. Siz kadınların düzeni büyüktür” dedi Yûsuf a dönerek: “Yûsuf, sen bu işi kapat!”, tekrar kadına dönüp: “Sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü suçlusun” dedi.1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
Akide sahih olmayınca, ibadet de sahih olmaz. ***Önce şirk geliyor, sonra zina, sonra da adam üldürmek.Esas itibariyle bunların hepsi de öldürme suçuna denktir.En büyük suç olan şirk suçu fıtratı öldürmektir. İkincisi ise cemaatın ölümü nü hedef alan bir suçtur. Ve üçüncüsü de tek başına bir ferdin canına kıymaktır. Ve şüphesiz ki tevhid esası üzerine yaşamayan bir fıtrat gerçek manada ölü bir fıtrattır.
Akide sahih olmayınca, ibadet de sahih olmaz. ***Önce şirk geliyor, http://seyyitkutubtefsiri.blogspot.nl/2016/05/once-sirk-geliyor-sonra-zina-sonra-da.html Şayet isteseydik; Biz, onları sana gösterirdik de sen; onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki; sen, onları sözlerinin üslubundan da tanırsın. Allah; bütün yaptıklarınızı bilir. Muhammed*30 Onun için Müslümanım diyen kişi konuşulan sözleri kaidelere vuracak eğer kaideye ters düşüyorsa fikri almayıp fıtrata uygun düşeni alacak ki konuşma üslubundan anlayalım. **** Bu gün kişilerin bilgileri noksan olduğundan yanlış hükümler çıkıyor. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/kisi-hukum-verirken-verdigi-konu.html https://www.youtube.com/watch?v=XAwUiJU7tU4Bağlantırinde bulunduğumuz konu bizzat yasaklananların sayıldığı bir konudur. Binaenaleyh zinanın da bu yasaklardan birisi- olması gerekir. Yoksa ha...
Şehirde bir takım kadınlar: “Vezirin karısı kölesini kendine râmetmek istiyormuş. Sevgisi bağrını yakmış. Doğrusu onun apaçık bir sapıklıkta olduğunu görüyoruz.” dediler. Kadınların kendisini yermesini işitince, onları davet etti. Koltuklar (ve sofra) hazırladı. «Sofrada kullanmak üzere» her birerlerine birer bıçak verdi. Yûsuf'a: “Yanlarına çık” dedi. Kadınlar Yûsuf u görünce yayılıp ellerini kestiler ve “Allah’ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak yüce bir melektir” dediler. Vezirin karısı: “İşte sözünü edip beni yerdiğiniz budur. And olsun ki, onun olmak istedim. Fakat, o, iffetinden dolayı çekindi. Emrimi yine yapmazsa, and olsun ki, zindana atılacak ve kabre uğrayacak” dedi. Yûsuf: “Rabbim, zindan benim için bunların isteklerini yapmaktan daha iyidir. Eğer düzenlerini benden uzaklaştırmazsan onlara gönül verir, cahillerden olurum” dedi. Rabbi onun duasını kabul etti ve kadınların düzenine engel oldu. Zira O Semidir, Alîm’dir. Yûsuf, vezirin karisiyle diğer kadınların çevirdiği entrikalar sonucu zindana atılır, orada uzun müddet unutulur. Nihayet kral gördüğü malûm rüyayı tabir ettiremez ve vaktinde Y û s u f ’la birlikte zindanda kalmış olan genç, bu rüyayı ancak Y û s u f ’un tabir edebileceğini söyler. Yûsuf, kral tarafından istenir, fakat gitmeyi reddeder. Kralın emrine uyabilmesi için dâvasının haledilmesini, suçsuz olduğunun ortaya çıkarılmasını şart koşar. Kral, vezirin karisiyle diğer kadınları çağırtır. Bir de ne görsünler! Y û s u f ’la tekrar karşılaşan vezirin karısı, onun için hâlâ yanıp tutuşmaktadır. Aradan uzun zamanlar geçmiş, yaşlar değişmiş, zaman ve zeminle birlikte hâdiseler, vak’alar şekilden şekile girmiş, cereyan eden bütün hâdiseler Yûsuf ’un sinesindeki iman ve ihlâs selâbetini ortaya koymuş, fakat kadın yine Y u s u f ’dan vazgeçmemiştir : Hükümdar: “O’nu bana getirin” dedi Gelen elçiye Yûsuf: “Efendine dön kadınlar niçin ellerini kesmişlerdi bir sor. Doğrusu Rabbim onların düzenini hakkıyle bilir” dedi Hükümdar kadınlara: “Yûsuf u kendinize râmetmek isterken durumunuz neydi?” dedi. Kadınlar: “Hâşâ O’nun bir fenalığını görmedik dediler.” Vezirin karısı:Şimdi gerçek ortaya çıktı; O’nu kendime rametmek isteyen bendim. Doğrusu Yûsuf, sadıklardandır." “Gıyabında kendisine hiyanet etmek istemediğimi Yûsuf un bilmesini isterim. Allah hainlerin düzenini başarıya erdirmez”. „ “Ben nefsimi temize de çıkarmıyorum; çünkü nefis, Rabbanin merhameti olmadıkça kötülüğü şiddetle emreder. Şüphesiz Rabbim Gafûr’dur, Rahim’dir” dedi.(C) Hz. Yûsuf... Allah’ın salih kulu... Kâmil insan... Kur’anı Kerim onun karşılaştığı komployu ve beşeri duygularının her yönüyle tahrik edilişini anlatırken ondaki insanlık şahsiyeti üzerine zerre kadar bir şey ilâve etmiyor. Yûsuf, peygamber çocuğu idi. Peygamber evinde dinini diyanetini öğrenmiş ve yüksek bir âile terbiyesi almıştı. Fakat aynı zamanda beşerdi de... Y û s u f ’un gerçek şahsiyetini bu iki vasıf birleşerek meydana getirmektedir. Hangi yönüyle olursa olsun onu incelerken; hem dini bütün, yüksek ahlâk ve terbiye sahibi bir insan olduğunu, hem de herkes gibi beşer olduğunu mülâhaza etmek gerekir... Vezirin karısı “gelsene” deyip onu kendisine çağırdığında, Yûsuf bu davete icabet etmemiş fakat kadına karşı içinde bir zaaf hissetmişti. Ne var ki derhal kendini toparlamış ve sarıldığı o sağlam ip sayesinde, çukura yuvarlanmaktan kurtulmuştu. Yûsuf bu türlü zaafı, toplanan saray kadınlarının tahrikleri karşısında, muhitin bozukluğu muvacehesinde, saray havası ve saray kadınları içinde hep hissetmiştir. Fakat sarıldığı sağlam ipi bırakmadığı için tehlikelere düşmemiştir. Kur’anı Kerim bunları bize naklederken ne Yûsuf ’un bu yüksek karekterine herhangi bir şey ilâve etmiş, ne de cahiliyetin anlatma edebiyatındaki gibi bataklıklar halinde mübalâğalar yapmıştır. Hikâye edilenler her yönüyle tertemiz gerçeğin ta kendisidir... (D) Vezir... özel bir şahsiyet ve tabiate sahip. Tabiatinde vezirlik payesinin verdiği bir kibir ve gurur var. O günün içtimai bünyesinde mevcut olan riya, bazı şeyleri örtbas etme ve zevâhiri kurtarma çabalarına kendisinde de şahit oluyoruz. Muhitinin bütün hususiyetlerini onun şahsiyetinde görmek mümkün: Kocası gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, karısına hitaben: “Doğrusu bu sizin düzeninizdir. Siz kadınların düzeni büyüktür” dedi. Yûsuf’a dönerdi: “Yûsuf sen bu işi kapat!”, tekrar kadına dönüp: “Sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü suçlusun” dedi (E) Kadınlar,.. Bu toplumun kadınlarını bütün yönleriyle temsil etmekteler. Vezir ’in karısı Y û s u f ’a gönül verdikten sonra, onun hakkında yaptıkları dedikodular... Ona bu halleri yakıştırmamaları... Bu yakıştırmamak ve benzeri dedikoduların daha çok onu kıskanmalarından ileri gelişi... Sonra huzurlarına çıkan Yûsuf 'un eşsiz güzelliği karşısında şaşkına dönmeleri... Kadınlığın verdiği hassasiyet içinde, Vezirin karısını yaptığı hareketlerden ötürü haksız yere tenkid etmiş olduklarını ve mazur sayılması gerektiğini itiraf etmeleri... O’nun da bu itiraf dan kuvvet alarak, Y û s u f ’a gönül verdiğini açık açık söylemeye cür’et edişi... Muhitin içtimai bünyesine uygun olarak, davet edilen kadınların teslimiyeti sonunda kendini tam bir emniyet içinde görmesi... Kadınlar Y û s u f ’u görür görmez büyük bir heyecana kapılmış, onun temiz ve iffetli bir insan olduğunu beyanla: “Allah’ı tenzih ederiz amma, bu insan değil ancak yüce bir melektir” demişlerdi. Buna rağmen Y û s u f’u baştan çıkarmak için çeşitli tahrik yollarına başvurmaları... (Biz bu hükmü Yûsuf 'un şu sözlerinden çıkarıyoruz) : Yûsuf: “Rabbim, zindan benim için bunların isteklerini yapmaktan daha iyidir. Eğer düzenlerini benden uzaklaştırmazsan onlara gönül verir, cahillerden olurum” dedi. Y û s u f’u baştan çıkarmak isteyen sadece Vezirin karısı değildi. Saray mensubu diğer kadınlar da hep onun peşini takip etmekte idiler. (F) İçtimai bünye.» Cereyan eden bütün bu hadiseler aynasında içtimai bünyesinin durumunu açıkça görüyoruz. Kendisine isnat edilen suçlardan beri olmasına rağmen Y û s u f ’a yapılan muameleler... Başkalarının fecaat ve rezaletini kapatmak uğruna Yûsuf gibi masum bir insanın zindanlarda çürümesini normal görmeler: “Sonra, kadının ailesi delilleri Yûsuf un lehinde gördüğü halde onu bir süre için zindana atmayı uygun buldu.” (G) Yûsuf’un şahsiyeti üzerine... Yûsuf (A.S.) un kıssada en mühim yeri işgal eden şahsiyeti üzerinde duracak olursak, görürüz ki, Allah'ın sâlih kulu, kamil insan olan ve yetiştiği peygamber evinde dini ve ahlâkı yüksek bir terbiye almış bulunan Hz. Yûsuf, içinde yaşadığı toplumun hastalıklariyle mücadele halindedir... Zindanın karanlıkları içinde, haksızlık ve zulüm hayatı yaşarken, insanları, mensup olduğu hak dine davet etmekten bir an gafil bulunmuyor. İçtimai bünyenin durumunu müdrik ve bu duruma karşı son derece uyanık bir hâli var. Tutum ve davranışlarında tâviz vermemekle beraber gayet sempatik ve sıcak kanlıdır. Zindanda başkalarını davet ettiği dinine sımsıkı sarılmıştır. Dinin kendisinde husûle getirdiği olgunluk ve örnek insan vasıfları her hâlinde görülüyor: Zindana, onunla beraber iki kişi daha atıldı. Biri: “Rüyamda şaraplık üzüm sıktığımı gördüm” dedi. Diğeri: “Başımın üzerinde, kuşların yediği bir ekmek taşıdığımı gördüm” dedi “Bize bunu yorumla. Senin iyi bir kimse olduğunu görüyoruz.” Yûsuf: “Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz yemek gelmeden size onu yorumlarım. Doğrusu ben, Allah’a inanmayan ve âhireti inkâr eden bir milletin dinini bırakmışımdır.” “Atalarım İbrahim, İshâk ve Yakub’un dinine uydum. Allah’a her hangi bir ortak koşmak bize yaraşmaz. Bu, Allah’ın bize ve inananlara olan lütfudur. Fakat insanların çoğu şükretmez” dedi “Ey mahpus arkadaşlarım, ayrı ayrı bir sürü uydurma tanrılar mı daha iyidir, yoksa her şeyden üstün tek Allah mı?” Allah’ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hüküm vermek ancak Allah’a aittir.Kendisinden başkasına değil O'na tapmamızı istemiştir.Bu,dosdoğru dindir.Fakat insanların çoğu bilmezler.1-dot
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
İSLÂM EDEBİYATINDA EDEP Bu sûre M e k k e ’de nâzil olmuştur. Yûnus ve H û d sûrelerinin mukaddimelerinde de temas ettiğimiz gibi; Mekke’ deki çetin günlerde, H û d sûresini müteâkıben inmiştir. Hz. peygamberin dayanağı olan Ebû Tâlib ve Hatice validemiz o yılda vefat ettikleri için o yıla “Hüzün yılı” denmişti. Resulullah ile ilk sahabelerin ve bunlarla birlikte İslâm dâvasının M e d î n e ’ye naklederek kuvvetlenip genişlemesine vesile olan birinci ve ikinci Aka-be Biatleri de o yıllarda olmuştu. Böylece, Yûsuf sûresi, Hz. peygamber ile ona tâbi olanların M e k k e ’de çektikleri sıkıntılı günlerde inen sûrelerden biridir. Her ne kadar M ı s ı r ’da bastırılmış olan “Emîrî Mushaf ı ’nda 1. 2. 3. ve 7. âyetlerin Medine’de nâzil olduğu ileri sürülüyorsa da, sûre, baştan sona kadar M e k k e ’de nâzil olmuştur. Baştaki üç âyetin meâlini aşağıya dercediyoruz: Elif, Lâm, Râ. Bunlar apaçık beyan eden Kitab’ın âyetleridir. Biz onu, anlayasınız diye, Arapça Kur’an olarak gönderdik. Biz bu Kur’anı vahyederek, en güzel beyan ile kıssaları sana anlatıyoruz. Halbuki sen daha evvel bundan habersizdin. ********************************* Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır.(2017) http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb ************************************ Bu âyetler; kendilerinden sonra hemen başlayan Yûsuf kıssasının tabii bir başlangıcı mesabesindedir. Bunu daha iyi anlayabilmek için müteâkıp âyete bir göz atalım: Yûsuf babasına: “Babacığım, rüyamda on bir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm” demişti. Daha sonra kıssa, tabii seyri içinde sonuna kadar devam ediyor. Kıssanın; Allahüteâlâ’nın: “Biz bu Kur’anı vahyederek, en güzel beyan ile kıssaları sana anlatıyoruz. Halbuki sen daha evvel bundan habersizdin.” sözleriyle başlaması, bahsi geçen âyetlerin bu kıssaya bir başlangıç olduğunu teyit etmektedir. Diğer taraftan, sûrenin başlangıcındaki Elif, Lâm, Kâ harfleri, bu harflerin apaçık Kitab’ın âyetleri olduğunun beyan edilmesi ve bu Kitab’ın okunmak üzere Allah tarafından arapça inzal buyurulduğunun belirtilmesi de gösteriyor ki, bu âyetler, o gün için M e k k e ’ye hâkim olan atmosfer içinde inmiştir. Kur’anın arapça indirildiğinin beyan edilmesi, Mekke müşriklerine cevap teşkil etmektedir. Zira onlar, Kur’anın, Arap olmayan bir şahıs tarafından Hz. Muhammed’e öğretilen birtakım sözler olduğunu iddia ediyorlardı. Kur’anın Allah tarafından inzal buyurulduğunu onlara te’kitle belirtmek için sûrenin üçüncü âyetinde Hakteâlâ Hz. peygambere: “Biz bu Kur’anı vahyederek, kıssaları sana en güzel şekilde anlatıyoruz. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin” buyurmaktadır. **************** Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır.(2017) http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb *********************************************** Bir diğer husus ta, kıssanın başlangıç kısmını teşkil eden bu âyetlerle son kısmındaki şu âyet arasında sıkı bir irtibat ve insicamın mevcut oluşudur: “(Ey Muhammed) bu kıssa, sana vahy edegeldiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar hile yaparak işleyecekleri işi kararlaştırdıkları zaman sen yanlarında değildin.” Kıssanın giriş kısmını teşkil eden âyetlerle onları takip eden âyetler arasındaki bu kuvvetli bağlar gösteriyor ki, başlangıç âyetleri de kıssanın diğer âyetleriyle M e k k e ’de inmiştir. Yedinci âyete gelince; M e k k e ’de nâzil olan sûrenin sadece bu âyetinin M e d î n e ’de inmesi ve sonradan sûreye dahil edilmiş olması kat’iyen mümkün değildir. Zira bir sonraki âyette, yedinci âyette zikredilen Yûsuf ve kardeşlerine ait zamir vardır. Bu iki âyet arasındaki irtibatı açıkça görmek mümkündür: “And olsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinin hadisesinde, soranlara nice ibretler vardır. Kardeşleri “Biz birbirimize bağlı bir topluluk olduğumuz halde, babamız, Yûsuf’u ve kardeşini daha çok seviyor. Doğrusu babamız apaçık şaşkınlık içindedir.” Böylece, sûrenin bünyesi ve ifade tarzı gösteriyor ki, bu âyet te diğerleriyle birlikte Mekke’de nâzil olmuştur. Yûsuf sûresinin tümü, bölünmez bir bütün hâlindedir. Bu sûrede; mevzuu, atmosferi ve diğer hususiyetleriyle Mekke ’nin damgası vardır. Hatta, bizzat o çetin günlerde çekilen ızdırapların ve yaşanan gurbet hayatının mührünü taşımaktadır. Hz. peygamber (A-S.) ve ona tâbi olan İslâm topluluğu “hüzün yılından itibaren Kureyş cahiliyetinin kendilerine çektirdiği gurbet, mahrumiyet ve işkence hayatı yaşıyorlardı. Kendi öz vatanlarında birer garip idiler. Allahüteâlâ büyük peygamberine diğer bir peygamberin; Hz. İbra-h i m soyundan gelen İ s h a k ’ın torunu, Hz. Ya'kub ’un oğlu Yûsuf (As.) un kıssasını anlatıyordu. Hz. Yûsuf birçok sıkıntılara maruz kalmıştı: Kardeşlerinin tuzağına düşerek çektiği çileler, kuyunun içinde geçirdiği korku ve heyecanlar, köle olarak bir eşya misâli, ( 2017-element yeni keşif edildi.Topraktaki ve insandaki elementler aynı-- http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/insanin-esya-olusunun-delili.html ) iradesi dışında satılarak elden ele dolaşmasının üzgünlüğü, ana, baba ve diğer akrabalarından hiç bir ilgi görmemesinin acısı, vezirin karısı ve diğer kadınların tuzaklariyle karşılaşmasının sıkıntıları, şehevi duygu ve tahrikler karşısında daha önce geçirdiği tehlikeler ve vezirin sarayında geçirdiği tatlı günlerin peşinden, yaşadığı acı zindan hayatı!.. Daha sonra kendisine verilen sonsuz selâhiyet ve saltanatın getirdiği heyecanlar... Artık, halkın ekmeği ve dolayısiyle hayatı, Yûsuf ’un elindedir. Beşerin mihnet ve sıkıntısını omuzlarında taşıyor. Bütün bu hadiselerin vukuuna, kendisini kuyuya atan kardeşleri sebep olmuştu. Görünen sebep bu idi. Ve nihayet, bu heyecan ve sıkıntıların son halkası, kardeşlerini karşılamasiyle tamamlanıyordu. Yûsuf (As.) bütün bu sıkıntı, üzüntü ve heyecanların içinden, son derece vakar ve iffetle çıkmasını bilmiştir. Hadiseleri bütün güçlükleriyle yaşarken sabır ve metanetini muhafaza etmiş, mücadelesini İslâm adına yapmaya çalışmıştır. Bütün güçlükleri yendikten sonra anne ve babasiyle buluşması, daha önce görmüş olduğu ve tahakkuk eden rüyasını onlara tâbir etmesi hayatının en heyecanlı anları idi: “Yûsuf babasına: “Babacığım, rüyamda onbır yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm” demişti.” Yûsuf, en büyük dikkat, fazilet ve ihtimamı bu mülakatı esnasında göstermişti. Bütün varlığiyle, her türlü his ve duygulardan tecerrüt ederek, tam bir ihlâs ve nezaket içinde Rabbına yöneldi. O ânın âyetlerle tasvir edilişine bir göz atalım:“Yûsuf un yanına geldiklerinde, O, ana-babasını bağrına bastı: “Allah’ın dileğince, güven içinde Mısır’a yerleşin” dedi Ana - Babasını tahtın üzerine oturttu, hepsi onan önünde eğildiler. O zaman Yûsuf: “Babacığım, işte bu, vaktiyle gördüğüm rüyanın tahakkukudur. Rabbim ona gerçekleştirdi. Şeytan, benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni hapisten çıkaran, sizi çölden getiren Rabbim bana pek çok iyilikte bulundu. Doğrusu Rabbim dilediğine lütufkârdır. Şüphesiz ki O, Alîm’dir, Hakîm’dir” dedi Rabbim, bana hükümranlık verdin, rüyaların yorumunu öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratanı, dünyada da, âhirette de yârim yardımcım sensin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni doğrular zümresine kat” Son istek ve duâası bu idi... Bütün hadiselerden sonra hükümranlığın, saadet ve selâmetin zirvesine ulaşan Yûsuf; ruhunun müslüman olarak alınması ve doğrular zümresine ilhak edilmesi için Rabbına münâcatta bulunuyordu. Evet, yoktu başka istek ve arzusu. Çektiği çileleri sabır ve metanetle eriterek ulaştığı sonsuz nimetler içinde duâsı sadece bu idi. ********************************* (2017--Bu gün eşyayı baz aldığında,Eşyanın özelliği,fıtratı icabı Muhammedin getirdiği Allah tarifini onaylamak zorundasın.(ihlas+zuhruf+sübhan)) ************************** Resulullah (S.A.) ın ve kendisine tâbi olan İslâm topluluğunun Mekke ’deki müşrikler tarafından gördükleri zulüm ve sıkıntılar esnasında bu sûrenin nâzil olmasını lüzumsuz addedemeyiz. Bu sûrede büyük bir peygamberin başından geçenler ve olayla ilgili meseleler anlatılıyor. Elbette bunların Hz. Muhammed’e anlatılmasında büyük faydalar vardır. Zira, Yûsuf (A.S.) nasıl babasının kolları arasından alınıp çeşitli çileler çekti ve başka diyarlara sürülmüş olduğu halde sonunda zaferi kazandı ise; Hz. peygamber de Mekke ’den çıkartılıp başka bir diyara hicrete mecbur edilecek, çileler çekecek ve sonunda dâvayı kazanacaktı: “Biz işte böylece Yûsuf u o memlekete yerleştirdik. Ona rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, bütün işlerde galip gelir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” Yûsuf, Mısır’da Vezir’in sarayına ayak basarken, köle olarak satılan pek taze bir delikanlı idi. Şu anda hafızamı dolduran çok şeyler var. Yûsuf ’un kıssasini takip eden şu Ayetlerin verdiği ilhamları dile getirmekten Aciz bir haldeyim: “Senden önce kasabalar halkının içinden, şüphesiz, vahyettiğimiz bir takım gönderdik. Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden önce geçenlerin sonlarının ne olduğunu görsünler? Ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hayırlıdır. Hala anlamıyor musunuz? **************************DİKKAT..! (2017) öyle ki, peygamberler ümitsizliğe düşüp yalanlandıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir. Böylece, istediğimizi kurtarırız. Azabımız suçlu milletten geri çevrilemiyecektir. ********************* And olsun ki, peygamberlerin kıssalarında, aklı olanlar için ibretler vardır. Kur’an uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat kendinden önceki kitapları tasdik eden, inanan millete her şeyi açıklayan, doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmettir.” _ Bu vahiyler; —Hz. Yûsuf 'un uzun sıkıntılara maruz kalıp ümitsizliğe düştüğü gibi— peygamberimin sıkıntıya düşüp ümitsizlik içinde bulundukları anlarda Allah'ın takip ettiği metodlardan birisidir. Bunlar, karanlık ve sıkıcı günlerden aydınlık ve selamete çıkılacağına dair verilen işaretlerdir. İnanan kalpler, bu türlü vahiy ve işaretleri ta uzaklardan hissedip alır, onun havasını teneffüs eder, onun verdiği haz ve enerji ile yeni bir hayat yaşamaya başlar. ****** Bu sûre, Hz. Yûsuf'un kıssasını tüm olarak, tafsilâtiyle içine aldığı için kendine has bir karakter taşır. —Y û s u f kıssası dışındaki Kur’an kıssaları, biribirine eklenen parçalar halindedir. Sûrenin mevzuu ve atmosferine uygun düşen her parça alınıp bir diğeriyle birleştirilir. Hattâ; Hûd, S al i h, Lût ve Şüayb (A.S.) ın kıssaları dahi, tek sûrede anlatılmakla beraber son derece kısa ve muhtasardırlar. Halbuki Yûsuf (AS.) un kıssası hem tek sûrenin içinde, hem de baştan sona tafsilâtiyle anlatılmaktadır. Böylece, Kur’andaki diğer kıssalar arasında özel bir yer işgal eder. Sûrenin taşıdığı bu özellik ile içinde anlatılan kıssanın özelliği arasında tam bir uygunluk mevcuttur. Sûrede, kıssanın anlatılışı eksiksiz olarak yerine getiriliyor. Kıssa, Yûsuf ’un gördüğü rüyayla başlayıp bu rüyanın kendisi tarafından tâbir edilmesi ile sona eriyor. Böyle bir kıssanın bazı parçalarının bir sûrede, diğer parçalarının başka bir sûrede geçmesi elbette münasip düşmezdi. Bu özelliği sayesinde, kıssada aranılan asıl gayeye ulaşılmış olduğu gibi, diğer çeşitli yönleri üzerinde de tam görevini ifa etmiş oluyor. Kur’anı Kerimin eşsiz metodunun ifadesi olan bu özellikler üzerinde daha aydınlatıcı bilgi verilmesine ihtiyaç hissediyorum. Tevfik ve yardım Allah’tandır... İSLÂM EDEBİYATINDA EDEP Yûsuf kıssası, —bu sûrede görüldüğü gibi— her hangi bir kıssayı anlatmakta Islâm metodunun takip ettiği en güzel ifade tarzının örneğini vermektedir. Sûrede bu metot sayesinde; insan psikolojisiyle, akide ve inançla, terbiye ve davranışla alâkalı fevkalâde örneklere rastlıyoruz. Asıl itibariyle mevzuları işleme bakımından Kur’anı Kerimin metodu tektir. Fakat Hz. Yûsuf ’un kıssası, Kur’an’ın bu metodunu en san’atkârane üslûpla insanoğlunun gözleri önüne seren bir mahiyet taşıyor. Kıssada, Yûsuf (A.S.) un şahsiyeti baş rolü temsil ediyor. Onun hayatı, bütün yönleri ve her safhasiyle tamamen gözler önüne seriliyor. Böylece Yûsuf un şihsiyetiyle alâkalı meseleler üzerinde inceden inceye duruluyor. Onun karşılaştığı müşkülat ve imtihan çeşitlerine temas edilmekte, bu imtihanların asıl itibariyle muhtelif yönlerinin bulunduğu belirtilmektedir. Sıkıntı ve müşkülatlarla imtihan; refah ve saadetle imtihan... Şehvet tuzağına düşürülmek tehlikesiyle imtihan; vezirlik ve saltanatla imtihan... Ve bir beşer olarak, çeşitli durumlar ve muhtelif şahsiyetler karşısındaki beşeri hisleri ve beşeri duygulariyle imtihan.- En sonunda bu sâlih kul, bütün imtihan ve komploların içinden temiz, berrak ve lekesiz olarak çıkıyor... Ve daha önce belirttiğimiz gibi, Rabbına yönelerek meşhur duâsını yapıyor!.. Kıssada, bir yandan baş rolü teşkil eden şahsiyet anlatılırken diğer yandan ikinci derecede yer işgal eden şahsiyetlere de temas ediliyor. Hadiseler tasvir edilirken, onlara da, yerine göre aydınlık veya gölgelikte, yakından veya uzaktan gözükebilecek mütenasip mevkilerde yer veriliyor. Kıssa, insan ruhunu gerçek yönleriyle canlandırırken muhtelif örnekler vermektedir.1-dot
4 Fotoğraf4 Fotoğraf
(YENİ) MÜSLÜMANIN KULAÇLARI1-dot
Müslüman fazlasıyla su yutmaktadır! Kendini bir kayığa atmak için fırsat kollamaya başlamıştır! Hâlbuki ANLAYAMAYACAĞIMIZ bir merhameti olan Rabbimiz zerre şükrü kabul görüp bize bu sudan bizi tevhide erdirmiştir. İnsana Nefesini kontrol etmeyi öğreten ve batmadan kulaç attıran Kur’an, kulaçlarında gevşemeyen Müslümanın, cennette yorulmayacağını vaadetmektedir. (Hicr/48) Yapmak gerekenin, seni şirkten temizleyen bu Kitaba ve nasıl yüzüleceğini sana gösteren Nebî (as)’ın itaat ettiği Rabbe tutunmak olduğunu hatırlamandır ve hatırlatmandır mesele.Bağlantı(YENİ) MÜSLÜMANIN KULAÇLARI
ŞEYTAN, İNSAN VE MÜSLÜMAN KILIĞINA GİREBİLİR....21-dot
T.C.DEVLETİ SINIRLARI İÇİNDE VİDEOYU ENGELLEMİŞLERDİR.ONUN İÇİN ŞU LİNKLERDEKİ YERLERDE GÖRÜNTÜLEYEBİLİRSİNİZ. https://www.dailymotion.com/video/x3cdngb_seytan-insan-ve-musluman-kiligina-girebilir-2_videogames https://www.facebook.com/huseyin.sasmaz.75/videos/vb.100000324607185/1002015113152633/?type=2&theater https://www.youtube.com/watch?v=I46M-IZ2M5EBağlantıT.C.DEVLETİ SINIRLARI İÇİNDE VİDEOYU ENGELLEMİŞLERDİR.ONUN İÇİN ŞU LİNKLERDEKİ YERLERDE GÖRÜNTÜLEYEBİLİRSİNİZ. https://www.dailymotion.com/video/x3cdngb_seytan-insan-ve-musluman-kiligina-girebilir-2_videogames https://www.facebook.com/huseyin.sasmaz.75/videos/vb.100000324607185/1002015113152633/?type=2&theater https://www.youtube.com/watch?v=I46M-IZ2M5E
Kur’an’ı Kerim’de; Allahu Teala’nın yarattığı her varlık “ŞEY” “olarak isimlendirilmiştir. Mesela şu ayetlerde olduğu gibi: اِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ اِذَٓا اَرَدْنَاهُ اَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟ “Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman sözümüz sadece, ona, “ol” dememizdir. O da hemen oluverir.” (Nahl 40) اَلَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْد۪يراً وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً لَا يَخْلُقُونَ شَيْـٔاً وَهُمْ يُخْلَقُونَ وَلَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاً وَلَا يَمْلِكُونَ مَوْتاً وَلَا حَيٰوةً وَلَا نُشُوراً “O, göklerin ve yeryüzünün mülkü (hükümranlığı) kendisine ait olandır. Çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı da yoktur. O, her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir. (İnkâr edenler), Allah’ı bırakıp hiçbir şey yaratmayan ve zaten kendileri yaratılmış olan, üstelik kendilerine fayda ve zararları dokunmayan, öldürmeye, yaşatmaya ve ölüleri diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen ilâhlar edindiler.” (Furkan 2-3) اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ “Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir.” (Zümer 62) اِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ “Gerçekten biz, her şeyi bir kaderle / ölçü ve dengede yarattık.” (Kamer 49) اِنَّـمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْـٔاً اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ فَسُبْحَانَ الَّذ۪ي بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ “Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak “Ol!” demektir. O da hemen oluverir. Her şeyin hükümranlığı elinde olan Allah’ın şanı yücedir! Siz yalnız O’na döndürüleceksiniz.” (Yasin 82-83) Bu ayeti kerimelerde görüldüğü gibi, her yaratık “ŞEY” dir. “Eşya” da “şey”in çoğuludur. Her şey Allahu Teala’nınn belirlediği bir kaderle yani ölçü ve denge ile yaratılmıştır. Bu kadere “fıtri / yaratılış özellikleri” denilmektedir. Bu yönden insana “yaratık” anlamında “şey” denilebilir. Fakat insanların çoğunun anladığı “eşya” anlamında değildir.
Anonymous wants to 'make humanity great again' with global protest against Trump1-dot
"Amerika'yı yeniden büyük yapmayı unutun, hepbirlikte insanlığı yeniden büyük yapabiliriz." *** Dünyaya, güvenilir bir liderlik-olacak olan Râşidî_ Hilâfet Devleti'nden başka bir devlet de bulunmamaktadır DEVLETLER ARASI DURUMDA SİYASİ BOŞLUK https://www.youtube.com/watch?v=E8FVxnGV4Wk https://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/01/insanligin-menfaatina-gerekli.html?showComment=1486024101078#c8038794036575613326Bağlantı'Resist the madness leaking out of the United States,' the hacking group declared.
Bilinç Tıkanmaları, Algı Kaymaları
Her şeyden önce bilmemiz ve anlamamız gereken en önemli konuyu hep savsaklamaya devam ediyoruz. http://agemder.org/1024/Bilinc-Tikanmalari,-Algi-KaymalariBağlantıAGEMDER
HAARETZ: “TRUMP DİN SAVAŞI İSTİYOR”1-dot
AKİDENİN MEFHUMUNU YERLEŞTİRMEK, İSLÀM'IN HÜKÜMLERİNE BAĞLANMAYA İTEN EN KESKİN DÜRTÜDÜR http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/search?q=islam+akidesi GÜNÜMÜZDEKİ MÜSLÜMANLARIN EN BÜYÜK PROPLEMİ İSLAM DEVLETİ,HİLAFET DEVLETİ'NİN OLMAYIŞIDIR. http://namenstr8.blogspot.nl/search?q=islam+akidesi https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=245095132608562&id=100013242319421&pnref=storyBağlantıİsrail gazetesi Haaretz’de “Trump’ın kutsal savaşa ihtiyacı var” başlığıyla yayınlanan makalede ilginç ifadeler yer aldı.  Timeturk İsrail basınında yer alan bir makalede, T…
İSLAM AKLA KANAAT VEREN FITRATA UYGUN BİR DİNDİR1-dot
AKİDENİN MEFHUMUNU YERLEŞTİRMEK, İSLÀM'IN HÜKÜMLERİNE BAĞLANMAYA İTEN EN KESKİN DÜRTÜDÜR http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/search?q=islam+akidesi GÜNÜMÜZDEKİ MÜSLÜMANLARIN EN BÜYÜK PROPLEMİ İSLAM DEVLETİ,HİLAFET DEVLETİ'NİN OLMAYIŞIDIR. http://namenstr8.blogspot.nl/search?q=islam+akidesi https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=245095132608562&id=100013242319421&pnref=storyBağlantı
Hak davetin başlangıcında onlar da kendi kavimlerinden bir ferd olarak muamele görüyorlar. Bir kardeşin diğer kardeşlerini herhangi bir şeye çağırması gibi onlar da kardeşlerini hak dine çağırıyorlar. Allah’ın ihsan ettiği hayırdan onların da nasibdâr olmalarını istiyorlar. Ayrıca bu davetin hak olduğunu onlar içlerinde gayet açık olarak hissediyorlar. İşin başlangıcında her peygamberin kavmine karşı olan tutumu böyle... Ama hiç birisinde de sonuç böyle bitmiyor... Kavminin tutumu aynı olmuyor... Her peygambere kavmi içinde bir grup iman ediyor ve bağlanıyorlar. Getirdiği gerçekleri kabulleniyorlar. Peygamberlerinin istediği biçimde yalnız ve yalnız Allaha ibadet ederek başka hiç bir yaratığa boyun eğmiyorlar. Ve böylece İslam saflarına katılıyorlar. Kısacası “islam ümmeti” oluyorlar. Aynı kavmin bir başka grubu ise peygamberin davetine müsbet karşılık vermiyor, getirdiği gerçekleri reddediyor ve Allah’tan başkalarına kullukta devam ediyorlar, islama girip te içinde boğuldukları cahiliyet havasından kurtulamıyorlar. Ve böylece onlar da “putçular milleti” olarak kalıyorlar...* Bu durumda tek bir kavim Allah elçisinin daveti karşısında ikiye bölünüyor: a — İslâm ümmeti b — Putçu milleti. Risalet gelmezden önceki birlik kalmıyor tabiatı hâliyle o kavmin içinde. Irk ve cins bakımından her ne kadar bir tek ümmet iseler de artık o cinsiyet'bağı, o ırk bağı, o toprak bağı, o müşterek menfaatlerin birleştirdiği bağlantılar sökmez oluyor. Risalet öncesi devrede olduğu gibi bu bağlar bağlamaz oluyor artık onları birbirlerine... Risaletin gelişiyle yeni bir bağlantı noktası kurulmuştur aralarında. Bu bağlara göre birleşiyorlar veya ayrılıyorlar kendi aralarında... Akide bağı, din bağı, Allah nizamına sarılma bağı... Ve bu bağ bir kavmi ikiye bölüyor, bir daha ittifak edip birleşmeleri mümkün olmayan, geçinmeleri imkânsız olan iki topluluk hâline getiriyor... Durum bu hâle gelince, iki ümmet arasındaki kesin ayrılık bu raddeye varınca peygamberle birlikte İslâm ümmeti akide ve nizam esası üzerinde kavminden ayrılıyor ve ayrı bir birlik meydana getiriyorlar. Aynı kavimden, aynı cinsten ve ayni milletten olan iki kitle kesin olarak ayrılıyor birbirinden... Çünkü yollar ayrılmıştır artık... Cinsiyetler de ayrılmıştır. Ve bir kavimden iki ayrı ümmet ortaya çıkmıştır böylece. Ve bu iki kavmin birlikte yaşaması ve uyuşması bir daha mümkün değildir... Müslümanlar kavimlerinden akide ve nizam esasına göre ayrılırıca Allah ta aralarında hükmünü veriyor. Putçu milletini helâk ediyor, İslâm ümmetini muzaffer kılıyor. Ve bu umumi kaide —sûrenin akışında da gördüğümüz gibi— tarih boyunca böyle sürüp gidiyor. Şimdi günümüzdeki İslâmî diriliş haraketine katılanlar da her zaman bu gerçeği iyice kavramalıdırlar. Hiç bir zaman için Allah müslümanlarla düşmanları olan kavim arasında kesin bir ayrılık ortaya çıkmadan onların arasındaki hükmünü icra etmemiştir. Ne zaman ki, İslâm ümmeti düşmanlariyle akide esasları üzerine ayrılmış ve onların müşrik olduğunu bilerek açıkça Allah'ın tevhit dinine gelmelerini istemiş ve bunu açıkça ilân etmiştir, onların taptıkları sahte ve uydurma tanrılara tapmayacaklarını, üzerlerine musallat olmuş bulunan putlara uymayacaklarını ve bu putların hakim olduğu topluma ve toplum hayatına iştirak etmeyeceklerini, itikadî, ameli ve hükmi yönden onlara boyun eğmeyeceklerini açıkça söylemişlerdir.. Evet işte müslümanlar ancak bu şekilde kavimlerinden ayrılınca Allah'ın kudret eli işe karışmış ve zalimleri hâk ile yeksân etmiştir... Müslümanlar kavimlerinden kesin olarak ayrılmadıkça, onlardan uzaklaşarak yollarını değiştirdiklerini belirtmedikçe, sistemlerini benimsemediklerini haykırmadıkça aralarında hüküm vermek üzere Allah’ın kudret elinin işe giriştiği görülmemiştir... Müslümanları muzaffer, putçuları kahretmek hususundaki İlâhi* vaat gerçekleşmemiştir... İşte bu gün gelişmekte olan İslâm hareketi bu umumî kaideyi aslâ unutmamalı ve çalışmalarını bu genel kaideye göre düzenlemelidir. İlk adım insanları islâma girmeye davetle başlar... Yalnız ve yalnız Allah'ın dinine girmeye ve O’ndan başkasının kulluğunu terketmeye çağırıp, her ne şekilde olursa olsun başka nizamlara uymamaya davetle olur. Ondan sonra saflar ayrılır. Bir tek Allah’a bağlanıp, O’nun dininden başka din, nizamından başka nizam tanımayanlar bir safta birleşir, Allah’tan başkasına tapanlar ise diğer safta birleşirler. Bundan sonra müslümanlar putçulardan kesin olarak ayrıldıklarını ilân ederler... Ve işte bundan sonra Allah’ın vaadi tahakkuk eder, mü’minler muzaffer, putçular da mahvolur. Beşer tarihi boyunca hep böyle cereyan etmiştir bu İlâhi kanun... Fiilen saflar ayrılmadan önce davet devresi bazı kere uzayabilir. Ama daha ilk andan itibâren akide gerçeği üzerine ayrılma ameliyesi şuurlarda yer etmiş olmalıdır... . Bazı kere bir millet içinde yetişmiş bulunan iki ümmetin birbirinden tamamen ayrılması uzun sürebilir, dâva adamları neslinden bir çok kurbanlar ve fedailer çıkabilir, acılar ve elemler artabilir... Ama nasıl olursa olsun Allah’ın mü’min saflarla kâfir safların ayrılması gerektiği hususundaki emri mü’min gönüllerde muhakkak yeretmelidir ki, vaadi süphani tahakkuk etsin... Birkaç nesil boyu bu durum sürüp gidebilir ama Allah'ın vaadi mutlak gelecektir... Beşer tarihi boyunca geçerli olan umumî kanun muhakkak tahakkuk edecektir... Bugün bilumum insanlığı kaplayan ve geleceğini tehdit eden cahiliyet seline karşı durabilmesi için İslâm hareketinin bu gerçeği bu derece vazıh ve bu derece kesin olarak bilmesi ve kabullenmesi gerekir... Bu, Allah’ın her zaman geçerli olan bir kanunudur. Muayyen bir zamana veya mekana münhasır değildir. Mademki yeni filizlenmekte olan İslâm hareketi bu gün insanlığın tarih içerisinde düştüğü cahiliyet bataklıklarından bir bataklıkla karşı karşıya bulunduğunu kabullenmek de ve madem ki bu cahiliyet bataklığını kurutmak için çağlar boyu gelmiş geçmiş peygamberlerin getirdikleri akideyi getirmekle görevli olduklarını bilmekte ve ancak böylece cahiliyet ortamını yok edebilmenin mümkün olacağını öğrenmektedirler, öyleyse müslüman kitle hiç. bir şeye aldırmadan yolunda yürümelidir. Yolunun nerede başladığını ve nerede bittiğini gayet iyi bilmelidir... Yolun başlangıç noktasiyle bitiş noktası arasındaki mesafeyi ve bu mesafede yapmaları gereken şeyleri önceden açıklığa kavuşturmalıdırlar. Ve yakînen bilmelidir ki, Allah'ın kanunu muhakkak işleyecek ve en sonunda müttakileri galip geleceklerdir... İslam hareketi Son olarak şu hususu açıklamak istiyoruz. Bu sûredeki kıssalar üzerinde yaptığımız şu kısa açıklamalardan bu dinin takip ettiği metodun mahiyetini ve tabiatını Kur’anda ortaya çıktığı şekliyle görüyoruz. Ve bunun gayet hareketli olduğunu bütünüyle insanlığın realitesini göz önünde bulundurduğunu anlıyoruz. Bu kıssalar Resulullaha Mekke döneminde nazil olmakta idi. Henüz müslümanlar azınlıkta idiler ve düşmanlar tarafından çepeçevre sarılmışlardı. Yol uzun ve zorluklarla doluydu. Katı bir direniş hareketiyle karşılaşıyorlardı... Henüz müslümanlar tuttukları yolun nihayetini de görmüyorlardı... İşte bu kıssalar o dönemde yolun nihayetini açıklıyordu onlara. Yol boyunca geçecekleri merhaleleri anlatıyordu. Onların ellerinden tutuyor ve bu merhaleleri teker teker atlatıyordu. Ve bu yolun tarih boyu gelip geçen islam kafilesiyle kuşatılmış olduğunu görüyorlardı onlar. Bu kafile de, onların başından geçen şeylerin sevimli ve alışılmış şeyler olduğu görülüyor, garip ve tuhaf şeyler olarak değil... Bu kervan belli bir zümreden teşekkül etmektedir... Birbirine bağlı olarak gelen bu yol belli bir yoldur.. Şu halde müslümanlar kendilerini çölde yitirmiş yapayalnız varlıklar değildirler... Allah'ın kanunlarına uyarak başlangıç noktasından yola çıkmışlar ve yolun sonuna doğru yürüyüp gitmektedirler... Başıboş bir hareket değildir islam hereketi, her şey planlı ve programlıdır... İşte böyle hareket ediyordu o zaman Kur'an islam saflarında.. Va bu saf bu Kur’an sayesinde gayet muntazam, planlı ve emin olarak yol alıyordu... Bugün de, yarın da İslami diriliş hareketinin mensupları içerisinde böyle hareket edecektir bu Kur’an... Ve aynı şekilde belirli bir plan dahilinde muntazam ve emin olarak müslümanların yol almalarını sağlayacaktır.. Elbette bu yeniden doğmakta olan islaml diriliş hareketi Kur’an okuyup ondan ilham almak zorundadır... Ondan ilham alarak yola çıkıp, onun işaretlerine göre hareket planını ayarlamalı, atacağı adımlarını tespit etmelidir... Bu yol boyunca karşılaşacağı engelleri ondan aldığı ilhamlarla telâfi etmeli ve yürüyeceği yolun sonunu gayet iyi görmelidir. Her merhalede atılan adımlar gayet muntazam ve planlı olmalıdır... Bu durumda ele alındığı zaman Kur’an sırf bereket ve dua için okunan bir kitap olmaktan çıkar... Canlı bir hareket ve aksiyon kaynağı olur. Hareket hâlinde bulunan İslâm cemaatına o anda iniyormuş gibi bir hareket ve canlılık kazandırır... Onlarla birlikte hareketa katılır, faaliyetlerini izler ve Allah'ın vaadini beklemelerini sağlar. İşte biz: “Bu Kur’an; sırlarını ancak onunla harekete katılan İslâm birliklerine açar” derken bunu kastediyorduk... Kur’anı sırf bereket ve duâ kitabı olarak okuyan değil bizzat hareket kitabı olarak yaşayan müslümanlara... İlim ve san’at yönünden araştırmaya kalkışanlara değil, onu bizzat pratik hayatında uygulayanlara... Sırf üslûp ve belagat özelliklerini incelemek için değil yaşadıkları müddetçe tatbik etmek için okuyanlara... Şüphesiz ki bu kitabı bir bereket ve duâ kitabı olarak okuyanlar, ilmi ve edebî özelliklerini incelemek, sanat ve belagat tarafını araştırmak için tedkik edenler, hiç bir şey anlamazlar bu Kur’andan... Çünkü bu kitap bir bereket ve duâ kitabı, bir san’at ve edebiyat eseri, bir belagat ve üslûp örneği olsun diye inmemiştir sadece... Bunun yanısıra bir hareket ve taktik, bir idare ve metot kitabı olarak inmiştir... ********************************************* (Onun için önce delilleri ile iman edip kesinleştikten sonra diğer şartlara aklın erse de ermese de teslim olacaksın.Delilleriyle kesin iman etmeden kuranı araştırmaya girersen yanlış algılamalarından dolayı otomatik olarak sapıtıp başka yollara gideceksin.) AKİDENİN MEFHUMUNU YERLEŞTİRMEK, İSLÀM'IN HÜKÜMLERİNE BAĞLANMAYA İTEN EN KESKİN DÜRTÜDÜR http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/search?q=islam+akidesi GÜNÜMÜZDEKİ MÜSLÜMANLARIN EN BÜYÜK PROPLEMİ İSLAM DEVLETİ,HİLAFET DEVLETİ'NİN OLMAYIŞIDIR. http://namenstr8.blogspot.nl/search?q=islam+akidesi ********************************************** Azgın cahiliyet nizamına tertemiz İslâm diniyle karşı koymak isteyenler, yolunu yitirmiş insanlığı yeniden Allah’ın dinine çekmek için çalışanlar, yeryüzündeki putları yıkıp insanları kullara kul olmaktan kurtararak Allah’a kul etmek için çırpınanlar... Evet yalnız ve yalnız bunlar anlarlar en iyi olarak Kur’anı... Çünkü onlar bu Kur’anın indiği atmosferi ayniyle yaşarlar... Bu Kur’anla ilk muhatap olanların yaptıkları hareketlerin benzerini yaparlar.. Bu Kur’anın âyetlerinin indiği devrede yaşayanların cihattan aldıkları zevki alırlar... Onlar bu âyetlerin her satırını yaşayan birer hâdise, birer vâkıa olarak ele alırlar... Ve işte onların uğradıkları bunca eziyetlerin, bunca acıların ve bunca ıstırapların biricik mükâfatı bu zevki tatmaktır... “Mükâfat mı dedik?’’... Hayır... Yemin ederim Allah’a ki en büyük lutfu ve ihsanı budur ulu Allah'ın... “De ki: “Allah’ın lütfü ve rahmeti ile. Ve işte bununla sevinsin onlar.. Çünkü bu, onların topladıklarından çok daha hayırlıdır.”... Ve hamd olsun ulu -Allah’a... O’dur bu yüce lütuf ve ihsanların sahibi...1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
KENDİ DÜŞÜNCEKERİMİZLE DÜŞÜNMEK1-dot
KENDİ DÜŞÜNCEKERİMİZLE DÜŞÜNMEK https://t.co/w1aaOlybf5 İslam: Bir Din ve İdeolojidir https://t.co/nKlQ0B8qIEBağlantı… İslami meşruiyeti bir olgu haline getirebilmek için, baştan beri sözünü ettiğimiz ideolojik sınırlardan bütünüyle bağımsız bir düşünce/kültür/felsefe/siyaset hayatının oluşturulması, hayati…
TANRININ VARLIĞININ KANITLANMASINDA KULLANILAN MODERN DELİLLER İNSANCI İLKE ÖRNEĞİ
Allah katında gizli olan zaferini bizlere sunmuştur.İlim ve teknoloji aracılığı ile. http://ateistcaps.blogspot.nl/2015/01/tanrinin-varliginin-kanitlanmasinda.html Alıp üzerinde yoğunlaşarak çalışma yapıp insanlığa servis etmek bizlere düşüyor. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE,DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıI. BİLİM TARİHİ ve YENİ BİLİMSEL VERİLER Günümüzde ilkokul çağındaki bir çocuk için bile sıradan sayılabilecek bir takım bili...
Roma İmparatorluğu - Vikipedi
Allah katında gizli olan zaferini bizlere sunmuştur.İlim ve teknoloji aracılığı ile. http://ateistcaps.blogspot.nl/2015/01/tanrinin-varliginin-kanitlanmasinda.html Alıp üzerinde yoğunlaşarak çalışma yapıp insanlığa servis etmek bizlere düşüyor. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE,DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıRoma İmparatorluğu, Roma Cumhuriyeti'nin Augustus liderliğinde MÖ 1. yüzyılda yeniden örgütlenmesiyle kurulan Antik Roma devletidir. Uzun yıllar Akdeniz çevresinde hüküm süren Roma İmparatorluğu, 375 yılındaki Kavimler Göçü'yle başlayan karışıklıklardan sonra 395 tarihinde doğu ve batı olmak üzere i…
Bugünkü Roma'nın (İtalya) Fethi - Resulullah'ın Müjdesi
Allah katında gizli olan zaferini bizlere sunmuştur.İlim ve teknoloji aracılığı ile. http://ateistcaps.blogspot.nl/2015/01/tanrinin-varliginin-kanitlanmasinda.html Alıp üzerinde yoğunlaşarak çalışma yapıp insanlığa servis etmek bizlere düşüyor. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE,DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbVideoPeygamber Efendimiz (sav) hadislerinde verdiği müjde..Mahmud Esad Coşan Hocamız anlatıyor..
Roma Gezilecek Yerler
Allah katında gizli olan zaferini bizlere sunmuştur.İlim ve teknoloji aracılığı ile. http://ateistcaps.blogspot.nl/2015/01/tanrinin-varliginin-kanitlanmasinda.html Alıp üzerinde yoğunlaşarak çalışma yapıp insanlığa servis etmek bizlere düşüyor. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE,DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıRoma Gezilecek Yerler sayfasında dünyanın'nın en keyifli gezi noktalarından olan Roma'da gezip görülecek yerler hakkında çok detaylı bilgiler, fotoğraflar
Gezi Rehberi | Gezipgordum.com
Roma Gezilecek Yerler | https://t.co/cEdp3S7lBt https://t.co/APPG4MgUZRBağlantıPratik seyahat ve gezi rehberi & gezi blogu. Eğlenceli, pratik ve bilgilendirici seyahat yazıları, gezi anıları, foto galeriler... Gezip Gördüm
HUSEYİN SASMAZ on Twitter1-dot
TARİH İÇİNDEKİ İSLÂM HAREKETİ Her peygamber kendi kavmine peygamber olarak gönderiliyor. https://t.co/Z2M8ULDYTHBağlantı
Pompeii: 2000 Yıl Önce Zamanın Durduğu Lanetli Şehir
Allah katında gizli olan zaferini bizlere sunmuştur.İlim ve teknoloji aracılığı ile. http://ateistcaps.blogspot.nl/2015/01/tanrinin-varliginin-kanitlanmasinda.html Alıp üzerinde yoğunlaşarak çalışma yapıp insanlığa servis etmek bizlere düşüyor. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE,DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıBundan 1935 yıl önce Vezüv patladı. Şehir o günkü etkinlikler sebebiyle normalden daha kalabalıktı. Sıra dışı hikayesiyle lanetli şehir Pompeii.
TARİH İÇİNDEKİ İSLÂM HAREKETİ Şimdi ise bu kıssaların sûre içindeki birbiri ardı sıra gelişine ve bunun tarih boyunca İslâm akidesinin hareket hattiyle olan delâleti konusuna gelmiş bulunuyoruz. Hz. N û h ’un kıssasının peşisıra İslâm ın insanlığın tanıdığı ilk din olduğunu ve insanların atası Hz. Âdem’le bildikte yeryüzüne geldiğini beyan etmiştik. Sonra Hz. N û h vasıtasiyle yeniden geldiğini ve bundan sonra da her peygamberin eliyle yenilendiğini bildirmiştik... İslâm her yönüyle tevhit dinidir. Ulûhiyet yönünden olsun, itikat yönünden olsun, ibadet bakımından olsun ve hareketler bakımından olsun bütün anlamiyle tevhit dinidir... Bir tek tanrının varlığını kabul eder. Yetki, hakimiyet, teşri ve idare yalnız ve yalnız Allah’a dayanır... Ayrıca gerek inanç, düşünce, hareket ve amellerde olsun, gerekse din edinme, emre uyma ve buyruk dinleme konularında olsun veya her iki sahada birlikte olsun cahiliyet insanlığın başına sonradan musallat olmuştur, önce peygamberler vasıtasiyle insanlar islâmı öğrenmişler sonra zamanla inanç ve düşüncelerinin bozulması, bayat ve idarelerinin infisah etmesi yüzünden cahiliyete dalmış ve Allah’tan başkalarına kul olmuşlardır. Gerek bu tapınma totem ve taşa olsun, gerek ağaç ve yıldıza olsun, gerek animizm şeklinde gerekse natürizm şeklinde ortaya çıksın veya insanların birbirine tapınması şeklinde olsun hep aynı yoldan gelişmiştir. Hepsi de tevhit esasından çıkıp, inhiraf ederek cahiliyete dalmakla ortaya çıkmış İslâm dışı hareketlerdir... Hiç bir yanından batılın sızması mümkün olmayan kitapta Allah’ın anlattığı gibi bu kıssaların birbiri ardı sıra gelmesi de dinler tarihi bilginlerinin ortaya attıkları tezin yanlışlığını ve vardıkları neticenin sakatlığını ortaya koyuyor. Onların takip ettikleri metot hatalıdır, çünkü onlar cahiliyeti başlangıç olarak ele alıyorlar ve peygamberlerin getirdikleri tevhit akidesini cahiliyetin tekamül etmiş şekli olarak kabul ediyorlar. Cahiliyet devrini bile ele alırken o devirden kalma tarihî kalıntılara bakıyorlar ve araştırmalarını buna göre yürütüyorlar. Halbuki tarih doğalı daha ne kadar zaman olmuştur? İnsanlığın tarihinin çok az bir bölümünü bilmektedir tarih dediğimiz ilim dalı. Bu bildiğini sandığı pek az kısma dair malûmatı da sadece tahmin ve zanna dayanmaktadır. Onlar bu tarihî kalıntılar arasında söz gelimi bir tevhit işaretine rastlayacak olsalar veya eski devirdeki tevhit izi taşıyan kalıntılardan birisiyle karşılaşacak olsalar onu hiç görmezlikten geliyorlar. Mesela eski mısır dinlerindeki Achnaton’un inancındaki tevhit izlerini görecek olsalar bile görmemezlikten geliyorlar. Halbuki Achnaton M ı s ı r ’da Hz. Yûsuf ’tan sonra hükümdar olmuş birisidir. Yûsuf sûresinde hapishane arkadaşlarından söz edilirken şöyle buyurulur. Yûsuf: “Rabbimln bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz yemek gelmeden size onu yorumlarım. Doğrusu ben, Allah’a inanmayan ve âhireti inkâr eden bir milletin dînini bırakmışımdır. Atalarım İbrahim, İshâk ve Yakub’un dinine uydum. Allah’a herhangi bir ortak koşmak bize yaraşmaz, bu, Allah’ın bize ve inanlara olan lütfudur; fakat insanların çoğu şükretmez” dedi “Ey mahpus arkadaşlarım! Ayrı ayrı bir sürü uydurma rabler mi daha iyidir, yoksa her şeyden üstün tek Allah mı?” “Allah’ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hüküm vermek ancak Allah’a aittir, kendisinden başkasına değil O’na tapmanızı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir, fakat insanların çoğu bilmezler” " İhtimal ki Achnatoi) Yûsuf peygamberin getirdiği tevhit müjdesine de ulaşmıştır. Neden böyle yapıyorlar denilecek olursa bunun cevabı gayet açıktır. Çünkü temelden dini araştırma metoduna karşı harekete geçiyorlar ve düşmanlıkla girişiyorlar ise. Bu düşmanlığın sebebi de kilise ile din arasındaki tarihî çatışmadır. Dinler tarihi araştırmacıları daha araştırmalarına başlarken önce kilisenin fikirlerini çürütmeyi ve neticede kiliseyi kökten yıkmayı hedef alıyordu. Bunun için başlangıçtan itibaren yanlış olarak başlamıştır bu araştırma metodu. Zira daha araştırmaya girişmeden önce belirli neticelere göre belli sonuçlara varmak gibi bir peşin hüküm ile hareket ediyordu. Kilise düşmanlığı hızını yitirip te, siyasi, sosyal, ekonomik ve İlmî sahalarda kilisenin gücü kırılınca bile bu araştırmalar hâlâ eski metotlara göre sürüp gitti. Zira ana çıkış noktasından ayrılıp kendi başına bir yol tutma imkânı bulamadı. Bu geleneği yıkamadı bir türlü. Ve en sonunda o alışkanlıklar birer metodik kaide hâline geldi. Elde edilen neticeler ise başlangıç noktası hatalı olduğu için tabiatiyle hatalı oldu. Ve sonuç olarak dinler tarihi araştırmalarının bütün hüviyetini hatalılık niteliği teşkil etti... Her hâlükârda gerek ana kaidesi gerekse vardığı neticeler bakımından sakat olan bu araştırmalar Kur’anı kerimin belirttiği İlâhi prensiplere aykırıdır, temelden muhaliftir... Her ne kadar müslüman olmayan birisinin herhangi bir konuda Allah’ın sarahaten belirttiği hususlara aykırı bir fikri benimsemesi ve kabul etmesi mümkün ise de kendisine müslüman adını veren bir araştırıcının kalkıpta bu neticeleri kabul etmesi elbette doğru olmaz. Zira İslam ve cahiliyet mevzuunda Kur’arı kerim islamın her türlü sapık hareketler den önce yeryüzüne geldiğini ve politeizmden önce tevhit akidesinin mevcut bulunduğunu bildiriyor... Hem de kat’i olarak ifade ediyor... Kaldı ki bunu aksi yönde yorumlamak ta imkânsız. Dini bir zaruret olarak şurası muhakkak ki, bir müslüman ya Allah'ın buyruklarını kabul edecektir veya dinler tarihi araştırıcılarınınkini. Benzer bir ifadeyle ya İslâmî seçecek veya Islâm olmayanı. Çünkü Hakteâlânın bu konudaki buyruğu açık ve kesin olup, tevil ve yoruma muhtaç değildir... ASIL GERİCİLER. Bizim bu son açıklamamızda üzerinde duracağımız ana mevzu aslında bu husus değildir. Bizim üzerinde durmak istediğimiz ana mevzu beşer tarihi boyunca İslâm akidesinin hareket hattını takip etmektir. Gerek İslâm, gerekse cahiliyet beşeriyet tarihi boyunca insanları kendilerine çekmeye çalışıyorlar, şeytan ise insan denen şu eş tabiatlı yaratığın biyolojik yapısındaki zaaflarından istifade ederdi insanları cahiliyetin peşinde sürüklemek için çabalıyor. Zaaflarının kurbanı olan insanlar cahiliyet bataklığına daldıkça Allah onlara bir peygamber gönderiyor ve tekrar islâma çekiyor, cahiliyetten kurtarıyor. Ve cahiliyetten kurtarırken ilk yaptığı iş Allah’tan başka muhtelif tanrılara kulluğu yok ediyor. İlk yaptığı iş o sapık insanları Allah’ın dinine çekmek oluyor. Yalnız ibadet şekillerinde veya vicdani inançlarında değil her türlü yaşayışlarında Allah’a bağlıyor onları. Meseleye bu açıdan baktığımız zaman bugünkü insanların durumunu değerlendirmemiz ve İslâm dâvasının tabiatını kavramamız bakımından çok önemlidir elbette. Bir kere bütün insanlık günümüzde alabildiğince bir cahiliyet bataklığına, daha doğrusu gericiliğe doğru yuvarlanıp gidiyor. Halbuki Allah’ın yüce resulu insanları bu gericilik bataklığından kurtarmak için gelmişti. Cahiliyet adım verdiğimiz bu gericilik hareketinin çok değişik şekilleri vardır... Bir kısmı cahiliyet mensubu gericiler Allah’ın varlığını bütünüyle reddetmekte ve toplu inkâra kalkışmaktadır ki, bu düşünce ve inanç cahiliyetinin temsilcileri komünistlerdir... Bir kısım cahiliyet mensubu gericiler ise Allah'ın varlığını çok değişik şekillere büründürerek kabullenmekte, ibadet, amel ve hareketlerde gayet sapık davranışlar içine girmektedirler ki, bunun temsilcileri Hinduizm ve benzeri paganist (put perest) lerdir. Yahudi ve hıristiyanların cahiliyeti de aslında bu statüdedir. Bir kısmı ise Allah’ın varlığını kabul etmekte, hattâ buyruk ve emirlerinin sadece ibadete müteallik kısmını ifa ederdi Lâilâheillallah dâvasından büsbütün saptırıcı düşüncelere bağlanmaktadırlar. Her türlü yaşayışlarında Allah'ın buyruklarına aykırı hareket ettikleri ve Allah nizamının dışında nizamları benimsedikleri halde bir takım ibadetleri yerine getirerek dindar olduklarını sanmaktadırlar. Bunların en büyük mümessilleri de kendilerine müslüman adını verdikleri halde cahiliyet hayatı yaşayan sadece kelimei şehadeti getirmekle dine girdiklerini kabul edip kelimei şehadetin gereklerini yerine getirmeksizin Allah'ın dininden ve nizamından başka nizam tanıyanlardır. Aslında bu da bir öncekiler gibi cahiliyettir, şirktir... Beşeriyetin bu günkü durumunu böyle açık bir perspektif ile görmek; bütünüyle insanlığın korkunç bir cahiliyet uçurumuna doğru yuvarlandığını ve iğrenç bir gericiliğin içine doğru saplandığını söylemek için yeter. Halbuki Allah’ın gönderdiği dinlerde temessül eden İslâm bir çok kere insanları bu bataklıktan kurtarmış ve en son olarak hatemülenbiya Hz. Muhammed Mustafa (S.A.) tarafından kurtarılmıştır. Bu anlayış; günümüzdeki İslâmî doğuş hareketinin önemli fonksiyonlarını belirleyeceği gibi insanlığı kurtarma hareketinde hangi noktadan harekete başlanacağını belirlemek ve kesin adımı atmanın anını tesbit etmek bakımından son derece ehemmiyeti haizdir.Yeniden başlayacak olan İslâm hareketi tıpkı ilk defa olduğu gibi önce insanları yeniden islâma çağırmalıdır. İçine düştüğü bataklıktan kurtarmalıdır. Ve açıkça insanlara İslâmın esaslarını açıklamalıdır. önce Allah’ın birliğine inanmaları gerektiğini, sonra yalnız ve yalnız Allah’a ibadet ederek bütün hayat hadiselerinde Allah’ın hükmünden başka hüküm tanımamalarını bildirmelidir. Ve bunlar tahakkuk etmeden İslâm dan söz edilemiyeceğini ve hiç kimsenin bunları yapmadan müslüman sıfatını kazanamıyacağını ve müslümanlara terettüp eden hukuk! haklardan istifade edemiyeceklerini, müslümanların onların mallarını ve ırzlarını korumakla mükellef olamıyacaklannı bildirmelidirler. Bu hususlardan herhangi birisini yerine getirmemekle bütünüyle islâmdan çıkılacağını ve insanları tekrar Allah’ın dinine döndürmek için çalışması ve kulları kullara kulluğun pençesinden kurtarması gereklidir... Bugün de içinde yaşadığımız dünya islâmdan sonra yuvarlandığı cahiliyet bataklıklarından birisine yuvarlanmış bulunmaktadır. Buna karşı yeniden İslâmî diriliş hareketinin canlanması ve insanları tekrar Allah’ın dinine döndürmek için çalışması ve kulları kullara kulluğun pençesinden kurtarması gereklidir... Bu konunun müslüman gönüllerde kesin ve kati olarak yeretmiş olması içab eder elbette. Beşeriyetin bu bahtsız devresinde yeryüzünü saran cahiliyet havasından kurtarıp bu uğursuz havayı dağıtacak olanların bu gerçekleri çok iyi bilmeleri gerekir. Çünkü bu konu kesin ve açık olarak ruhlarda yeretmedikçe yeni doğacak olan İslâm hareketi beşeriyetin bu sıkıntılı devresinde üzerine düşen vazifeyi yapamaz. Cahiliyet cemiyetinin karşısında bocalar, kesin bir tavır takınamaz. Ve karşısına çıkan cahiliyet çığırını müslüman çığır olarak kabul edebilir, bu yüzden hakikî hedefi yitirip yanlış yollara sapabilir. Hedefini yitirince de kendi yerini bulunduğu noktadan tesbit etmeye başlar ki, o takdirde ne yapacağını bilemez. Tahminlere göre hareket eder. Halbuki tahminlerle gerçekler arasında çok uzak mesafeler bulunabilir... Sayılamayacak kadar uzak mesafeler... * «** HEP AYNI HAREKET Üzerinde durmamız gereken bir diğer husus ta bütün peygamberlerin gönderildikleri kavimlerine karşı aynı tutumu takip etmeleridir. Ayrıca kavimlerinin tutumu da aşağı yukarı hep aynı olmuştur. Anlatılan kıssalarda gördüğümüz kadariyle hepsinin de kavminin başlangıçtaki tutumuyle sonraki tutumları arasında çok büyük farklar bulunmaktadır... Her peygamber kendi kavmine peygamber olarak gönderiliyor.1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
Bazen Hatırlatmak Lazım Herşeyin Sahibi ALLAHTIR.1-dot
Bazen Hatırlatmak Lazım Herşeyin Sahibi ALLAHTIR.VideoBazen Hatırlatmak Lazım Herşeyin Sahibi ALLAHTIR.
İzzet ve Şeref Batılı Çözümlerde Değil! İslamdadır!1-dot
Ümmetin içinde bulunduğu bu hal, her ikisi de “batı-l” olan Parlamenter veya Başkanlık sistemiyle çözülmez! Ancak temeli vahiy olan Hilafet ile çözülebilir. Hilafet gibi muazzam bir yönetim ancak kendisi gibi kusursuz bir metot ile inşa edilebilir. *** Onun içinde şu son asrın fikirleri ile insanlığın bilgilendirilmesi gerekir. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıDeğişime Şahitlik Edin
İNSANIN İNSANCA DEĞERLERİ ııı— Diğer taraftan, Allah’ın dinine bağlanıp yalnız ve yalnız O’na kulluk ederek başkalarına kul olmaktan kurtulmanın insan enerjisini boşa gitmekten korumak hususunda son derece büyük bir önemi vardır. Sahte tanrıların uğrunda insanlığın enerjisinin boşu boşuna akıtılmayıp bütünüyle yeryüzünün iman ve geliştirilmesi, tabiatı haliyle onunla birlikte hayatın geliştirilmesi için kullanılması konusu da büyük bir ehemmiyet arzeder. Meydanda apaçık bir gerçek var ki, biz ona bu cüzün baş taraflarında bir nebze işaret ettik... Şöyleki: Her ne zaman Allah kullarından bir kul kalkıp ta kendisini putlaştırmak isterse ve insanlan Allah’ı bırakıp kendisine kul etmek arzu ederse... Elbette ki bu putun insanları kendisine kul etmek için kuvvet ve enerjiye ihtiyacı olacaktır. Bu kuvvet ve enerjiyi önce şahsını korumak için kullanacak, sonra kendisini putlaştırmak için kullanacaktır... Bunun yanısıra onun borazanını öttürecek, buyruklarını duyuracak kuklalara ihtiyacı olacaktır ki, bunlar bu tarılarına karşı son derece gülünç olan kulluklarını yerine getirsinler ve onu takdis ederek herkesin gözünde büyütsünler ve yüce tanrılık vasflarını herkese tanıtsınlar.. Sonra da bir an bu kulluk görevlerini yerine getirmekten çekinmesinler. Çevresinde dönüp dursunlar, kutsal şeyler versinler ona, buyruklarını duâ gibi okusun ve durmadan sözlerini tekrarlasınlar... Bir kutsallık versinler ona kulları... Çok yorucu bir iş elbette ki bu. Çünkü bu gülünç kulluk ve ibadet etrafındaki borazanlar sustuğu, defler durduğu, buhurlar söndüğü, terennümler dindiği, buyruklar okunmaz olduğu zaman küçülür, kısılır ve basitleşir... Bunun için durmadan dinmeden bu havayı devam ettirmek gerektir. Bu ise elbette ki çok yorucu çalışmaları gerektirecektir. Bu yorucu çalışmalar yapılırken elbette ki enerjiler sarf edilecek, mallar dökülecek ve bazı kere de ruhlar ve ırzlar payimal edilecektir. Ama bunlar yeryüzünün iman için kullanılsa, verimli bir üretim çarkının dönmesi için harcansa, beşer hayatının geliştirilmesi ve zenginleştirilmesi için sarf edilse beşeriyet için bir çok faydalar sağlanacaktır. Ne yazık ki, bu çalışmalar, bu didinmeler, bu mallar ve bazı kere de ruhlar bu hayırlı, bu insanlık için verimli olan alanlarda kullanılmaz... Mademki insanlar Allah’a kul değil de onun dışında putlara kul olmaktadır, hiç bir şey doğrudan doğruya insanların hayrı için kullanılmayacaktır... Bu noktadan görülüyor ki insanlar Allah’tan başkalarına kul olma günahını işlemekle, O’ndan başkasına tapınmakla büyük kayıplara uğruyor, enerjileri tükeniyor, yeryüzünü imar edemiyor, üretim imkanlarını geliştiremiyorlar... Ve bunların ötesinde de ruhlarını mahvediyor, namuslarını mal ediyor, ahlâkî değerlerini ayaklar altına alıyor. Zillete düşüyor, eziliyorlar... Yeryüzünün bir sisteminde böyle de, diğerinde değil mi? Hayır hepsinde aynı. Sadece değişen şey yaşanan şartlar ve feda edilen kurbanlardır... _ Gerçekten de Avrupa sahte bir din adiyle insanlara zâlim bir terör rejimi uygulayan kilisenin baskısından kaçarken bütünüyle boşanmış ve Allah duygusundan bağını kırıp kaçmıştır, insanın insanlık değerlerini çiğneyen ve zâlim bir rejimle insanın şeref ve haysiyetini ayaklar altına alan kilise diktasına karşı baş kaldırırken Allah’a da isyan etmiş ve baş kaldırmıştır... Sonra da bir takım insanlar kendi insanlık şeref ve haysiyetini, hürriyet ve değerlerini — bu arada menfaatini — bir takım ferdiyetçi nizamların gölgesinde aramaya başlamış, bütün ideal ve düşüncelerini hürriyet ve haysiyetini demokrasiye bağlamış, ve bunların garantisini orada aramıştır. Veya parlamenter sistemlere, beşeri yasalara, basın hürriyetine, kaza ve teşri teminatlarına, seçmen çoğunluğunun kararına bağlamışlardır. Ve o nizamların çevresini saran sayılmayacak kadar çok lâfta prensiplere... Sonra ne olmuş?... Alınan netice ne?,. Sonuç; kapitalizmin, her türlü baskı sistemlerine başvurarak sayılamayacak kadar çok garanti ve paravanalar arkasına gizlenip insanları hayalî duygular içinde uyutup zulmü gerçekleştirmesidir. Neticede, kapitali elinde bulunduran azgın bir azınlığın alçaltan ve öldürücü köleliği altında çoğunluk ezilmiş ve azınlık grup her zaman parlamenter çoğunluğu dinde tutmuştur. Parlamenter çoğunluğu eline geçirince de yasaları kendisine göre tanzim etmiş, basın hürriyetini keyfine yorumlamış ve Allah'ın nizamı dışında nizam arayanların insanlık, şeref ve haysiyetlerini, değer ve hürriyetlerini de garanti unsuru olarak ele geçirmiştir. Sonra birtakım kimseler çıkmış sermaye çevresinin üstünlüğüne dayanan veya tabaka hakimiyetini sürdüren egoist ve ferdiyetçi nizama baş kaldırmış ve başını sosyalist sistemlere çarpmıştır. Sonu ne olmuş? Alınan netice ne?... Bu sefer de kapitalist zümrenin hâkimiyetinden çıkıp kolhoz hâkimiyetine girmiş. Bir başka ifadeyle; kapitalistlere ve büyük şirketlere kulluk yerine, idari sultayla birlikte malî gücü de elinde bulunduran devletin kulu kölesi hâline gelmiştir. Neticede ortaya çıkan durum, kapitalist sınıfın hâkimiyetinden çok daha tehlikeli bir hal almıştır... Her halükârda insanın insana boyun eğdiği nizam ve sistemlerin hepsinde insanlar mallarını ve canlarını acı bir fedâkârlık örneğiyle kurban vermişler. Kime? Çeşitli şekil ve hallerle ortaya çıkan tanrılara... Çünkü insanlar mutlak şekilde bir tanrıya kul olmak ihtiyacını duymaktadırlar. Eğer bu kulluk Allah’a olmazsa mutlaka Allah’tan başkasına olacaktır... Yalnız Allah’a kulluk insana hürriyetini, şeref ve haysiyetini, değer ve üstünlüğünü de bahşedecektir... Allah’tan başkasına kulluk ise insanın insanlığını yiyip bitirecek; şeref ve haysiyetini, hürriyet ve faziletlerini silip süpürecektir... Sonra da mallarını ve maddi menfaatlerini ortadan kaldıracaktır. İşte bütün bunlardan dolayı ulûhiyet ve kulluk meseleleri Allah'ın gönderdiği risalet ve kitaplarda büyük ihtimamla tahlil edilmiştir. İşte bu sûrede, bu önemin en güzel örneğine rastlıyoruz. Hatdi zatında bu mesele eski ve gülünç cahiliyetlerdeki puta ve taşa tapınma mes’elesiyle hiç mi biç ilgili değildir. Aksine her zaman ve her yerde, insanın var olduğu her an ile alâkalıdır. Dolayısiyle bütün cahiliyet çeşitleriyle de ilgisi vardır... Hem tarih öncesi hem de tarih sonrası cahiliyetlerle alâkalıdır. Yirminci asrın cahiliyeti ile de yakından münasebeti vardır. Daha doğrusu kulların kullara kulluğu esasına dayanan bütün cahiliyet sistemleriyle alâkalıdır... Bu konuda söylenecek sözün kısası Kur’anın bilumum takrirlerinden ve özellikle de bu sûredeki ayıklamalarından ortaya çıkıyor ki. din edinmek, bağlanmak ve hakimiyet mevzularının hepsi —ki bu sûrede buna tek kelimeyle ibadet deniliyor:— yalnızca bir akide, bir iman meselesidir, bir İslâm meselesidir. Yoksa bir bilgi, bir medeniyet, bir sistem meselesi değildir... Olabilir veya olamaz ama bu mesele tamamen akide meselesidir. Bulunabilir veya bulunamaz ama bu bir iman meselesidir... Tahakkuk eder veya edemez ama bu bir İslâm meselesidir. Bundan sonra da —ama önce hiç mi hiç değil— yaşanan hayat meselesidir ki sistem hüküm ve prensip halinde ortaya çıkar. Ve bu sistemin, hükmün, prensibin geçerli olduğu bir toplum şeklinde belirir. Böyledir... Çünkü “ibadet” meselesi bir şekil ve formalite meselesi değildir. Bilakis bir din edinme, emre uyma, bir nizamı benimseme, bir sisteme bağlanma ve günlük hayatta yaşanan bir doktrine uyma meselesidir... Ve böyle olduğu için de bunca dikkat edilmiş ve önem verilmiştir. Allah’ın nizamı onun için bu kadar fazla durmuştur bu mevzu üzerinde... Bütün resuller ve risaletler boyunca bu derece önem atfedilmiştir... Ve bunca acıları, eziyetleri ve fedakârlıkları gerektirmiştir... ********************************* ŞİRK'İN DEVLET ELİYLE RESMİLEŞTİRİLMESİ.! http://www.dailymotion.com/video/x3qegyd_sirk-in-devlet-eliyle-resmilestirilmesi_lifestyle *************************************1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
Listelist1-dot
Pompeii: 2000 Yıl Önce Zamanın Durduğu Lanetli Şehir | https://t.co/N5HbYUTfSx https://t.co/JOTAKb2hEpBağlantıEn yaratıcı yorumları, en ilginç fotoğraf ve videolarla birleştirip eğlenceli listeler haline getiriyoruz. Maksat gülelim, coşalım.
Ölümsüz Şehir Roma…1-dot
Allah katında gizli olan zaferini bizlere sunmuştur.İlim ve teknoloji aracılığı ile. http://ateistcaps.blogspot.nl/2015/01/tanrinin-varliginin-kanitlanmasinda.html Alıp üzerinde yoğunlaşarak çalışma yapıp insanlığa servis etmek bizlere düşüyor. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE,DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıNapolyon’un dediği gibi dünya bir ülke olsaydı başkenti İstanbul mu olurdu bilmiyorum ama şimdiden dünyanın başkenti, ölümsüz şehir ve…
Top 10 lugares de Roma1-dot
Top 10 lugares de Roma - Top 10 Listas https://t.co/RPzobWKiKU Allah katında gizli olan zaferini bizlere sunmuştur. https://t.co/TniZmoHqJdBağlantı
Hz. Musa’nın aklı başına geldi, “Ya Rabbi! Beni de, kardeşimi de affet. Bu fasık milletle aramızı ayır!” dedi. Allah Azze ve Celle onlara büyük bir ceza verdi. ‘ فَاقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْ’ ‘birbirinizi öldürün!’4 buyuruldu. Birbirlerini öldürmeye başladılar. Tevhidden uzaklaşanlara, şirke düşenlere verilen ceza; toplumun birbirini öldürmesidir, terördür. Bir toplum, Allah’ın yolundan saptığı, hak yolda sebat göstermediği, Allah’a şirk koştuğu, o memlekette Allah’ın dediği değil insanların dediği olduğu zaman Allah’ın onlara vereceği ceza; onların arasında iç savaş meydana getirmektir. *** Sebat, kararlı olmaktır. Evvela kutsalınız olacak, Kur’an’a ve Sünnete dayanacaksınız, ondan sonra da rüzgâr nereden eserse essin, doğrularınızdan taviz vermeyeceksiniz. Sizi başka istikametlere sevk etmek için türlü türlü rüzgârlar estirecekler. Eğer kaynağınız sağlamsa ve mutmainseniz sapmazsınız. İmanda sebat göstermek cennete girmek demektir. Sebat edemeyenler kaybederler. Sebat etmediğinizde kınanacağınızı, sebat ettiğinizde ise mükâfatını alacağınızı bilirseniz sebat edebilirsiniz. Eğer imtihanların hikmetlerini bilirseniz imtihanlara sebat gösterebilirsiniz. *** Heraklius onları çağırdı ve Mekkeli olduklarını öğrenince bir takım sorular sordu. O sorulardan biri de; “Onun eğitiminden geçmiş olanlardan; dinden dönmüş ve ondan ayrılmış olan var mıdır?”23 idi. Ebu Süfyan o zaman Müslüman değildi. Evet demeyi çok isterdi ama “yok” demek zorunda kaldı. Çünkü yanında başkaları vardı. Onlardan utandı, doğruları söyledi. “Ona iman edenler bir daha dönmüyorlar” dedi. ***1-dot
İSLAMCILIK VE BATI’YA MEYDAN OKUMA1-dot
Buna karşı çözüm yolu insanlığın yeniden İslami değerlerle buluşması ve bunlardan hareketle bireysel ve sosyal yaşamını dizayn etmesidir. Ancak tevhid, adalet, güzel ahlak, iyilik, zulme ve münkere karşı çıkmak ve ihsan gibi temel değerlere dayalı olarak inşa edilecek bir hayat, insanlığı, bugün karşı karşıya olduğu sorunlardan kurtarabilecektir. Bunun için insanların İslamın öngördüğü bu değerler etrafında bir araya gelmelerinin sağlanması yönünde bir çaba ve gayret sarfedilmesi gerekir. Bu çaba, bunun bilincinde olan her Müslümanın asli görevi olmalıdır. *** İşte Fikir. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları.Bağlantı… daha düne kadar İslam’ın temel öğretilerinden ve değer yargılarından hareketle sorgulanıp reddedilen liberalizm, kapitalizm, demokrasi, sekülerizm ve laiklik gibi hususların aslında çok da …
TEVHİDİN SOSYAL HAYATTAKİ ÖNEMİ II — Şimdi Allah’ın dinine bağlanmak ve bunun hayattaki fonksiyonları üzerinde durup bütün anlamlariyle ibadetin yalnız ve yalnız Allah’a tahsis edilmesinin bir başka noktadan değeri üzerinde duracağız: Allah’a kul olmak şüphesiz ki insanı başkalarına kul olmaktan kurtarır, insanları kullara kulluktan çıkarıp bir ve tek Allah’a kul eder. Ve böylece gerçek mânada insanlık şeref ve haysiyeti korunmuş olur. Gerek bu şeref ve haysiyet, gerekse kullara kul olmamak hususu Allah’ın hak din olan İslâm nizamının dışında hiç bir nizamda tahakkuk edemez. İslâm nizamının dışında insanlar çeşitli şekillerde birbirilerine kul olurlar. Gerek itikadî anlamdaki kulluk ile gerek bildiğimiz mânadaki ibadet ile, gerekse teşriî anlamdaki ibadet ile olsun. Hepsi de birer kulluk çeşididirler ve birbirlerinden farklı yanları yoktur. Madem ki hepsinde de insanlar Allah’tan başka kullara kul olmaktadırlar ve hayati meselelerde onların buyruklarına uymak zorundadırlar, değişen hiç bir şey yoktur. Hiç bir zaman insanlar dinsiz yaşayamazlar. Mutlaka bir din edinmek zorundadırlar. Ama Allah’ın dinine bağlanmayanlar muhakkak Allah’tan başkasının dinini benimseyeceklerdir. Hayatın değişik cephelerinde ortaya çıkan değişik şekillerdeki tanrılara kul olacaklardır. ►r-—■-*• Ya şehvetlerinin ve arzularının pençesine düşecek ve hudut nedir bilmeksizin, kontrol nedir yapmaksızın onun kulu olacaklardır... Ve böylece İnsanî hususiyetlerini kaybedecekler ve hayvanlar derekesine düşeceklerdir. “Küfredenler ise hayvanlar gibi yerler, eğlenirler ve onların durağı cehennemdir.” “ Muhakkak ki insanın insanlığını kaybetmesi kadar büyük kaybı yoktur. İnsan oğlu Allah'ın dininden çıkar çıkmaz insanlığını kaybeder ve hayvanların seviyesine iner. Şehvetlerin ve arzuların kulu kölesi olur. f ’ Daha başka türlü tanrılara da kul olurlar. Daha başka şeylerin de pençesine düşerler. Kendiliklerinden hükümler vaz’eden liderlerin, devlet adamlarının kulu olurlar. Bu hükümleri vazedenlerin menfaatından başka hiç bir şeyi gözetmeyen buyrukların mahkûmu - olurlar. Onlar diledikleri gibi tasarruf ederler hayatlarında. Bu sahte tanrılar gerek hükümler koyan bir ferdin hakimiyeti şeklinde ortaya çıksın, gerekse bir ırkın, bir kitlenin hakimiyeti tarzında ortaya çıksın değişen bir şey yoktur. Allahın şeriatını tanımayan ve Allah’ın hükümlerine dayanmayan bütün beşeri nizamlarda insanlığın düştüğü seviyelere göz atmak bunu görebilmek için kafidir. ************************************* ŞİRK'İN DEVLET ELİYLE RESMİLEŞTİRİLMESİ.! http://www.dailymotion.com/video/x3qegyd_sirk-in-devlet-eliyle-resmilestirilmesi_lifestyle ******************************************** Ne var ki kullara kul olmak, sadece yöneticilere, liderlere ve kanun koyuculara kul olmakla bitmez. Bu açıkça görülen bir şeklidir kulluğun ama hepsi bundan ibaret değildir... Daha başka şekilleri de vardır kullara kulluğun. Çoğunlukla gizli olur bunlar ama zaman zaman açık şeklinden çok daha beter ve fazla olur.. Bunun en açık örneği modaya kul olanlardır. Moda evlerinin insanlar üzerindeki hakimiyetini vâkıa hiç bir beşeri müessesede görmek mümkün değildir... Şu kendilerinin medeni olduğunu söyleyenler... Hepsi hepsi modanın kulu durumundadırlar. Moda yaratıcıları tarafından ortaya sürülen bir kıyafeti —ister çırılçıplak olsun, ister kapalı, ister binecekte olsun ister giyecekte, ister eğlencede olsun ister gezinti yerlerinde— modanın geçerli olduğu her alanda hiç bir cahiliyet mensubu erkeğin veya kadının kaçınması veya yerine getirmemesi mümkün değildir. İşte kulluğun daniskası... Kim çıkabilir modanın dışına bunlardan?... Şayet şu medeniyet adı verilen cahiliyetin mensupları moda evlerine kul oldukları, bağlandıkları kadar Allah’a kul olup bağlansalardı şüphesiz ki son derece zâhit birer mü’min olurlardı... Ve eğer bunların bu bağlılığına kulluk denilmezse neye denilecektir? Eğer bu modacılar bunların bakımı ve tanrısı değilse hakimiyetin ve tanrılığın anlamı nedir? ... Çoğu kere zavallı, hem de çok zavallı kadınlara rastlıyoruz, öyle dekolte kıyafetler giyiniyorlar ki ne şekillerine uyuyor, ne bedenleri ne de yapılarına. O derece boyanıyorlar ki alay konusu olmaktan, gülünç duruma düşmekten başka bir şeye yaramıyor. Ne var ki modanın güçlü tanrıları ve modanın bakim gücü alt ediyor onları ve bu derece küçülterek herkese gülünç, âleme rüsvay olmalarını sağlıyor. Karşı koymak mümkün mü modaya? Bu uydurma tanrıların kulluğundan kurtulmak ne mümkün?... Çünkü çevresini saran cemiyet „ bütün bütün moda tanrısının kulları, köleleri, o nasıl kurtarsın kendisini bu iğrenç putun elinden?. ************** https://www.google.nl/search?q=Kar%C5%9F%C4%B1+koymak+m%C3%BCmk%C3%BCn+m%C3%BC+modaya%3F&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ved=0ahUKEwj887nt2PXRAhVIBsAKHb3VCe8Q_AUICCgB&biw=911&bih=411 ************************************* Eğer bunun adı da kulluk, kölelik değilse nedir?.. Hakimiyet ve tanrılık bu değilse nedir?.. Bu sadece insanların Allah’a kul olmadıkları takdirde kul olacakları noktalardan bir tanesidir Allah’tan başka kullara kul olanların bağlanacağı uydurma dinlerden sadece birinin örneğidir... Şu halde sadece yöneticilerin, devlet 'adamlarının ve kanun koyucuların kulu kölesi olmak biricik kulluk şekli değildir. Beşerin beşere kulluğu, beşerin beşere hakimiyeti tek bir kulluk ve hakimiyet şeklinde olmaz, çok değişik şekilleri vardır onun... İşte buradan anlıyoruz tevhit akidesinin önemini. Allah’ın dinine bağlananların ruhlarının, ırzlarının, mallarının nasıl korunduğunu ve Allah’ın dininden başka dinlere bağlanmış bulunanların, kısacası Allah’tan başkalarına ve başka şeylere kul olanların bu noktalarda hiç bir koruyucularının bulunmadığını görüyor ve tevhidin kıymetini idrâk ediyoruz. Bu kulluk, kanun koyucuların hâkimiyeti şeklinde olabilir, geleneklerin ve alışkanlıkların hâkimiyeti şeklinde olabilir, basit düşünce ve inançların hâkimiyeti şeklinde olabilir... Gerek inanç ve gerekse düşünce alanında Allah’ın dininden başka dinlere ve yollara bağlanmak demek bitmez tükenmez evham ve hurafelerin bataklığına gömülmek demektir... Putperest cahiliyetlerde bunun değişik şekillerini görüyoruz. Avam takımının bağlandığı hurafe ve efsaneler de bu cahiliyetin bir başka şeklidir. Sakat bir düşünce ve yanlış bir inanç uğrunda nice malların, mülklerin kurban edildiğini hattâ zaman zaman çocukların bile adandığını görüyoruz. Bu düşünceler ve hurafelerin sardığı insanlar devamlı olarak uydurma tanrıların şerrinden korkuyorlar, bu tanrılarla ilgi kuran rahiplerin ve din adamlarının belâsından çekiniyorlar. Cinlerle, şeytanlarla, ifritlerle ilgi kuran esrarengiz kimselerin ve büyücülerin hemen üzerine indirecekleri felâketlerden korkup duruyorlar... Daha nelerden nelerden?... Boyunları bükülene, takatları bitene, enerjileri bu sahalarda mahvolup gidene kadar korku ve dehşet içinde, ümit ve arzu içinde yıpranıp gidiyorlar... Moda evlerine kulluğun sadece örfler ve âdetler hâli üzerinde durduk ve bu uğurda payimal olan ırz ve namus noktalarını ele aldık. Ya bu uğurda harcanan paralar, boşa akıtılan enerjiler ve öldürülen vakitler?... > Orta gelirli bir âile, parfümler, boyalar, rujlar, pudralar, koaföre gidip saç yaptırmalar, ondüle ettirmeler ve her yıl modası değişen elbiselik kumaşlar ve tuvalet takımları için... Sonra aynı modaya uyarak değişen ayakkabılar, saça, tuvalete, ayakkabıya uygun düşmesi gereken süs eşyası için... Ve bu uğursuz putların istedikleri saymakla bitmeyen diğer şeyler için... Normal gelirli bir âile gelirinin en azından yarısını bu uğurda harcıyor. Bir gün diğerini tutmayan bu her an değişen modacı tanrıların buyruklarını yerine getirmek ve istediklerini yapmak için gelirinin yarısını harcıyor. Çalışmasının yarı semeresi bu uğurda akıp gidiyor. Üstelik te harcadığı enerjisi caba... Kim var bunların ardında? Bu tanrıların ihdas ettiği dünyalara kurulmuş bulunan fabrika ve imalathanelerin ardında yahudi bankerler ve kapitalistler oturmuş bulunuyorlar... Ve modaya uyan bir kadın, yahut bir erkek bu yorucu çalışması ve çırpınması içinde bir an olsun durup ta bu iğrenç dinin emirlerini yerine getirmekten kaçınamıyor ve bu uğurda malı gidiyor, emeği gidiyor, ıra ve ahlâkı payımal oluyor, ama bir kere de olsun bu uydurma tanrının karşısına çıkıp res çekemiyor... Kulluğun bir başka çeşidi de insanlara hüküm koyan insanların buyruklarına uymanın yüklediği mükelefiyetlerdir... Bir Allah kulunun Allah’a sunduğu bir kurbanın mukabilinde Allah’tan başka hakim tanrılara kul olan insanlar bin bir katı kurbanlar takdim ederler de yine yakalarını kurtaramazlar. Mallarını, nefislerini ve ırzlarını bu uğurda feda ederler de yine bitmez... Putlar vardır dikilir bu tanrılar adına... Kimisinin adı “vatandaşlıktır”... Kimisinin adı “cinsiyettir”... Kimisinin adı “sınıf hakimiyetidir”... Kimi«nin adı “üretim imkânlarıdır”... Ve daha burada sayılmayacak kadar çok ve çeşitli putlar dikilir bu tanrılar adına... Bu uğurda bandolar çalınır, işaretler çekilir ve putçular puta tapanlardan putları uğrunda tereddüt etmeksizin mallarını ve canlarını feda etmelerini isterler. Aksi takdirde bu hususta gösterilecek bir tereddüt hiyanettir gayeye, en büyük utanç vesilesidir... Hattâ bu putların istekleriyle çatışan konu ırz ve namus konusu bile olsa feda edilecek elbette ve bu fedakârlık uğrunda kan dökülecek kadar büyük bir şeref vesilesi olur... Çünkü böyle bağırır o putların etrafına dikilmiş bulunan borazanlar... Ve bu borazanların ardında da yöneticilerden müteşekkil tanrılar kurulup otururlar. ****15 temmuz olayları**** https://www.google.nl/search?q=15+temmuz+olaylar%C4%B1&oq=15+temmuz+olaylar%C4%B1&aqs=chrome..69i57&sourceid=chrome&ie=UTF-8 ***************************** Gerçekten de yeryüzünde yalnız ve yalnız Allah’a kulluğu tahakkuk ettirmek, insanları taşlara, putlara ve şeytanlara tapınmaktan kurtarmak ve insanlığın hayatını Allah'ın irade buyurduğu o yüce seviyeye ulaştırabilmek için yapılan Allah yolunda cihadın gerektirdiği bütün fedakârlıkların... Bir kaç mislini sarf ederler Allah’tan başkasına kul olanlar... Allah yolunda cihat ettikleri takdirde mallarını, çocuklarını ve Ailelerini kaybetmekten korkanlar, şehit olup ölmenin eziyetinden, acısından ve kaybından endişe edenler... Düşünsünler bir kere Allah’tan başkasına kul oldukları takdirde kaybedecekleri malları, canları, çocukları ve bunların da ötesinde ahlâk ve namusları... Muhakkak ki Allah yolunda cihat etmek onlara Allah’tan başkasına kul olanlara yüklenen mükellefiyetlerden çok daha az mükellefiyetler yükler. Bunun da ötesinde, o pislikler, o utanılacak haller ve o zilletler... İNSANIN İNSANCA DEĞERLERİ ııı— Diğer taraftan, Allah’ın dinine bağlanıp yalnız ve yalnız O’na kulluk ederek başkalarına kul olmaktan kurtulmanın insan enerjisini boşa gitmekten korumak hususunda son derece büyük bir önemi vardır. Sahte tanrıların uğrunda insanlığın enerjisinin boşu boşuna akıtılmayıp bütünüyle yeryüzünün iman ve geliştirilmesi, tabiatı haliyle onunla birlikte hayatın geliştirilmesi için kullanılması konusu da büyük bir ehemmiyet arzeder. Meydanda apaçık bir gerçek var ki, biz ona bu cüzün baş taraflarında bir nebze işaret ettik... Şöyleki: Her ne zaman Allah kullarından bir kul kalkıp ta kendisini putlaştırmak isterse ve insanlan Allah’ı bırakıp kendisine kul etmek arzu ederse... Elbette ki bu putun insanları kendisine kul etmek için kuvvet ve enerjiye ihtiyacı olacaktır. Bu kuvvet ve enerjiyi önce şahsını korumak için kullanacak, sonra kendisini putlaştırmak için kullanacaktır... Bunun yanısıra onun borazanını öttürecek, buyruklarını duyuracak kuklalara ihtiyacı olacaktır ki, bunlar bu tarılarına karşı son derece gülünç olan kulluklarını yerine getirsinler ve onu takdis ederek herkesin gözünde büyütsünler ve yüce tanrılık vasflarını herkese tanıtsınlar.. Sonra da bir an bu kulluk görevlerini yerine getirmekten çekinmesinler. Çevresinde dönüp dursunlar, kutsal şeyler versinler ona, buyruklarını duâ gibi okusun ve durmadan sözlerini tekrarlasınlar... Bir kutsallık versinler ona kulları... Çok yorucu bir iş elbette ki bu. Çünkü bu gülünç kulluk ve ibadet etrafındaki borazanlar sustuğu, defler durduğu, buhurlar söndüğü, terennümler dindiği, buyruklar okunmaz olduğu zaman küçülür, kısılır ve basitleşir... Bunun için durmadan dinmeden bu havayı devam ettirmek gerektir. Bu ise elbette ki çok yorucu çalışmaları gerektirecektir. Bu yorucu çalışmalar yapılırken elbette ki enerjiler sarf edilecek, mallar dökülecek ve bazı kere de ruhlar ve ırzlar payimal edilecektir.1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
İşte yıllardır Müslümanlara anlatamadığımız, bu son derece açık, yalın gerçekliklerden başkası değildir. Müslümanlar nasıl bir muhafazakâr demokrat büyü ile büyülenmişler ise, gerçeklerle ne kadar açık ve yalın da yüzleşseler yine de uyanmamakta, ayıkmamakta ısrar etmekte, AKP’nin her sözünde ve pratiğinde bir keramet, onu bulamazlarsa takiyye aramaktan yorulmamakta, usanmamaktadırlar. Evet, AKP 13 yıldır bizzat yapıp-ettikleriyle, tartışmaya açtığı konular ve mesele edip üzerine gittiği meseleler üzerinden ve Ömer Çelik’in son açıklamasında olduğu gibi deklarasyonlarıyla kendisini çok açık olarak ifade etmektedir: “Bizim rejim sorunu diye bir sorunumuz yok arkadaş. Sadece sistemi tartışıyoruz. Bu kadar.” Peki, Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın hükümlerinden başka hükümler, O’nun gösterdiği Sırât-ı Mustaqîm’den başka yol, O’nun dininden başka din/hayat nizamı tanımaması gereken Müslümanlar? Şayet iman akdine sadık kalmak istiyorsa, Türkiye’de yaşayan herhangi bir Müslümanın rejim sorunu vardır, hem de bu onun en temel sorunudur. Zira üzerinde yaşadığı toprak parçasındaki hakim nizam, fert ve toplum hayatına sınırlar çizen hükümler manzumesi; Âlemlerin Rabbi’nin otoritesini tanımayan, O’nun hükümlerine teslim olmayan, O’nun hükümlerine rağmen ve muhalif olarak insan ve toplum hayatına sınırlar çizen laik bir rejimdir. İşte AKP sözcüsünün “kendisiyle bir sorunumuz yok” dediği rejimin temel mahiyeti budur. AKP’nin olmasa da, kendisini Müslüman olarak addeden her fert ve topluluğun bu rejimle esastan sorunu vardır, olmalıdır.
ŞİRK'İN DEVLET ELİYLE RESMİLEŞTİRİLMESİ.! - Dailymotion Video1-dot
Şunu belirtmeliyiz ki, tarihselciliği savunanların hiçbiri henüz, “muamelata dair hükümler”i tarihsel, “taabbudi (ibadete dair) hükümler”i ise evrensel kabul etmelerine dair ikna edici bir argüman ortaya koyamamışlardır. *** İBADETİN ASIL MÂNASI (“Beşeri faaliyetlerin, “ibadât ve muamelât” diye ikiye ayrılması, “Fıkıh” kitaplarının te’lifinden sonra ortaya atılmış bir meseledir.) http://www.dailymotion.com/video/x3qegyd_sirk-in-devlet-eliyle-resmilestirilmesi_lifestyle https://www.facebook.com/photo.php?fbid=243218762796199&set=pcb.243218829462859&type=3&theaterBağlantı
CENNET GARANTİ BELGESİ...1-dot
CENNET GARANTİ BELGESİ...KATİ DELİLLERİYLE. https://t.co/dnUBXYFVdv İnanmayanların durumu da Allah’a aittir... https://t.co/jBQjqVmIXCBağlantıYaratıcı yaratmış olduğu insanlığa gönderdiği son peygamber Muhammed aracılığı ile kendi tarifini vermiş. Kişi bu tarifi onayladıktan son...