Bu Blogda Ara

27 Şubat 2017 Pazartesi

YENİ ARŞİV*3

Bugün
ALT-KİMLİK, ÜST-KİMLİK
O hâlde ben, Türklükten önce müslümanım. Seçmediğim şey benim üst-kimliğim olamaz çünkü. İnsanın ayırıcı özelliği “seçim yapabilmesi”dir ve seçim yapamayanlar hayvandır ve onlar kendileri nasıl yaratılmışlarsa ona râzıdırlar. Ben de maddî yapı olarak insan olmaktan râzıyım ve Türk gelenek-göreneğine alışkın olduğumdan, Türklüğe, daha doğrusu Türk kültürüne de râzıyım. Fakat bunu alt-kimlik olarak kabûl ederim, üst-kimlik olarak değil. Çünkü ezeli ve ebedî olan İslâm, Türlükten üstündür. Bu nedenle İslâm benim üst-kimliğim iken, Türklük alt-kimliğimdir. İnsan olmanın ayırıcı özelliği olan “irâdem dışında olmuş” olan kavmî âitliğim benim alt-kimliğimdir. Birileri müslüman olmayı “Arap olmak” zannededursun, Allah bizi “müslüman” olarak isimlendirmiştir ve insanlar-arası ilişkilerde de kavimler olarak ayırmıştır.BağlantıÜst-kimlik; bir emek, bir gayret sonucunda bir bilgi ve bilinç-merkezli amel-eylem ile kazanılmış olandır. Yâni üst-kimliği belirleyecek olan şey “bilinçli olarak seçilen” olmak zorundadır. Zâten A…
HAKİKATIN ETRAFINDA1-dot
İslamın tek boyuta ve özel varoluşa indirgenmiş olması sebebiyle, tarihsel/evrensel çapta etki uyandırabilecek düşünsel, felsefi, kültürel eserler, fikirler üretilemiyor. *** İşte Fikir. *EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları.BağlantıDengesiz değişimlerin yaşandığı değişken bir dünyada, Müslümanların gerçek sorunları ihmal pahasına geçici güncelliklere kapanmış olmaları, zihinsel, ruhsal ahlaki istikrarsızlıklarımızı çoğaltıyor…
“CUMA’NIZ MÜBAREK OLSUN”1-dot
“İslam öğretisinde tüm günler, geceler, dakikalar Allah’ın zamana tanıklık ettiği anlardır. Bu açıdan Allah’ın/İslam’ın gecelere, merasimlere, belirli günlere hapsedilmesi ticaret dindarlığının bir ürünüdür. *** Ama eşyayı ölçü olarak alırsak bu gibi olaylara son verilmiş olur. İnsandaki özelliklerden bir tanesi de efdal olanı, çok olanı,iyi olanı elde etme isteği olduğundan önce cenneti onay ve red meselesiyle garantiler sonrada yaratıcının emirlerini yerine getirdiğin müddetçe mevkiin yükselir. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/insanin-esya-olusunun-delili.html http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/01/cennet-garanti-belgesi.htmlBağlantıEgemenler her dönemde baskıcı bir dinin temsilcileri olmuşlardır. Bugün kılınan Cuma’lar da bu yetkeci tutum ve resmi politikanın/din anlayışının hutbeler kanalıyla halka benimsetilmesi kendi…
Taner olgun yoruldum ben... Bu dünyanın gam yükünü çeke çeke yoruldum ben...1-dot
Taner olgun yoruldum ben... Bu dünyanın gam yükünü çeke çeke yoruldum ben...VideoTaner olgun yoruldum ben... Bu dünyanın gam yükünü çeke çeke yoruldum ben...
Kırmızı Bohçayı Dürdürmediler1-dot
Kırmızı Bohçayı DürdürmedilerVideoKırmızı Bohçayı Dürdürmediler
Geçen Hafta
ŞOK!.. İSTANBUL'A ÖYLE BİR ÇAĞRI YAPTI Kİ... YER YERİNDEN OYNADI!...1-dot
Kafirlerin Müslümanların Başına Üşüşmeleri.İslamın zaferinin yakınlaştığının göztergesidir.! Rasûlullah(s.a.v) (s.a.v.) buyurdu ki: “Aç insanların yemek kabına üşüştükleri gibi yakında diğer milletler de sizin başınıza üşüşeceklerdir. Dinleyenlerden biri: O gün bizim az oluşumuzdan mı böyle olacaktır?” deyince Rasûlullah(s.a.v) (s.a.v.): “Bilakis sizler o gün çok olacaksınız, fakat sizler sel üzerinde akıp giden çer-çöp gibi olacaksınız. ALLAH (c.c.) düşmanlarınızın kalbinden sizden korkma duygusunu çekip alacaktır. Sizin kalbinize ise vehn sokacaktır.” buyurdu. Yine dinleyenlerden biri vehn nedir?” deyince Rasûlullah(s.a.v) (s.a.v.) “Dünyayı sevmek ölümden hoşlanmamaktır.” buyurdu. (Ebu Davut El-Melahim B.5 H.No:4297 Müsned-i İmam Ahmet C.2 Sh:359, C.5 Sh.278) http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2015/10/kafirlerin-muslumanlarn-basna.html?spref=fb https://www.youtube.com/watch?v=E8FVxnGV4Wk https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=209298879521521&id=100013242319421FilmEy İstanbul!.. Bu ne ya!..
Dünyaya, güvenilir bir liderlik olacak olan Râşidî Hilâfet Devleti'nden başka bir devlet de bulunma1-dot
Dünyaya, güvenilir bir liderlik-olacak olan Râşidî_ Hilâfet Devleti'nden başka bir devlet de bulunmamaktadır DEVLETLERARASI DURUMDA SİYASİ BOŞLUK Dünya Halkl...VideoDünyaya, güvenilir bir liderlik-olacak olan Râşidî_ Hilâfet Devleti'nden başka bir devlet de bulunmamaktadır DEVLETLERARASI DURUMDA SİYASİ BOŞLUK Dünya Halkl...
İstanbul Kent Üniversitesi - Vikipedi
Şu fikrin açılıp insanlığın doğru hedefe odaklanması için servis edilmesi gerekiyor. Onun için bu fikir üzerine odaklanmanızı çalışmanızı istirham ediyorum. Saygılarımla... Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/onemli-olaylar-vahiy-konulari-haricinde.html KAVRAM KARIŞIKLIĞINA SON* *NET KAVRAM ZAMANI. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/insanin-esya-olusunun-delili.html EŞYA BAZ,ÖLÇÜ ALINDIĞINDA. http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2016/12/esyayi-bazolcu-aldigimizdaasl-olan.htmlBağlantıŞu fikrin açılıp insanlığın doğru hedefe odaklanması için servis edilmesi gerekiyor. Onun için bu fikir üzerine odaklanmanızı çalışmanızı istirham ediyorum.
Medyatik kolonyalizm ve paganizm ç/ağında var olabilmek... - YUSUF KAPLAN1-dot
Üç beş alim var onlarda dert yanıyor feryat ediyorlar. Sizlerdeki yanlış bilgileri değiştirin ve şu Fikrin üzerine Odaklaşın ki hedefe ulaşacaksınız. İşte o Fikir. Şu fikrin açılıp insanlığın doğru hedefe odaklanması için servis edilmesi gerekiyor. Onun için bu fikir üzerine odaklanmanızı çalışmanızı istirham ediyorum. Saygılarımla... Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/onemli-olaylar-vahiy-konulari-haricinde.html KAVRAM KARIŞIKLIĞINA SON* *NET KAVRAM ZAMANI. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/insanin-esya-olusunun-delili.html EŞYA BAZ,ÖLÇÜ ALINDIĞINDA. http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2016/12/esyayi-bazolcu-aldigimizdaasl-olan.htmlBağlantıBir toplumu, kontrol mü edeceksiniz? Medyalarını kontrol edin kâfî
Sanki körebe oynuyor gibiyiz - FARUK BEŞER1-dot
İşte o Fikir. Şu fikrin açılıp insanlığın doğru hedefe odaklanması için servis edilmesi gerekiyor. Onun için bu fikir üzerine odaklanmanızı çalışmanızı istirham ediyorum. Saygılarımla... Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/onemli-olaylar-vahiy-konulari-haricinde.html KAVRAM KARIŞIKLIĞINA SON* *NET KAVRAM ZAMANI. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/insanin-esya-olusunun-delili.html EŞYA BAZ,ÖLÇÜ ALINDIĞINDA. http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2016/12/esyayi-bazolcu-aldigimizdaasl-olan.htmlBağlantıHilafetin kaldırılmasıyla birlikte genel olarak İslam dünyası ve çok farklı bir boyutta da Türkiye Müslümanlığı başları kesilmiş ve birbirinden koparılmış organlar gibi ötede beride çırpınıp duruyor
"VAHDETİ VÜCUT FELSEFESİ": "NEW AGE FELSEFESİ"1-dot
Yaratılmışlardan,icat edilmişlere can veren adam bak ne diyor. Yaratıcı,yarattıklarına bazı özellikler verirken canlılık yani kavrama,algılama,sorgulama,muhasebe yapma özelliği de vermiş. yaratılan insanda icat ettiğine hareket vermiş ama kavrama, algılama, muhasebe gibi özellikler yok. Bugün "New Age Dini(Yeni Çağ Dini)'', dünyada gittikçe yaygınlaştırılan bir "lego dini"dir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/04/vahdeti-vucut-felsefesi-new-age.html -Bize akıl ermez gelen, gerçekte var. Doğanın sırlarının ardında, anlaşılmaz, soyut ve açıklanamaz bir şey duruyor. Anlayabileceğimiz her şeyin ötesindeki bu güce hürmet etmek benim dinimdir. A.Einstein http://universumcorpusnostrum.blogspot.nl/2012/11/yasamn-elementleri-yldz-tozlar.htmlBağlantı"VAHDETİ VÜCUT FELSEFESİ": "NEW AGE FELSEFESİ" Bugün "New Age Dini(Yeni Çağ Dini)'', dünyada gittikçe yaygınlaştırılan bir "lego dini"d...
DOĞU, BATI VE MÜSLÜMANLAR ÜZERİNE RAMAZAN YAZÇİÇEK İLE YAPILAN RÖPORTAJ1-dot
İman ve tevhid tasavvuru her an yeniden vahyin ölçüsüne vurulmalı, peygamberimiz (as)’ın örnekliğinin gözetilmesi asla ertelenmemelidir. Hakikat, kevnî, aklî ve naklî bütünlük içerisinde ele alınmalıdır. Bu süreçte, yaşanılan anı, çağı, doğru kavrayacak bir tecdit bilinci ihya edilmelidir. Bugün doğuya da batıya da söyleyecek sözü olan İslam’ın yeniden tarih sahnesine çıkması ancak canlı tutulacak tecdit bilinciyle mümkündür. *** İşte buyurun açılımı bekleyen o fikir burada. *** Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/onemli-olaylar-vahiy-konulari-haricinde.html KAVRAM KARIŞIKLIĞINA SON* *NET KAVRAM ZAMANI. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/insanin-esya-olusunun-delili.html EŞYA BAZ,ÖLÇÜ ALINDIĞINDA. http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2016/12/esyayi-bazolcu-aldigimizdaasl-olan.htmlBağlantıSekülerlik batı merkezli olmasına rağmen bugün bu ifsadî tutum, Batı’ya münhasır değildir. Dinin sekülarizasyonu sürecinde doğu toplumlarının ifsadı daha az olmamıştır. Yaşamı sadece bu dünya hayat…
MERHAMET…1-dot
Merhamet, yaratıcının Rahman sıfatından ruhumuza üfleniyor. Günden güne soğuyan, katılaşan dünyayı dönüştürecek bir duygu varsa o da merhamet olacak. Gitgide birbirine daha çok yabancılaşan insanlığı merhamet yaklaştıracak. Herkesin kendi konforunun peşine düştüğü, ortak acıların bile birbirini anlamaya yetmediği günlerimizi merhamet aydınlatacak. İhtiyacımız olan tek şey küçücük bir anlama çabası için biraz yakından bakmak. Rahman’ın yeryüzündeki ayetlerine hürmetle yaklaşmak. *** Onun için bu fikir üzerine odaklanmanızı çalışmanızı istirham ediyorum. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/onemli-olaylar-vahiy-konulari-haricinde.html KAVRAM KARIŞIKLIĞINA SON* *NET KAVRAM ZAMANI. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/insanin-esya-olusunun-delili.html EŞYA BAZ,ÖLÇÜ ALINDIĞINDA. http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2016/12/esyayi-bazolcu-aldigimizdaasl-olan.htmlBağlantıHerkesin kendi konforunun peşine düştüğü, ortak acıların bile birbirini anlamaya yetmediği günlerimizi merhamet aydınlatacak. İhtiyacımız olan tek şey küçücük bir anlama çabası için biraz yakından …
“Fakat insanların çoğu bilmezler”... Dini bilmemeleri, bu dosdoğru dine tâbi olmalarını engeller. Bir kimsenin bilmediği bir şeyi kabullenip ona iman etmesi düşünülemez... Dinin aslını ve mahiyetini bilmeyen bir topluluğun o dine bağlı olduğunu düşünmek ne akla ne de gerçeğe uygun düşer! Bu husustaki bilgisizlikleri, İslâm diniyle müşerref olabilmeleri için özür sayılamaz. Dini bilmemeleri, işin başından itibaren dinle müşerref olmalarına engel teşkil eder. Bir şeye inanmak, o şeyi tanıyıp bilmenin bir cüzüdür... Aklın da pratiğin de mantığı budur... Hatta bu gerçek, mantığın da ötesinde son derece bedihi ve açıktır... ****************************************** 2017**Bu gün insanların çoğu niye yaşadığını bilmiyor. Müslümanların çoğuda, Müslüman mı değil mi onuda bilmiyor. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/05/ey-insanoglu.html ***************************************************** Hükümranlık sadece Allah’a aittir. Bütün insanlar bir araya gelseler yine bu vasıfları kendilerine bir hak tanınamaz. Onların vazifesi Allah'ın hüküm ve şeriatını tatbik etmektir. Allah tarafından gönderilmeyen şeyler ise ne hüküm ne de şer’iyat ifade eder. Hüküm ve meşruiyet ancak Allah’ın indirdiği şeylerdedir... Hz. Yûsuf hükümranlığın sadece Allah’a ait olduğunu söylerken bunun gerektirdiği önemli bir hususu da açıklıyor. “Kendisinden başkasına değil O’na tapmanızı emretmiştir”«. Bu cümleyi Kur’an dilini bilen bir arabın anladığı gibi anlayabilmek için, sadece Allah’a karşı yapılması gereken ibadet kelimesindeki mânayı iyi bilmek lâzımdır... — İbadet kelimesinin lügattaki mânası: İtaat etti, boyun eğdi, kendisinin küçük olduğunu kabul etti karşılığındadır... İslâmın ilk devrelerinde bu kelime sadece lügat mânasında kullanılmakta idi. O zamanlar, bu kelimenin İslâm hükümlerini eda etmek anlamına gelen ıstılah mânası henüz mevcut değildi. Zaten bahis konusu olan âyeti kerime nâzil olduğu sıralarda henüz müslümanların yapmakla mükellef kılındığı hükümler gelmemiş olduğundan bu kelimenin ıstılah mânası da bahis konusu olamazdı. Bilâhare ıstılah mânası, lügat mânasını da ihtiva eder şekilde vücut bulmuştur. Kelimede kast edilen mâna: Yalnız bir ve tek olan Allah’a tapmak, sadece O’nun huzurunda boyun eğmek ve yalnız O’nun emirlerine tâbi olmaktır. Bu emirler ister ibadetle ilgili olsun, ister ahlâkla, isterse şer’i kanunlarla... Bütün bu mevzularda sadece Allah’a tâbi olmak demek; Allah’ın, hiç bir yaratığa karşı yapılmayıp sadece kendisine karşı yapılmasını emrettiği “ibadet” in yerine getirilmesi demektir... İbadet kelimesinin mânâsını bu şekilde kavradıktan sonra; H z . Yûsuf ’un niçin Allah’a ibadet etmeyi Allah’ın hükümranlığına bağladığını anlamış oluruz. Hükümranlık Allah’tan başkasına tanındığı takdirde Allah’a —ibadet etmiş yani sadece O’nun huzurunda boyun büküp O’nun emirlerine uymuş — sayılmaz. Tanınan bu hükümranlık ister insanlar ve mevcudat üzerindeki kesin icraatta, ister sadece insanların irade-i cüziyeleriyle bağlantılı olan şerî icraatta olsun hüküm değişmez. Bir kere daha tekrarlamış olalım ki, hükümranlığı kendisine izafe eden kimse bu hareketinden dolayı Allah’ın dininden çıkmış olur. — Bu hüküm dinin kati emirlerindendir— Zira bu kimse artık sadece Allah’a tapmaktan uzaklaşmış ve O’na şirk koşmuştur. Aynca, hükümranlık vasfına sahip olduğunu iddia eden kimsenin bu iddiasını kabul edenler de aynı şekilde küfre girmiş olurlar. Bu kimseler, Allah’a ait olan hükümranlığı başkasına tanımak, onun emirlerine tâbi olmak ve bu hareketleri kalben de benimsemek suretiyle Allah'ın dininden çıkmış olmaktadırlar. Bunlarla hükümranlığını iddia edenlerin küfür ve şirkleri Allah’ın terazisinde ayni ağırlıktadır.**** Hz. Yûsuf, hükümranlığın sadece Allah’a ait olmasının ve yalnız O’na tapmanın dosdoğru din olduğunu da beyan ediyor: “Bu, dosdoğru dindir”... Bu cümlede bir sınırlama vardır. Yani: hükümranlığı ve tapmayı sadece Allah’a tanıyan bu din tek dindir. Bundan başka gerçek bir din yoktur demektir. **************************************************** “Fakat insanların çoğu bilmezler”... Dini bilmemeleri, bu dosdoğru dine tâbi olmalarını engeller. Bir kimsenin bilmediği bir şeyi kabullenip ona iman etmesi düşünülemez... Dinin aslını ve mahiyetini bilmeyen bir topluluğun o dine bağlı olduğunu düşünmek ne akla ne de gerçeğe uygun düşer! Bu husustaki bilgisizlikleri, İslâm diniyle müşerref olabilmeleri için özür sayılamaz. Dini bilmemeleri, işin başından itibaren dinle müşerref olmalarına engel teşkil eder. Bir şeye inanmak, o şeyi tanıyıp bilmenin bir cüzüdür... Aklın da pratiğin de mantığı budur... Hatta bu gerçek, mantığın da ötesinde son derece bedihi ve açıktır... ****************************************** 2017**Bu gün insanların çoğu niye yaşadığını bilmiyor. Müslümanların çoğuda, Müslüman mı değil mi onuda bilmiyor. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/05/ey-insanoglu.html ***************************************************** Hz. Yûsuf, bu veciz aydınlatıcı ve berrak cümlelerle şirkin, putperestliğin ve cahiliyetin temelini çatır çatır sarstığı gibi; İslâm dininin ve ondaki inanç sisteminin esaslarını da ortaya koymuş olmaktadır... Kulun kula tapması şeklinde, yeryüzünde tezahür eden bir putperestlik vardır. Kendi kendisini tanrılaştıran bazı kimseler, tanrılık iddialarını sağlama bağlamak için ulûhiyetin en özel vasfı olan rubûbiyete sahip çıkarlar. Yani, kendisinin emirlerine, prensiplerine, fikirlerine ve'koyduğu kanunlara halkın tapma derecesinde itaat etmesini isterler. Daha doğrusu, kendilerinin tapılmaya lâyık bir zat olduklarını kabul ederler ve halkın tapmasını isterler. — Bu isteklerini sözleriyle sarahaten beyan etmemiş olabilirler,— Onların fiilen bu isteklerini tatbikata koymuş olmaları, dilleriyle ikrar etmelerinden daha kuvvetli bir delildir; ' “************************************************** Bu türlü putperestlikler, ancak içlerine gerçek dini ve berrak inancı yerleştirememiş olan toplumların kalblerindeki bu boşluktan istifade ederek, meydana gelir. Hükümranlığın sadece Allah’a ait olduğuna kalben inanıp fiiliyatta da bu inançtan ayrılmayan toplunlarda böyle bir şey bahis konusu oîamaz. Çünkü Hükümranlıgın-yalnız Allah'a ait olduğunu mudrik Bulunan toplum, sadece O’na tapılacağını, hükümrana boyun eğmenin tapma sayılacağını, hattâ tapmayı gerektiren şeyin hükümranlık olduğunu bilir. Hz. Yûsuf buraya kadar yaptığı telkinatla, beyan etmek istediği şeylerin en son noktasına varmıştır. Bu telkinlerini yaparken, arkadaşlarının zihnini meşgul eden rüyalarının tabiri hususunu da sadet dışı bırakmıyor. Anlattığı şeyler üzerinde onların itimadını daha çok kazanmak için anlattıklarını bitirir bitirmez rüyaların tabirine geçiyor: 41 — “Ey zindan arkadaşlarım, biriniz efendisine şarap sunacak, diğeri asılacak ve kuşlar başından yiyecektir. İşte, hakkında fetva istemekte olduğunuz mesele böylece kesinleşmiştir” dedi. Rüyayı tabir derken, rüyaları görmüş olan iki kişiden hangisinin müjdelenecek, hangisinin fena âkıbete uğrayacak kişi olduğunu açık açık söylemiyor. Bu tutumu; uğranacak fena hâli yüzüne karşı söylemekten kaçınmak suretiyle o kişiyi üzüntüye sevketmemek istediğindendir. Fakat, Allah’ın kendisine lütfettiği bilgi sayesinde, tabir ettiği şeylerin kesinleşmiş bir durum arzettiğini haber veriyor: “İşte, hakkında fetva istemekte olduğunuz mesele böylece kesinleşmiştir” dedi. Yûsuf suçsuz yere zindanda yatıyordu. Hükümdarın maiyeti Yûsuf hakkında kendisine bazı ithamları nakletmişler, o da hiç bir araştırma yapmadan onu zindana attırmıştı. Belki de Y û s u f *la vezirin karısı ve diğer saray kadınları arasında cerayan eden hadiseler hükümdara tam tersine nakledilmişti. O türlü saray muhitlerinde bu nevi şeylerin cereyan etmesi tabiî idi Hz. Yûsuf, bu hususlarda bir tahkikat yaptırması için durumu hükümdara aksettirmek istiyordu: 42 — Yûsuf, iki zindan arkadaşından, kurtulacağını tahmin ettiği kimseye: “Rabbinin (efendinin) yanında beni an” dedi. Koyduğu kanunlara uyup hükümranlığına boyun eğdiğin, dolayısiyle efendin, hükmedicin yani rabbin olan şahsın yanında benim hâlimi, durumumu ve kişiliğimi an. O şahıs senin rabbindir. Zira kanun koyucu olan, her şeyden üstün tutulan, hükümranlık ve efendiliği kabul edilen kimse rabdır... *************TBMM******************* ^ Burada, islâmın ıstılahı mânada kullandığı Rubûbiyet bir daha te’kit edilmiş oluyor. Milletlerin idaresini elinde tutan hükümdarların; firavunlar gibi kendi ağızlariyle rubûbiyet iddia etmedikleri, onlar gibi, bir tanrı veya tanrılar soyundan geldiklerini ileri sürmedikleri düşünülebilir. Fakat şunu bilmek lâzımdır ki, rubûbiyet iddia etmek için bu türlü şeyler ileri sürmek şart değildir. Allah’ın hükümranlığını bir tarafa bırakıp kendi hükümranlıklarının ve koydukları kanunların câri olduğunu ilân etmeleri doğrudan doğruya rubûbiyet mânası taşımaktadır. *************DÜNYA 2017********************* Hadiseler âyeti kerimelerle anlatılırken, Hz. Y û s u f’un tabir ettiği rüyaların aynen çıktığı ve hadiselerin tabir edilen istikâmette geliştiği zikredilmiyor. Burada bir boşluk bırakılıyor. Biz bu boşluktan hadiselerin o istikâmette geliştiğini anlıyoruz. Sadece, Yûsuf ’un, iki zindan arkadaşından kurtulacağını tahmin ettiği kişi kurtulmuş, fakat hükümdara Yûsuf ’tan bahsetmeyi unutmuştur. Daha önce bulunduğu saraya tekrar dönen bu şahıs, sarayın izdiham ve debdebeli havası içinde, Hz. Yûsuf ’un kendisine söylediklerini ve yaptığı tavsiyeyi bir türlü hatırına getirememiştir... ...Ama şeytan efendisine onu hatırlatmayı unutturdu. Ve Yûsuf bu yüzden daha bir kaç yıl zindanda kaldı. Aslında unutmak ta, unutturmak ta hep Allah'ın iradesiyle oluyordu. Allahuteâlâ, isterse bütün vasıtaları işlemez hâle getirebileceğini, sadece Allah’a bel bağlamak gerektiğini burada Y ûsuf ’a öğretmek istiyordu. Yûsuf ’un arzusunu; hiç bir kulun iradesine bağlamadan, hiç bir kulu vasıta yapmadan yerine getirmeyi murat buyurmuştu. Bu ise, Allah’ın dostluğuna ve büyük ikramına mazhar olması idi.Allah’ın muhlis kullarının ihlasla Allah’a bağlanması gerekir. Böylece her şeyi O’ndan istemeleri ve hatalarının O’nun tarafından düzeltilmesini dilemeleri icap eder. Beşer olmaları dolayısiyle bu yolu tutmakta bir an gaflet edecek olurlarsa Allahuteâlâ onların bu durumlarına müdahale etmek lütfunda bulunur. Derhal kendirine dönmeleri, kendisine bağlanıp kendirinden istimdat etmeleri, kendisinin rızası, sevgisi ve iştiyakı içinde yollarını düzeltmeleri için, kahır gibi görünen dokunaklı bir ikazda bulunur. Bütün bunlar o kulları için Allah’ın fazlı ve keremidir...1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
“Fakat insanların çoğu bilmezler”... Dini bilmemeleri, bu dosdoğru dine tâbi olmalarını engeller. Bir kimsenin bilmediği bir şeyi kabullenip ona iman etmesi düşünülemez... Dinin aslını ve mahiyetini bilmeyen bir topluluğun o dine bağlı olduğunu düşünmek ne akla ne de gerçeğe uygun düşer! Bu husustaki bilgisizlikleri, İslâm diniyle müşerref olabilmeleri için özür sayılamaz. Dini bilmemeleri, işin başından itibaren dinle müşerref olmalarına engel teşkil eder. Bir şeye inanmak, o şeyi tanıyıp bilmenin bir cüzüdür... Aklın da pratiğin de mantığı budur... Hatta bu gerçek, mantığın da ötesinde son derece bedihi ve açıktır... ****************************************** 2017**Bu gün insanların çoğu niye yaşadığını bilmiyor. Müslümanların çoğuda, Müslüman mı değil mi onuda bilmiyor. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/05/ey-insanoglu.html ***************************************************** Hükümranlık sadece Allah’a aittir. Bütün insanlar bir araya gelseler yine bu vasıfları kendilerine bir hak tanınamaz. Onların vazifesi Allah'ın hüküm ve şeriatını tatbik etmektir. Allah tarafından gönderilmeyen şeyler ise ne hüküm ne de şer’iyat ifade eder. Hüküm ve meşruiyet ancak Allah’ın indirdiği şeylerdedir... Hz. Yûsuf hükümranlığın sadece Allah’a ait olduğunu söylerken bunun gerektirdiği önemli bir hususu da açıklıyor. “Kendisinden başkasına değil O’na tapmanızı emretmiştir”«. Bu cümleyi Kur’an dilini bilen bir arabın anladığı gibi anlayabilmek için, sadece Allah’a karşı yapılması gereken ibadet kelimesindeki mânayı iyi bilmek lâzımdır... — İbadet kelimesinin lügattaki mânası: İtaat etti, boyun eğdi, kendisinin küçük olduğunu kabul etti karşılığındadır... İslâmın ilk devrelerinde bu kelime sadece lügat mânasında kullanılmakta idi. O zamanlar, bu kelimenin İslâm hükümlerini eda etmek anlamına gelen ıstılah mânası henüz mevcut değildi. Zaten bahis konusu olan âyeti kerime nâzil olduğu sıralarda henüz müslümanların yapmakla mükellef kılındığı hükümler gelmemiş olduğundan bu kelimenin ıstılah mânası da bahis konusu olamazdı. Bilâhare ıstılah mânası, lügat mânasını da ihtiva eder şekilde vücut bulmuştur. Kelimede kast edilen mâna: Yalnız bir ve tek olan Allah’a tapmak, sadece O’nun huzurunda boyun eğmek ve yalnız O’nun emirlerine tâbi olmaktır. Bu emirler ister ibadetle ilgili olsun, ister ahlâkla, isterse şer’i kanunlarla... Bütün bu mevzularda sadece Allah’a tâbi olmak demek; Allah’ın, hiç bir yaratığa karşı yapılmayıp sadece kendisine karşı yapılmasını emrettiği “ibadet” in yerine getirilmesi demektir... İbadet kelimesinin mânâsını bu şekilde kavradıktan sonra; H z . Yûsuf ’un niçin Allah’a ibadet etmeyi Allah’ın hükümranlığına bağladığını anlamış oluruz. Hükümranlık Allah’tan başkasına tanındığı takdirde Allah’a —ibadet etmiş yani sadece O’nun huzurunda boyun büküp O’nun emirlerine uymuş — sayılmaz. Tanınan bu hükümranlık ister insanlar ve mevcudat üzerindeki kesin icraatta, ister sadece insanların irade-i cüziyeleriyle bağlantılı olan şerî icraatta olsun hüküm değişmez. Bir kere daha tekrarlamış olalım ki, hükümranlığı kendisine izafe eden kimse bu hareketinden dolayı Allah’ın dininden çıkmış olur. — Bu hüküm dinin kati emirlerindendir— Zira bu kimse artık sadece Allah’a tapmaktan uzaklaşmış ve O’na şirk koşmuştur. Aynca, hükümranlık vasfına sahip olduğunu iddia eden kimsenin bu iddiasını kabul edenler de aynı şekilde küfre girmiş olurlar. Bu kimseler, Allah’a ait olan hükümranlığı başkasına tanımak, onun emirlerine tâbi olmak ve bu hareketleri kalben de benimsemek suretiyle Allah'ın dininden çıkmış olmaktadırlar. Bunlarla hükümranlığını iddia edenlerin küfür ve şirkleri Allah’ın terazisinde ayni ağırlıktadır.**** Hz. Yûsuf, hükümranlığın sadece Allah’a ait olmasının ve yalnız O’na tapmanın dosdoğru din olduğunu da beyan ediyor: “Bu, dosdoğru dindir”... Bu cümlede bir sınırlama vardır. Yani: hükümranlığı ve tapmayı sadece Allah’a tanıyan bu din tek dindir. Bundan başka gerçek bir din yoktur demektir. **************************************************** “Fakat insanların çoğu bilmezler”... Dini bilmemeleri, bu dosdoğru dine tâbi olmalarını engeller. Bir kimsenin bilmediği bir şeyi kabullenip ona iman etmesi düşünülemez... Dinin aslını ve mahiyetini bilmeyen bir topluluğun o dine bağlı olduğunu düşünmek ne akla ne de gerçeğe uygun düşer! Bu husustaki bilgisizlikleri, İslâm diniyle müşerref olabilmeleri için özür sayılamaz. Dini bilmemeleri, işin başından itibaren dinle müşerref olmalarına engel teşkil eder. Bir şeye inanmak, o şeyi tanıyıp bilmenin bir cüzüdür... Aklın da pratiğin de mantığı budur... Hatta bu gerçek, mantığın da ötesinde son derece bedihi ve açıktır... ****************************************** 2017**Bu gün insanların çoğu niye yaşadığını bilmiyor. Müslümanların çoğuda, Müslüman mı değil mi onuda bilmiyor. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/05/ey-insanoglu.html ***************************************************** Hz. Yûsuf, bu veciz aydınlatıcı ve berrak cümlelerle şirkin, putperestliğin ve cahiliyetin temelini çatır çatır sarstığı gibi; İslâm dininin ve ondaki inanç sisteminin esaslarını da ortaya koymuş olmaktadır... Kulun kula tapması şeklinde, yeryüzünde tezahür eden bir putperestlik vardır. Kendi kendisini tanrılaştıran bazı kimseler, tanrılık iddialarını sağlama bağlamak için ulûhiyetin en özel vasfı olan rubûbiyete sahip çıkarlar. Yani, kendisinin emirlerine, prensiplerine, fikirlerine ve'koyduğu kanunlara halkın tapma derecesinde itaat etmesini isterler. Daha doğrusu, kendilerinin tapılmaya lâyık bir zat olduklarını kabul ederler ve halkın tapmasını isterler. — Bu isteklerini sözleriyle sarahaten beyan etmemiş olabilirler,— Onların fiilen bu isteklerini tatbikata koymuş olmaları, dilleriyle ikrar etmelerinden daha kuvvetli bir delildir; ' “************************************************** Bu türlü putperestlikler, ancak içlerine gerçek dini ve berrak inancı yerleştirememiş olan toplumların kalblerindeki bu boşluktan istifade ederek, meydana gelir. Hükümranlığın sadece Allah’a ait olduğuna kalben inanıp fiiliyatta da bu inançtan ayrılmayan toplunlarda böyle bir şey bahis konusu oîamaz. Çünkü Hükümranlıgın-yalnız Allah'a ait olduğunu mudrik Bulunan toplum, sadece O’na tapılacağını, hükümrana boyun eğmenin tapma sayılacağını, hattâ tapmayı gerektiren şeyin hükümranlık olduğunu bilir. Hz. Yûsuf buraya kadar yaptığı telkinatla, beyan etmek istediği şeylerin en son noktasına varmıştır. Bu telkinlerini yaparken, arkadaşlarının zihnini meşgul eden rüyalarının tabiri hususunu da sadet dışı bırakmıyor. Anlattığı şeyler üzerinde onların itimadını daha çok kazanmak için anlattıklarını bitirir bitirmez rüyaların tabirine geçiyor: 41 — “Ey zindan arkadaşlarım, biriniz efendisine şarap sunacak, diğeri asılacak ve kuşlar başından yiyecektir. İşte, hakkında fetva istemekte olduğunuz mesele böylece kesinleşmiştir” dedi. Rüyayı tabir derken, rüyaları görmüş olan iki kişiden hangisinin müjdelenecek, hangisinin fena âkıbete uğrayacak kişi olduğunu açık açık söylemiyor. Bu tutumu; uğranacak fena hâli yüzüne karşı söylemekten kaçınmak suretiyle o kişiyi üzüntüye sevketmemek istediğindendir. Fakat, Allah’ın kendisine lütfettiği bilgi sayesinde, tabir ettiği şeylerin kesinleşmiş bir durum arzettiğini haber veriyor: “İşte, hakkında fetva istemekte olduğunuz mesele böylece kesinleşmiştir” dedi. Yûsuf suçsuz yere zindanda yatıyordu. Hükümdarın maiyeti Yûsuf hakkında kendisine bazı ithamları nakletmişler, o da hiç bir araştırma yapmadan onu zindana attırmıştı. Belki de Y û s u f *la vezirin karısı ve diğer saray kadınları arasında cerayan eden hadiseler hükümdara tam tersine nakledilmişti. O türlü saray muhitlerinde bu nevi şeylerin cereyan etmesi tabiî idi Hz. Yûsuf, bu hususlarda bir tahkikat yaptırması için durumu hükümdara aksettirmek istiyordu: 42 — Yûsuf, iki zindan arkadaşından, kurtulacağını tahmin ettiği kimseye: “Rabbinin (efendinin) yanında beni an” dedi. Koyduğu kanunlara uyup hükümranlığına boyun eğdiğin, dolayısiyle efendin, hükmedicin yani rabbin olan şahsın yanında benim hâlimi, durumumu ve kişiliğimi an. O şahıs senin rabbindir. Zira kanun koyucu olan, her şeyden üstün tutulan, hükümranlık ve efendiliği kabul edilen kimse rabdır... *************TBMM******************* ^ Burada, islâmın ıstılahı mânada kullandığı Rubûbiyet bir daha te’kit edilmiş oluyor. Milletlerin idaresini elinde tutan hükümdarların; firavunlar gibi kendi ağızlariyle rubûbiyet iddia etmedikleri, onlar gibi, bir tanrı veya tanrılar soyundan geldiklerini ileri sürmedikleri düşünülebilir. Fakat şunu bilmek lâzımdır ki, rubûbiyet iddia etmek için bu türlü şeyler ileri sürmek şart değildir. Allah’ın hükümranlığını bir tarafa bırakıp kendi hükümranlıklarının ve koydukları kanunların câri olduğunu ilân etmeleri doğrudan doğruya rubûbiyet mânası taşımaktadır. *************DÜNYA 2017********************* Hadiseler âyeti kerimelerle anlatılırken, Hz. Y û s u f’un tabir ettiği rüyaların aynen çıktığı ve hadiselerin tabir edilen istikâmette geliştiği zikredilmiyor. Burada bir boşluk bırakılıyor. Biz bu boşluktan hadiselerin o istikâmette geliştiğini anlıyoruz. Sadece, Yûsuf ’un, iki zindan arkadaşından kurtulacağını tahmin ettiği kişi kurtulmuş, fakat hükümdara Yûsuf ’tan bahsetmeyi unutmuştur. Daha önce bulunduğu saraya tekrar dönen bu şahıs, sarayın izdiham ve debdebeli havası içinde, Hz. Yûsuf ’un kendisine söylediklerini ve yaptığı tavsiyeyi bir türlü hatırına getirememiştir... ...Ama şeytan efendisine onu hatırlatmayı unutturdu. Ve Yûsuf bu yüzden daha bir kaç yıl zindanda kaldı. Aslında unutmak ta, unutturmak ta hep Allah'ın iradesiyle oluyordu. Allahuteâlâ, isterse bütün vasıtaları işlemez hâle getirebileceğini, sadece Allah’a bel bağlamak gerektiğini burada Y ûsuf ’a öğretmek istiyordu. Yûsuf ’un arzusunu; hiç bir kulun iradesine bağlamadan, hiç bir kulu vasıta yapmadan yerine getirmeyi murat buyurmuştu. Bu ise, Allah’ın dostluğuna ve büyük ikramına mazhar olması idi.Allah’ın muhlis kullarının ihlasla Allah’a bağlanması gerekir. Böylece her şeyi O’ndan istemeleri ve hatalarının O’nun tarafından düzeltilmesini dilemeleri icap eder. Beşer olmaları dolayısiyle bu yolu tutmakta bir an gaflet edecek olurlarsa Allahuteâlâ onların bu durumlarına müdahale etmek lütfunda bulunur. Derhal kendirine dönmeleri, kendisine bağlanıp kendirinden istimdat etmeleri, kendisinin rızası, sevgisi ve iştiyakı içinde yollarını düzeltmeleri için, kahır gibi görünen dokunaklı bir ikazda bulunur. Bütün bunlar o kulları için Allah’ın fazlı ve keremidir...1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
Eczaneye Gelip Babam Çok Hasta Sizde Dul Gari Varmi ? Diyen Vatandaş :)) daha fazlası için sayfamızı takip edin >> Tebessüm sadakadır ツ1-dot
Yav garadas babam hastadir dul gari istiir. Dul gari varmidir? :)VideoEczaneye Gelip Babam Çok Hasta Sizde Dul Gari Varmi ? Diyen Vatandaş :)) daha fazlası için sayfamızı takip edin >> Tebessüm sadakadır ツ
DEMOKRASİNİN EN BELİRGİN ÖZELLİKLERİNDEN OLAN ÇOĞUNLUĞA İNSANLAR NASIL BAKMIŞ İNSANLARIN YARATICISI NASIL TARİF ETMİŞ BAKALIM. **********İNSANLARIN BAKIŞ AÇISI*************************** Çoğulculuk ilkesi: Çoğunluğun yönetim hakkının azınlığın temel hakları ile sınırlı olmasıdır. Muhalefet partilerinin bulunmasını öneren ilkedir. Çoğunluk ilkesi: Seçimde en çok oyu alan adayın seçilmesi ilkesidir. Devletin çoğunluk oyları ile yönetilmesini öğütler. Çoğunluk hükümeti: Genel seçimlerde en çok oyu alan partinin iktidar olmasıdır. Azınlık hükümeti: Mecliste çoğunluğu olmayan bir partinin, başka partilerin hükümette yer almadığı halde dışarıdan destek vermesiyle, oluşturduğu hükumettir. Koalisyon hükümeti: Birden fazla partinin hükumeti birlikte kurmasıdır. Basit çoğunluk: En çok oyu alanın seçilmesidir. Nitelikli çoğunluk: Oyların 2/3’ü veya 3/5’i gibi oranlardaki çoğunluğudur. Salt çoğunluk: Oyların yarıdan fazlasıdır. demokrasi nedirÇoğunluğun idaresi demokrasinin en belirgin özelliklerindendir. Bununla birlikte azınlığın sömürülmesi de demokrasilerde çok görülür. ****************YARATICIMIZ ALLAH'IN **************** İnsanların çoğu kâfirdir (Nahl, 83) İnsanların çoğu yoldan çıkmıştır (Mâide, 49) İnsanların çoğu muşriktir (Rûm, 42) İnsanların çoğu inkarcıdır (İsrâ, 89) İnsanların çoğu Allâh'ın Âyetlerinden habersizdir (Yûnus, 92) İnsanların çoğu Allâh'a şukretmez (Bakara, 243) İnsanların çoğu zanna uyar (Yûnus 36) İnsanların çoğu nankördür (Furkân, 50) İnsanların çoğu yalancıdır (Şuarâ, 223) İnsanların çoğu iman etmez (Bakara, 100) İnsanların çoğu Allâh'a ortak koşar (Yûsuf 106) İnsanların çoğu gerçeklerden hoşlanmaz (Zuhruf, 78) İnsanların çoğu Kur'andan yüz çevirdi (Fussilet, 4) İnsanların çoğu düşünmez (Mâide, 103) İnsanların çoğu Allâh'ın ölüleri dirilteceğini bilmez (Nahl, 38) İnsanların çoğu kiyamete iman etmez (Mu'min, 59) İnsanların çoğu Allâh'ın mucize yaratabileceğini bilmez (En'âm, 37) İnsanların çoğu rızkı Allâh'ın verdiğini bilmez (Sebe, 36) İnsanların çoğu doğru hayat tarzının Allâh'a teslim olmak olduğunu bilmez (Rûm, 30) ******************************* AMAÇ İNSANLARIN MUTLULUĞU DEĞİLDİR.BİZ MÜSLÜMANLAR,BU HAYATIN BİR İMTİHAN SÜRECİ OLDUĞUNA İNANMAKTAYIZ.DOLAYISI İLE İMTİHAN SÜRECİNİN BAŞARILI OLMASIDIR.AMAÇ.1-dot
KİM ALLAH’IN DOSTU KİM ALLAH’IN DÜŞMANI?1-dot
Allah müminlerin canlarına ve mallarına karşılık cenneti onlara bir ticaret karşılığında sattığını ifade etmektedir. Ticaretin konusu cennet verilmesi gerekenler ise can ve maldır. Birileri çıkarda cennete bundan daha az bir bedel ile girile bilineceğini söylüyor ise yalan söylüyordur. *** Kişi hüküm verirken verdiği konu hakkında bilgisi noksan olursa hükümde yanlış olur.Senaristlere. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/kisi-hukum-verirken-verdigi-konu.html CENNET GARANTİ BELGESİ...KATİ DELİLLERİYLE. http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/01/cennet-garanti-belgesi.htmlBağlantıAllah hiçbir kâfirin dostu değildir. Zira apaçık olan gerçeğin üzerini örtmek ile en büyük suçu işlemişlerdir. Bu ilkeden hareketle Allah kâfirleri dost edinen ve kendilerini hala Müslüman zanneden…
Auguste Comte’un düşüncesinde insanlık dini, Schiller’in dilinde her türlü bilginin insan tabiatına ve onun ana ihtiyaçlarına bağlı olduğunun ileri sürüldüğü bir öğreti olarak, her türlü metafiziği reddeden düşünce biçimini alan hümanizm, günümüzde gerek maddî gerek manevî yönden insan kişiliğine saygı duyma, insanı azîz bilme manasına gelmekte ve hatta insanın üzerinde bir başka azîz bilmemenin adıdır. Hümanizm’e göre bütün değerler insan tarafından konulur, insan için konulur ve insan koyduğu için de değerlidir bu değerler. Ne tür kıymet hükmü olursa olsun meğer ki insan koymuştur, o halde değerlidir. Bir bakıma değerlilik ile değersizliğin birlikte değerli bulunması, hümanizmin dışlamadığı bir düşüncedir. Söz yerinde ise, yüzer-gezer değerler sistemi geliştirmeyi amaçlayan, her an değişmeye tâbi bulunan, yeter ki insan tarafından konulsun da ne konulursa konulsuna değer veren, başka hiçbir şeyi göz önünde bulundurmadan insana ve insandan sâdır olana değer veren düşünce tarzına hümanizm denilmekte, hümanizm denildiğinde bu algılanmaktadır. Yine söz yerinde ise şayet -ki biz yerinde buluyoruz- insanın tanrılaştırıldığı bir düşünce sistemidir. İnsanın üzerinde bir başka azîz kabul etmeyen bu sistem, kendini Batı medeniyetinin inşasında göstermiş ve eseri ile bütün insanlığa acılar, kaoslar getirmiştir. Batı’nın güdümündeki bugünkü dünya bir bakıma hümanizmin eseri sayılabilir. İnsanlıkta bıraktığı damak tadı hiçte hoş değildir. Acımsı, kahredici, zehir gibidir. Hemen bütün ülkeler bu tadı damaklarında hissetmektedirler. Ve kimileri ile başlayan uyanma sonucu Batı’nın hümanist dünyasından sür’atle uzaklaşma başlamıştır. Kimisi toplum olarak, kimisi de ferd olarak canını alıp başka dünyalara atmak için çırpınmaktadır. Sade isimlerden, ünlü isimlere kadar niceleri bu bunalımdan kurtulmaya, kendilerine insanlıkları ile bağdaşacak bir dünya bulmaya çalışanların sayısı her geçen gün artıyor. *** Bugün "New Age Dini(Yeni Çağ Dini)'', dünyada gittikçe yaygınlaştırılan bir "lego dini"dir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/04/vahdeti-vucut-felsefesi-new-age.html
CAHİLİYYENİN KERAMETİ1-dot
Şimdi, bu/bugünkü din, o gün indirilen ve o bedevilerden ‘asrı saadet’ çıkaran, ölü ve öldürmeyi iş edinmiş zulümata/karanlıklara gömülmüş algıdan bir diriliş, diri bir nesil çıkaran din midir?! Evet, hem aynıdır, hem gayrı! Çıkın işin içinden çıkabilirseniz! Kaynak orijinal de algılanan, duyulan-hissedilen, yaşanan, tezahürler faklı, hem de telifi imkânsız denecek kadar farklı! *** Doğrusu ben, Allah’a inanmayan ve âhireti inkâr eden bir milletin dinini bırakmışımdır.” Yusuf*37 *** https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=253003855151023&id=100013242319421 *** Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıO gün bir paralel vardı, bugün onlarcası… O gün de uydurmalar, yutturmalar söz konusu idi, bugün daha fazlasıyla… Onlar da ‘geleneği/atalar yolu’ din edinmiş, dini gelenekselleştirmişlerdi, bugün d…
Beynin Gizli Güçleri1-dot
Bilgiye sahipseniz başarılı OLACAKSINIZ. SAKLI FREKANSLAR Etrafınızda fark ettiğinizden çok daha fazlasının olduğunu anlamanız önemlidir. Örnek: Televizyonun önüne geçtiğinizde anteninize gelen radyo dalgalarını göremezsiniz. Hoparlörlerden gelen müzik sesini duyabilir ama ses titreşimlerini göremezsiniz. Ama bilinciniz bu gibi şeylerin farkındadır. Bu etrafınızı saran görünmez dünya zihin gücü tekniklerini çalışırken sizin gerçekliğiniz olacaktır.BağlantıGİRİŞ / Zihin Gücü Nedir? Ne düşünüyorsanız, zihniniz o olur. Güç dayanıklılığın bir formudur. Bu kitaptan sonra düşünme yetiniz güçlenmiş olacaktır. Düşünme yetinizi güçlendirmeniz demek temel …
Sağlıklı insanların hastalara dönüştürme çabası en çok da nörolojide hedefine ulaşıyor. *** "Yıllardır dokturum ilaçla iyileşen hastaya rastlamadım" -En önemli rol psikiyatristlerde! Yeni hastalıkların keşfedilmesinde en önemli rolü üstlenenler psikiyatristlerdir. Günden güne ortaya atılan "saçmalıklar" yalnızca nörologları ve psikoterapistleri değil, ilaç firmalarını da zengin edecek türden. Endüstri daha çok geniş kitleye hitap edecek hafif ruhsal bozuklukların tanıtımıyla ilgileniyor. Böylece inatçı çocuklara örneğin "Oppositional Defiant Desorder" bozukluğu yakıştırılmakta. Regl öncesi dönem de psıkiyatristler ruhsal bozukluklar listesinin başında yer alıyor ve Eli Lilly firması bu amaçta eski bir ilacı "yeniledi". Prozac'ın patent süresi dolunca firma aynı maddeyi Sarafem adıyla regl öncesi sendromuna yönelik olarak pazara sundu. Oysa İngiliz psikiyatr David Healy'ın de dediği gibi, "yeni ruh hastalıkları" yaşamın doğal değişimlerinden başka bir şey değil. Ama ne var ki çekingenlik "asosyal kişilik" olarak kabul edilirken doğal üzüntü de psikiyatrda "uyum bozukluğu" olarak anılmaya başlandı. Sözde ruhsal bozukluklar için ilaç endüstrisi zengin bir ilaç seçeneği sunuyor. En başta Prozac olmak üzere serotonin seviyesini yükselten ilaçlar iç sıkıntısı, üzüntü ve korkuya karşı kullanılan moda ilaçlar haline geldi. Prozac hapları beyindeki serotonin seviyesini yükselterek hastanın kendisini daha iyi hissetmesini sağlıyor. *** -İnsanlar ilaç bağımlısı yapılıyor Peki yeni hastalar veya hastalıklar yaratma çabası ne şekilde doğdu? ** -Profesörden şoke eden açıklama...... "Yıllardır dokturum ilaçla iyileşen hastaya rastlamadım"1-dot
(YENİ) BİREYSELLİK “BİRLİĞİMİZİ VE DİRLİĞİMİZİ” YOK ETMESİN…1-dot
“Modern insan nasihat alma ve istişare etme kabiliyetini yitirmiş insandır… Ona yanlışını göstermeye çalışırsanız, o bunu profan kişiliğine bir saldırı olarak görür ve anında saldırıya geçerek, sizin açıklarınızı arayarak size karşı koymaya başlar… Kendi hatalarınıdüzeltmek ve size teşekkür etmek yerine size saldırır ve kin besler… İşte bu insan gök ile bağını koparmış, cennete sırtını dönmüş kibir ve kin yüklü modern/seküler insandır.” (Reşat Cengil) Nasihatleri kâle almayanlar, saygıdan uzak veya resmî/soğuk bir duruşla nasihate mani olanlar, “Ben özgür bir bireyim, başkalarının öğrettiği gibi değil, kendi istediğim gibi yaşarım, ben hata yaparak öğrenmek istiyorum…” diyenler gitgide çoğalıyor etrafımızda farkında mıyız? Aslında hata, “nasıl sonuçlanacağını bilmeden” yapılan bir işin olumsuz neticelendiğinde ulaşılan durum tesbitidir. Hatada ısrar etmeyi, şöyle teşbih ediyor bir mütefekkir: “Herkes hata yapabilir. Önemli olan hatada ısrar etmemektir… Adem a.s. gibi hatadan tevbe etmek adamlık, İblis gibi hatada ısrar ise şeytanlıktır…”Bağlantı(YENİ) BİREYSELLİK “BİRLİĞİMİZİ VE DİRLİĞİMİZİ” YOK ETMESİN…
MALİK EL-ŞAHBAZ (1925-1965)
Malcolm; esrar, eroin, marihuana içer, alkol kullanır, kumar oynar. Bu çevre onu Harlem’deki bir suç örgütünün içine sürükler. Gayrimeşru işlerle uğraşırken hapse düşer. Hapishanede bol bol düşünür, okur. ”Bir insanın düşünmeye ihtiyacı varsa gidebileceği en iyi yer, bana sorulursa, üniversiteden sonra hapishanedir” sözleri hapishane hayatının güzel bir değerlendirmesidir sanırım.Bağlantı“Sen ALLAH’la beraber olunca, O, daima varlığının işaretlerini sana hissettirir.”  Not. bu yazı 01.05.2013 tarihinde “Zamanına Tanıklık Edenler” başlığıyla sitemizde yayınlanmıştı…
Harflerin karışımı,elementler.program.yapımcılığı
FİKİRLER...BU DURUMDA İSLÂM BİZDEN NE YAPMAMIZI İSTİYOR? http://cdn.sandals.com/sandals/v11/videos/over-the-water-suites//over-the-water-suites.webm BUYRUN SAKİN SAKİN DÜŞÜNÜN... http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2016/12/bu-durumda-islam-bizden-ne-yapmamizi.htmlBağlantıFİKİRLER...BU DURUMDA İSLÂM BİZDEN NE YAPMAMIZI İSTİYOR? http://cdn.sandals.com/sandals/v11/videos/over-the-water-suites//over-the-water-suites.webm BUYRUN SAKİN SAKİN DÜŞÜNÜN... http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2016/12/bu-durumda-islam-bizden-ne-yapmamizi.html
Grecia 2011 rivolta, poliziotto investe con la moto un manifestante, un suo collega viene incendiato
SİYONİSTLERİN,ŞEYTANIN,MENFAATPERESTLERİN.İSTEMİŞ OLDUĞU ORTAM.... İSLAM DÜŞMANLARININ HELAK ZAMANI... SENDE O GURUBA KATILMAMAK İÇİN GEÇ ŞURADA…https://t.co/10FrMMYpVq https://www.google.nl/search?q=D%C3%9CNYA+KAOS+DA&biw=865&bih=452&site=webhp&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ved=0ahUKEwih-uvh-p7SAhVMsBQKHUfnDUQQ_AUIBigBVideohttp://www.denunceitaliane.it Grecia, 5 Ottobre 2011. Arrivano dei poliziotti in moto e uno di loro investe con la moto un manifestante. I manifestanti in ri...
Geçen Ay
“Kapının önünde kocasına rastladılar’’». Burada, mütekâmil ve usta kadın, korkunç manzaranın mukadder sualine derhal bir cevap buluyor ve Y û s u f ’u kendisine tecavüzle itham ediyor: Kadın kocasına: Ailene fenalık etmek isteyen bir kimse cezasız bırakılmamalı’’ diyor. Fakat Y û s u f ’a aşıktır. Ona ağır bir ceza verilmesinden korkuyor ve ne şekil cezalandırılması gerektiğine işaret ediyor: “Cezası ya hapis, ya da can yakıcı bir azap olmalıdır” dedi! Yûsuf bu haksız itham karşısında gerçeği ortaya koymak istiyor: Yûsuf: “Beni kendine o çağırdı” dedi. Burada, kadının yakınlarından bir şahsın bu meselede hakemlik yaptığı zikrediliyor: Kadının yakınlarından bir şahit: “Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylemiştir ve bu da yalancılardandır. Şayet gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylemiştir, erkek doğrulardandır” diye şahitlik etti. Acaba bu şahıs şahitliğini nerede ve ne zaman yapmıştır? Kadının kocasiyle birlikte gelmişti de o anda hadiseye şahit mi oldu? Yoksa âdet ve geleneklere göre, karısının yaptıklarını bildirmek için onun akrabalarından yaşlı birini mi çağırmıştı? Ki, bu gibi mezhebi geniş ailelerde böyle olması ihtimali kuvvetlidir!.. Böyle de olsa öyle de; meselenin aslından bir şey değiştirmez. Bu kişiye “şahit” denmesinin sebebi; iki tarafın iddialarını dinleyip meseleye vâkıf olmasından ileri gelmektedir. — Hem Yûsuf hem kadın bazı iddialarda bulunmuşlar — Kavgalı bir mesele üzerinde o şahsın fikri sorulmuştur. Bu şahsın görüşüne istinaden haklı haksız ayırt edilip dâva neüceye bağlandığı için kendisine “şahit” denmektedir. İfadeleri dinleyen zat hükmünü bildiriyor: Eğer gömleği ön taraftan yırtılmışsa erkek kadına tecavüzde bulunmak istemiş, kadın da kendini müdafaa ederken gömleği yırtılmıştır. Bu durumda kadının ifadesi doğru, erkeğinki yalandır. Şayet gömleği arka taraftan yırtılmışsa kadın erkeğe sataşmış, onu kapıdan geri çevirmek için arkadan tutup çekmiş ve gömlek yırtılmıştır. Bu durumda erkeğin .ifadesi doğru, kadının ise yalan ve iftiradır.... Hakem bu hükmünü açıklarken, önce, erkeğin yalan, kadının doğru olabileceği faraziyesiyle söze başlıyor. Zira Yûsuf köle, kadın ise hanımefendi durumundadır. Hangi faraziye ile başlanırsa başlansın hüküm değişmeyeceğine göre, bu şekilde başlanması daha münasip düşmektedir. “Kocası gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce...” Şahidin mantık dairesinde verdiği hükme uygun olarak; kadının Yûsufu baştan çıkarmaya çalıştığı ve onu haksız yere itham ettiği anlaşılıyordu... Burada, binlerce yıl önceki cahiliyetin “Yüksek tabakası” ndan bir örneği müşahede etmiş oluyoruz. Bu günkü cahiliyetin tıpatıp müşahhas bir örneği... Cinsi rezilliklere karşı hoş görülür ve sadece cemiyete karşı bu rezillikleri örtbas etmekle yetinmek... Bütün mesele bundan ibaret: “... Karısına hitaben: Doğrusu bu sizin düzeninizdir. Siz kadınların düzeni büyüktür, dedi. Y û s u f ’a dönerek: Yûsuf sen bu işi kapat, ve tekrar kadına dönüp: Sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü suçlusun, dedi.” İşte böyle... Sizin hile ve düzeninizdir bu... Siz kadınların düzeni büyüktür, korkunçtur... İnsanın damarlarındaki kanı kurutacak kadar dehşet saçan bu hadise karşısında vezirin karısının son derece soğukkanlı bir hâli var. Kocasının kendisine hitaben söylediği bu sözlerde ise; şiddet ve hakeret şurda dursun, bütün kadın cinsine karşı medih sayılacak derecede bir iltifat mevcut Bir kadına: “Siz kadınların düzeni büyüktür” demekle o kadar kötülenmiş olmaz. Bilâkis bu söze muhatap olan kadın kendini kadınların kudretlilerinden addederek iftihar duyar!.. Masum olan Y û s u f ’a dönüyor ve: “Yûsuf, sen bu işi kapat” diyor. önemseme, üzerinde durma ve bu hadiseyi kimseye açma... Zevahiri kurtarmak için mühim olan budur zaten... Sonra; Y û s u f ’u baştan çıkarmaya çalışan, kapıya kadar arkasından koşup gömleğini yırtan karısına dönüp nasihat ediyor. “Sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü suçlusun” dedi. Her asrın cahiliyetinde saray erkânı ve aristokrat tabakanın hâli budur ve her birin hâli diğerininkinden daha berbattır! Böylece bu sahnenin perdesi de kapanmaktadır. Hadiseler bu bölümdeki âyetlerle canlandırılıp tasvir edilirken Kur’an’ın özel üslûp ve edebi içinde kalınmıştır. Şehevî hisler ve hayvani duyguları sergileyip çirkin bir bataklık vücuda getirilmemiştir!.. • + * REZALETİN YAYILIŞI Efendi, karısiyle kölesinin arasına girmiyor ve olup bitenlere göz yummak istiyor. Her şey aristokratik hava içinde seyrine devam etmektedir... Ve böyledir sarayların durumu!. Fakat sarayların da duvarları var. Bu duvarlar arasında bir takım hizmetçiler, uşaklar da bulunuyor. Cereyan eden şeylerin dışarı sızmaması mümkün değil Bilhassa aristokrat ailelerin kadınları kendi muhitlerinde olup bitenlerin dedikodusunu yapmakla meşhurdurlar. Ziyaretlerde, gece toplantılarında iğrenç hadiseleri ağızlarında sakız gibi çiğneyerek birbirlerine naklederler: 30 — Şehirde bir takım kadınlar: “Vezirin karısı kölesini kendine râm etmek istiyormuş. Sevgisi bağrını yakmış. Doğrusu onun apaçık bir sapıklıkta olduğunu görüyoruz’’ dediler. Bu sözler, cahiliyet toplumlarının kadınları tarafından bu gibi hadiseler karşısında söylenen sözlere çok bezmektedir. Kadının, vezirin karısı olduğunu ve Y û s u f ’u satın alan şahsın da Mısır Veziri — Başbakanı — olduğunu burada ilk defa öğreniyoruz. Bu sıfatlariyle birlikte, kendileriyle ilgili iğrenç hadisenin şehire yayılmış olduğu ilân ediliyor: Vezirin karısı kölesini kendine râm etmek istiyormuş”... Sonra ona karşı olan hâli belirtiliyor: “Sevgisi bağrını yakmış” Kadın Y û s u f ’a meftun olmuştur. Onun sevgisiyle yanıp tutuşmaktadır: “Doğrusu onun apaçık bir sapıklıkta olduğunu görüyoruz” dediler. Yaşlı başlı bir kadındır, evli barklı bir hanımefendidir. Buna rağmen parayla satın aldıkları İbranî bir köleyle sevişmek istiyormuş, gibi yermeler... Belki de bu dedikodu ve yermeler, hadisenin gizliliğini muhafaza edemediği ve dile düştüğü için tenkit mahiyetinde yapılıyordu. Çünkü bu gibi toplumlarda, böyle fiilleri işlemiş olmak mühim sayılmaz, önemli olan onu gizleyebilmek ve dile düşmemektir!.. *• SARAYIN İÇYÜZÜ Burada da yine, ancak bu türlü toplumlarda olabilecek hadiseler cereyan ediyor. Ayeti kerimeler bu cüretkâr kadının yaptıklarını ortaya koyarken kendi muhitinin kadınları tarafından kendisi hakkında yapılan dedikodulara nasıl bir tertiple cevap verdiğine de işaret etmektedir: 31 — Kadınların kendisini yermesini işitince, onları davet etti. Koltuklar (ve sofra) hazırladı. «Sofrada kullanmak üzere» her türerlerine birer bıçak verdi. Y û s u f ’a: “Yanlarına çık” dedi. Kadınlar Y û s u f ’u görünce şaşırıp ellerini kestiler ve “Allah’ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak yüce bir melektir” dediler. 32 — Vezirin karısı: “İşte sözünü edip beni yerdiğiniz budur. And olsun ki onun olmak istedim. Fakat O, iffetinden dolayı çekindi. Emrimi yine yapmazsa, and olsun ki zindana atılacak ve kahre uğrayacak” dedi. Sarayında onlara bir sofra hazırlamıştı. Bundan anlıyoruz ki, davet edilen kadınlar yüksek tabakaya mensup kadınlardır. Saray ziyafetlerine ancak bunlar davet edilir ve ancak bunlar için ihtişamlı hazırlıklar yapılır. O zamanın şark usullerine göre koltuk ve yastıklara yaslanarak yemek yedikleri anlaşılıyor. Misafir kadınlara koltuklar hazırlandığı gibi, sofrada kullanmak üzere herbirerlerine Direr de bıçak veriliyor.. Bu durum bize, o asırlarda Mısır’daki maddî medeniyetin zirveye ulaştığını gösteriyor. Saraylardaki debdebe ise oldukça muazzamdır. Bundan binlerce yıl önce sofrada bıçak kullanılmasının, o devrin debdebesini ve maddî medeniyetinin seviyesini göstermesi bakımında değeri büyüktür. Kadınlar bıçaklarla et kesmekte veya meyve soymakta iken vezirin karısı ansızın Y û s u f ’u yanlarına çıkarıyor: Y û s u f ’a: “Yanlarına çık” dedi. Y û s u f ’u görür görmez dehşet ve hayrete düştüler: Kadınlar Y û s u f ’u görünce şaşırıp ellerini kestiler. Ansızın kendilerini kaplayan dehşet yüzünden, kullanmakta oldukları bıçaklar ellerini kesti. "Allah’ı tenzih ederiz ama...” Bu cümle, bu gibi münasebetlerde Allah’ın yaratma kudretini belirtmek için söylenir. "... Bu insan değil ancak yüce bir melektir” dediler. 5 Sûrenin giriş kısmında da söylediğimiz gibi, bu ifadeler, o devirde tevhit dininden bazı kalıntıların mevcut olduğunu gösteriyor Vezirin karısı kendi seviyesindeki kadınlara karşı muvaffak ve muzaffer olduğunu anladı. Kadınlar Yûsuf ’un güzelliği karşısında şaşkına dönmüşler, dehşet ve hayranlık içinde kalmışlardı. Artık aynı tabakadan olan bu kadınlara karşı utanıp sıkılmadan, muzaffer bir kadın edasiyle konuşabilirdi. Bu gibi hareketleri yapmak elinde olduğunu göstermişti onlara, Y û s u f ’u ilk sefer baştan çıkaramamışsa da, istediği zaman yola getirebilmenin fırsatları elinde idi... Ve konuştu: “.. İşte sözünü edip beni yerdiğiniz budur”... Görüyor musunuz, sizi nasıl sevdaya, dehşet ve heyecana düşürdü!... "And olsun ki onun olmak istedim. Fakat o, iffetinden dolayı çekindi”... Beni de sizler gibi dehşete, heyecan ve sevdaya düşürdü. Ben de onu kendime râmetmek istedim. Fakat o iffetli kalmak istedi. —Kendisinin davetine uyup baştan çıkmadığını ifade etmek istiyor! — Sonra, Yûsuf ’un kendisinin emrine boyun eğmek mecburiyetinde olduğunu kadınlara göstermek istemekte ve kadınlığın gerektirdiği nezaketi çiğneyerek bunu açık bir lisanla yapmakta beis görmemektedir : “Emrimi yine yapmazsa, and olsun ki zindana atılacak ve kahre uğrayacak” dedi!.. -------------------------------- 5. Yûsuf un güzelliği karşısında bu kadınların ve Vezirin karısının dehşete düşmesi birçok müfessir ve muhaddisleri yormuştur. Bunlardan bazıları Yûsuf un güzelliğini tasvir ederken öyle vasıflar kullanmışlardır ki. Yûsufu kadın zannedersiniz. Halbuki kadın vasıflarına sahip olan bir erkek kadınlara cazip görünmez. Onları dehşet ve heyecana düşürmez! Erkeği güzel ve cazip gösteren ondaki erkeklik vasıflarıdır. Şu kadar var ki; Yûsufun hadisesinde bahsi geçen kadınlar ve benzeri kadın toplulukları kadınlara has fıtrattan uzaklaşmış olabilirler. Böyle bir ihtimal düşünüldüğü zaman erkekteki rüculet ve beden güzelliğinden habersiz olan bu gibi kadınların, güzelliği sadece kadınlara hasretmelerini makul karşılamak gerekir.Bu ifadede tehdit vardır. Tehdidin gölgesinde yeni bir tahrik, teşvik ve zorlama yapılıyor. *---------------- Yûsuf bu sözleri toplu halde kendisine hayranlık ve heyecan duyan kadınların huzurunda dinliyor. Bu kadınların da genç ve güzel kadınlar olduğu, Y û s u f ’a karşı cazip hareketlerde bulundukları anlaşılıyor. Bunların huzurunda ev sahibesinin söylediği sözlere karşılık Yûsuf Rabbine yöneliyor: 33 — Rabbim, zindan benim için bunların isteklerini yapmaktan daha iyidir... Yûsuf: bunun isteğini yapmaktan daha iyidir, demiyor. Buradaki kadınların hepsi de konuşmaları, hareket ve bakışlarıyle Yûsuf 'u tahrik etmek; baştan çıkarmak istiyorlardı. Yûsuf bunların devamlı tahrikleri karşısında nefsine uyabileceğinden korkuyor. Ağlarına düşmekten Allah’a sığınıyor ve korktuğunun başına gelmemesi için O’nun yardımını diliyor: ...“Eğer düzenlerini benden uzaklaştırmazsan onlara gönül verir, cahillerden olurum” dedi... Bu yalvarış, beşer cinsinden uyanık ve ârif olanların yakarışıdır. İffetli, dürüst oluşunun gururuna kapılmıyor. Beşer olması hasebiyle her an tehlikeye düşebileceğini kabul ederek, tahrikler karşısında Allah’ın kendisine yardımcı olmasını, kendisini muhafazası altında tutmasını istiyor... 34 — Rabbi onun duâsını kabul etti ve kadınların düzenine engel oldu. Zira O Semi ’dir, Alim ’dir. Kadınların düzenine Allah'ın engel oluşu; davetlerine Y û s u f’un icabet etmeyip çekingen kalması sonunda onların içine ümitsizlik sokmak suretiyle olabileceği gibi, Yû s u f 'un onlardan uzak kala kala iyice kendilerinden soğumuş olması da muhtemeldir. Veya her iki ihtimal de birlikte olmuş olabilir... “O Semi ’dir, Alîm ’dir.” En iyi işiten ve en iyi bilendir. Düzen ve planları işittiği gibi duâları da işitir. Planların gerisindekini de, duâların gerisindekini de bilir... Yûsuf hayatının ikinci müşkülat safhasını böyle atlatmıştı. Allah’ın lütfü ve yardımı ile... Ve kıssanın ikinci bölümü Y û s u f ’un kurtuluşuyle sona ermiş oluyor.1-dot
4 Fotoğraf4 Fotoğraf
KREŞ EKEN HUZUR-EVİ BİÇER
Çocuklardan ayrı kalma durumu bir savaş-nedeni bile olabilir Kur’ân’a göre: “…Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah yolunda neden savaşmayalım?… dediler” (Bakara 246). Kreşlere ve ana-okullarına verilen çocuklar ana-babadan ama özellikle anneden ayrılınca merhâmetten-vicdandan da ayrılıyor. Zîrâ Allah’tan başka hiç-kimse ona annesi kadar merhâmet gösteremez. Anne ile birlikte olan bebekler-çocuklar anneden süt ile birlikte merhâmet ve vicdan da emerler. Artık o çocuk ileride merhâmetli-vicdanlı bir şahsiyet olur ve hem insanca yaşar hem de insanlığı ile örnek olur. Huzur-evleri bir “sonuç”tur. Kreş ve ana-okulunun bir sonucu. Kreşe/ana-okuluna gönderilen çocuklar ileride ana-babalarını bakım-evlerine, huzur-evlerine göndermekten gocunmazlar. Ne de olsa zamânında da anne-babaları onları kreşe ve ana-okula göndermekten çekinmemişlerdi. Yâni kreş ekenin huzur-evi biçmesi gâyet doğaldır.Bağlantı“Rabbin, O’ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle-davranmayı emretti. Şâyet onlardan biri veya ikisi yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: “öf” bile deme ve onları azarlama; onlara …
Nureddin Yıldız - Müslümanın demokrasi ile sınavı1-dot
DEMOKRASİNİN EN BELİRGİN ÖZELLİKLERİNDEN OLAN ÇOĞUNLUK İLKESİ... http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2015/11/demokrasinin-en-belirgin.html?spref=fbBağlantı
RAŞİDİ HİLAFET İSTİYORUM: MÜSTEŞRİK,ORYANTALİST KAFİRLERİN TAKTİKLERİ...1-dot
MÜSTEŞRİK,ORYANTALİST KAFİRLERİN TAKTİKLERİ... https://t.co/K60FZIgnQs https://t.co/XntgoCkcjO…https://t.co/f5sX3Q3pPEBağlantı
Akpliler bu videoyu izlemesin...Cübbelinin söyledikleri konusunda şok olabilirler...Hayatımda ilk defa Cübbeliye hak verdim!Mutlaka izleyin1-dot
MÜSTEŞRİK,ORYANTALİST KAFİRLERİN TAKTİKLERİ... http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2015/10/mustesrikoryantalist-kafirlerin.html https://vimeo.com/196939999 https://www.youtube.com/watch?v=K7p4gP7Qwxs&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4&index=10 https://www.youtube.com/watch?v=SYrWmtiUncoFilm
http://bilgiyelpazesi.com/egitim_ogretim/konu_anlatimli_dersler/fen_ve_teknoloji_dersi_konu_anlatimlar/element_elementlerin_ozellikleri_element_cesitleri_element_sembolleri.asp1-dot
Doğadaki canlı ve cansız varlıkların tamamı elementlerden oluşur. Canlı varlıkları oluşturan elementlerden bir kısmı aynı zamanda yeryüzünün yapısını da oluşturur. Aynı elementlerden oluştukları halde canlı vücudu, yeryüzü veya diğer (bilgi yelpazesi.net) maddelerin yapısı arasında farklılıkların bulunmasının nedeni, canlı vücudunu, yeryüzünü veya diğer maddeleri oluşturan elementlerin farklı sayı, çeşit ve şekillerde dizilmesidir.Bağlantı
Doğala Özdeş Sanal Alem: Yaşamın Elementleri: Yıldız Tozları1-dot
Bedenimizi oluşturan elementlerden bazıları (Oligo elementler) İnsan vücudu çok karmaşık bir yapıya sahip. Genetik kodları oluşturan DNA'lar ve çok sayıda element, yaşamsal işlevlerin daha sağlıklı yürütülmesini sağlıyor. Bu elementlerin üstlendiği görevler çok farklı... Alkolün vücuttan atılmasından, cinsel uyarıma, sinir sisteminin dengelenmesinden, vücut ısısının kontrol edilmesine kadar çok çeşitli amaçlara hizmet ediyorlar. Hiç işe yaramayanlar da var. Ancak, az ya da çok miktarda bulunmaları halinde sorunlara yol açıyorlar... As - Arsenik (7 miligram)Bağlantı
BAŞARI ZORLUKLARLA BERABERDİR…1-dot
İslam adına fedakârlık edecek çok sayıda insanımız, topluluğumuz yok. Belki bu günlerde çokça baskı altında değiliz. Dinimize çok fazla saldırı olmuyor. 28 Şubatta olduğu gibi sıkıntılar ile karşılaşmıyoruz. Bu rahatlık bizlerin birbirlerimize verdiği değeri unutturmuş olabilir. *** İnsan denen varlık bildikleriyle düşünce üretir. Bilmediğinin cahili ve düşmanıdır. https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=251046195346789&id=100013242319421 Kaidelerden uzak yaşadığımızdan... http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2015/06/kailer-ve-muslumanlar.html?spref=fbBağlantı“Bir dağın zirvesinde yılana da rastlanır, kuşa da… Biri sürünerek gelmiştir, biri uçarak.” Zirveye “sürünerek” gelen, yani “meşakkat” çeken, elbette “zirve”nin değerini de bilecek, “zirveden…
FE EYNE TEZHEBUN!
Dünya malı bir acayip ejderha; yedikçe yiyor insanoğlunu. Göz doymak bilmeyen bir depo; koy dünyayı bana mısın demez! Daha yok mu? diye bakar size. Ağız ne gelse kendisine misafir anında servis eder herkese. Saklısı yoktur asla, sakızdır orada her kelime. Malmış, mülkmüş Süleyman’a kalmadı ama günümüz insanı hiç ölmeyecekmiş gibi maşallah! Garantileri var anlaşılan…BağlantıBu gidiş hayra mı, şerre mi? Bu feryat boşuna mı? “Fe Eyne Tezhebun!”…   Hal böyleyken siz nereye gidiyorsunuz? Sorun bunu kendinize! Nereye gidiyorsunuz? Haber 10/ Gürhan Gürses …
21 — Mısır’da onu satin alan kimse karısına: “ona güzel bak, belki bize faydası dokunur veya onu evlat ediniriz.” dedi Biz ise böylece ¥ û s u f ’u o memlekete yerleştirdik. Ona rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, iradesini yerine getirmekte her şeye galip gelir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. 22 — Erginlik çağına erince ona hikmet ve bilgi verdik. İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız. 23 — Evinde bulunduğu kadın onu kendine çağırdı. Kapıları sıkı sıkı kapadı ve “gelsene” dedi Yûsuf: “Günah işlemekten Allah’a sığınırım, doğrusu senin kocan benim efendimdir. Bana iyi baktı. Haksızlık yapanlar şüphesiz başarıya ulaşamazlar” dedi 24 — And olsun ki, kadın Y û s u f ’a karşı istekli idi Rabbinden bir işaret görmeseydi Y û s u f ta onu isteyecekti İşte ondan kötülüğü ve fenalığı böylece engelledik. Çünkü O, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı 25 — İkisi de kapıya koştu. Kadın arkadan Yûsuf ’un gömleğini boylu boyuna yırttı. Kapının önünde kocasına rastladılar. Kadın kocasına: “Ailene fenalık etmek isteyen bir kimsenin cezası ya hapis, ya da can yakıcı bir azap olmalıdır” dedi 26 — Yûsuf: “Beni kendine o çağırdı” dedi Kadının yakınlarından bir şahit: “Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylemiştir ve bu da yalancılardandır.” 27 — Şayet gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylemiştir, erkek doğrulardandır” diye şahitlik etti. 28 — Kocası gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, karısına hitaben: “Doğrusu bu sizin düzeninizdir. Siz kadınların düzeni büyüktür” dedi. 29 — Yûsuf’a dönerek: “Yûsuf, sen bu işi kapat” ve tekrar kadına dönüp: “Sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü suçlusun” dedi 30 — Şehirde bir takım kadınlar: “Vezirin karısı kölesini kendine ram etmek istiyormuş. Sevgisi bağrını yakmış. Doğrusu onun apaçık bir sapıklıkta olduğunu görüyoruz” dediler. 31 — Kadınların kendisini yermesini işitince, onları davet etti. Koltuklar (ve sofra) hazırladı. (Sofrada kullanmak üzere) her birine birer bıçak verdi Yûsuf’*: “Yanlarına çık” dedi Kadınlar Y û s u f ’u görünce şaşırıp ellerini kestiler ve “Allah’ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak yüce bir melektir” dediler. 32 — Vezirin karısı: “İşte sözünü edip beni yerdiğiniz budur. And olsun ki, onun olmak istedim. Fakat o, iffetinden dolayı çekindi. Emrimi yine yapmazsa, and olsun ki, zindana atılacak ve kahre uğrayacak” dedi. 33 — Yûsuf: “Rabbim, zindan benim için bunların isteklerini yapmaktan daha iyidir. Eğer düzenlerini benden uzaklaştırmazsan onlara gönül verir, cahillerden olurum” dedi. 34 — Rabbi onun duasını kabul etti ve kadınların düzenine engel oldu. Zira O Semidir, Alim'dir. Bu kısım, kıssanın bölümlerinden İkincisini teşkil ediyor. Yûsuf Mısır’a götürülür, köle gibi satılır ve onu satınalan şahıs Yûsuf ’un iyi bir kişi olduğunu keşfeder... — İyi insanlar; bilhassa yüksek bir ahlâka da sahip iseler, sabahın aydınlığı gibi yüzlerinden belli olurlar. — Yûsuf ’un iyi bir kişi olabileceğini adam karısına da hatırlatır ve ona iyi bakmasını ister. İşte burada, rüyanın tahakkuk safhalarının başlangıcını görüyoruz... Fakat, erginlik çağına girdiği sıralarda Yûsuf, başka türlü belâlarla karşılaşıyor. İnsanı şeref ve haysiyetiyle birlikte yere vurup helâk eden belâlar... Allah’ın lütuf ve merhameti imdada yetişmediği takdirde kurtulmak mümkün olmayan musibetler... Saray havası... “Yüksek tabaka” denen sosyete... Nefsin ve behîmi arzuların tatmin edilmesi yolundaki azgınlıklar... Ve Yûsuf un tahrik edilerek zorla bu havanın içine itilmek istenmesi... Y û s u f ’a o sıralarda Allahuteâlâ hikmet ve bilgiler ilham buyurmuştur. Bir yandan bu ilhamlar, diğer yandan sahip olduğu ahlâk ve din bağlılığı sayesinde musibetlerin içinden sıyrılıp çıkabilmiştir: HER ŞEYDE ALLAH GALİPTİR 21 — M ı s ı r ’da onu satın alan kimse karısına: “Ona güzel bak, belki bize faydası dokunur veya onu evlat ediniriz.” dedi. Biz ise böylece Y û s u f ’u o memlekete yerleştirdik. Ona rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, iradesini yerine getirmekte her şeye galip gelir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. Şu ana kadarki ifadelerde Y ûsu f ’u satın alan kişinin kim olduğu açıklanmış değildir. Biraz sonra bu şahsın Mısır Veziri olduğunu öğreneceğiz. (Baş vezir olduğu da söylenmektedir.) Şu anda öğrendiğimiz bir şey varsa, o da, Yûsuf un çileli devreden sağ sâlim kurtulup emniyetli bir hayata girmiş olmasıdır. Artık ona istikbalin aydınlık kapıları açılacaktır. “Ona güzel bak”... Âyeti kerimenin bu cümlesindeki ( ) kelimesi, ikamet edilen yer ve mevki mânasında kullanılır. () cümlesi ise: “Ona ikramda bulun” mânasına gelmekle beraber, ikram yönünden daha şümullu bir mâna taşır: “ikramı yalnız onun şahsiyetine değil, bulunduğu yere hürmeten de yap” demektir. Bu fevkalâde ikram, zindanda çektiği çilelerin karşılığı olsa gerektir! Yûsuf’u satın alan şahıs, bu çocukta gördüğü iyi vasıfları karısına açıyor ve ona ümit bağladığını belirtiyor: “Belki bize faydası dokunur veya onu evlat ediniriz” „ Bazı tefsirlerde de beyan edildiği gibi, bu karı - kocanın çocukları bulunmadığı anlaşılıyor. Onun için; tahminleri doğru çıkar, Yûsuf ’un hayırlı ve terbiyeli bir çocuk olduğu anlaşılırsa onu evlat edineceklerdir. Sûrenin tabii seyri burada bir nebze duraklama yaparak bütün bunların Allah’tan geldiğine, O’nun takdiriyle olduğuna işaret ediyor. Allahuteâlâ bunu ve buna benzer daha bir çok nimetleri Yûsuf’a lütfetmek için onu Mısır’a yerleştirmiştir. — Y û s u f ’un ilk önce vezirin kalbine ve sarayına yerleşmiş olması, ilerde sahip olacağı mevkilerin müjdecisi idi. O, rüyaların nasıl yorumlanacağını Allah'ın kendisine öğreteceği istikamette doğru yol almaya başlamıştı. — Yûsuf ’un M ı s ı r ’a yerleştirilmiş olması; Allah'ın takdirini kimsenin bozamayacağına, O’nun kudreti karşısında bütün güçlerin mağlup olacağına ve hiç kimsenin O’nun murat ettiği şeyi önleyemeyeceğine işarettir.: “Biz işte böylece Yûsuf’u o memlekete yerleştirdik. Ona rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, iradesini yerine getirmekte her şeye galip gelir”... İşte Yûsuf ve işte hadiseler!.. Kardeşleri onun için neler istemekte, Allah ise neler murat etmektedir! Her şeyin hakimiyeti Allah'ın dinde olduğuna göre elbette O’nun emri yürüyecek, O’nun iradesi tahakkuk edecektir. Yûsuf ’un kardeşleri ise bu hikmetleri idrâk edememenin aczi içinde bocalayıp kalacaklardır: “Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” Bilmezler Allah’ın emrinin yerine geleceğini ve O’nun hükmünün her zaman cari olduğunu... Bu arada, Allahuteâlânın Yûsuf için neler istediği belirtiliyor: “Ona rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik”... Erginlik çağına erince bu İlâhî irade tahakkuk ediyor: 22 — Erginlik çağına erince ona hikmet ve bilgi verdik. İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız. İdarecilikte kendisini başarıya götürecek hikmetler bahşedildi; İstikbalde olacak şeyleri bilecek veya rüyaları tabir edecek bilgiler verildi. Belki bu bilgiler daha geniş mânada hayatı ve onunla ilgili şeyleri içine almakta idi. Zira buradaki ilim ve hikmet lâfzı umumî mânada kullanılmıştır. Bütür bunlar Y û s u f ’un iyi davranışlarının ve sağlam inancının mükâfatı idi: İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız.” TÜYLERİ ÜRPERTEN KORKUNÇ SAHNE İşte bu sırada Yûsuf, hayatının ikinci musibetiyle karşılaşıyor. Bu musibet bir öneririne nispetle çok daha korkunç ve şiddetli Şu kadar var ki, bu sefer — Allah’ın lütfü olarak — kendisine verilen hikmet ve bilgilere sahip. Karşılaştığı korkunç hadiselerin içinden bu vasıtalar sayesinde rahatça çıkabilecektir. Zira Allah’ın Kur’an’da tescil ettiği bu vasıtalar ona, iyi hareketlerine karşılık mükâfat olarak verilmiştir. Şimdi, Kur’anı Kerimde dile getirilen bu korkunç ve tehşetli hadiseye bir gözatalim:1-dot
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET. - Dailymotion Video1-dot
“Yahudiler, Üzeyir Allah’ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesih (İsa) Allah’ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. Sözlerini daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da haktan batıla döndürülüyorlar!” (Tövbe 9/30) *** CENNET'İN GARANTİSİ***MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.htmlBağlantı
Galaya alınacak bir zat değildir.***BEYAZİDİ BESTAMİNİN HAYATININ AÇIKLAMASI1-dot
Örnek verecek olursak Beyazıd-ı Bestami’nin görüşüne yer vererek: “Ebu Yezid Bestami şöyle der: ‘Arş ve içerdiği her şey yüz bin katıyla birlikte arifin kalbinin bir köşesinde bulunsaydı, arif onun farkına bile varamazdı’ İşte Ebu Yezid böyle demiş”[2] diyerek kitabı Peygamberden aldığını söylemesine rağmen Beyazıd-ı Bestami ve başkalarının görüşlerini aktarır. Demek istediğim şudur. Arabi, önsözünde Peygamberin “al bunu insanlara ulaştır” sözünü bir emir olarak görüp kitaba hiçbir yorum katmadan eksiksiz olarak insanlara ulaştırdığını ifade etmesine rağmen başka sufilerin görüşlerini kitapta ileri sürmesi okuyucuyu hemen düşündürmektedir. https://www.youtube.com/watch?v=cF7O4M18Wrw&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4&index=2 http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/04/vahdeti-vucut-felsefesi-new-age.htmlVideoSİZİN ALİM DEDİĞİNİZ KİŞİ KİMİ ÖVÜYOR BAK BAK ONA GÖRE İBRET AL EY MÜSLÜMAN OLDUĞUNU İDDİA EDEN ÇOĞUNLUK..
Pelin Çift ile Gündem Ötesi | 15 Şubat 2017 - HAARP projesi Suni deprem yaratılabilir mi?
Düşünmek Farzdır https://www.youtube.com/watch?v=jalFw5RdiDg Net ve berrak olan her şey insan tarafından sevilir kaos ve yavşaklık hiç bir kimse tarafından sevilmez ve onaylanmaz. O zaman Müslümanım demeninde Netleşmesi lazım. Müslümanım demekle Müslüman olunmuyor . Müslümanlığın netleşmesi için Muhammedin Allah tarifini bilmen lazım. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.htmlBağlantı
Zor çocuk mu? Buyrun :)1-dot
Zor çocuk mu? Buyrun :)VideoZor çocuk mu? Buyrun :)
YÛSUF A TERTİPLENEN SUİKAST Sûrenin tabii seyri burada Hz. Yûsuf ve Hz. Y a ’ k u b la ilgili sahnenin perdesini kapayarak; ileriki hadiselere de ışık tutmak üzere, Yûsuf ’un kardeşlerine ve giriştikleri suikaste ait sahnenin perdesini aralıyor: 7 — And olsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinin olayında, soranlara nice ibretler vardır. 8 — Kardeşleri: “Babamız, Y û s u f ’u ve kardeşini daha çok seviyor. Biz ise daha güçlü bir topluluğuz. Babamız apaçık yanlışlık içindedir.” 9 — “Yûsuf'u öldürün. Yahut onu uzak bir yere sürün ki babamızın teveccühü yalnız size münhasır olsun. Ve siz ondan sonra sâlih bir zümre olasınız. 10 — İçlerinden biri: “Yûsuf’u öldürmeyin, onu bir kuyunun dibine bırakın da yolcu kafilesinden biri onu bulup götürsün. Eğer mutlaka yapacaksanız bari böyle yapın” dedi. Yûsuf ve kardeşlerinin kıssasında, âyetleri dikkatle inceleyip tahlil edenler için, birçok gerçekleri ihtiva eden büyük ibret ve hikmetler vardır... Yukardaki âyetin bu mânada bir giriş yapmış olması insanı dikkat ve düşünceye sevketmeye kâfidir. Biz bu girişi, sahnede cereyan eden hadiselerin dikkatle takip edilmesi için perdenin açılmasına benzetiyoruz. Ve sahneye göz atınca, kardeşlerinin Yûsuf için hazırladıkları hileye şahit oluyoruz. Acaba ”Ahd-ı atik” i yazanların ileri sürdüğü gibi Y û s u f, rüyasını kardeşlerine anlatmış mı idi? Buradaki ifadeler gösteriyor ki, anlatmamıştır. Yûsuf ’un kardeşleri, babalarının, Yûsuf’-la Y û s u f ’un öz kardeşi Bü n y a m i n ’e fazla sevgi gösterdiğinden bahsediyorlar. Eğer Yûsuf un rüyasından haberleri olsa idi,muhakkak ondan da söz edeceklerdi. Y û s u f ’a olan kinlerinden dolayı en azından rüyayı da kıskançlık hisleriyle ağızlarından kaçırırlardı. Yûsuf rüyasını kardeşlerine açmış olsaydı hadiseler başka türlü cereyan eder, Yûsuf ’un başına gelenim: daha başka türlü olurdu. Halbuki kardeşlerinin ona karşı kinleri, sadece babalarının ona olan aşırı sevgisinden geliyordu. Büyük bir vâkıaya ait hadiseler zincirinin ilk halkasını bu aşırı sevgi teşkil ediyor. Bu sevgi gayet normaldir. Allah’ın takdir buyurduğu neticelere Yûsuf un vasıl olabilmesi için bu sevgi elbette olacaktı. Yûsuf ’un içinde yetiştiği Âile şartları ve yetişme tam da bu sevgiyi tabiî hâle getiriyordu. Yûsuf, babasının yaşlanmış olduğu yıllarda dünyaya gelmişti. Evlatlar arasında en küçük olan daha çok sevilir. Hele bu çocuklar babalarının ihtiyarlık devrine rastlarsa!., işte, Yûsuf’la öz kardeşi Bünyamin de bu durumda idiler. Büyük yaşlarda olan diğer kardeşleri ise, başka annelerden dünyaya gelmişlerdi... Kardeşleri: ‘’Babamız, Y û s u f ’u ve kardeşini daha çok seviyor. Biz ise daha güçlü bir topluluğuz...” dediler. Yani; biz, tuttuğunu koparan, daha faydalı ve daha kuvvetli bir topluluk halindeyiz... Babamız apaçık yanlışlık içindedir.” Bir çocukla bir küçük yavruyu güçlü kuvvetli erkekler topluluğuna tercih ediyor! Kinimi galeyana geliyor, içlerine giren şeytan kendilerine öncülük ediyor. Artık gözleri kararmıştır! önemsiz şeyler onlara pek büyük görünmeye, büyük şeyler ise önemsiz görünmeye başlamıştır. Kendini müdafaa edemeyecek kadar küçük ve günahsız bir çocuğu katletmek!.. Bu feci fiili gaddarca işlemek onlar için basit bir iş sayılıyor... Ve öldürecekleri çocuk kardeşleridir. Aynı zamanda bunlar — her ne kadar peygamber değillerse de — peygamber çocuğudurlar!.. Diğer taraftan; babalarının Yûsufu kendilerinden biraz fazla sevmesi gözlerinde büyüdükçe büyüyor ve o kadar mühim bir mesele haline geliyor ki, çareyi öldürmekte buluyorlar, öldürmek!.. -Allah’a şirk koşmanın hemen peşinden gelen en büyük cürüm!.. ****** “Yûsuf’u öldürün. Yahut onu uzak bir yere sürün”-.ikisi de korkunç şey... Hayat denen şeyin zerresi bulunmayan ıssız bir çöle sürülmesi de, ölüme göndermek demektir.. Niçin yapmak istiyorlar bu işi? "... ki, babanızın teveccühü yalnız size münhasır olsun.” Esasen babalarının kendilerine göstermesini istedikleri teveccühe Yûsuf mani değildir. Babalarının kalbine girmek istiyorlar. Zanediyorlar ki, Yûsuf’u gözünün önünden uzaklaştırırlarsa kalbinden de çıkarmış olacaklar ve ona gösterdiği sevgi kendilerine intikal edecek! Ya işleyecekleri cinayetin günahı? Bunun da çaresini bulmuşlar: Cinayeti işledikten sonra Allah’a tevbe ve istiğfar edecekler, böylece temizlenip sâlih kullardan olacaklar: “Ve siz ondan sonra sâlih bir zümre olursunuz.” - Şeytan işte böyle aldatır. Gözlerini kin ve ihtiras bürüyen insanların ölçüyü kaçırdıkları anlarda kalplerine böyle girer şeytan. Şuurdan uzaklaşıp hislerine teslim olurlar. Eşya ve hadiseleri değerlendiren mikyasları bozulmuştur. İçlerindeki kin kaynadıkça şeytanın onlara yol göstermesi kolaylaşır: “öldürün, sonra tevbe eder günahtan temizlenirsiniz der!..” *************2017 bu günde marokonlar esrar yetiştirip sonra parayı elde ettikten sonra bırakırız tövbe ederiz diyorlar.)****************** Tabiî bu gibi tevbelerin gerçek tevbeyle hiç bir alâkası yoktur. Gerçek tevbe; bilmeden, farkında olmadan işlenen herhangi bir suçtan pişmanlık duyarak yapılan tevbedir. Elinde olmadan böyle bir günahı işleyen kimse, işlediği fiili hatırladıkça nedamet duyar ve tevbe etmek için can atar. Yukarda bahsedilen tevbeye gelince; bu gibi tevbeler önceden hazırlanmış tevbelerdir. İşlenen suçu örtbas edebilmek için suçu işlemeden önce şeytanın süsleyip püslediği bir takım telkinlerden ibarettir. Tevbe diye adlandırılan bu gibi şeytanlıkların gerçek tevbeyle hiç bir ilgisi yoktur! ************************************************************** Fakat, içlerinden birinin vicdanı titriyor, yapmayı tasarladıkları şeyin korkunçluğu karşısında ürperiyor ve onları Yûsuf ’tan kurtaracak başka bir hal çaresi buluyor: Y û s u f ’u, kervanların geçtiği yol üzerinde, suyu kurumuş bir kör kuyuya atmak... Böylece hem Yûsuf ortadan kaybolduğu için babalarının teveccühü kendilerine dönecek; hemde Yûsuf ’un ölümden veya sonu ölümle neticelenmesi mukadder olan sürgünden kurtarılması sağlanacak. Ayni zamanda kervanlardan birinin onu bulup kurtarması ve uzaklara götürmesi mümkün olacak:İçlerinden biri: “ Y û s u f ’u öldürmeyin, onu bir kuyunun dibi* ne bırakın da yolcu kafilesinden biri onu bulup götürsün. Eğer mutlaka yapacaksanız bari böyle yapın” dedi. “Eğer mutlaka yapacaksanız” sözünden şunları hissediyoruz: Y û s u f ’a yapmakta İsrar ettikleri korkunç fiilden onları soğutmak, tereddüte düşürmek... Bu, bir oyalama taktiğidir. Fakat bu teklifin pek hoş karşılanmadığı, kinlerinden pek az bir şey eksilttiği ve niyetlerinden geri çeviremediği anlaşılıyor. Bunu, biraz sonra şahit olacağımız ifade ve hadiselerden seziyoruz... ISRARLAR... SIKINTILAR İşte onlar... Babalarına gitmişler, Y û s u f ’u beraberlerinde götürebilmek için onu kandırmaya çalışıyorlar!.. Bir plan hazırlıyorlar babalarına. Ona da, Y û s u f ’a da tuzaklar kuruyorlar... Şimdi, olanlara bir göz atıp kulak verelim. 11 — Bunun üzerine giderek: “Ey babamız, Yûsuf ’un iyiliğini istediğimiz halde, onu niçin bize emniyet etmiyorsun?” 12 — “Yarın onu bizimle beraber gönder de gezsin oynasın. Biz Onu koruruz” dediler. 13 — Babaları: “Onu götürmeniz beni endişeye düşürüyor. Siz farkına varmadan onu kurdun yemesinden korkarım” dedi. 14 — And olsun ki, biz kuvvetli bir topluluk olduğumuz halde kurt onu yerse biz âciz sayılınz” dediler. Kullanılan kelime ve ifadeler bir babanın kalbini yumuşatmak için gayet dikkatlice seçilmiş. Bir baba ki; kalbini sevgili küçük yavrusuna ayırmıştır. Onun peygamber olacağını, dedesi Hz. i b r a-h i m ’e nasip olan büyük nimetin kendisine intikal edeceğini umuyor. .. “Ey babamız...’ Bu tabiri kullanarak, kendileriyle babaları arasında bir saygı ve muhabbet bulunduğu hissini vermeye çalışıyorlar. "Yûsuf’u niçin bize emniyet etmiyorsun?”... Bu sualde babalarına karşı bir çıkışma ve emniyet etmeyişini ret kokusu var. Aynı zamanda Y û s u f ’u elinden almağa muvaffak olabilmeleri için onu mahcup duruma düşürmeye çalışıyorlar. Y a k u b (A.S.) Y û s u f ’u hep yanında alıkordu. Kardeşlerinin devamlı gittikleri mer’a ve ıssız yerlere onu kardeşleriyle dahi göndermezdi. Zira onu hem çok seviyordu, hem de herhangi bir tehlikeyle karşılaştıklarında büyük kardeşlerinin bu tehlikeyi yenebileceklerini, fakat Y û s u f 'un yenemeyeceğini düşünerek çekiniyordu. Yani, onu böyle yerlere göndermeyişi, kardeşlerine emniyet etmediğinden değildi. Kardeşlerinin: Ya’kub babaları, Y û s u f ’ta kardeşleri olduğu halde kendilerine niçin emniyet edilmediğini alelacele sormaları; babalarının aklına emniyet etmemek gibi bir şey gelmeden önce böyle bir ihtimalin kapısını kapamak içindir. Y û s u f 'u vermemekteki direnişini zayıflatmak için böyle çirkin ve çirkin hilelerindeki direnişini zayıflatmak için böyle çirkin hilelere başvuruyorlar!... “Yûsuf ’un iyiliğini istediğimiz halde, onu niçin bize emniyet etmiyorsun?” Kalblerimiz ona karşı tertemizdir. Hiç bir fenalık düşünmüyoruz. — Duyanlar, nerdeyse, beni alın götürün diyecek — “Yûsuf’un iyiliğini istediğimiz halde” demek suretiyle de ihlâs ve samimiyet içinde oldukları kanaatini vermeye çalışıyorlar. Gayeleri, asıl niyetlerini örtebilmektir... “Yarın onu bzimle beraber gönder de gezsin oynasın. Biz onu koruruz” dediler. Haklarında babalarının şüpheye düşmesini tamamen önlemeye çalışıyorlar; Yûsuf ’un gezip eğlenmeye, jimnastik yapmaya ihtiyacı olduğunu belirtiyorlar ve bu suretle babalarının gönlünü yumuşatıp Y û s u f ’u istedikleri şekilde kendilerine teslim etmesini istiyorlar. Ya’kub (A.S.) kendisine daha önceki çıkışmalarına karşılık, — zımnen — Y û s u f ’u kendilerine emniyet edemeyeceğini açıklıyor. Sebep olarakta ; onun ayrılığına tahammül edemeyeceğini ve kurtlardan çekindiğini ileri sürüyor: Babaları: “Onu götürmeniz beni endişeye düşürüyor. Siz farkına varmadan onu kurdun yemesinden korkarım” dedi. “Onu götürmeniz beni endişeye düşürüyor”... Onun ayrılığına dayanamam... Bu söz şüphesiz ki, onların kinlerini biraz daha harekete getirmişti. Yûsuf, babalarının kalbinde o kadar yer etmiştir ki, kısa bir ayrılığa bile dayanamayacağını söylüyordu. Halbuki Yûsuf oynayıp eğlenmeye gidecekti. “Siz farkında olmadan onu kurdun yemesinden korkarım”. Y û s u f ’a hazırlamakta oldukları hilenin sonunda babalarına nasıl bir mazeret uyduracaklarını düşünüyorlardı. Belki de içlerini kaplayan kin kafalarını da işlemez hâle getirmiş, ne uyduracaklarını dahi düşünemiyorlardı. Babalarının kurttan bahsedişi, düşünemedikleri bir fikri kendilerine hatırlatmış oluyordu. Hatırlarına gelen bu fikri babalarına sezdirmeden Y û s u f ’u alabilmek için sözlerine devam ettiler: “And okun ki, biz kuvvetli bir topluluk olduğumuz halde kurt onu yerse biz âciz sayılırız” dediler. Biz böyle güçlü kuvvetli bir topluluk olarak onu kurda yedirmemiz söz konusu değildir. Aksi takdirde bizler, hiç bir işe yaramayan, kendi kendimize dahi faydası olmayan kimseler sayılırız ki, bu, âcizliktir! İşte, oğluna son derece düşkün olan baba, bu teminat ve ısrarlar karşısında teslim oldu... Bu suretle Allah’ın takdiri yerini bulacak, hadiseler O’nun irade buyurduğu şekilde tecelli edecekti. KUYUNUN DERİNLİKLERİNDE O korkunç suikastlerini yapmak üzere Y û s u f ’u alıp götürdüler. Onlar bu hazırlığın içinde iken Allahüteâlâ o yavrucağın gönlüne ilham göndererek; kendisine bir zarar gelmeyeceğini, bunların gelip geçici çileler olduğunu, ileride kardeşleri farkında olmadan bu yaptıklarını kendilerine haber vereceğini hissettirdi: 15 — Y û s u f ’u götürüp bir kuyunun derinliklerine bırakmayı kararlaştırdılar. Biz de kendisine: “Onların bu yaptıklarını ilerde kendilerine haber vereceksin de, kendileri farkında olmayacaklar” diye vahyettik. Nihayet onu kuyunun derinliklerine bırakmayı kararlaştırdılar. Böylece ondan kurtulmuş olacaklardı. Yûsuf sıkıntı ve çaresizlikler içinde idi. ölümle yüzyüze geldi. Durumu tehlikeli idi. On babayiğit karşısında küçücük bir çocuktu nihayet... Ne bir yardım edeni, ne de bir kurtarıcısı vardı!.. İşte bu nazik anda gönlüne Allah’ın ilhamı dolmağa başladı: Bu durumdan kurtulacağı, yaşayacağı, kendisine bu fenalığı yapan kardeşleriyle bir gün yüzyüze geleceği, onlara bu günleri hatırlatacağı ve onların kendisini tanıyamayacağı bildiriliyordu... »• BAĞRI TANIK BABANIN HUZURUNDA Şimdi Yûsuf'u kuyuda kendi hâline bırakalım; Allah’ın ona vaadettiği günler gelip kuyudan çıkıncaya kadar, kardeşlerinin bu cinayeti işledikten sonraki hareketlerini takip edelim. Bakalım, bağrı yanık babalarına neler söyleyecekler: 18 — Akşam üstü ağlayarak babalarına geldiler. 17—“Ey babamız, inan olsun biz yarışıyorduk. Yusufu da eşyamızın yanına bırakmıştık. Bir de ne görelim, Y û s u f 'u kurt yemiş! Her ne kadar doğru söylüyorsak ta bize inanmazsın’’ dediler. 18 — Başka bir kana bulanmış olarak Yûsuf ’un gömleğini de getirmişlerdi. Babaları: “Sizi nefsiniz korkunç bir iş yapmaya sürükledi Artık hana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah’tan yardım istenir” dedi İçlerini kaplayan kin onları rahatlıkla yalana sevkediyordu. Y a ’ k u b ’un kendilerine Y û s u f ’u teslim ettiği andan itibaren sinir ve heyecanlarına hâkim olsaydılar böyle ölçüsüz hareketlere cür’et etmezlerdi! Fakat onlar, bu fırsatı bir daha ele geçiremeyeceklerinin telâşı içinde, sabırsızlık ve acele ile hareket ediyorlardı. Uydurma olduğu apaçık meydanda olan kurt yedi hikâyesini de bu telâş içinde tertiplediler. Daha dün babaları: Sakın böyle bir tehlikeye mâruz kalmasın, gibi tenbihatta bulunurken onu hiddet ve istihzayı andıran bir davranışla karşılamışlar, hemen ertesi gün gelip, Y ûsuf'u kurt yedi, demişlerdir. Üstelik bir de Y’u s u f ’un gömleğini sahte bir kana bulayarak getirmişler, aceleyle tasarladıktan “kurt yedi’’ hikâyesini gerçek gibi göstermeye çalışmışlardır... Fakat her şeye rağmen yalan ve tertipler sırıtmaktadır. Evet, böyle yapmışlardı... “Akşam üstü ağlayarak babaları na geldiler. Ey babamız biz yarışıyorduk. Bir de ne görelim, Yusuf’u kurt yemiş!”-. Sözlerine inanılmadığının farkında idiler. Tertipledikleri her hareket ve söz; “biz uydurmayız” diyordu sanki! Onun için, sözlerine devamla: “Her ne kadar doğru söylüyorsak ta sen bize inanmazsın” dediler. Yani; söylediklerimiz doğru da olsa yine senin bize itimadın yok. Çünkü bizden şüphe ediyorsun. Söylediklerimiz seni tatmin etmiyor. Y a ’ k u b (A.S.) durum ve ahvalden, Y û s u f 'u kurt yemediğini anlıyordu. Kalbi de kendisine böyle söylemekteydi. Anlıyordu ki; oğulları aslı olmayan şeyler uydurup kendisini aldatmağa çalışıyorlar.. Nefisleri, bir takım kötü şeyleri kendilerine güzel göstererek yaptırmıştır... Hz. Y a ’ k u b bunu yüzlerine karşı söylemiş ve Allah’a sığınıp ondan yardım dileyerek, şikâyetçi olmadan sabır ve tahammül göstermeye çalışacağını açıklamıştır: Babaları: “Sizi nefsiniz korkunç bir iş yapmaya sürükledi. Artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah’tan yardım istenir” dedi İLK ÇİLENİN SONU Şimdi, kıssanın ilk sahnesine bir göz atmak üzere tekrar kuyudaki Y û s u f ’a dönelim: 19 — (Kuyu civarına) bir kervan kondu. Sucularını kuyuya gönderdiler. Kovasını kuyuya saldı ve, “müjde!., müjde! İşte bir oğlan” diye ünledi Y û s u f ’u bir ticaret malı gibi alıp muhafaza ettiler. Allah ise ne yapacaklarını pek âlâ biliyordu. 20 — O’nu yanlarında devamlı alıkoymak istemedikleri için ucuz bir fiyata, birkaç dirheme sattılar. Kuyu, kervanların geçtiği yol üzerindeydi. Bu gibi kuyuların bazısında su bulunur, bazısında ise yağmur suyu birikirdi. Bu birikinti sular ancak bir müddet bekler sonra kururdu. Y" û s u f 'un atıldığı kuyu da bu cinstendi. Kervanlar yol üzerindeki bu kuyuların yakınında konaklar, su ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlardı:(Kuyu civarına) bir kervan kondu.. Kervan; ticaret gayesiyle, yüklü hayvanlarla, kafile hâlinde yolculuk yapanlardır. Sucularını kuyuya gönderdiler.. Sucu; kervana su temin eden ve su yerlerini iyi bilen kişidir... Kovasını kuyuya saldı.. Su olup olmadığını anlamak veya doldurmak için kovasını kuyuya sarkıttı. (Âyetteki anlatış tarzında; okuyan ve dinleyene sürpriz olması için, Yûsuf un kovaya tutunup kuyudan çıkma hareketi açıklanmıyor.): ... “Müjde! müjde! İşte bir oğlan!” diye ünledi. Burada da; Yûsuf ’un bundan sonraki durumu, kuyudan çıktığı andaki sevinçli hâli ve bu hususlarda söylenenler yukardaki âyette olduğu gibi, açıklanmıyor: Y u s u f ’u bir ticaret malı gibi alıp muhafaza ettiler... Yani; gizli bir ticaret malı saydılar. Köle gibi satmak istediler. Köle olmadığı için de bu işi gizli tuttular... Ve el altından az bir paraya satıverdiler: Onu yanlarında devamlı alıkoymak istemedikleri için ucuz bir fiyata, birkaç dirheme sattılar. O zamanlar alışverişler az bir para ile olursa, dirhemler adet olarak hesaplanır, büyük alışverişlerde ise tartiyle hesaplanırdı Onu yanlarında devamlı alıkoymak istemedikleri için Çünkü böyle bir çocuğu çalmak, alıp satmak gibi ithamlara mâruz kalmak istemiyorlardı. Ve O büyük peygamberin çektiği ilk Çilelerden ilkinin son safhasıydı bu...1-dot
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
AKİDENİN ÖNEMİ VE HAYATA YANSIMASI / Saliha Aydın - İslamdevleti.info
Her şeyden önce bilmemiz ve anlamamız gereken en önemli konuyu hep savsaklamaya devam ediyoruz. https://www.facebook.com/1749107305356500/photos/a.1808893552711208.1073741828.1749107305356500/1808893522711211/?type=3&theaterBağlantıAkide; bir şeye gönülden bağlanmak, inanmak, iman, itikat. Akd kökünden gelir. Akd; düğümlemek, iki
Rejimin korunması ve menfaati için Diyanet'in kullanılması: Laik devlet, İslam'ı istismar etmek, toplumun inancını kontrol edebilmek ve böylece kendini korumak için Diyanet kurumunu teşkil etmiştir. Örneğin,Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 136. Maddesinde şu ifadeler yer almaktadır: “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.” Bu yasadaki asıl maksat, İlahi hükümleri reddederek, laik rejimin politikaları doğrultusunda bir din anlayışı üretmek ve onun din adına sorgulanmasını engellemeye çalışmaktır. Diyanet’in bu tutumu İslam’ın gerçek manasını, tevhidi duruşunu perdelemekte olup batıl sistemin koruyuculuğunu yapmaktadır. Diyanet laik rejimin en büyük güvenlik kurumudur. Şöyle ki: Camiilerde halkın belirlediği imamlar görev yapsa, İslam'ın özü olan tevhidi anlatsa, "laik rejim İslam'ın yapısına zıttır ve batıldır" fetvalarıyla halkı bilinçlendirse, rejimi koruyabilecek hiçbir güç, bilinçli halkın karşısında durması mümkün olamaz. Bunun için Diyanet tarafından camiilere görevliler atanır ve özenle rejime karşı çıkmayacak, sadakat gösterecek bir çerçeve çizilir onlara ve Atatürk İnkılap ve İlkelerine, Türk Milliyetçiliğine sadakat yemini ettirilmeleri her şeyin iç yüzünü daha da ortaya dökmektedir. Yemin metni ise aynen şöyle: "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk İnkılap ve İlkelerine, Anayasa'da ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine sadakatla bağlı kalacağıma; Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını milletin hizmetinde olarak tarafsız ve eşitlik ilkelerine bağlı kalarak uygulayacağıma; Türk Milletinin milli, ahlaki insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyip, koruyup, bunları geliştirmek için çalışacağıma; insan haklarına ve Anayasanın temel ilkelerine dayanan milli, demokratik, laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarımı bilerek, bunları davranış halinde göstereceğime namusum ve şerefim üzerine yemin ederim." Böylesi bir ifade tamamıyla İslam'ın özüne, tevhide sırt dönmektir ve akidevi yapısını inkar etmektir. Diyanet laiklik ilkesi doğrultusunda değil İslami doğrultuda hareket edebilseydi ve laik rejimin tüm siyası görüşüne ve düşüncelerine müdahale edebilen bir yapı olsaydı meşru olabilirdi. Bunun için Diyanet'in rejime verdiği hizmetten ve hakkın üzerini örttüğü için İslami açıdan hiçbir meşruyeti yoktur. Diyanet'in asıl maksadı toplumun inancını kontrol altında tutmak ve laikliğin güvenliğini sağlamaktır. Bazı cematler, vakıflar, dernekler de bu yapıya çekilmektedir. Cematlere toplum içerisinde izin verilmesi hem oy potansiyeli olmaları hem toplumun ahlak sevisesini kontrol altında tutmasıdır. Mesela: Yüce Allah'tan bahsedilir ama O'unun hükümran olduğundan bahsedilmez. Zina haramdır denir ama devletin fuhuşhabe işletmesi eleştirilmez. Faiz haramdır denir ama devletin faizden gelir elde etmesi eleştirilmez. Loto toto, milli piyango haramdır denir ama devlet bundan gelir elde etmesi eleştirilmez. Liseli, üniversiteli gençlerin ahlaksızlığını eleştirir ama bunların sebebi devletin eğitimidir, medyanın ifsadıdır gerçeği dile getirilmez. Cami görevlileri, cemate laik rejım sizleri harama, Allah'a karşı isyana, küfre, şirke sürüklüyor demez. Çünkü onun hizmeti bu değildir. Ona çizilen misyon, Allah'ı camiide tutmak ve laik rejimin koruyuculuğunu yapmaktır. Yıl 2013. O dönem de Başbakan Yardımcılığı yapan Bekir Bozdağ, Diyanet hakkında şöyle bir ifade kullandı: ''Diyanet İşleri Başkanlığı, görevini yaparken anayasa ve kanunlara uygun hareket ediyor.'' *** https://www.youtube.com/watch?v=fCr-aKUPSkU&list=PLkfHFbBueve6YCNdDRIExA4yi_-F3ggP-&index=3 http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/06/devlet-adi-altinda-coreklenmis-seytan.html *** Kur'an'ın ve Rasulün takipçileri, toplumsal örgütlenmeyi sağlamalıdır. Toplumların dönüşümleri cemaatleşmekle olur. Cemaatleşme olmaksızın büyük işler başarılamaz. Aksi halde toplum batılın etrafında örgütlenerek, meşru olmayan yollarda hüsrana sürüklenecektir ve bunda her birimizin payı olmuştur, olacaktır. https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=209298879521521&id=1000132423194211-dot
Ne hikmetse olaylar tarihî arka plânı ile irdelenip masaya yatırılmadı. Nasıl olsa tarih boyunca yapıp edilenlere "saray mollaları" tarafından dinî kılıflar da bulunmuştu! Ve böylece zaman ve süreç içerisinde Müslüman ahalide din algısı da değişmiş oldu. İnsanlar dine sarıldıkça, "dindar" oldukça dinden uzaklaşıyorlardı ama farkında değillerdi. Çünkü sarıldıkları din tahrifata uğratılmış, yozlaştırılmış dindi. Kisacası yaşadıkları gericiliği ve yobazlığı din sanıyorlardı. Kürsülerden, minberlerden insanlara din yerine menkîbeler, hikayeler anlatılıyordu. İnsanlara Kûr'ân hakikatine dayalı reel gerçeklikler anlatılacağına hayâl sınırlarını zorlayan mitolojik masallar anlatıldı. Halk hikaye ve menkîbelerle avutulup uyutulurken saltanat sahibi egemen güçler iktidarlarını daha da pekiştirmekteydi. Nasıl olsa saray uleması halka, "Zalim de olsalar, fasık da olsalar başınızdaki yöneticilerinize itaat edin" masalını hadis olarak halka yutturmuşlardı. Oysa Sevgili Peygamberimiz (s.a.a) buyuruyor ki: "En büyük cihad zalim sultana karşı hakkı haykırmaktır." İmâm Ali de buyuruyor ki: "Zalimden hakkınızı isteyiniz. Eğer sessiz kalırsanız hakkınızla birlikte izzetinizi de yitirirsiniz." *** Tarihte yaşanan sapmalardan ve eksen kaymalarından biz mesûl değiliz. Ancak biz günümüzden ve yarınlardan sorumluyuz. Zamanın şahidleri olarak biz anın mesûlleriyiz. *** O zaman şu Fikrin üzerinde yoğun bir çalışma yaparak insanlığa servis yapmamız gerekir. *EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları.1-dot
YÛSUF’UN RÜYASI Bu mukaddime, kıssanın başlayacağına işaret sayılıyor. Bunu müteâkip ilk faslın birinci perdesi açılıyor ve Yûsuf’u, babasına rüyasını anlatırken görüyoruz: 4 — Yûsuf babasına: “Babacığım, rüyamda onbir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm” demişti. 5 — Babası şunları söyledi: “Oğulcuğum, rüyanı kardeşlerine anlatma. Yoksa sana düzen kurarlar; zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır.” 6 — “Rabbin seni böylece rüyandaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek, daha önce ataların İbrahim ve İshak’a nimetlerini tamamladığı gibi, saha ve Ya’kub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin Alîm ’dir, Hakim ’dir. Y û s u f ’un çocuk veya genç yaşta olduğu anlaşılıyor. Babasına anlattığı bu rüya ise, ne taze bir gencin ne de çocuğun göreceği rüyadır. — Çocukların gördüğü rüyalardan olsaydı, bu şekilde görmesi mümkün değildi. — Yeni yetişen taze bir genç, görse görse yıldızları, ayı ve güneşi kucağında veya tutacak kadar yanında görürdü. Halbuki Yûsuf, onları kendisine secde ederken görmüştür. Akıl sahibi insanlar gibi hürmetle eğilip secde ediyorlar. Âyeti kerimedeki ifade bunu apaçık beyan ediyor: Yûsuf babasına: “Babacığım, rüyamda onbir-yıldız, güneş ve ayı gördüm...” Ve görmek lâfzını tekrarlayarak rüyayı açıklığa kavuşturuyor: “..Bana secde ettiklerini gördüm.” Bundan ötürüdür ki; babası Ya’kub, basiret ve ileri görüşlülüğü sayesinde, bu rüyanın arkasında Yûsuf için büyük bir istikbal olduğunu sezmişti. Böyle bir istikbal ne kıssada açıkça ifade ediliyor, ne de Hz. Ya’kub teferruatiyle açıklıyor. Kıssanın ancak iki merhalesinden sonra durum açıklık kazanıyor ve kıssanın bitiminde, aradaki bütün perdeler kalkınca tamamen anlaşılmış olu* yor. Babası rüyadaki müjdeyi sezince rüyayı kardeşlerine anlatmaması için Y û s u f ’a nasihat ediyor. Üvey kardeşleri olan Yûsuf ’un rüyasındaki büyük hikmeti anlayacaklarından korkuyor... Şeytanın kendilerini tahrik edip içlerindeki kıskançlık ve haset tohumlarını yeşerteceğinden, Y û s u f ’a fenalık yapacaklarından çekiniyor: Babası şunları söyledi: “Oğulcuğum, rüyanı kardeşlerine anlatma. Yoksa sana düzen kurarlar...” Sonra şunları ilave etti: “...Zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır.” Şu halde şeytan insanların içlerine girerek onları birbirlerine düşman etmekte ve kötülükleri süsleyip püsleyerek güzel göstermektedir. İbrahim soyundan gelen i s h a k oğlu Y a k u b , oğlu Y û s u f ’un rüyasındaki parlak istikbali anlayınca; yaşamakta olduğu peygamberlik atmosferi içinde, bu istikbalin din, fazilet ve bilgi alanlarında olabileceğini düşündü. Dedesi İbrahim ve mü’min olan âile efradı bu alanda Allah tarafından mübarek kılınmış, yüksek makama erdirilmişti. O soydan gelen oğlu Yu s û f ’un da böyle mübarek bir vazifeyle taltif edilip yüksek makamlara erdirilmesi muhtemeldi: “Rabbin seni böylece rüyadaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek. Daha önce ataların İbrahim ve tshak’a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin Alîm ’dir, Hakim ’dir.” Hz. Ya’kub, Yûsuf ’un rüyasından şu neticeyi çıkarmıştır: Allahuteâlâ her halde Y û s u f ’u peygamber olarak seçecek; daha önce dedeleri İbrahim ve İshak’a nasip ettiği nimetleri Y a ’ k u b ’un çocuklarına da nasip edecek... Böyle bir tahminde bulunmak gayet normaldir. Fakat Ya’kub (A.S.) un âyette geçen sözleri arasında: “...Rabbin sana rüyaları ( ) yorumlamayı öğretecek...” Şeklinde bir cümle var. Bu cümle üzerinde biraz durmak gerekiyor. Yorumlamak; bir şeyin mânasını bilmeye çalışmaktır. Bu mealde kullandığımız ( ¿'.jU-'Yt ) kelimesinin acaba başka manası yok mudur? Başka mânası vardır ve şudur: Allahuteâlâ Yûsuf’u peygamber olarak seçecek, bu münasebetle ona lütfedeceği olağanüstü duygu ve basiret sayesinde Yûsuf, cereyan eden her hadisenin bütün esrarına vâkıf olacak... Bu, Allah’ın ona vereceği «İham demektir. Hz. Y a ’ k u b bu mânayı kasdetmiş olabilir. Çünkü sözlerinin sonuna: “...Şüphesiz ki Rabbin Alîm ’dir, Hakim ’dir.” Cümlesini eklemektedir ki, Allah’ın ilim ve hikmet sıfatlarını zikretmesi bu mânaya pek mutabık gelmektedir. Bununla beraber Hz. Ya’kub, ( ) kelimesiyle, Yûsuf ’un rüyasını kasdetmiş olabilir. Nitekim rüya tahakkuk ederek hadiseler şeklinde cereyan etmiş, Hz. Yûsuf ta bu hadiseleri bilfiil yaşamıştır... Her iki ihtimali de kasdetmiş olması mümkündür. Ve her iki ihtimal de Ya’kub’la Yûsuf ’un yaşadıklarına uygun düşmektedir. Bu sûre ve içindeki kıssa rüya ile alâkalıdır. Ve söz bu noktaya gelmişken rüya üzerinde bir nebze durmak isterim: Rüyayı iki kısma ayırmak ve bunlara inanmak mecburiyetindeyiz. Birincisi, yakın veya uzak gelecekle ilgili rüyalardır ki, tefsirini yapmakta olduğumuz şu sûredeki sâdık rüyalar önümüzdeyken başka misâl vermeyi zait addediyorum. Yûsuf’un rüyası... Zindandaki iki arkadaşının ve Mısır hükümdarının rüyaları... İkincisi; hayatlarımızda cereyan eden ve mevcut olan şeylerin bazılarını zaman zaman rüyada görmektir ki, bunu da inkâr edebilmek için muannit olmak lâzımdır! Aslında birinci misâl kâfi geleceği halde, daha iyi kavranabilmesi için ikinci misâli de vermiş bulunuyoruz. Fakat, rüya denen şeyin aslı ve mahiyeti nedir? Psikanalistlere göre rüya: “Şuur altına itilen arzuların akıl sansüründen kurtularak bilinç yüzüne çıkmış şekilleridir.” Fakat bu, rüyaların bir yönüdür. Bütün yönleri değildir. İpesapa gelmez görüşler ve ilim hüviyetinden uzak nazariyeler ileri süren Freud, gelecekten haber veren rüyalardan söz eder. Bu tip rüyaların mahiyeti nedir? Her şeyden önce şunu söyleyelim ki; rüyanın aslını ve mahiyetini bilmek bize bir fayda sağlayacak değildir. Bizim için mühim olan, rüya denen şeyin fiilen var olduğu ve bazı rüyaların görüldüğü şekilde hayat safhalarında cereyan edişidir. Ki, bu türlü rüyalara “Sadık rüya” deniyor. Biz sadece, bu türlü rüyaların beşerle ilgili enteresan yönlerinin bazı hususiyetlerini anlamağa çalışacağız. Bu mevzuda bizim anladığımız şunlardır: İnsanoğlunun herhangi bir hadiseyi gözüyle görebilmesine engel olan şey, ya zamandır ya mekân... Bunları; mazi, müstakbel ve hal olarak isimlendiriyoruz. Mazi veya müstakbeldeki şeyleri görmemize zaman mefhumu engel olmaktadır. “Halde,” fakat biraz uzağımızdaki şeyleri görmemize ise mekân mefhumu engel oluyor. İnsanoğlunda mevcut olan fakat mahiyetine bir türlü akıl erdiremediğimiz hasseler bazı zamanlar çok daha kuvvetli ve uyanık olur. Bu anlarda, zaman ve mekân mefhumlarının hudutlarını aşarak, mazideki, istikbaldeki veya haldeki bazı şeyleri müphem şekilde görür. Bu hal bazı kimselerde uyanıkken his ve ilham şeklinde, bazı kimselerde ise rüya şeklinde tecelli eder. Bazan sadece zaman mefhumunu, bazan mekân mefhumunu, bazan da her ikisini birlikte aştığı olur.* Bununla beraber ne zaman ne de mekân mefhumunun asıl mahiyetini gerçek mânada bilebiliyoruz. Her ne kadar — madde olarak — tarif ediliyorsa da, bizce gerçek mahiyeti malum değildir. Haktealâ da kulların bilgisi hakkında öyle buyuruyor: “— De ki, size az bir ilimden başkası verilmemiştir.” Ne olursa olsun, Yûsuf o rüyayı görmüştür ve O’nun bilfiil zuhuruna ileriki âyetlerde şahit olacağız... ****************************************************************************** 3. Bunların hiç birini kabul etmesem dahi, bizzat kendi görmüş olduğum bir rüyayı kabul etmek mecburiyetindeyim: Amerika'da bulunuyordum. Ailem Kahire’de oturuyorlardı. Bir gece rüyamda kız kardeşimin genç çocuğunu gördüm. Çözünde, görmesine engel olacak derecede kan vardı. Merak ettim ve aileme yazdığım mektupta yeğenimin gözünü bilhassa sordum. Aldığım cevapta; gözünde iç kanama olduğunu, bu yüzden gözünün göremediğini ve tedavi edilmekte olduğunu yazdılar.., İnsanı düşündüren bir hadise bu. Gözdeki iç kanama dıştan katiyen görünmez. Dıştan bakan kimse gözün sağlam ve normal olduğu hükmüne varır. Halbuki gözde iç kanama vardır ve görmesine engel teşkil etmektedir. Rüya bana, bu iç kanamayı, dıştan apaçık göstermiştir. Anlayan için sadece bu misâl kâfi geleceğinden, başka misâl vermeye lüzum görmüyorum... *************************************************************************1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
TAĞUTUN KULVARINDA KOŞMAK1-dot
İslâm’ın dışındaki bütün sistem ve görüşler ve bunların uygulayıcıları anlamına gelen “tâğut”u reddetmek; Allah’a îmandan da önce gelir ki; kâlp, kafa, el ve dildeki tüm sapıklıklar ve sahte ilâhların egemenlikleri evvelâ “lâ-hayır!” süpürgesi ile temizlenmiş olsun ve boşalan yere de hakîki İlâh’ın kabûlü yerleşsin. “Kim tâğûta küfreder (onu tanımaz, reddeder) ve Allah’a îman ederse, o muhakkak kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuştur. Allah, kemâliyle işiten ve bilendir” (2/Bakara 256). Siyâsî rejimler, hüküm ve yetkiyi Allah’tan almıyorsa tâğuttur. Tâğut, müslümanın en büyük düşmanıdır. Tâğut, devlet-sistemlerini, ahlâkî değerleri ele geçirmiş ve onları müslümana zarar verecek bir hâle dönüştürmüştür. Kısaca tâğut, müslümanı dört yanından kuşatmış bulunmakta ve müslümana müslümanca hayat-hakkı tanımamaktadır. Tâğutî güçler, Allah’ın arzında, O’nun hükümlerine karşı tuğyân eden ve insanların üzerinde ilahlık iddiâsında bulunan otoritelerdir.BağlantıCâhiliyenin kulvarı-sistemi, aldatıcı şeytan ve tâğutlar tarafından belirlenen ve aldatılmış insanlar tarafından desteklenen kulvarlar iken; İslâm’ın kulvarı-sistemi ise, Allah tarafından belirlene…
İmama Kamera Şakası
https://t.co/nMyF8AJgcW @ Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez 13/RA'D-11:Videoİmama Kamera Şakası Radyo veya televizyon programında imama deprem şakası yapılıyor. İmam duruşuyla gerçekten imana sahip bir insanın nasıl olacağını gözler ...
Irkçı Lider'den Kur'an'ı Kerim Vaadi!1-dot
Kaldı ki pek rağbet gören Anglo Sakson modeli Jakoben olmamakla beraber sekülerizmin içerdiği anlam itibariyle hayatın tümünü dinden arındıran, dünyevileştiren bir anlayışın üst başlığıdır. *** http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/04/vahdeti-vucut-felsefesi-new-age.html Bütün insanlığın kurtuluş istikameti.. Vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. https://twitter.com/huseyinsasmaz/status/773087435702018048 https://www.facebook.com/geertwilders/photos/a.202067253524883.1073741825.202064936858448/219897965075145/?type=1&theaterBağlantıİslam düşmanı ırkçı Hollanda milletvekili Geert Wilders, enel seçimlerde partisinin başarı ile çıkması halinde Kur'ân-ı kerimi yasaklayacağını ve camileri kapatacağı vaadini verdi.
Sûre, aşağıda mealini vereceğimiz âyeti kerimelerle son buluyor. Bu âyetler, Yûsuf kıssası da dahil Kur’andaki bütün kıssaların ihtiva ettiği ibret ve hikmetleri bünyesinde taşıyor. Resulullah ve beraberindeki bir avuç mü’minin muhtaç olduğu mânevi güç, teselli ve müjde bu âyetlerde... Allah’a ortak koşmakta inat eden müşriklerin bu acı dertlerine deva olabilecek uyarma, ikaz ve korkutmalar bu âyetlerde... Hz. Muhammed’e gelenlerin vahiyden başka bir şey olmadığını, onun doğru sözlü bir peygamber olduğunu, vahyin ve peygamberliğin hakikî mânâsını, bu hakikatlerin hiç bir hayal veya efsaneyle alâkası bulunmadığını da yine bu âyetler beşeriyete açıklamış ve cihana ilân etmiştir: Senden önce kasabalar halkının içinden, şüphesiz, vahyettiğimiz bir takım insanlar gönderdik. Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden önce geçenlerin sonlarının ne olduğunu görsünler? Âhiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hayırlıdır. Hâlâ anlamıyor musunuz? öyle ki, peygamberler ümitsizliğe düşüp, yalanlandıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir. Böylece, istediğimizi kurtarırız. Azabımız suçlu milletten geri çevrilemiyecektir. And olsun ki, peygamberlerin kıssalarında, aklı olanlar için ibretler vardır. Kur’an uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat kendinden önceki kitapları tastik eden, inanan millete her şeyi açıklayan, doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmettir. Bunlar sûrenin son ve büyük hikmetlerini ihtiva eden âyetlerdir... EDEBÎ İNCELİKLER Yûsuf kıssasını içine alan bu sûreyi takdim ederken; doğruyu ve güzeli dile getiren edebi inceliklerden de örnekler vermenin münasip olacağı kanaatindeyim. Kur’anın sûreyi baştan sona tezyin eden bu lâtif inceliklerinden bazılarına işaret etmeye çalışacağız: (a) Kuranın diğer sûrelerinde olduğu gibi bu sûrede de; sûrenin kendi üslûbuna uygun olarak bazı muayyen tabirler tekrarlanmaktadır. Bu cümleden olarak ilmin tekrarlandığını, onun karşılığı olan cehlin ve az bilginin de yer yer tekrar edildiğini aşağıdaki âyet meallerinde müşahede ediyoruz: “Rabbin seni böylece rüyadaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek. Daha önce ataların İbrahim ve lshak’a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Ya’kub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin Alim ’dir, Hakim ’dir.” “Mısır’da O’nu satın alan kimse karısına: “O’na güzel bak, belki bize faydası dokunur veya O’nu evlat ediniriz.” dedi. Biz ise böylece Yûsuf u o memlekete yerleştirdik. O’na rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, iradesini yerine getirmekte her şeye galip gelir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” “Erginlik çağına erince ona hikmet ve bilgi verdik. İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız.” “Rabbi onun duasını kabul etti ve kadınların düzenine engel oldu. Zira O, S e mî’dir, A l i m’dir.” yûsuf: “Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz yemek gelmeden size onu yorumlarım Doğrusu ben, Allah’a inanmayan ve ahireti inkâr eden bir milletin dinini bırakmışımdır.” “...Hüküm vermek ancak Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil O’na tapmamı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” Etrafındakiler: “Bir takım karışık rüyalar; biz böyle rüyaların yorumunu bilmeyiz” dediler. “Zindana varıp: “Ey doğru sözlü Yûsuf, rüyada görülen yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yemesi; yedi yeşil başak ve bir o kadar kuru başak nedir? Bize yorumla, ben de insanlara ulaştırayım da bilsinler” dedi. Hükümdar: “Onu bana getirin” dedi Gelen elçiye Yûsuf: “Efendine dön, kadınlar niçin ellerini kesmişlerdi bir sor. Doğrusu Rabbim onların düzenini hakkiyle bilir” dedi. Kadın: “Gıyabında kendisine hiyanet etmek istemediğimi Yûsuf un bilmesini isterim. Allah hainlerin düzenini başarıya erdirmez.” dedi. Yûsuf: “Beni memleketin hâzinelerine memur et, çünkü ben koruyup yönetmesini iyi bilirim” dedi. “...Şüphesiz ki O, kendisine vahyile öğrettiklerimizi bilmekte idi. Fakat insanların çoğu bilmezler.” “Allah’a yemin ederiz ki memleketi ifsat etmeye gelmedik, bunu siz de öğrendiniz, hırsız da değiliz” dediler. ...: “Durumunuz pek kötüdür; anlattığınızı Allah daha iyi bilir” dedi. Ümitsizliğe düşünce, konuşmak üzere bir kenara çekildiler. Büyükleri şöyle dedi: “Babanızın Allah’a karşı sizden söz aldığını, daha önce Yûsuf meselesinde de ileri gittiğinizi bilmiyor musunuz?..” “Siz dönün, babanıza deyin ki: Ey baba, oğlun, inan ki, hırsızlık etti. Biz bildiğimizden başka birşey görmedik.” “... Belki Allah hepsini bir arada bana kavuşturur. Zira O, Hakim'dir, Alimdir.” Ya’kub: “Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah’a açarım. Allah katından, sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi. “Siz, Yûsuf ve kardeşine neler yaptığınızın farkında mısınız?” dedi. Ya’kub: “Ben sizin bilmediklerinizi Allah tarafından bilirim, demedim mi?” dedi. “Rabbim, bana hükümranlık verdin, rüyaların yorumunu öğrettin...” Kur’anı Kerîmdeki bu türlü edebî insin camlar ve bunların meydana getirdiği tatlı ahenk ister istemez dikkatleri çekmektedir. (b) Sûrede ulûhiyetin hususiyetleri anlatılıyor. Bu hususiyetlerin başında hakimiyet geliyor... Yer yer hükümranlık tabiriyle ifade etmeye çalıştığımız bu vasıf, bazen Hz. Yûsuf, bazen de Ya’kub (A.S.) tarafından dile getiriliyor. Hz. Yûsuf ’un beyanında kulların kendi iradeleriyle Allah'ın hakimiyetine boyun eğip teslim olması şeklinde ifade edilirken, Ya’kub (A.S.) un beyanında, kulların ister istemez Allah'ın hakimiyetine boyun eğmeye mecbur oldukları şeklinde ifade edilmiştir. Aslında Allah'ın hükümranlığı her iki mânayı da içine almaktadır. Katiyen tesadüf sayamayacağımız, aynı sûrede zikredilen bu iki mâna, birbirinin tamamlayıcısıdır. Hz. Yûsuf’un beyanı; Mısır hükümdarlarının, ulûhiyetin birliğine muhalefet edip kendilerine rubûbiyet sıfatı vermelerini reddeden ve çürüten sözleri arasında geçmektedir: “Ey mahpus arkadaşlarım, ayrı ayrı bir sürü uydurma tanrılar mı daha İyidir, yoksa her şeyden üstün tek Allah mı?” Allah’ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hüküm vermek ancak Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil O’na tapınmamısı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” Hz. Ya’kub ise bu inancını; Allah'ın takdirini kimsenin değiştiremiyeceğini, O’nun murat ettiği her şeyin kesin olarak yerine geldiğini beyan ederken belirtmiştir: Ya’kub: “Oğullarım, şehre tek kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan girin. Bununla beraber, ben Allah'ın size dair kaderinden bir şey değiştiremem. Hüküm ancak Allah’ındır O’na güvendim, güvenenler de O’na güvensinler” dedi. Birbirini tamamlayan bu ilk ifade gösteriyor ki, insanoğlu iradesiyle yaptığı işlerde Allah'ın hükümranlığına boyun eğeceği gibi, Allah'ın kendi hakimiyeti gereğince takdir buyurup tenfiz ettiği şeylerde de O’nun hükümranlığına boyun eğmek ve teslim olmak mecburiyetindedir. Her ikisi de islam akidesinden birer cüzdür. Kaderdeki mecburiyeti kabullenmek, nasıl inancın şartlarından ise, şeriatın tanıdığı iradenin de Allah'ın hakimiyetine boyun eğmesi inancın şartlarındandır... (c) Sûredeki edebi incelik ve insicamlardan biri de zeki, âlicenap ve lütufkir Yûsuf ’un, tam yerinde Allah’ın lütfunu, lütufkârlığını zikretmesidir: Ana babasını tahtın üzerine oturttu, hepsi onun önünde eğildiler. O zaman Yûsuf: “Babacığım, işte bu, vaktiyle gördüğüm rüyanın tahakkukudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan, benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra,beni hapizden çıkaran,sizi çölden getiren Rabbim bana pek çok iyilikte bulundu.Doğrusu Rabbim dilediğine lütufgardır.Şüphesiz ki o Alimdir Hakimdir.dedi. (d) Daha önce de belirttiğimiz gibi, Sûrenin başlangıç, onu takip eden ve bitiş kısımları arasında edebi incelik taşıyan bir uygunluk vardır. Bütün bu hususiyetler bir tek dâvanın mihveri etrafında cereyan etmektedir ki, sûrenin başlangıç sınırıyle bitiş sınırı arasında hepsini etraflıca belirtmeye çalışacağız.. Sûrenin tefsirine geçmeden önce onu size kısa işaretlerle tanıtmağa çalıştık. Ayetlerin tefsirine başlayabilmek için bu kadarlık ön açıklama kâfi gelir sanırız.1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
SEKÜLER ÇAĞIN SONU1-dot
Kaldı ki pek rağbet gören Anglo Sakson modeli Jakoben olmamakla beraber sekülerizmin içerdiği anlam itibariyle hayatın tümünü dinden arındıran, dünyevileştiren bir anlayışın üst başlığıdır. *** http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/04/vahdeti-vucut-felsefesi-new-age.html Bütün insanlığın kurtuluş istikameti.. Vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. https://twitter.com/huseyinsasmaz/status/773087435702018048 https://www.facebook.com/geertwilders/photos/a.202067253524883.1073741825.202064936858448/219897965075145/?type=1&theaterBağlantıİslamofobi, ‘din’i ‘religion’ ile kısıtlayan/indirgeyen seküler çağın gelip tıkandığı noktadır. Yenişafak/Akif EMRE// ollandalı aşırı ırkçı Özgürlükler Partisi (PVV) Başkanı…
TEFSİR OKUMALARIMDAN NOTLAR (MÜRSELAT SURESİ)1-dot
Aklından sıkıntısı olmayan istisnasız her insanın “arif” olma özelliğine sahip olduğu; Doğru ile yanlışın net bir şekilde tüm insanlık tarafından birbirinden ayırt edilebildiği; Yanlışların doğru gibi algılanması kişiler arasında ki menfaat ilişkisinden kaynaklandığı; Güzel ve faydalı nasihatler süreklileştirildiği takdirde muhataplarını çirkin ve fena işlerden alıkoyacağı; İnsanoğlu aklını kullanmaya başladığı yaştan ölene kadar ki süreçte alacağı kararları hesaplı ve planlı bir şekilde alarak pratiğe aktarması gerektiği; İnsanoğlunun iradesi çerçevesinde vereceği kararların neticeye ulaşmasının, gücüyle doğru orantılı olduğu; Yalancılığın suç olduğu, suçun da cezayı gerektirdiği; İnsanoğlunun yaşadığı zorlukların üstesinden gelememesi halinde “Kaderim” demesi, Yaratıcıyı suçlamak için değil gücünün yetmediğinin itirafı olabileceği; İnsanın bu dünyada yaptığı her hileli iş ve eylemlerinin karşılığında ahirette cezasını göreceği;BağlantıYeryüzünde her ne gönderilmişse bir süreç dahilinde doğumu, yaşaması ve ölümü kuralına tabi olduğu Fehmi YAĞLI fyagli@hotmail.com Ön bilgilendirme: Yaptığımız bu ve benzeri çalışmalarımızı okurken …
KÜRESEL ÜRETKENLİK YETENEĞİMİZİ KAYBETTİK Müslümanlar olarak, İslami düşünce/kültür/ilahiyat hayatı olarak, dünya vizyonu olmayan bir din algısına ikna edildiğimiz için olacak, İslami olmayan kapitalist-seküler-liberal bir düzende, İslami varoluşumuzu, toplumu, kültürü nasıl temsil ve tecrübe edeceğimizi konuşmuyoruz. Bunları konuşmadığımız için, dünya vizyonunu kaybeden, kapitalist-seküler-liberal dünyanın-düzenin müsahaması, izni, dayatmaları altında varlığını sürdürmeye çalışan bir din algısının, yaklaşımının, yeniden tarihe dönmesinin, tarihin öznesi olmasının, yeni bir dil ve medeniyet inşa etmesinin nasıl mümkün olabileceğini, mümkün olup olmayacağını düşünmüyoruz. Müslümanlar olarak kullandığımız dilin, tarzın/tavrın ahlaki eyleme ve bilince dönüşüp dönüşmediğine dikkat etmemiz gerekir. Yeni bir modeli, İslami bir modeli teklif edememek, tartışmaya açamamak, modernleşmenin kibirli meydan okumaları karşısında sessiz kalmamıza neden oluyor. Modern zamanlar boyunca toplumlarımızın maruz kaldığı kültürel istila, özgün ve özgür bir tahayyüle/tasavvura geçit vermediği gibi, zihinsel ve ruhsal yetilerimizi de standartlaştırıyor. Her alanda, edilgin alıcılar haline getirildiğimiz için, kültürel üretkenlik yeteneğimizi kaybettiğimizi farketmiyoruz. *** Şu açıdan baktığımızda yeniden İslamın inşasının mümkün olduğunu görürüz. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları.1-dot
************DİKKAT ÖNEMLİ***************** Bunun dışında, o günün Mısır ’ında, aristokrat tabakadaki cahiliyet toplumlarından tablolar: Sarayda, zindanda, pazarda ve hükümdar divanında... İbrani (Yahudi) cemiyeti!.. Ve o devirde rüyalarla rüya tabirlerine verilen ehemmiyet... ********Kıssa, Yûsuf ’un gördüğü rüyayı babasına anlatmakla başlıyor. Babası rüyayı tabir ediyor, .Yûsuf için parlak bir istikbal göründüğünü müjdeliyor ve bu rüyayı kardeşlerine anlatmamasını Y û s u f ’a tenbih ediyor. Onlara anlattığı takdirde kıskançlık duygularının kabaracağını, şeytanın bu duyguları tahrik ederek onları Yûsuf aleyhinde fenalıklara sevkedebileceğini düşünüyor...********** Kıssanın daha sonraki seyrini takip edecek olursak görürüz ki, Y û s u f ’un gördüğü rüya, Hz. Y ak u b ’un tahmin ve tabir ettiği şekilde safha safha zuhur etmektedir. Rüyanın canlı bir tabiri sayılan hadiseler son bulur bulmaz kıssa da bitiyor. Bilhassa din noktayı nazarından son derece tatminkâr olan kıssa, bu edebî ve hassas ifadelerle bitme noktasına kadar anlatıldıktan sonra, daha başka şeylerin anlatılması abes olur. Maalesef, insanlar tarafından telif edilen Tevrat’ta, kıssanın bitiminden sonra da birçok şeyler anlatılmaktadır... Kıssa ve hikâyelerde ana düğümü teşkil eden husus hadiselerin son safhalarında açıklanır... Kıssayı okuyan veya dinleyenler neticenin ne olacağını merakla takip ederler. Bu, edebiyatın inceliklerindendir. Bu incelik Yûsuf kıssasında apaçık görülüyor. Zira rüya ile başlayan kıssanın nasıl cereyan edip ne şekilde sona ereceği belli değildir. Bu husus ancak hadiselerin cereyanı sırasında tedricî olarak açıklığa kavuşuyor. Kıssanın son safhalarında ise, hiç bir sunî ve yâpmacık ifade kullanılmadan o edebî, hassas düğüm çözülüyor ve merakla takip edilen meçhuller her yönüyle aydınlığa kavuşuyor... Kıssa, birçok halkalara ayrılmıştır. Her halka muhtelif tabloları ihtiva eder. Anlatılış tarzında, her halkayla diğerinin arası boş bırakılmıştır. Bu boşluklar okuyucuyu düşünmeye sevkeder. Çıkarılmış olan söz ve hareketleri okuyucu kendi tahayyül ve tasavvurlariyle bularak boşlukları doldurur. Böyle bir üslûp kullanmadaki hikmet, okuyucuyu gayrete getirme ve teşvik içindir... Yûsuf kıssasına ait Kur’anı Kerimin takip ettiği İslâm metodu ve edebî üslûplardan muhtelif örnekler vermiş olduk. Bu örnekler ve kıssa Üzerinde yaptığımız tahliller kâfi gelir sanırım, lslâmın edebî üslûbu ve takip ettiği metot da, beşeriyet için ayrı bir örnek teşkil etmektedir. Bu edep ve üslûpla insanoğlunu arzedilen herhangi bir olayda; tahrifat yapılmamış, realitelerden uzaklaşılmamış, edebiyatın nezaket ve temizliğine riayet edilmiş olur...2 İSLÂMÎ HAREKET SAHASINDA Bütün bunların ötesinde, bir de kıssanın İslâmi hareket ve faaliyetler yönünden taşıdığı değerler ve ibret alınacak tarafları vardır. Benzeri hallerde ilham alınabilecek birçok özellikleri ihtiva etmektedir. Ayrıca, hem kıssa hem de kıssayı içine alan sûre, baştan sona kadar birçok büyük hakikatleri bünyesinde toplamıştır. Bilhassa sûrenin son kısımlarındaki hakikatler üzerinde durmak gerekir!... Bütün bunların Sûreyle ilgili yönlerine kısaca temas etmek isterim: (a) Giriş kısmını teşkil eden bu bölümün baş taraflarında da belirttiğim gibi, Sûrenin nâzil olduğu sıralarda Mekke ’deki İslâmî faaliyetler çok çetin şartlarla karşı karşıya idi. Yûsuf Kıssası ’nın Mekke ’deki bu durumla yakın münasebeti vardır. Hz. Peygamber (S.A.) ile ona iman eden bir avuç müslümanın çektiği çilelerle Hz. Yûsuf ’un çektiği çileler birbirine çok benzemektedir. Kıssa, bir peygamberin başından geçenleri diğer bir peygambere naklediyor. Her iki peygamberin de kötü şartlarla vatanlarından uzaklaştırılmaları ve sonra istikrarlı, hükümran bir hayata erişmeleri vardır... Daha önce de şu neticeye varmıştık ki, o İslâm dâvasını yüklenmiş olanlar böyle bir kıssanın ihtiva ettiği mânevi kuvvete muhtaç idiler. Kur’anı Kerim, İslâmî kabul edip onun mukaddes dâvasını yürütmeye çalışanlara, karşılaştıkları güçlüklerin tabii olduğunu açıklıyor... Kıssada; her engelin aşılabileceğine, sonunda zafer ve muvaffakiyete ulaşacaklarına işaretler de bulunarak hedeflerini çiziyor, müsbet faaliyetlerindeki azim ve sebatlarını kamçılıyor. (b) Yûsuf Aleyhisselâm’ın da açıkladığı gibi, kıssanın tahlilinde İslâmî açık, tam, şümullü ve hassas şekliyle anlatmaya çalışmıştık. Bu, üzerinde uzun uzadıya durulması gereken bir husustur... Bu hususla, her şeyden önce; bütün peygamberlerin getirdiği hak dinlerin İslâm akidesinde birleştiği ortaya çıkmaktadır. Her peygamber tevhit akidesini temel alarak Allah'ın birliğini ve islâmın prensiplerini, yaymakla görevlendirilmiştir. Beşeriyet sadece Allah'ın Rubûbiyetini tanıyacak, yalnız O’na ibadet edecektir. Bu tek akide sayesinde her peygamberin ümmeti âhiretin mevcudiyetine de ayni şekilde iman etmiştir. Böylece; “Dinlerde mukayese ilmi" gibi ünvanlar altında ileri sürülen bir takım safsatalar, da çürümüş oluyor. Bu fikrin sahiplerine göre beşeriyet son zamanlara kadar tevhit akidesini ve âhireti bilmiyordu. Bu bilgiye, ancak birçok tanrıların ve daha sonraları iki tanrının varlığını kabul ettikten sonra vasıl olabilmiştir, insanoğlu ilim ve fende nasıl terakki ederek olgun seviyeye ulaşmışsa akideyi öğrenmekte de öyle terakki safhaları geçirmiştir(!)... Bu, fen ve sanatlar gibi dinlerin de insanlar tarafından icat edilen şeyler olduğu mânasına gelir. İslâmdaki vasıflar, bütün peygamberlerin getirttikleri tevhit dininin,esaslarını da bir karara bağlıyor.İslama göre tevhid sadece uluhiyette değildir.Rububiyettede Allah'ın bir olduğunu kabul etmek mecburiyeti vardır. Bütün işlerde hükümranlık Sadece Allah’a aittir... Bu hüküm, kendisinden başkasına ibadet edilmemesini emreden Allahüteâlâdan gelmiştir. Bu hususta Kur’anı Kerîmin hassas ifadeleri, “ibadet” i, sonsuz bir itina ile gerçek sahibine tahsis etmektedir: Hükümranlık sadece Allah’ındır. Beşerin vazifesi ise sadece O’na ibadet etmektir... İşte, “Hak Din” yalnız budur. Eğer kullar tapınmalarını yalnız Allah’a tahsis etmiyorlarsa, Allah’ın hak dinine mensup sayılamazlar... Hükümranlığın sadece Allah’a ait olduğunu kabul etmemişlerse yine hal böyledir. Şu halde însanöglu hâyatla ilgili herhangi bir meselede Allah’tan gayrisine kulluk eder derecede boyun bükerse, Allah’a olan ibadetleri de boşa gitmiş olur. Ulûhiyet birliği Rübûbiyet birliğini gerektirir. Rübûbiyet ise hükümranlığın ve ibadetin sadece Allah’a ait olması demektir *. Bu iki vâsıf birbirinden ayrılamaz. İnsanlar yaptikları ibadetin şekline göre müslüman veya gayrı müslim sayılırlar. Müslüman sayılabilmeleri için dini bağlantılarını, ibadet ve teslimiyetlerini katıksız olarak Allah'a yöneltmelidirler. ~ ——x Kur’anı Kerîmin bu kesin hükmü; nerede ve ne zaman olursa olsun, müslim veya gayri müslim, hak dine veya bâtıl yollara bağlanmış herkese münakaşa kapısını kapamıştır... Hak dinin zaruri kaide* lerinden biridir bu... Kim ki Allah’tan başkasını takdis eder ve hayatiyle ilgili herhang bir işinde Allah’tan başkasının hükmüne boyun eğerse o kimse ne müslümandır, ne de İslâm diniyle alâkası vardır... Kim ki Allah’tan başkasına hükümranlık hakkı tanımaz, O’ndan başkasını yani, O’nun yaratıklarından her hangi birini takdis etmezse; o kimse islam dinine mensuptur ve müslümandır... Hangi asırda ve hangi cemiyet hayatı içinde olursa olsun, bu~kaidenin dışında kalan bütün davranışlar; yenilmesi mümkün olmayan gerçeklerin karşısında âcizlerin başvurduğu istismar yolundan başka bir şey değildir. Allah’ın dini açıktır, bellidir... Bunun böyle olduğuna sadece yukarda zikrettiğimiz kaide dahi kâfidir. Bu kaide ve esaslara karşı çıkanlar Allah’a karşı çıkmış olurlar!... ******************************* ACABA BEN ALLAH'IN DİNİNDEN BAŞKA BİR DİN ÜZEREMİYİM..!!!! ?..... http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2013/11/acaba-ben-allahin-dininden-baska-bir.html RAŞİDİ HİLAFET İSTİYORUM: KAİDELER VE MÜSLÜMANLAR.! http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2015/06/kailer-ve-muslumanlar.html **************************** Kıssanın devamı müddetince hissedilen önemli şeylerden biri de, iki şahsın içini dolduran coşkun, saf ve katıksız imandır. Bu iki şahıs, Allah'ın seçkin, muhlis, sevgili kulları Yâkub ile Yûsuf ’tur. önce Yûsuf (A.S.) üzerinde duralım: Hz. Yûsuf ’un son merhaledeki davranışına daha önce temas etmiştik. Nimet ve saltanatın zirvesine ulaştığı anlarda gönlünü her şeyden uzaklaştırarak Rabbine yönelmiş, O’na boyun büküp şu münacatta bulunmuştu: “Rabbim, bana hükümranlık verdin, rüyaların yorumunu öğrettin, Ey göklerin ve yerin yaratanı, dünyada da, âhirette de yârim yardımcım sensin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni sâlihler zümresine kat” Fakat Hz. Yûsuf ’un Allah’a olan bağlılık ve teslimiyeti sadece bu son merhaledeki davranışından ibaret değildir. Onu, kıssanın devamı müddetince, her münasebette, Allah'ın dostlarına has bir bağlılık ve teslimiyet içinde O’na yöneldiğini görüyoruz: Vezirin karısının şehvani tahrikleri ve sıkıştırmaları karşısında şöyle haykırmıştı: “Günah işlemekten Allah’a sığınırım, doğrusu senin kocan benim efendimdir. Bana iyi baktı. Haksızlık yapanlar şüphesiz başarıya ulaşamazlar. Diğer bir tahrik ve sıkıştırma karşısında, nefsine uymaktan korkarak Rabbine sığınıyor ve şöyle haykırıyordu: —Rabbim, zindan benim için bunların isteklerini yapmaktan daha iyidir. Eğer düzenlerini benden uzaklaştırmazsan onlara gönül verir, cahillerden olurum!..” Kendini kardeşlerine tanıtırken, ulaştığı o mevkilerin Allah’ın lütfü olduğunu söylüyor, O’nun verdiği nimetleri anarak şükrediyor: “Yoksa sen Yûsuf musun?” dediler. “Ben Yûsuf um, bu da kardeşim. Allah bize lütfetti. Doğrusu kim kötülükten sakınır ve sabrederse bilsin ki Allah iyi davrananların ecrini zayi etmez” dedi Bütün bu ifadelerde; Mekke ’deki ve tarihin her devresindeki İslâm faaliyetleri için alınacak ibretler, ikazlar ve işaretler vardır. Hz. Ya’kub’a gelince; onun da kalbinde Rabbinin derin, lâtif ve sonsuz bir tecellisi var. Her hadise ve münasebette bunun tezahüratı görülüyor. Karşılaştığı her sıkıntıda ve musibet anında dertlerine onun tecellisinin deva olduğunu görüyoruz. Hadiselerin ta başlangıcında, Yûsuf gördüğü rüyayı kendisine anlatınca ilk işi Rabbini anmak ve O’nun nimetlerine şükretmek oluyor: “Rabbim seni böylece rüyandaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek. Daha önce ataların İbrahim ve ishak’a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Ya’kub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin Alim’dir, Hakîm’dir.” Yûsuf hakkında karşılaştığı ilk sadmede Rabbine ve O’nun yardımına sığınarak şunları söylüyor: “... Sizi nefsiniz korkunç bir iş yapmaya sürükledi. Artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah’tan yardım istenir. Babalık şefkatini kullanma yeri gelince çocuklarından bunu esirgemiyor. Onlara, M ı s ı r ’a girecekleri zaman herhangi bir tehlikeyle karşılaşmamaları için tek kapıdan girmemelerini, muhtelif kapılardan girmelerini tavsiye ediyor. Bu tavsiyeyi yapmakla beraber, bu gibi tavsiye ve temennilerin sadece gönülleri teselli etmek için yapıldığını, Allah’ın takdirini hiç bir şeyin değiştiremeyeceğini de sözrlerine ilâve ediyor. Yakub: “Oğullarım, şehre tek kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan girin. Bununla beraber ben, Allah’ın size dair kaderinden birşey değiştiremem. Hüküm ancak Allah'ındır. O’na güvendim. Güvenenler de O’na güvensinler” dedi İhtiyar, zayıf ve hüzünlü günlerinde ikinci bir sadmeyle karşı karşıya geliyor. Ama her şeye rağmen ümitsizlik onunla Rabbinin rahmeti arasına bir an olsun giremiyor, kalbini O’ndan uzaklaştıramıyor. Yakub: “Sizin nefisleriniz bu koskoca işi size kolaylaştırmış, küçültmüş. Bu hâle karşı, sükûnet ve ümit içinde sabır gerekir. Belki Allah hepsini bir arada bana kavuşturur. Zira O, Alim’dir, Hakîm’-dir.” Nihayet Y a ’ k u b ’un kalbinde hakikatin tecellisi güzellik ve berraklık derecesine ulaşmıştı. Yûsuf için ağlamaktan gözlerine ak düştüğü için çocukları onun bu hâlini kınıyorlar, incitircesine tenkit ediyorlardı. Hz. Y a ’ k u b onlara şöyle cevap veriyordu: Sizin kalbinizde mevcut olmayan Rabbimin hakikatini kendi kalbimde mevcut buluyorum. Allah katından, sizin bilmediklerinizi ben biliyorum. Ben üzüntümü ve tasamı ancak Allah’a açarım, O’nun rahmet ve inayetine sığınırım: (Yakub) onlardan yüz çevirdi: “Vay Yûsuf’a yazık oldur dedi ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık amanı içinde saklıyordu. “Allah’a yemin ederiz ki, Yûsuf’u anıp durman seni bitkin düşürecek ve helak olacaksın” dediler. Yakub: “Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah’a açarım. Allah katından, sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi “Ey oğullarım, gidin, Yûsufu ve kardeşini arayın. Allah'ın yardımından ümidinizi kesmeyin. Doğrusu kâfirlerden başkası Allah’ın yardımından ümidini kesmez.” Oğulları Y û s u f ’un kokusu üzerinde babalariyle münakaşa ederlerken, Hz. Yakub onlara; Allah katından bazı şeyler bildiğini, kalbinde Allah’ın hakikat tecellisini bulduğunu haber veriyor. Allah da bu hususta kendisini mahcup çıkarmıyor:Kervan, memleketlerine dönmek üzere Mısır’dan ayrıldığında babaları: “İnan olsun ki ben Yûsuf un kokusunu duyuyorum; ne olur bana bunak demeyin” dedi Çevresindekiler: “Allah’a yemin ederiz ki sen, halâ eski şaşkınlığındasın” dediler. Müjdeci gelince, gömleği Ya’kub’un yüzüne sürdü, hemen gözleri açıldı. Bunun üzerine Yakub: “Ben sizin bilmediklerinizi Allah tarafından bilirim demedim mi?” dedi. Bütün bunların Kuranı Kerimde tasvir edilmesi, elçi olarak seçilmiş bulunan Hz. Muhammed’in kalbine ülûhiyet gerçeklerini aktarmak içindir. Bu tasvirler içindeki ibret ve ikazlar, Mekk e ’deki müslüman topluluğun çektiği sıkıntı anlarında kuvve-i mâneviyelerini takviye ettiği gibi, her devirde İslâm adına yapılan cihatların çetin sıkıntıları içinde kalblerin ve ruhların desteği olacaktır. • «• MUHTELİF HUSUSLAR Son olarak temas etmek istediğimiz şey, kıssanın bitiminden sonra sûrenin son bulduğu noktaya kadar yer alan çeşitli hususlardır: (a) Bu hususlardan birincisi; Kureyşlilerin Hz. Muham-m e d ’e vahiy gelmediğine dair ileri sürdükleri iddialarının bu türlü kıssalarla çürütülmesidir. Zira kıssalardaki hadiseler cereyan ederken Resûli Ekrem yanlarında bulunmadığı, o sırada yaşamadığı hâlde en doğru şekliyle nakletmektedir ki, bu haberlerin kaynağı ancak ve ancak vahiy olabilir: “(Ey Muhammed), bu kıssa, sana vahyedegeldiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar hile yaparak işleyecekleri işi kararlaştırdıkları zaman sen yanlarında değildin.” Bu ifadeler, kıssaya mukaddime teşkil eden kısımla da gaye bakımında aynı şekilde alâkalıdır. “Biz bu Kuranı vahyederek, en güzel beyan ile kıssaaları sana anlatıyoruz. Halbuki sen daha evvel bundan habersizdin.” Kıssanın mukaddimesi ile bitiminden sonraki kısımlarda yer alan bu ifadeler; birçok hususlarda sûrenin ihtiva ettiği ikaz ve işaretler gibi, Hz. Muhammed’e gelen vahye inanmayanlara karşı uyarıcı ikazlardır. Fakat, ancak imandan nasibi olanlar bunlardan faydalanır. Onun içindir ki, aşağıda mealini vereceğimiz âyetlerle, Allahuteâlâ Hz. Mubammed’in kalbini yatıştırmakta, münkirlerin bu hareketleri karşısında üzülmemesini istemektedir. Aynı zamanda âyetlerde: inkarcıların kâinat kitabındaki delilleri göremiyecek kadar kör oldukları, inatlarında İsrar edecekleri, bu davet ve delillerin selim fıtrat sahipleri için iman etmeye kâfi gelebileceği anlatılmakta ve sonra da onlara Allah tarafından ansızın bir azap geleceği haber verilmektedir: ************************************************* (O gün gelen vahyi sadece Allah ve Muhammed biliyordu kesin olarak.%100 Ama bu gün (2017) öyle değil ilim ve teknoloji ışığında hepsi açıklanmış.) ******************** “Biz Kitabı üzerine yazılı bir kâğıtta göndersek ve onlar elleriyle dokunsalar bile, inkar edenler, tartışmasız: “Bu apaçık bir büyüden başkası değildir” derler.” (Enam-7) Sadece bu ayete bakarak Kur’an’ın sayfaları olan bir kitap olarak indirilmediğini anlayabiliriz. *** Diyelim o zamandan bu zamana anlayamadılar. Tamam. Ama bu zamanda 2017 anlayamamak imkansız çünkü delilleri kesin bir şekilde açık ve net. O zaman peygambere gelen vahiyi sadece peygamber ve Allah biliyordu. Bu gün (2017) ilim ve teknolojinin nazarında ayetler açık ve net bir şekilde ispatlanmış biçimde ortada. Örnek; (50/KAF-17: Çünkü onun sağında ve solunda oturan, her davranışı yakalayıp tesbit eden iki melek vardır.) Teyp,video.vb cihazlar. (41/FUSSİLET-21: Derilerine soracaklar: "Neden aleyhimize tanıklık yaptınız?" Onlar da: "Her şeye konuşma imkanı veren Allah, bize (de) vermiştir. Sizi yoktan var eden O'dur, (şimdi) yine O'na döndürülüyorsunuz. Akıllı telofon vb.cihazlar.mesaşlaşma.vb ************************** Onun için olaylara şu açıdan bakmak bütün proplemlerin halledilmesi demektir. **** *EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=247210785730330&id=100013242319421 ************************************* -■ Sen ne kadar yürekten istersen iste, insanların çoğu iman etmezler. Oysa sen buna karşılık onlardan bir ücret te istemiyorsun. Kur’an âlemler için sadece bir öğüttür. Göklerde ve yerde nice âyetler vardır ki, yanlarından yüzlerini çevirerek geçerler. Onların çoğu, ortak koşmadan Allah’a inanmazlar. Allah tarafından, onları kuşatacak bir azaba uğramalarından veya farkına varmadan, kıyamet saatinin ansızın gelmesinden güvende midirler? Bu âyetler, Allah'ın hakiki dinine bir türlü bağlanamayan insanların içyüzünü en belirli şekilde dile getirmektedir. Bilhassa: “Onların çoğu, ortak koşmadan Allah’a inanmazlar-” cümlesinin ne büyük hakikatleri ihtiva ettiği herkesçe malûmdur... Dile getirilen bu gerçekleri, birlikte yaşadığımız insanların çoğunda müşahede ediyoruz. Müslüman olduğunu iddia eden bir çok kimseler, tevhitle şirki bıçakla keser gibi birbirinden ayırmadıkları için imanla şirkin karışımı bir akideye sahiptirler. Nihayet Hz. Peygamber (S_A.) e tevcih olunan çok mühim, çok manidar bir vahyin yer aldığını görüyoruz. Bu vahiyde, takip edeceği yolun bütün yollardan ayrı, belirli ve sınırlı olduğu belirtilmekte, bu hususun kalın hatlarla gösterildiğine işaret edilmektedir: De ki: “Benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar bilerek insanları Allah’a çağırırız. Allah’ı her türlü ortaktan tenzih ederim. Ben Allah’a eş koşanlardan değilim.”
5 Fotoğraf5 Fotoğraf
ENGİN REALİTE Bu sağlam, temiz, emin, doğru ve gerçekçi ifadeler; sadece kıssada geniş yer tutan insan şahsiyetlerini tahlil etmekle kalmıyor. Hadiselerin cereyan ediş tam da; zaman, mekân, içtimai bünye, tabiat vesaire bakımlarından ayni gerçekçi ifadelerle tahlil ediliyor. Her hareket, her ayrılık, her kelime en münasip şekliyle en uygun zamanda zikrediliyor. Teşhir sahnesinde her şey yerli yerine oturtulmuş. Hadiselerde rol oynayan her varlık; taşıdığı öneme, aldığı role ve hayatın akışıyla olan münasebetine göre projektörlerin ziyası altında veya loş bir köşede yerini almıştır... Biraz önce zikrettiğimiz gibi, bu ifade ve üslûp tam insan şahsiyetlerinin tahlilinde de ayni gerçekler içinde cereyan ediyor. Cinsi mevzular dahi insanoğlunun şerefli mevkiine en lâyık şekilde, temiz bir proğram halinde yerli yerince bayan edilmiştir. Bu beyanlar yapılırken beşeri hakikati ar üzerinde her hangi bir tahrif, tebdil, eksiklik veya fazlalık yapılmış değildir. Hadiselerin diğer yönlerine olduğu kadar bu yönüne de önem verilmiş ve anlatmalarda realiteler hâkim olmuştur. Diğer hususlarda olduğu gibi, cinsî meseleler üzerinde durulurken de edebiyat yapılıp beşer varlığının bütün hususiyetleri bu noktaya bağlı imiş gibi yanlış bir tutum içine girilmemiştir. Bu noktanın, beşeri çevreleyen gerçeklerin hayat mihveri veya hayatının hedeflerini teşkil eden bir unsur imiş gibi gösterilmeden kaçınılmıştır. Halbuki cahiliyet bunun tam tersini yapmakta, edebiyat adına cinsî mevzuları istismar ederek bunları hayatın yegâne temel unsurları imiş gibi göstermektedir!. Cahiliyet, beşer Alemini, edebiyata sadakat, sanata hürmet gibi telkinlerle pek korkunç durumlara sevketmektedir. Dişilik erkeklikle alakalı meseleleri halkın zihnine öylesine işler ki, cinsî mevzuun beşer hayatını her yönüyle çevreleyen en önemli mevzu olduğunu zannedersiniz. Böylece geniş ve derin bir bataklık meydana getirir. Bu bataklığı birtakım şeytani çiçeklerle süslemeyi de ihmal etmez!.. Cahiliyet bunları yaparken bunların birer hakikat olduğuna inandığı için yapmaz. İhlas ve samimiyetinden dolayı böyle bir hakikatin tasvirine girişmiş de değildir. Sadece “Siyonizm protokolü” nün emrini yerine getirmek için bu hareketlere girişir. İnsanoğlunu hayvani duyguları dışındaki bütün değerlerinden soymak ister. Böylece, madde dışındaki bütün manevi değerlerinden kopan yahudiyi yalnız bırakmayacaktır. Cinsi mevzuları işleye işleye bir bataklık meydana getirir. Bütün beşeriyetin bu bataklığın çamurlarına gömülüp bayatın gerçek değerlerini göremez hâle gelmesini ister. Bütün dikkatler bu bataklığa çevrilmeli bütün enerjiler burada tüketilmelidir! Beşeriyeti dejenere edip harap hâle getirmenin en emin yolu budur! Bu metot iyi tatbik edildiği takdirde bir gün bütün beşeriyet pusuda bekleyen mel’ûn siyonizm hükümranlığına boyun eğip önünde diz çökecektir. Cahiliyet bütün bu şer yollarında edebiyat, san’at gibi şeyleri istismar ettiği gibi hedefe bir an önce varabilmek için birtakım ilmi nazariyeleri yaymayı da ihmal etmez. Bazan “Darwin Nazariyeleri” ni, bazan “Freudizm” i, bazan “Marksizm” i veya “ilmi sosyalizm” i bayraklaştırdıklarını görürsünüz... Korkunç Siyonizm’in plânlarını gerçekleştirmek yolunda bunların hepsi de aynı şeylerdir!... • • • TARİHİN GÖLGESİNDE Daha sonra kıssadaki şahıslar ve hadiseler bir tarafa bırakılarak kıssanın cereyan ettiği tarih devresinin tablosu çiziliyor. Ayrıca tarihin o devirlerine ait birçok kişiliklere ve bunların sahip olduğu umumi özelliklere rastlıyoruz. Tarihin o günkü Alemşümul hadiseleri bir sahnede canlandırılmasına gözler önüne seriliyor... Biz bunlar dan sadece bazılarına işaret etmekle yetineceğiz: (a) O devirlerde M ı s ı r ’ın idaresini elinde bulunduranlar, Mısır’ın “Kıpti S o y u ” nu teşkil eden Firavunlar değildi. Mısır’a (Hyksos) lar hükmetmekte idi. Bunların yaşadıkları zamanlar; Hz. İbrahim, İsmail, i s h â k ve Ya’kub’un yaşadıkları zamanlara pek yakındı. Bu münasebetle onlardan “Allah'ın Dini” ne ait bazı şeyler öğrenmişlerdi. Biz bu hükmü yine Kur’an’dan alıyoruz. Zira Kur’anı Kerim Mısır hükümdarlarına Kral dendiği devirlere ait bahislerde onları Kral diye zikretmekte, Firavun dendiği devirlerde ise Firavun diye zikretmektedir. Hz. M û s a 'nın devri de Firavunların hükümran olduğu devirdi... Böylece Yûsuf (As.) un M ı s ı r’da bulunduğu devir tespit edilmiş oluyor. Bu devir, Firavunlar ’dan on üçüncü aile ile on yedinci aile arasında kalan devirdir. İşte, bu zaman içinde M ı s ı r 'da (Hyksos) âilesi hükmetmiştir. Bu âile M ı s ı r ’ın bedevi âilelerindendi. Şehir halkı bunlara hor bakar ve sevmezlerdi. Onun için bunları “Hyksoslar” diye adlandırırlardı. Bu ismin eski Mısırlılar’ın lisanında “Domuzlar” veya “Domuz Çobanları” mânasına geldiği ileri sürülmektedir. Bunlar M ı s ı r ’da birbuçuk asır kadar hükümran olmuşlardır. (b) Yûsuf (A.S.) un peygamberliği, tarihin bu devresine rastlamaktadır. Hz. Yûsuf daha zindanda iken, insanları, tevhit dini olan İslâma davet etmeye başlamıştır... Davetini yaparken, bu dînin ataları İbrahim, İshâk, ve Ya’kub ’un dîni olduğunu beyan eder. Bu sözlerini Kur’an’dan takip edelim: “ Doğrusu ben, Allah'a inanmayan ve âhireti inkâr eden bir milletin dinini bırakmışımdır. Atalarım İbrahim, İshâk ve Ya’kub’un dinine uydum. Allah’a her hangi bir ortak koşmak bize yaraşmaz. Bu, Allah’ın bize ve insanlara olan lûtfudur. Fakat insanların çoğu şükretmez” dedi. “Ey mahpus arkadaşlarım, ayrı ayrı bir sürü uydurma tanrılar mı daha iyidir yoksa her şeyden üstün tek Allah mı? Allah’ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hüküm vermek ancak Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil O’na tapmamızı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir. Fakat umanların çoğu bilmezler.” Bu ifadeler bütün peygamberlerin beyanı gibi Islâmın, 1 akide prensiplerinin tarifidir. Şümullü, ince, olgun ve açık bir tarif... Bu tarifin içine şunlar girmektedir: Allah’a ve âhirete iman etmek... Allah’ı bir bilip O’na katiyen şirk koşmamak... Allah’ı sıfatlariyle birlikte tanımak... O, tek’dir, kahhar’dır... Hükümranlık ve saltanatta O’na herhangi bir şerik veya benzer tasavvur olunamaz. Onun içindir ki Islâm, insanları esareti altına alan putperestliği kat’iyetle reddeder. Mademki hakiki mâbudumuz olan Allah kendisinden başkasına ibadet edilmemesini emretmiştir, elbette O’nun gönderdiği din de, saltanat ve hükümranlığın sadece O’na ait olduğunu ilân edecektir... Allah’tan başkasına hükümranlık, saltanat ve rubûbiyet tanımak, Allah’ın çizdiği hududa tecavüz edip başkasına tapınmak demektir. İbadet denince akla sadece Allah'ın rubûbiyeti gelmelidir. Ancak O’nun saltanat ve hükümranlığını ihtiva eden rubûbiyetine boyun eğilip ibadet edilir. Gerçek Din demek Allahüteâlanın ibadet edilecek tek İlâh olduğunu kabul etmek demektir. Bu ise hükümranlıkta da O’nun tek olduğu mânasına gelir. Tek İlâh ve tek Hükümran... Bu iki cümle birbirinden ayrılamaz. Hz. Yûsuf, Allah'ın bu husustaki hükmünü ne güzel ifade etmiş: “.... Hüküm vermek ancak Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil O’na tapmamızı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir...” Bu ifade; Islâmın en mükemmel en açık, en hassas ve en şümullu şekilde tasvir edilişidir. Apaçık görülmektedir ki, Yûsuf (A.S.) M ı s ı r ’ın idaresini elinde bulundurduğu müddetçe insanları bu açık, mükemmel, ince ve şümullü metot içinde İslama davet etmiştir. Hz. Y û s u f ’un Mısır ’daki hükümranlığı sadece hükümet başkanı olmaktan ibaret değildi. Halkın o gün için ölüm kalım meselesi hâline gelmiş olan gıda maddesi de onun elindeydi. Bu sebepten, Islâmın Mısır ’da, muhakkak surette Yûsuf (AS.) un eliyle yayılmış olması gerekir. M ı s ı r ’ın komşu ülkelerinde de İslâm o devirde intişar etmiştir. Zira — Allah’ın hikmet ve takdiri neticesi — bütün o ülkelerde kıtlık hüküm sürmüş, herkes — Allaha’ın takdiri ile — M ı s ı r ’da ambarlanan zahireye muhtaç olmuştu. Etraftan kafileler halinde M ı s ı r ’a gelip zahire, temin etmeye çalışıyorlardı. Ürdün yakınlarındaki Ken’an ilinden kalkıp zahire temini için Mısır'a kadar gelen Yusuf’un kardeşleride bu kafilelerden biri idi... Hyksoslar tarafından azçok tanınan talim akidesinin bu ülkede bir hayli tesir bıraktığına kıssanın baş taraflarında işaretler vardır. Yine kıssada, Hz. Yûsuf ’un davetinden sonra bu akidenin iyice yayıldığına işaret ediliyor... Birinci işaret, Yûsuf kadınların huzuruna çıkınca onların söyledikleri sözde görüyoruz: Kadınlar Yûsuf’u görünce şaşırıp ellerini kestiler ve: “Allah’ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak yüce bir melektir” dediler. V e z i r ’in, karısına söylediği sözde de ayni işaret var: “Yûsuf, sen bu işi kapat” ve tekrar kadına dönüp: “Sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü suçlusun” dedi. İkinci işarette açık... Vezirin karısı tarafından söylenen sözler hem bu işareti ihtiva etmekte hem de vezirin karısının, Yûsuf ’un akidesini kabul ederek müslüman olduğunu göstermektedir. Kur’anın hikâye ettiği bu sözler şunlardır: "... Vezirin kararı: “Şimdi gerçek (hak) ortaya çıktı; onu kendine râmetmek isteyen bendim. Doğrusu Yûsuf, sadıklardandır.” «Gıyabında kendisine hiyanet etmek istemediğimi Yûsuf’un bilmesini isterim. Allah hainlerin düzenini başarıya erdirmez.” - “Ben nefsimi temize de çıkarmıyorum; çünkü nefis, Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü şiddetle emreder. Şüphesiz Rabbim Gafûr’dur, Rahim’dir.” dedi. Yûsuf’un Mısır’da idareyi ele almasından önce tevhit Dini’nin — bu derece — tanınmış olduğu gün ışığına çıkınca; bu dinin genişleyip yayılmasının da Hz. Y û s u f *la ondan sonra devam eden Hyksoslar idaresi zamanında tahakkuk ettiği anlaşılıyor. Bilahere Firavunlar dan on sekizinci âile Mısır idaresini — tekrar — ele geçirince, Firavun ların dayanağı olan putperestliği yeniden ihya etmeye çalıştılar. Bu yolda başarı kaydedebilmek için de, Ya’kub soyundan gelip M ı s ı r ’da çoğalmış olan Tevhit Dini mensuplariyle mücadeleye koyuldular!.. Bu durum, Benî Israilin — Yani Ya’kub oğullarının— Firavunlar tarafından niçin sıkıştırıldığını bizlere biraz daha aydınlatmış oluyor. Gerçi bunların sıkıştırılıp Mısır dışına çıkarılmalarında siyasi sebep te vardı: Bunlar: M ı s ı r ’ın merkezlerine sonraları yerleşip hükmü ele geçiren ve asılları itibariyle M ı s ı r ’ın bedevi Ailelerinden olan Hyksoslar zamanında M ı s ı r ’a gelip yerleşmişler, burayı vatan ittihaz etmişler ye hükümran olmuşlardı. Firavun sülâlesinden olan M ı s ı r lı-lar Hyksos Hükümdarlarını Mı s ır ’dan kovarken onlarla kaynaşmış bulunan Benî Israili de kovmuşlardır... Bu bir sebep olmakla beraber, bu kovulmanın ve işkencelerin en büyük sebebi akidelerin birbirine karşı oluşu idi. Gerçek tevhit akidesinin yayılması, Firavunlar’ın dayanağı olan putperestliğin yıkılmasına sebep olmaktaydı. Zira tevhit akidesi; putlara tapılmasının, putlaştırılan insanlara baş eğilmesinin ve bu putlara rabûbiyet hakkı tanımasının baş düşmanı idi!.. Kur’anı Kerimde bu hususlara ışık tutan Ayeti kerimeler vardır. Gaafir (Mü’min) Sûresinde, Hz. Mûsa ile Firavun arasındaki hadiseler anlatılırken, Firavun taraftarlarından mü’min bir şahsın sözleri naklediliyor. Bu zat, Mûsa (A.S.) nın getirdiği hak dine (İslâm) iman etmiştir. Firavun, Hz. M û-s A ’yı öldürmeye ve dolayısiyle putperestliği tehdit etmekte olan tevhîd akidesini yıkmaya kalkışınca, o mü’min zat, Firavun ’un yüzüne karşı Hz. MûsA’yı İslâm’ı müdafaa etmişti: Firavun: “Beni bırakın da Mûsa’yı öldüreyim, o Rabbine yalvara dursun. O’nun, sizin dininizi değiştireceğinden veya yeryüzünde bozgun çıkaracağında korkuyorum” dedi Mûsâ: “Doğrusu ben, hesap görülecek güne inanmayan büyüklenenlerin hepsinden, benim de Rabbım, sizin de Rabbiniz elan Allah’a sığınırım” dedi Firavun ailesinden olup ta, imanını gizleyen bir adam dedi ki: “Rabbim Allah’dır diyen bir adamı mı öldürecek siniz? Oysa size Rabbinizden belgelerle gelmiştir. Eğer yalansa, yalanı kendisinedir; eğer doğru sözlü ise, sizi tehdit ettiklerinin bir kızmı başınıza gelebilir. Doğrusu Allah, tutumsuz yalancıyı doğru yola eriştirmez. Ey milletim! Bugün memlekette hükümranlık sîzindir. Başta olanlar sizsiniz. Ama Allah'ın baskısı bize çatınca, O’na karşı bize kim yardım eder?” Firavun: “Ben size kendi görüşümden başkasını söylemiyorum. Ben size ancak doğru yolu gösteriyorum” dedi Mü’min olan adam dedi İd: “Ey milletim! Doğrusu ben sizin için, Nûh milletinin, Ad, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin durumu gibi, peygamberleri yalanlayar toplulukların uğradıkları bir günün benzerinden korkuyorum. Allah kullara zulüm dilemez. Ey milletim! Ahu figan gününden sizin hesabınıza korkuyorum. Arkanızı dönüp kaçacağınız gün Allah’a karşı sizi savunan bulunmaz. Allah’ın saptırdığını doğru yola getirecek yoktur. And olsun ki, Yûsuf da daha önce, size belgelerle gelmişti. Size getirdiği şeylerden şüphelenip durmuştunuz. Sonunda Yûsuf ölünce, “Allah onun ardından hiç bir peygamber göndermeyecek” demiştiniz. Allah, şüphe eden tutumsuz kimseyi işte böylece saptırır. Bunlar, Allah’ın âyetleri üzerinde kendilerine gelmiş bir delil bulunmadan tartışırlar. Bu, Allah katinda da, inananların yanında da öfkeyi artırır. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini bundan dolayı mühürler.”... Esas mücadele iki akide arasında yapılıyordu. Bir tarafta Allah’ın bir olduğunu; rubûbiyette, ibadette, din sahibi olmaklıkta ve hakimiyetine boyun eğmekte Allah’a hiç bir varlığın ortak koşulamayacağını kesinlikle kabul eden tevhit akidesi... Diğer yanda sadece putperestlik ve kula kul olma esasları üzerine kurulmuş firavunluk... Firavunlardan A h n a t u n ’un inandığı eksik ve karışık tevhit akidesi Hz. Yûsuf ’un M ı s ı r ’da yaydığı akidenin kalıntıları olsa gerektir. Bilhassa, A h n a t u n ’un annesinin Firavun ailelerinden olmayıp, Asyalı olduğuna dair tarihçilerin rivayetleri doğru ise... Bu kısa aydınlatmadan sonra, yine, kıssada yer alan hadiselerin cereyan ettiği tarih devrelerine dönelim. Hadiselerin ve hadiselerle ilgili şahısların Mısır hudutları dışına kadar uzanıp, tümüyle o asrın damgasını taşıdığını görüyoruz. Bu devirlerde rüya ve rüya tabirleri gibi şeylerin üzerinde önemle duruluyor. Bu ihtimam muayyen bir yere veya muayyen bir kavme münhasır değildir. O asırda her milletin ayni şeylerin etkisi altında olduğu anlaşılıyor... Yûsuf ’un K e n ’an ilin 'de gördüğü rüyasının M ı s ı r ’da tabir edilişi ve tahakkuku; zindanda iki arkadaşının gördükleri rüyalar, en sonunda hükümdarın gördüğü rüya... Ve bunların tabirleri... Hepsi bunu ispatlamaktadır. Hülâsa o asırda; rüyayı görenler de duyup işitenler de onun üzerinde önemle duruyorlardı. Kısaca özetleyecek .olursak görürüz ki kıssa; edebi sanat yönünden, çeşidi insanlık unsurları bakımından, infialler ve hareketler cihetinden oldukça zengindir. Bu hususiyetler Kur’anı Kerimin veciz ve beliğ üslûbu ile dile getirilince her yönüyle etki ve değeri daha da artmaktadır. Kıssada şahit olduğumuz bir baba sevgisi vardır. Bu sevginin her evlada göre değiştiğini, az veya çok olabildiğini, kalın cizgilerle bir takım derecelere ayrıldığını görüyoruz. Hz. Ya’kub’un Yûsuf ve kardeşine gösterdiği sevgi başka, diğer çocuklarına gösterdiği sevgi başkadır. Hadiselerin başlangıcından sonuna kadar, Yûsuf ’un başına gelenlere karşı gösterdiği sabır ve tahammül de daha başka... Muhtelif annelerden doğan kardeşler arasındaki kıskançlık ve hasetlere şahit oluyoruz. Çocuklara karşı baba sevgisinin değişmesinde annelerinin muhtelif oluşu rol oynuyor. Kardeşler arasında cereyan eden haset ve kıskançlıkların aynı derecede olmadığı, düşmanlık yapmakta düşünce ve niyetlerin muhtelif olduğu görülüyor. Fenalık yapma şuuru bazılarında taşkınlık derecesine kadar giderek sahibine ölüm cinayetini rahatlıkla işleme cüreti veriyor. Diğer bir kardeşte ise bu şuurun daha mutedil olduğu görülüyor. Bu kardeş, Y û s u f ’un öldürülmesine rıza göstermemekte, kervanlardan birinin çıkarıp götürebileceği bir kuyuya atılmasını istemektedir. Kıssada, tuzak kurmalar, aldatmalar, hile ve desiseler var... Kardeşlerinin Y û s u f ’a kurdukları tuzak... Vezirin karısının Y û s u f ’a ve saray kadınlarına karşı tertiplediği hileler, desiseler... Ve kocasına karşı aldatma oyunları! Şehvet oyunları... Şehevi tahriklere kapılıp perişan olanlar veya ondan yüz çevirenler... İsteyenler, temenni edenler... İstemeyenler, kaçanlar... Çeşitli şekilleriyle pişmanlık duyanlar, yeri gelince kusuru bağışlayanlar... Uzun ayrılıklardan sonra birleşmenin sevincini tadanlar*..
4 Fotoğraf4 Fotoğraf
ENGİN REALİTE Bu sağlam, temiz, emin, doğru ve gerçekçi ifadeler; sadece kıssada geniş yer tutan insan şahsiyetlerini tahlil etmekle kalmıyor. Hadiselerin cereyan ediş tam da; zaman, mekân, içtimai bünye, tabiat vesaire bakımlarından ayni gerçekçi ifadelerle tahlil ediliyor. Her hareket, her ayrılık, her kelime en münasip şekliyle en uygun zamanda zikrediliyor. Teşhir sahnesinde her şey yerli yerine oturtulmuş. Hadiselerde rol oynayan her varlık; taşıdığı öneme, aldığı role ve hayatın akışıyla olan münasebetine göre projektörlerin ziyası altında veya loş bir köşede yerini almıştır... Biraz önce zikrettiğimiz gibi, bu ifade ve üslûp tam insan şahsiyetlerinin tahlilinde de ayni gerçekler içinde cereyan ediyor. Cinsi mevzular dahi insanoğlunun şerefli mevkiine en lâyık şekilde, temiz bir proğram halinde yerli yerince bayan edilmiştir. Bu beyanlar yapılırken beşeri hakikati ar üzerinde her hangi bir tahrif, tebdil, eksiklik veya fazlalık yapılmış değildir. Hadiselerin diğer yönlerine olduğu kadar bu yönüne de önem verilmiş ve anlatmalarda realiteler hâkim olmuştur. Diğer hususlarda olduğu gibi, cinsî meseleler üzerinde durulurken de edebiyat yapılıp beşer varlığının bütün hususiyetleri bu noktaya bağlı imiş gibi yanlış bir tutum içine girilmemiştir. Bu noktanın, beşeri çevreleyen gerçeklerin hayat mihveri veya hayatının hedeflerini teşkil eden bir unsur imiş gibi gösterilmeden kaçınılmıştır. Halbuki cahiliyet bunun tam tersini yapmakta, edebiyat adına cinsî mevzuları istismar ederek bunları hayatın yegâne temel unsurları imiş gibi göstermektedir!. Cahiliyet, beşer Alemini, edebiyata sadakat, sanata hürmet gibi telkinlerle pek korkunç durumlara sevketmektedir. Dişilik erkeklikle alakalı meseleleri halkın zihnine öylesine işler ki, cinsî mevzuun beşer hayatını her yönüyle çevreleyen en önemli mevzu olduğunu zannedersiniz. Böylece geniş ve derin bir bataklık meydana getirir. Bu bataklığı birtakım şeytani çiçeklerle süslemeyi de ihmal etmez!.. Cahiliyet bunları yaparken bunların birer hakikat olduğuna inandığı için yapmaz. İhlas ve samimiyetinden dolayı böyle bir hakikatin tasvirine girişmiş de değildir. Sadece “Siyonizm protokolü” nün emrini yerine getirmek için bu hareketlere girişir. İnsanoğlunu hayvani duyguları dışındaki bütün değerlerinden soymak ister. Böylece, madde dışındaki bütün manevi değerlerinden kopan yahudiyi yalnız bırakmayacaktır. Cinsi mevzuları işleye işleye bir bataklık meydana getirir. Bütün beşeriyetin bu bataklığın çamurlarına gömülüp bayatın gerçek değerlerini göremez hâle gelmesini ister. Bütün dikkatler bu bataklığa çevrilmeli bütün enerjiler burada tüketilmelidir! Beşeriyeti dejenere edip harap hâle getirmenin en emin yolu budur! Bu metot iyi tatbik edildiği takdirde bir gün bütün beşeriyet pusuda bekleyen mel’ûn siyonizm hükümranlığına boyun eğip önünde diz çökecektir. Cahiliyet bütün bu şer yollarında edebiyat, san’at gibi şeyleri istismar ettiği gibi hedefe bir an önce varabilmek için birtakım ilmi nazariyeleri yaymayı da ihmal etmez. Bazan “Darwin Nazariyeleri” ni, bazan “Freudizm” i, bazan “Marksizm” i veya “ilmi sosyalizm” i bayraklaştırdıklarını görürsünüz... Korkunç Siyonizm’in plânlarını gerçekleştirmek yolunda bunların hepsi de aynı şeylerdir!... • • • TARİHİN GÖLGESİNDE Daha sonra kıssadaki şahıslar ve hadiseler bir tarafa bırakılarak kıssanın cereyan ettiği tarih devresinin tablosu çiziliyor. Ayrıca tarihin o devirlerine ait birçok kişiliklere ve bunların sahip olduğu umumi özelliklere rastlıyoruz. Tarihin o günkü Alemşümul hadiseleri bir sahnede canlandırılmasına gözler önüne seriliyor... Biz bunlar dan sadece bazılarına işaret etmekle yetineceğiz: (a) O devirlerde M ı s ı r ’ın idaresini elinde bulunduranlar, Mısır’ın “Kıpti S o y u ” nu teşkil eden Firavunlar değildi. Mısır’a (Hyksos) lar hükmetmekte idi. Bunların yaşadıkları zamanlar; Hz. İbrahim, İsmail, i s h â k ve Ya’kub’un yaşadıkları zamanlara pek yakındı. Bu münasebetle onlardan “Allah'ın Dini” ne ait bazı şeyler öğrenmişlerdi. Biz bu hükmü yine Kur’an’dan alıyoruz. Zira Kur’anı Kerim Mısır hükümdarlarına Kral dendiği devirlere ait bahislerde onları Kral diye zikretmekte, Firavun dendiği devirlerde ise Firavun diye zikretmektedir. Hz. M û s a 'nın devri de Firavunların hükümran olduğu devirdi... Böylece Yûsuf (As.) un M ı s ı r’da bulunduğu devir tespit edilmiş oluyor. Bu devir, Firavunlar ’dan on üçüncü aile ile on yedinci aile arasında kalan devirdir. İşte, bu zaman içinde M ı s ı r 'da (Hyksos) âilesi hükmetmiştir. Bu âile M ı s ı r ’ın bedevi âilelerindendi. Şehir halkı bunlara hor bakar ve sevmezlerdi. Onun için bunları “Hyksoslar” diye adlandırırlardı. Bu ismin eski Mısırlılar’ın lisanında “Domuzlar” veya “Domuz Çobanları” mânasına geldiği ileri sürülmektedir. Bunlar M ı s ı r ’da birbuçuk asır kadar hükümran olmuşlardır. (b) Yûsuf (A.S.) un peygamberliği, tarihin bu devresine rastlamaktadır. Hz. Yûsuf daha zindanda iken, insanları, tevhit dini olan İslâma davet etmeye başlamıştır... Davetini yaparken, bu dînin ataları İbrahim, İshâk, ve Ya’kub ’un dîni olduğunu beyan eder. Bu sözlerini Kur’an’dan takip edelim: “ Doğrusu ben, Allah'a inanmayan ve âhireti inkâr eden bir milletin dinini bırakmışımdır. Atalarım İbrahim, İshâk ve Ya’kub’un dinine uydum. Allah’a her hangi bir ortak koşmak bize yaraşmaz. Bu, Allah’ın bize ve insanlara olan lûtfudur. Fakat insanların çoğu şükretmez” dedi. “Ey mahpus arkadaşlarım, ayrı ayrı bir sürü uydurma tanrılar mı daha iyidir yoksa her şeyden üstün tek Allah mı? Allah’ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hüküm vermek ancak Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil O’na tapmamızı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir. Fakat umanların çoğu bilmezler.” Bu ifadeler bütün peygamberlerin beyanı gibi Islâmın, 1 akide prensiplerinin tarifidir. Şümullü, ince, olgun ve açık bir tarif... Bu tarifin içine şunlar girmektedir: Allah’a ve âhirete iman etmek... Allah’ı bir bilip O’na katiyen şirk koşmamak... Allah’ı sıfatlariyle birlikte tanımak... O, tek’dir, kahhar’dır... Hükümranlık ve saltanatta O’na herhangi bir şerik veya benzer tasavvur olunamaz. Onun içindir ki Islâm, insanları esareti altına alan putperestliği kat’iyetle reddeder. Mademki hakiki mâbudumuz olan Allah kendisinden başkasına ibadet edilmemesini emretmiştir, elbette O’nun gönderdiği din de, saltanat ve hükümranlığın sadece O’na ait olduğunu ilân edecektir... Allah’tan başkasına hükümranlık, saltanat ve rubûbiyet tanımak, Allah’ın çizdiği hududa tecavüz edip başkasına tapınmak demektir. İbadet denince akla sadece Allah'ın rubûbiyeti gelmelidir. Ancak O’nun saltanat ve hükümranlığını ihtiva eden rubûbiyetine boyun eğilip ibadet edilir. Gerçek Din demek Allahüteâlanın ibadet edilecek tek İlâh olduğunu kabul etmek demektir. Bu ise hükümranlıkta da O’nun tek olduğu mânasına gelir. Tek İlâh ve tek Hükümran... Bu iki cümle birbirinden ayrılamaz. Hz. Yûsuf, Allah'ın bu husustaki hükmünü ne güzel ifade etmiş: “.... Hüküm vermek ancak Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil O’na tapmamızı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir...” Bu ifade; Islâmın en mükemmel en açık, en hassas ve en şümullu şekilde tasvir edilişidir. Apaçık görülmektedir ki, Yûsuf (A.S.) M ı s ı r ’ın idaresini elinde bulundurduğu müddetçe insanları bu açık, mükemmel, ince ve şümullü metot içinde İslama davet etmiştir. Hz. Y û s u f ’un Mısır ’daki hükümranlığı sadece hükümet başkanı olmaktan ibaret değildi. Halkın o gün için ölüm kalım meselesi hâline gelmiş olan gıda maddesi de onun elindeydi. Bu sebepten, Islâmın Mısır ’da, muhakkak surette Yûsuf (AS.) un eliyle yayılmış olması gerekir. M ı s ı r ’ın komşu ülkelerinde de İslâm o devirde intişar etmiştir. Zira — Allah’ın hikmet ve takdiri neticesi — bütün o ülkelerde kıtlık hüküm sürmüş, herkes — Allaha’ın takdiri ile — M ı s ı r ’da ambarlanan zahireye muhtaç olmuştu. Etraftan kafileler halinde M ı s ı r ’a gelip zahire, temin etmeye çalışıyorlardı. Ürdün yakınlarındaki Ken’an ilinden kalkıp zahire temini için Mısır'a kadar gelen Yusuf’un kardeşleride bu kafilelerden biri idi... Hyksoslar tarafından azçok tanınan talim akidesinin bu ülkede bir hayli tesir bıraktığına kıssanın baş taraflarında işaretler vardır. Yine kıssada, Hz. Yûsuf ’un davetinden sonra bu akidenin iyice yayıldığına işaret ediliyor... Birinci işaret, Yûsuf kadınların huzuruna çıkınca onların söyledikleri sözde görüyoruz: Kadınlar Yûsuf’u görünce şaşırıp ellerini kestiler ve: “Allah’ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak yüce bir melektir” dediler. V e z i r ’in, karısına söylediği sözde de ayni işaret var: “Yûsuf, sen bu işi kapat” ve tekrar kadına dönüp: “Sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü suçlusun” dedi. İkinci işarette açık... Vezirin karısı tarafından söylenen sözler hem bu işareti ihtiva etmekte hem de vezirin karısının, Yûsuf ’un akidesini kabul ederek müslüman olduğunu göstermektedir. Kur’anın hikâye ettiği bu sözler şunlardır: "... Vezirin kararı: “Şimdi gerçek (hak) ortaya çıktı; onu kendine râmetmek isteyen bendim. Doğrusu Yûsuf, sadıklardandır.” «Gıyabında kendisine hiyanet etmek istemediğimi Yûsuf’un bilmesini isterim. Allah hainlerin düzenini başarıya erdirmez.” - “Ben nefsimi temize de çıkarmıyorum; çünkü nefis, Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü şiddetle emreder. Şüphesiz Rabbim Gafûr’dur, Rahim’dir.” dedi. Yûsuf’un Mısır’da idareyi ele almasından önce tevhit Dini’nin — bu derece — tanınmış olduğu gün ışığına çıkınca; bu dinin genişleyip yayılmasının da Hz. Y û s u f *la ondan sonra devam eden Hyksoslar idaresi zamanında tahakkuk ettiği anlaşılıyor. Bilahere Firavunlar dan on sekizinci âile Mısır idaresini — tekrar — ele geçirince, Firavun ların dayanağı olan putperestliği yeniden ihya etmeye çalıştılar. Bu yolda başarı kaydedebilmek için de, Ya’kub soyundan gelip M ı s ı r ’da çoğalmış olan Tevhit Dini mensuplariyle mücadeleye koyuldular!.. Bu durum, Benî Israilin — Yani Ya’kub oğullarının— Firavunlar tarafından niçin sıkıştırıldığını bizlere biraz daha aydınlatmış oluyor. Gerçi bunların sıkıştırılıp Mısır dışına çıkarılmalarında siyasi sebep te vardı: Bunlar: M ı s ı r ’ın merkezlerine sonraları yerleşip hükmü ele geçiren ve asılları itibariyle M ı s ı r ’ın bedevi Ailelerinden olan Hyksoslar zamanında M ı s ı r ’a gelip yerleşmişler, burayı vatan ittihaz etmişler ye hükümran olmuşlardı. Firavun sülâlesinden olan M ı s ı r lı-lar Hyksos Hükümdarlarını Mı s ır ’dan kovarken onlarla kaynaşmış bulunan Benî Israili de kovmuşlardır... Bu bir sebep olmakla beraber, bu kovulmanın ve işkencelerin en büyük sebebi akidelerin birbirine karşı oluşu idi. Gerçek tevhit akidesinin yayılması, Firavunlar’ın dayanağı olan putperestliğin yıkılmasına sebep olmaktaydı. Zira tevhit akidesi; putlara tapılmasının, putlaştırılan insanlara baş eğilmesinin ve bu putlara rabûbiyet hakkı tanımasının baş düşmanı idi!.. Kur’anı Kerimde bu hususlara ışık tutan Ayeti kerimeler vardır. Gaafir (Mü’min) Sûresinde, Hz. Mûsa ile Firavun arasındaki hadiseler anlatılırken, Firavun taraftarlarından mü’min bir şahsın sözleri naklediliyor. Bu zat, Mûsa (A.S.) nın getirdiği hak dine (İslâm) iman etmiştir. Firavun, Hz. M û-s A ’yı öldürmeye ve dolayısiyle putperestliği tehdit etmekte olan tevhîd akidesini yıkmaya kalkışınca, o mü’min zat, Firavun ’un yüzüne karşı Hz. MûsA’yı İslâm’ı müdafaa etmişti: Firavun: “Beni bırakın da Mûsa’yı öldüreyim, o Rabbine yalvara dursun. O’nun, sizin dininizi değiştireceğinden veya yeryüzünde bozgun çıkaracağında korkuyorum” dedi Mûsâ: “Doğrusu ben, hesap görülecek güne inanmayan büyüklenenlerin hepsinden, benim de Rabbım, sizin de Rabbiniz elan Allah’a sığınırım” dedi Firavun ailesinden olup ta, imanını gizleyen bir adam dedi ki: “Rabbim Allah’dır diyen bir adamı mı öldürecek siniz? Oysa size Rabbinizden belgelerle gelmiştir. Eğer yalansa, yalanı kendisinedir; eğer doğru sözlü ise, sizi tehdit ettiklerinin bir kızmı başınıza gelebilir. Doğrusu Allah, tutumsuz yalancıyı doğru yola eriştirmez. Ey milletim! Bugün memlekette hükümranlık sîzindir. Başta olanlar sizsiniz. Ama Allah'ın baskısı bize çatınca, O’na karşı bize kim yardım eder?” Firavun: “Ben size kendi görüşümden başkasını söylemiyorum. Ben size ancak doğru yolu gösteriyorum” dedi Mü’min olan adam dedi İd: “Ey milletim! Doğrusu ben sizin için, Nûh milletinin, Ad, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin durumu gibi, peygamberleri yalanlayar toplulukların uğradıkları bir günün benzerinden korkuyorum. Allah kullara zulüm dilemez. Ey milletim! Ahu figan gününden sizin hesabınıza korkuyorum. Arkanızı dönüp kaçacağınız gün Allah’a karşı sizi savunan bulunmaz. Allah’ın saptırdığını doğru yola getirecek yoktur. And olsun ki, Yûsuf da daha önce, size belgelerle gelmişti. Size getirdiği şeylerden şüphelenip durmuştunuz. Sonunda Yûsuf ölünce, “Allah onun ardından hiç bir peygamber göndermeyecek” demiştiniz. Allah, şüphe eden tutumsuz kimseyi işte böylece saptırır. Bunlar, Allah’ın âyetleri üzerinde kendilerine gelmiş bir delil bulunmadan tartışırlar. Bu, Allah katinda da, inananların yanında da öfkeyi artırır. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini bundan dolayı mühürler.”... Esas mücadele iki akide arasında yapılıyordu. Bir tarafta Allah’ın bir olduğunu; rubûbiyette, ibadette, din sahibi olmaklıkta ve hakimiyetine boyun eğmekte Allah’a hiç bir varlığın ortak koşulamayacağını kesinlikle kabul eden tevhit akidesi... Diğer yanda sadece putperestlik ve kula kul olma esasları üzerine kurulmuş firavunluk... Firavunlardan A h n a t u n ’un inandığı eksik ve karışık tevhit akidesi Hz. Yûsuf ’un M ı s ı r ’da yaydığı akidenin kalıntıları olsa gerektir. Bilhassa, A h n a t u n ’un annesinin Firavun ailelerinden olmayıp, Asyalı olduğuna dair tarihçilerin rivayetleri doğru ise... Bu kısa aydınlatmadan sonra, yine, kıssada yer alan hadiselerin cereyan ettiği tarih devrelerine dönelim. Hadiselerin ve hadiselerle ilgili şahısların Mısır hudutları dışına kadar uzanıp, tümüyle o asrın damgasını taşıdığını görüyoruz. Bu devirlerde rüya ve rüya tabirleri gibi şeylerin üzerinde önemle duruluyor. Bu ihtimam muayyen bir yere veya muayyen bir kavme münhasır değildir. O asırda her milletin ayni şeylerin etkisi altında olduğu anlaşılıyor... Yûsuf ’un K e n ’an ilin 'de gördüğü rüyasının M ı s ı r ’da tabir edilişi ve tahakkuku; zindanda iki arkadaşının gördükleri rüyalar, en sonunda hükümdarın gördüğü rüya... Ve bunların tabirleri... Hepsi bunu ispatlamaktadır. Hülâsa o asırda; rüyayı görenler de duyup işitenler de onun üzerinde önemle duruyorlardı. Kısaca özetleyecek .olursak görürüz ki kıssa; edebi sanat yönünden, çeşidi insanlık unsurları bakımından, infialler ve hareketler cihetinden oldukça zengindir. Bu hususiyetler Kur’anı Kerimin veciz ve beliğ üslûbu ile dile getirilince her yönüyle etki ve değeri daha da artmaktadır. Kıssada şahit olduğumuz bir baba sevgisi vardır. Bu sevginin her evlada göre değiştiğini, az veya çok olabildiğini, kalın cizgilerle bir takım derecelere ayrıldığını görüyoruz. Hz. Ya’kub’un Yûsuf ve kardeşine gösterdiği sevgi başka, diğer çocuklarına gösterdiği sevgi başkadır. Hadiselerin başlangıcından sonuna kadar, Yûsuf ’un başına gelenlere karşı gösterdiği sabır ve tahammül de daha başka... Muhtelif annelerden doğan kardeşler arasındaki kıskançlık ve hasetlere şahit oluyoruz. Çocuklara karşı baba sevgisinin değişmesinde annelerinin muhtelif oluşu rol oynuyor. Kardeşler arasında cereyan eden haset ve kıskançlıkların aynı derecede olmadığı, düşmanlık yapmakta düşünce ve niyetlerin muhtelif olduğu görülüyor. Fenalık yapma şuuru bazılarında taşkınlık derecesine kadar giderek sahibine ölüm cinayetini rahatlıkla işleme cüreti veriyor. Diğer bir kardeşte ise bu şuurun daha mutedil olduğu görülüyor. Bu kardeş, Y û s u f ’un öldürülmesine rıza göstermemekte, kervanlardan birinin çıkarıp götürebileceği bir kuyuya atılmasını istemektedir. Kıssada, tuzak kurmalar, aldatmalar, hile ve desiseler var... Kardeşlerinin Y û s u f ’a kurdukları tuzak... Vezirin karısının Y û s u f ’a ve saray kadınlarına karşı tertiplediği hileler, desiseler... Ve kocasına karşı aldatma oyunları! Şehvet oyunları... Şehevi tahriklere kapılıp perişan olanlar veya ondan yüz çevirenler... İsteyenler, temenni edenler... İstemeyenler, kaçanlar... Çeşitli şekilleriyle pişmanlık duyanlar, yeri gelince kusuru bağışlayanlar... Uzun ayrılıklardan sonra birleşmenin sevincini tadanlar*..
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
Geçmişi karıştırmak; şeytana anahtar vermektir! (4dk.) - Nurettin Yıldız1-dot
Geçmişi karıştırmak; şeytana anahtar vermektir! (4dk.) - Nurettin YıldızVideoGeçmişi karıştırmak; şeytana anahtar vermektir! (4dk.) - Nurettin Yıldız
Gençler! Bu Ümmetin çocuğusunuz. Muhammed Aleyhisselam'ın kardeşlerisiniz Siz..1-dot
Gençler! Bu Ümmetin çocuğusunuz. Muhammed Aleyhisselam'ın kardeşlerisiniz Siz..VideoGençler! Bu Ümmetin çocuğusunuz. Muhammed Aleyhisselam'ın kardeşlerisiniz Siz..
size devlet emanet edilmez, yaptığınız yasaya da güvenilmez1-dot
Bu tavırlarınıza evet demem mümkün değilVideoBu tavırlarınıza evet demem mümkün değil
“Ey zindan arkadaşlarım! Biriniz efendisine şarap sunarak, diğeri asılacak ve kuşlar başından yiyecektir. İşte, hakkında fetva istemekte olduğunuz mesele böylece kesinleşmiştir” dedi Bununla beraber, Yûsuf da bir beşerdir. Onda da beşerin maruz kaldığı zaaflar vardır. Durumunun içyüzünü hükümdara bildirmeye ve zindandan kurtulmaya çalışıyor. Bir sûikasta uğradığını hükümdarın öğrenmesi ve kendisini zindandan çıkarması mümkündür. Allah dilerse bunu tahakkuk ettirir. Herkesden ümit kesilebilir ama, Allah’dan kesilmez: Yûsuf, İki zindan arkadaşından kurtulacağını tahmin ettiği kimseye: “Efendinin yanında beni an” dedi. Ama şeytan efendisine onu hatırlatmayı unutturdu. Ve Yûsuf bu yüzden daha birkaç yıl zindanda kaldı. Birkaç yıl sonra bu şahsiyetle alâkalı başka şeylere şahit oluyoruz. Hükümdar mâlûm rüyasını görür, maiyetinden ve kâhinlerden rüyanın tabirini ister. Kimse tabir edemeyince Yûsuf ’un zindan arkadaşı, hükümdara Yûsuf ’dan bahseder. Allah’ın sâlih kulu Yûsuf, geçen müddet içinde Rabbâni bir terbiye görmüş, olgunluk vasfı tamamlanmıştır. Kendini Allah’a karşı tam bir tevekkül ve emniyet içinde hisseder. O’nun takdir buyurduğu her şey tatlı ve husûle gelecek her netice memnuniyet vericidir. Hükümdar, Yûsuf rüyasını tâbir ettikten sonra, onun kendisine getirilmesini emreder. Yûsuf son derece vekar ve sükûnet içinde, zindandan ayrılabilmesi için haksız yere kendisine tevcih edilen ithamlar üzerinde tahkikat yapılmasını, maruz kaldığı haksızlığın ortadan kaldırılmasını şart koşar: Hükümdar: “Ben rüyamda, yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yediğini; yedi yeşil başak ve bir o kadar da kurumuş başak görüyorum. Ey erkân, eğer rüya yormasını biliyorsanız rüyamı tabir ediniz” dedi. Etrafındakiler: “Birtakım karışık rüyalar, biz böyle rüyaların yorumunu bilmeyiz” dediler. Zindandaki iki kişiden kurtulmuş olanı, nice zaman sonra Yûsufu hatırladı ve: “Ben size bunu yorumlayacağım, hele beni bir gönderin” dedi. Zindana varıp: “Ey doğru sözlü Yûsuf, rüyada görülen yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yemesi; yedi yeşil başak ve bir o kadar kuru başak nedir? Bize yorumla, ben de insanlara ulaştırayım da bilsinler” dedi. Yûsuf: “Devamlı yedi sene ekip biçtiğiniz ekinin, yediğinizden artanını başağında bırakın.” Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelir, bütün biriktirdiğinizi yer, yalnız az bir miktar saklarsınız.” “Sonra, halkın yağmur göreceği bir yıl gelir, o zaman (üzüm ve zeytin gibi meyveleri) sıkıp (süt veren hayvanlan) sağarlar” dedi. Hükümdar: O’nu bana getirin dedi. Gelen elçiyi Yûsuf: “Efendine dön; kadınlar niçin ellerini kesmişlerdi bir sor. Doğrusu Rabbim onların düzenini hakkıyla bilir” dedi. Hükümdar kadınlara: “Yûsuf u kendinize râmetmek isterken durumunuz neydi?” dedi. Kadınlar: “Hâşâ onun bir fenalığını görmedik” dediler. Vezirin kansı: “Şimdi gerçek ortaya çıktı; O’nu kendime rametmek isteyen bendim. Doğrusu Yûsuf, sadıklardandır.” “Gıyabında kendisine hiyanet etmek istemediğimi Yûsuf un bilmesini isterim. Allah hainlerin düzenini başarıya erdirmez.” “Ben nefsimi temize de çıkarmıyorum; çünkü nefis, Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü şiddetle emreder. Şüphesiz Rabbim Gafûr’dir, Rahîm’dir” dedi. Hükümdar: “Getirin onu bana, kendime müsteşar edineyim” dedi. Kendisiyle de konuşurken: “Bugün nezdimizde şerefli bir mevkie sahipsin, emniyet ve itimadı haizsin” dedi Yûsuf: “Beni memleketin hâzinelerine memur et, çünkü ben koruyup yönetmesini iyi bilirim” dedi. Bundan sonra Y û s u f ’u; olgunlukta, uyanıklıkta, Allah’a teslimiyet ve güvenlilikte, halim ve selimlikte tam tekâmül etmiş bir şahsiyet olarak görüyoruz. Artık cereyan eden hadiseler arasında Hükümdar, Vezir, kadınlar ve saray erkânı görülmüyor. Bunların şahsiyetleri silinmiştir. Bu gerçeği Kur’anı Kerîm kıssada şöyle dile getiriyor: Yûsufu böylece o memlekette yerleştirip kendisine mevki verdik. Orada dilediğini yapardı. Biz rahmetimizi dilediğimize veririz. İyi davrananların ecrini zayi etmeyiz. Ahiret mükâfatı ise iman edip fenalıktan sakınanlar için daha hayırlıdır. Bu andan itibaren Y û s u f ’u, yeni bir takım hadiselerle imtihan hâlinde görüyoruz. Bu hadiseler öncekilere nispetle daha değişik. Yûsuf hadiseleri, tekâmül etmiş, olgunlaşmış, güven, vakar ve emniyet içindeki uyanık şahsiyetiyle karşılıyor. İlk defa kardeşleriyle yüzyüze geldiklerini görüyoruz. Kendisine vaktinde kötülük yapan kardeşleri huzuruna gelmişlerdir. Kendisi onlara nispetle çok daha kuvvetli durumda. Büyük bir mevki işgal ediyor. Fakat onlara karşı tutum ve davranışlarında sonsuz bir olgunluk görülüyor: Yûsuf’un kardeşleri gelip huzuruna çıktılar. Onlar Yûsuf’u tanımadıkları halde Yûsuf onları tanımıştı. Onların yüklerini, hazırlattıktan sonra: “Bana, baba bir kardeşinizi getirin. Görmüyor musunuz ki, ben ölçeği tastamam ölçüyorum, misafirperverlerin en hayırlısıyım” dedi Bana onu getirmezseniz benden bir ölçek dahi zahire beklemeyin, bana yaklaşmayın” dedi. Kardeşleri: “Babasını kandırmaya çalışacağız ve her halde bunu yaparız” dediler. Yûsuf adamlarına: “Onların zahire bedellerini yüklerinin içine koyun. Belki âilelerine dönünce onu anlarlar da bir daha dönerler” dedi. Kardeşini alıkoymak için — aslında Allahüteâla’nın takdir buyurduğu şekilde — bir plân hazırladığını görüyoruz. Bu hareketinde de kişiliğindeki olgunluk, kemâl, hâkimâne davranış, hilim ve sabır hâkimdir: Yûsufun yanına girdiklerinde, kardeşini bağrına bastı ve: “Ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme” dedi. Yûsuf onların yüklerini yükletirken, bir su kabını kardeşinin yüküne koydurdu. Sonra bir münâdî: “Ey kervancılar, siz hırsızsınız” diye bağırdı. Ya’kub’un oğulları geri dönerek: “Ne kaybettiniz?” dediler. “Hükümdarın su kabını kaybettik, onu getirene bir deve yükü mükâfat verilecek, Ben de buna kefilim” dedi “Allah’a yemin ederiz ki, memleketi ifsat etmeye gelmedik, hırsız da değiliz” dediler. Onlar: “Yalan söylüyorsunuz bunun cezası ne olacak?” diye sordular. Yakub’un oğulları: “Cezası, kimin yükünde bulunursa ceza olarak ona el konulur; biz zalimleri böyle cezalandırırız’’ dediler. Bunun üzerine Yûsuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı. Nihayet su kabını kardeşinin yükünden çıkardı. İşte Biz, Yûsuf için böyle bir plân kullandık. Hükümdarın kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı. Meğer ki, Allah dilemiş ola. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen vardır. “Çalmışsa, daha önce kardeşi de çalmıştı” dediler. Yûsuf bunu içinde sakladı Onlara açmadı İçinden: “Durumunuz pek kötüdür; anlattığınızı Allah daha iyi bilir” dedi. Kardeşleri: “Ey vezir, onun yaşlanmış, kocamış bir babası vardır. Bizden birini onun yerine al. Doğrusu biz senin iyi davrananlardan olduğunu görüyoruz” dediler. “Maazallah! Biz,malı kimde bulmuşsak ancak onu alıkoyarız. Yoksa haksızlık etmiş oluruz” dedi. Sonra Hz. Y a ’ k u b ’un çileleri doluyor, kendisini ve evini, kaplayan hasretlik vesaire gibi acılar Allah’ın takdiri ile sona eriyor. Burada Y û s u f ’u anne ve babasına karşı sonsuz bir tevazu ve tazarru içinde buluyoruz. Kardeşlerine ise çok nazik davranıyor. Şefkat ve merhametli bir hâli var. Onlara olan dargınlığıyle birlikte onları bağışlayıp affettiği de son derece nazik bir espriyle bildiriyor. Zaten geçen hadiselerde müşahede edilen Yûsuf ’un olgun davranışları, onun bir gün bu derece kemâl ve fazilet sahibi bir insan olacağını göstermekte idi: Kardeşleri vezirin yanına vardıklarında: “Ey vezir, biri de çoluk çocuğumuzu da darlık sardı. Değersiz bir sermaye ile geldik. Zahiremizi tam ölç, fazlasını sadaka say. Allah sadaka verenleri şüphesiz mükâfatlandırır” dediler. “Siz, Yûsuf ve kardeşine neler yaptığınızın farkında mısınız? dedi “Yoksa sen Yûsuf musun?” dediler. “Ben Yûsuf um, bu da kardeşim. Allah bize lütfetti. Doğrusu kim kötülükten sakınır ve sabrederse bilsin ki, Allah iyi davrananların ecrini zayi etmez” dedi. “Allah’a yemin ederiz ki, Allah seni bizden üstün tutmuştur. Doğrusu biz suç işlemiştik” dediler. Yûsuf: “Bugün, başınıza kakılarak, ayıplanacak değilsiniz. Allah sizi bağışlar. O, merhametlilerin merhametlisidir.” “Gömleğimi götürün, babamın yüzüne sürün, görmeye başlar; bütün çoluk çocuğunuzla bana gelin” dedi Nihayet Yûsuf gördüğü rüyanın tahakkuk ettiği günleri yaşarken; saltanat ve hükümranlığın zirvesine erdiği o günlerde, mutlu buluşma sahnesine şahit oluyoruz. Artık Ailenin bütün fertleri bir-araya gelmiş, en mesut ve en heyecanlı günlerini yaşıyorlar. Burada, o büyük peygamber Hz. Yûsuf’u mevki ve azametin bütün vasıflarından soyunmuş görüyoruz. Hükümranlığını, devlet ve cihanı bir yana iterek Rabbi ile baş başa kalıyor. Bütün ihlâsıyle O’na iltica etmiştir. Bu büyük münâcatta şunları söylüyordu. “Rabbim, bana hükümranlık verdin, rüyaların yorumunu öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratanı, dünyada da, âhirette de yârim yardımcım sensin. Benim müslüman olarak al ve beni sâlihler zümresine kat”. Yetişme şartları ve içinde bulunduğu toplumun kötü gelenekleri karşısında daima Allah’ı birleyip O’na teslim olan mütekâmil şahsiyet!.. (H) Ya’kub aleyhisselâm... Hasretlik acisiyle bağrı yanan, içi şefkatle dolu bir baba... Emniyet içinde uzanıp giden peygamberler zincirinin bir halkası... Yûsuf’un gördüğü rüyayı, tehlikelerini düşünüp kederlenen büyük zat... Rüyada, Y û s u f ’a büyük istikbalin vaadedilecediğini görürken, şeytanın gidip diğer oğullarının kulağına fitnelikler fısıldayabileceğini düşünen Ya’kub peygamber.. Ve bu zatın her hadisede kendini gösteren kamil, büyük şahsiyeti: Yûsuf babasına: “Babacığım, rüyamda onbir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm” demişti. Babası şunları söyledi: “Oğulcuğum, rüyam kardeşlerine anlatma. Yoksa sana düzen kurarlar; zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır.” . Rabbin seni böylece rüyandaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek, Daha önce ataların İbrahim ve İshâk’a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Ya’kub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin Alîm’dir, Halim’dir. Sonra bu büyük şahsiyeti, peygamberlik ve beşerlik vasıflarının realiteleri içinde görüyoruz. Oğulları kendisinden Y û s u f ’u alabilmek için düzen kullanıyorlar ve sonra da ona bir fecaatin haberini getiriyorlar: Bunun üzerine giderek: “Ey babamız, Yûsuf un iyiliğini istediğimiz halde, O’nu niçin bize emniyet etmiyorsun?” “Yarın O’nu bizimle beraber gönder de gezsin oynasın. Biz O’nu koruruz” dediler. Babaları: “O’nu götürmeniz beni endişeye düşürüyor. Siz farkına varmadan O’nu kurdun yemesinden korkarım” dedi And olsun ki, biz kuvvetli bir topluluk olduğumuz halde kurt O’nu yerse âciz sayılırız” dediler. Yûsuf u götürüp bir kuyunun derinliklerine bırakmayı kararlaştırdılar. Biz de kendisine: “Onların bu yaptıklarını ilerde kendilerine haber vereceksin de, kendileri farkında olmayacaklar” diye vahyettik. Akşam üstü ağlayarak babalarına geldiler. “Ey babamız, inan olsun ki biz yarışıyorduk. Yûsufu da eşyamızın yanına bırakmıştık. Bir de ne görelim, Yûsufu kurt yemiş! Her ne kadar doğru söylüyorsak ta bize inanmazsın” dediler. Başka bir kana bulanmış olarak Yûsuf un gömleğini de getirmişlerdi. Babaları: “Sizi nefsiniz korkunç bir iş yapmaya sürükledi. Artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah’tan yardım istenir” dedi. Ya’kub (A.S.) un şahsiyetini, ikinci defa oğulları tarafından ikna edilip elindeki bir parçacık sürürünü da kaybettiği sırada —o bütün gerçekçi vasıflariyle— tekrar görüyoruz. Mısır veziri, yani kardeşlerinin tanıyamadığı Yûsuf onlardan Yûsuf ’un baba bir kardeşini istiyor... Karşılığına, kıtlık yıllarında hayatlarını kurtarabilecekleri zahire verecektir... Kardeşleri bunu tahakkuk ettirmek için uğraşıyorlar. Babalarına dönünce: “Ey babamız, artık bize zahire verilmeyecek. Kardeşimizi bizimle beraber yolla ki zahirelerimiz ölçülsün. Biz onu korur gözetiriz” dediler. Ya’kub: “Daha evvel kardeşini ne derece size emniyet ettiysem, bunu da ancak o kadar emniyet edebilirim. Allah, koruyanların en hayırlısı, merhamet edenlerin en merhametlisidir” dedi. Yüklerini açınca zahire bedellerinin kendilerine iade edilmiş olduğunu gördüler ve: “Baba, işte götürdüğümüz zahire bedelleri bize iade edilmiş. Onunla ailemize erzak getirir kardeşimizi de koruruz. Ayrıca bir deve yükü fazla zahire kazanırız. Bunu elde etmek kolaydır” dediler. Babaları: “Hepiniz yok olmadıkça onu bana getireceğinize dair Allah’a karşı sağlam bir söz vermezseniz, sizinle göndermeyeceğim” dedi. Söz vermeleri üzerine: “Allah şu söylediklerimize vekil (şahit olsun) dedi. Yakub: “Oğullarını, şehre tek kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan girin. Bununla beraber, ben, Allah'ın size dair kaderinden birşey değiştiremem. Hüküm ancak Allah'ındır. O na güvendim Güvenenler de O’na güvensinler” dedi. Şehre babalarının emrettiği gibi girdiler. Esasen bu, Allah katinda onlara bir fayda sağlamazdı. Ancak Ya’kub içindeki arzuyu ortaya koymuş olup şüphesiz ki O, kendisine vahy ile öğrettiklerimizi bilmekte idi. Fakat insanların çoğu bilmezler. Ya’kub... Bu dertli baba, bu peygamberler zincirinin bir halkası yeni bir faciayla karşılaşıyor... Allahüteâla Yûsuf 'un kardeşinin M ı s ı r ’da alıkonmasını takdir buyurur, Yûsuf bu takdiri yerine getirmek için plân hazırlar ve özel bir şahsiyete sahip bulunan kardeşi Bünyâmin Mısır da alıkonur. Yûsuf un öz kardeşi Bünyâmin’in cereyan eden hadiselerde mümtaz şahsiyeti göze çarpmaktadır. Kardeşlerinin babalarına verdikleri sözü düşünerek saygı ve şefkat dolu kalbiyle bir an önce babasına dönmek ister. Fakat bunu yapabilmek için ya babasından izin gelmeli ve yahut, hükmedenlerin en hayırlısı olan Allahüteâla’nın hükmü nâail olmalıdır:Ümitsizliğe düşünce, konuşmak üzere bir kenara çekildiler. Büyükleri söyledi dedi: “Babanızın Allah’a karşı sizden söz aldığını, daha önce Yusuf meselesinde de ileri gittiğinizi bilmiyor musunuz? Artık babam bana izin verene veya Allah hakkımda hüküm verene kadar — ki O, hükmedenlerin en hayırlısıdır — buradan kat’iyen ayrılmam”.. “Siz dönün, babanıza deyin ki: Ey baba, oğlun inan ki, hırsızlık etti. Biz bildiğimizden başka bir şey görmedik.” Görülmeyeni de bilmeyiz. Bulunduğumuz kervana da sorabilirsin. Biz şeksiz şüphesiz doğru söylüyoruz”. Ya’kub: “Sizin nefisleriniz bu koskaca işi size kolaylaştırmış, küçültmüş. Bu hâle karşı, sükûnet ve ümit içinde sabır gerekir. Belki Allah hepsini bir arada bana kavuşturur. Zira 0, Alîm’dir, Hakîm’-dir. Onlardan yüz çevirdi: “Vah Yûsuf’a yazık oldu! dedi ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyordu. “Allah’a yemin ederiz ki, Yûsuf’u anıp durman seni bitkin düşürecek ve helâk olacaksın” dediler. Ya’kub: “Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah’a açarım. Allah katından, sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi “Ey oğullarım, gidin, Yûsuf u ve kardeşini arayın. Allah’ın yardımından ümidinizi kesmeyin. Doğrusu kâfirlerden başkası Allah’ın yardımından ümidini kesmez.” Hz. Y a ’ k u b ’u, çektiği uzun çileler sonunda yine gerçekleri görebilen ve işaretlerden mâna çıkaran bir zat olarak görüyoruz. Yûsuf ’un gömleğinde onun kokusunu alır, diğer oğullarının kendisini ağlatan acı hareketleri karşısında Rabbına karşı beslediği güven zerrece sarsılmaz: Kervan, memleketlerine dönmek üzere Mısır’dan ayrıldığında babaları: “İnan olsun ki ben Yûsuf’un kokusunu duyuyorum; ne olur bana bunak demeyin” dedi. Çevresindekiler: “Allah’a yemin ederiz ki sen, hâlâ eski şaşkınlığındasın” dediler. Müjdeci gelince, gömleği Yakup’un yüzüne sürdü, hemen gözleri açıldı. Bunun üzerine Ya’kub: “Ben sizin bilmediklerinizi Allah tarafından bilirim, demedim mi?” dedi.Oğulları: “Ey babamız, suçlarımızın bağışlanmasını dile. Bizler biç şüphesiz suçluyuz” dediler. Yakub: “Rabbimden bağışlanmanızı dileyeceğim. O, şüphesiz Gafûr’dur, Rahîm’dir” dedi. İşte, rabbani işaret ve hususiyetlere iman etmiş, duygu ve davranışlardaki Allah’ın hikmetine inanmış kâmil bir şahsiyet... Hadiselerdeki realiteleri tahrif ve tezyin etmeye lüzum görmeden kabul eden ve bu zâviyeden değerlendiren gerçekçi bir insan...1-dot
5 Fotoğraf5 Fotoğraf
LÂİKLİKLE MUHÂFAZAKÂRLIK ARASINDA SIKIŞIP KALMAK
Kur’ân/sünnet-merkezli din arka-plânda kalıyor. Böylece insanı, ümmeti ve Dünyâ’yı değiştirecek sözler edilemiyor ve amel-eylemlerde bulunulamıyor. Bunun gerçekleşmesinin önündeki en büyük engel lâikler ve muhâfazakârlar oluyor. Lâikler ve muhâfazakârlar ile uğraşmak, vahyi nefse ve hayâta hâkim kılmanın önüne geçiyor. *** Bu nedenle de lâikleri lâiklikten vazgeçirmekle ve muhâfazakârları muhâfazakârlıktan vazgeçirmekle değil; İslâm’ı, “ilmî ve amelî şekilde birlikte ortaya koyarak” bu sıkışmışlıktan kurtulmak ve hakkı görünür kılmak için çalışmak tek çâredir. *** İşte üzerinde yoğunlaşılarak çalışılacak fikir. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları.Bağlantı“Müslümanım!” demelerine rağmen muhâfazakâr ve lâiklik yolunda gidenler, kendi yollarını “mutlak doğru yol” zannettiklerinden, artık Peygamber-örnekliği ile sâbit olan “Kur’ân-İslâm hâkimiye…
Hüseyin şaşmaz'dan (Hüseyin uzun) İsa tahtalıya . *** Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var.o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? ***************************************************** MÜSLÜMAN OLMAYANLARIN AKİDESİ--(Sınırlıdır) BAŞLAMA***3 BURADAN DEVAM... ************************* **ÖNEMLİ**CENNETİN ANAHTARI... «Muhakkak ki Allahü Taalâ kendisine şirk koşulmasını affetmez. Ve istediği kimse için bundan başka hepsini affeder» kavli şerifini tefsir ettiğimiz zaman Yahudilerin Allah’ı bırakıp ta kendi hahamlarını ve din büyüklerini Rab ittihaz edindiklerini, bunun Üzerine şirke daldıklarını söylediğimizi unutmayalım. Yuhudilerin din adamlarına doğrudan doğruya ibadet etmiş değillerdi. Fakat onların kendiliklerinden ortaya attıkları şekilde halâlı haram ve haramı da halâl kabul ederek hüküm vazetme ve hakimiyyet esasını evvelemirde onlara vererek şirke düşmüşlerdi... Allahü Taala her şeyi affeder de şirki affetmez... Hatta büyük günahları bile affeder... «İsterse zina etsin, isterse hırsızlık yapsın, isterse içki içsin... Hepsini affeder...» Bütün mesele Rab olarak yalnız ve yalnız Allahü Taalâyı tanımakdır. **********Dikkat önemli...********** Binaenaleyh, hâkimiyyeti sadece Allahü Taalâya vermek gerekir. Ülûhiyyet makamının en önemli husisiyyeti budur. İşte bu çerçeve dahilinde müslüman müslüman olarak, mümin mümin olarak kalabilir. İşte bundan sonra İnsan büyük te olsa günahlarının affını ümid edebilir... Bunun dışında kalan şirke gelince bunu Allahü Taalâ ebediyyen affetmez.Zira Islamın şartı ve imanın haddi budur... Çünkü Cenabı Allah «Şayet Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsanız» diyor... "VAHDETİ VÜCUT FELSEFESİ": "NEW AGE FELSEFESİ" **************************************************** Fikri metni anlamak demek, ne okuyucunun fikri metinden zevk alması ne de metnin anlamı üzerinde yoğunlaşmasıdır. Fikri metni anlamak, onu pratiğe geçirmek üzere benimsemektir. Fikri metin pratiğe geçirilmediği sürece bir yararı ve değeri yoktur. Çünkü fikri metin, okunup benimsendikten sonra pratiğe geçirilmek için okunur. Böyle yapılmadığı takdirde fikri metnin ne faydası ne de değeri kalır. Zira düşünce sadece bilgi olsun diye öğrenilmez. Bunun yanında, bir de benimsenip pratiğe geçirmek için elde edilir, okunur. Düşünceyi benimsemek ise ancak düşünce olgusunu ve onun göstergeleri konumundaki anlamını zihinde canlandırmakla olur. Bu açıdan fikri metni anlamak için ön bilgilerin yanı sıra, şu üç noktaya dikkat etmek gerekir: 1- Ön bilgilerin anlaşılması istenen metindeki düşünceyle aynı düzeyde olması, 2- Fikri metindeki düşünce olgusunu, bu düşünce ile ilgili olmayan hususlardan tamamen ayırt edecek ve sınırlandıracak şekilde olduğu gibi kavramak. 3- Bu olgunun gerçekliğini ortaya koyabilecek şekilde, zihinde doğru bir biçimde canlandırmak. Bu üç noktayı göz önünde bulundurmadan fikri metni anlamak, yani metindeki düşünceyi algılamak mümkün değildir. Zira düşünceyi anlamak, sadece anlamını bilmek değildir aynı zamanda onu benimsemektir. ************************** FİKRİ METİNLER. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. *** http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb *** KAVRAM KARIŞIKLIĞINA SON* *NET KAVRAM ZAMANI. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/kisi-hukum-verirken-verdigi-konu.html Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://meerstr11.blogspot.nl/ EŞYA BAZ,ÖLÇÜ ALINDIĞINDA. http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/ KAİNATIN,TÜM İNSANLIĞIN KURTULUŞ İSTİKAMETİ. http://www.dailymotion.com/video/x4td27k_kainatin-tum-insanligin-kurtulus-istikameti_videogames SEN VE SENİN DAVAN ÖNEMLİLER İÇİNDE BİR İLK'TİR UNUTMA...! http://www.dailymotion.com/video/x4bi2k2_sen-ve-senin-davan-onemliler-icinde-bir-ilk-tir-unutma_videogames *** Bu konular üzerinde gençlere bilgi vermek istiyorum. İlginize şimdiden Allah razı olsun. Allah'a emanet ol.1-dot
Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var.o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? ***************************************************** MÜSLÜMAN OLMAYANLARIN AKİDESİ--(Sınırlıdır) BAŞLAMA***3 BURADAN DEVAM... ************************* **ÖNEMLİ**CENNETİN ANAHTARI... «Muhakkak ki Allahü Taalâ kendisine şirk koşulmasını affetmez. Ve istediği kimse için bundan başka hepsini affeder» kavli şerifini tefsir ettiğimiz zaman Yahudilerin Allah’ı bırakıp ta kendi hahamlarını ve din büyüklerini Rab ittihaz edindiklerini, bunun Üzerine şirke daldıklarını söylediğimizi unutmayalım. Yuhudilerin din adamlarına doğrudan doğruya ibadet etmiş değillerdi. Fakat onların kendiliklerinden ortaya attıkları şekilde halâlı haram ve haramı da halâl kabul ederek hüküm vazetme ve hakimiyyet esasını evvelemirde onlara vererek şirke düşmüşlerdi... Allahü Taala her şeyi affeder de şirki affetmez... Hatta büyük günahları bile affeder... «İsterse zina etsin, isterse hırsızlık yapsın, isterse içki içsin... Hepsini affeder...» Bütün mesele Rab olarak yalnız ve yalnız Allahü Taalâyı tanımakdır. **********Dikkat önemli...********** Binaenaleyh, hâkimiyyeti sadece Allahü Taalâya vermek gerekir. Ülûhiyyet makamının en önemli husisiyyeti budur. İşte bu çerçeve dahilinde müslüman müslüman olarak, mümin mümin olarak kalabilir. İşte bundan sonra İnsan büyük te olsa günahlarının affını ümid edebilir... Bunun dışında kalan şirke gelince bunu Allahü Taalâ ebediyyen affetmez.Zira Islamın şartı ve imanın haddi budur... Çünkü Cenabı Allah «Şayet Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsanız» diyor... "VAHDETİ VÜCUT FELSEFESİ": "NEW AGE FELSEFESİ" **************************************************** Fikri metni anlamak demek, ne okuyucunun fikri metinden zevk alması ne de metnin anlamı üzerinde yoğunlaşmasıdır. Fikri metni anlamak, onu pratiğe geçirmek üzere benimsemektir. Fikri metin pratiğe geçirilmediği sürece bir yararı ve değeri yoktur. Çünkü fikri metin, okunup benimsendikten sonra pratiğe geçirilmek için okunur. Böyle yapılmadığı takdirde fikri metnin ne faydası ne de değeri kalır. Zira düşünce sadece bilgi olsun diye öğrenilmez. Bunun yanında, bir de benimsenip pratiğe geçirmek için elde edilir, okunur. Düşünceyi benimsemek ise ancak düşünce olgusunu ve onun göstergeleri konumundaki anlamını zihinde canlandırmakla olur. Bu açıdan fikri metni anlamak için ön bilgilerin yanı sıra, şu üç noktaya dikkat etmek gerekir: 1- Ön bilgilerin anlaşılması istenen metindeki düşünceyle aynı düzeyde olması, 2- Fikri metindeki düşünce olgusunu, bu düşünce ile ilgili olmayan hususlardan tamamen ayırt edecek ve sınırlandıracak şekilde olduğu gibi kavramak. 3- Bu olgunun gerçekliğini ortaya koyabilecek şekilde, zihinde doğru bir biçimde canlandırmak. Bu üç noktayı göz önünde bulundurmadan fikri metni anlamak, yani metindeki düşünceyi algılamak mümkün değildir. Zira düşünceyi anlamak, sadece anlamını bilmek değildir aynı zamanda onu benimsemektir. ************************** FİKRİ METİNLER. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. *** http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb *** KAVRAM KARIŞIKLIĞINA SON* *NET KAVRAM ZAMANI. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/kisi-hukum-verirken-verdigi-konu.html Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://meerstr11.blogspot.nl/ EŞYA BAZ,ÖLÇÜ ALINDIĞINDA. http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/ KAİNATIN,TÜM İNSANLIĞIN KURTULUŞ İSTİKAMETİ. http://www.dailymotion.com/video/x4td27k_kainatin-tum-insanligin-kurtulus-istikameti_videogames SEN VE SENİN DAVAN ÖNEMLİLER İÇİNDE BİR İLK'TİR UNUTMA...! http://www.dailymotion.com/video/x4bi2k2_sen-ve-senin-davan-onemliler-icinde-bir-ilk-tir-unutma_videogames1-dot
Hizb-ut Tahrir1-dot
Hizb-ut Tahrir, İslamcı siyasi parti. 1953'te Filistinli alim Takiyyuddin en Nebhani tarafından Kudüs'te kurulmuştur. Partinin amacı tüm Müslümanları birleştirerek şeriat kurallarıyla yönetilecek İslami hilafet devleti kurmaktır.Siyasi PartiHizb-ut Tahrir, İslamcı siyasi parti. 1953'te Filistinli alim Takiyyuddin en Nebhani tarafından Kudüs'te kurulmuştur. Partinin amacı tüm Müslümanları birleştirerek şeriat kurallarıyla yönetilecek İslami hilafet devleti kurmaktır.
Paylaş
Babalık şefkati içerisinde hasret duygusiyle bağrı yanan ve emin peygamberler zincirinin bir halkasını teşkil eden Hz. Ya’kub'lar... Yûsuf ’un, kendilerini en korkunç kin ve ihtiraslara kaptırarak en çirkin hilelere başvuran kardeşleri. .. Bunların içinde, kıssanın her merhalesinde nezih ve mümtaz şahsiyetiyle dikkati çeken bir kişi hariç, diğerlerinin, işledikleri cürümlerin acı sonucuyle yüzyüze gelirken geçirdikleri korku, heyecan ve zaaflar... Dişiliğinin tahrik edici bütün unsur ve arzularını harekete geçiren Vezir karısı... Bu kadının şahsında, yaşadığı hayatın özelliklerine uygun hareketlerle birlikte müşahede edilen o günkü Mısır cahiliyeti ve kral saraylarındaki içtimai hayat nizamı... Cahiliyet devri Mısır ’ında yüksek tabakaya mensup kadınların hâli ve bu halleriyle o günkü yaşayışa ışık tutmuş olmaları... Bu hallerinden olarak vezirin karısı ve Yûsuf hakkında söyledikleri sözler, Y û s u f ’u baştan çıkarmaya çalışmaları, vezirin karısının Y û s u f 'u bu kadınlar huzurunda tehdit edişi, sarayda çevrilen entrika ve dolapların Yûsuf un zindanında bilhassa kendini göstermesi... Üzerinde yüksek tabakanın gölgesi ve o günkü yaşayışın tesirleri müşahede edilen Vezir... Bu Vezirin mezkûr tesirler altında Y û s u f ’a karşı işlediği cürüm... Kıssanın cereyan eden hadiseleri arasında vezir gibi bir an için görünüp sonra aydınlık sahalardan uzaklaşarak gölgeliklerin kesafetinde kaybolan Hükümdar... Bütün bu şahsiyetler üzerinde, canlandırılıp tablolaştırılan hayat nizamında, duygular ve hareketlerde beşerin gerçek yüzü ortaya çıkmış oluyor... Kıssa anlatılırken, gelişip olgunlaşan her gerçek hadisenin, her şahsiyetin, iyi veya kötü her vakıanın üzerinde durularak hakkı verilmektedir. Bu durum, kıssa ve benzeri şeylerde İslâmın takip ettiği temiz, nezih metodu gösteriyor. Kıssa, bütün yönleriyle doğruyu ve gerçeği dile getirirken ne beşerden vâki olan kötü hareketleri ihmal ediyor, ne de Batı cahiliyetinin gerçekleri söylemek adına yaptıkları gibi bu kötülükleri çamur bataklığı şeklinde gösteriyor. Kıssada beşerin cinsi ve benzeri bazı hususlarda zaaflarına raslıyoruz. Beşerin psikolojik ve ahlâki durumlarına temas edilirken, bu zaaflar, tahrif ve tebdil edilmeden tasvir olunuyor. İnsanoğlunun temiz fıtratından zuhur eden hatalı şeyler belirtilerek kokmuş bir bataklık şeklinde gösterilmiyor. Nitekim yirminci yüzyılın cahiliyetinde tabiat gerçekleri veya son zamanlarda tabiî olaylar diye adlandırılan bir takım vakıalar, cahiliyetin kalemiyle bataklıklar haline getirilmektedir. Evet, Yûsuf Kıssası, çeşitli şahıs ve halleri ihtiva eden hadiseleri katıksız ve tertemiz ifadelerle dile getirmeye devam ediyor. (A) Yûsuf un kardeşleri Kalblerindeki küçük kıskançlık büyüye büyüye son haddini buldu ve vicdanlarının önüne kalın bir perde gibi gerildi. İşleyecekleri cinayetin korkunçluğunu, fecaat ve iğrençliğini göremez hale geldiler. Arkadaş oldukları şeytan hîle-i şer’iye yolları buluyor, cinayeti onlara meşru gösteriyordu. Peygamberler zincirinin halkalarından Hz. İbrahim’in torunu ve Hz. İshâk’ın oğlu Ya’kub peygamber, babaları idi. Şeytan, peygamber sülâlesine mensup olmaları sebebiyle onları kandırmak için özel bir metot kullanıyordu. Ona göre;asil bir sülâleye mensup oluşları, din ve geleneklerine bağlı bulunmaları istediklerini yapmaya hak kazandırabilirdi. Bu durumda işleyecekleri cinayet meşru bir arzunun tahakkuku demekti. Yapılacak işin iğrenç ve feci bir tarafı yoktu. Ve meşru addederek işlediler o büyük suçu: And olsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinin hadisesinde, soranlara nice ibretler vardır. Kardeşleri: “Babamız, Yûsuf u ve kardeşini daha çok seviyor. Biz ise daha güçlü bir topluluğuz. Babamız apaçık yanlışlık içindedir.” Yûsuf u öldürün. Yahut O’nu uzak bir yere sürün ki, babanızın teveccühü yalnız size münhasır olsun. Ve siz ondan sonra sâlih bir zümre olasınız.” İçlerinden biri: “Yûsuf u öldürmeyin, O’nu bir kuyunun dibine bırakın da yolcu kafilesinden biri O’nu bulup götürsün. Eğer mutlaka yapacaksanız bari böyle yapın’’ dedi. Bunun üzerine giderek: “Ey babamız, Yûsuf un iyiliğini istediğimiz halde O’nu niçin bize emniyet etmiyorsun?” Yarın O’nu bizimle beraber gönder de gezsin oynasın. Biz O’nu koruruz” dediler. Babaları: “O’nu götürmeniz beni endişeye düşürüyor. Sis farkına varmadan O’nu kurdun yemesinden korkarım” dedi. And olsun ki, biz kuvvetli bir topluluk olduğumuz halde kurt O’nu yerse biz Aciz sayılırız” dediler. Yûsuf’u götürüp bir kuyunun derinliklerine bırakmayı kararlaştırdılar. Biz de kendisine: “Onların bu yaptıklarını ilerde kendilerine haber vereceksin de kendileri farkında olmayacaklar” diye vahyettik. Akşam üstü ağlayarak babalarına geldiler. “Ey babamız, inan olsun biz yarışıyorduk. Yûsuf’u da eşyamızın yanına bırakmıştık. Bir de ne görelim, Yûsuf u kurt yemiş. Her ne kadar doğru söylüyorsak ta bize inanmazsın” dediler. Başka bir kana bulanmış olarak Yûsuf un gömleğini de getirmişlerdi. Babaları: “Sizi nefsiniz korkunç bir iş yapmaya sürükledi. Artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah’tan yardım istenir” dedi. Artık onları, kıssanın her safhasında ayni hâl ve davranış içinde görüyoruz. — Kıssanın başlangıcından sonuna kadar sadece bir kardeşin özel davranıştan hariç — birlik halindeler. O kıtlık yıllarında bir parçacık buğday satın alabilmek için Ken’an illerinden M ı s ı r ’a kadar gelmişler, vezirlik makamını işgal eden kardeşleri Y û s u f ’u tanımamışlardı. Yûsuf bir bahane ile kardeşlerinden birini getirmelerini şart koşmuş, onlar da almış getirmişlerdi. Yûsuf, Kralın su kabı kaybolmuş gibi bir plân tertipleyerek, kardeşini suçlamak suretiyle alıkoydu. Aslında bütün bunlar takdiri ilâhi ile oluyordu. Onlar ise hadiselerin içyüzüne vâkıf değillerdi. Kardeşlerinin hırsızlıkla itham edilmesi üzerine Y û s u f ’a karşı içlerinde mevcut olan kin tekrar alevlendi ve hâlâ tanıyamayıp sadece Mısır Veziri sandıkları Y û s u f ’a:“Çalmışsa, daha önce kardeşi de çalmıştı” dediler. Yûsuf bunu içinde sakladı. Onlara açmadı. İçinden: “Durumunuz pek kötüdür; anlattıklarınızı Allah daha iyi bilir” dedi. Onları, babalarının huzuruna ikinci bir kara haberle gittiklerinde yine hiç değişmemiş buluyoruz. İhtiyar, hâlsiz ve mahzum durumda olan babaları, Y Û s U f ’a karşı kederini tekrarlayınca, onların da içlerinde sakladıktan, Y û s u f *la ilgili eski düşmanlıktan alevleniverdi. Babalarının ihtiyarlığına ve mükedder haline acımadan ona sert cevaplar veriyorlardı: (Yakub) onlardan yüz çevirdi: “Vah Yûsuf’a! Yazık oldu!” dedi. Ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyordu. Onlar: “Allah’a yemin ederiz ki, Yûsuf u anıp durman seni bitkin düşürecek ve helâk olacaksın” dediler. En sonunda; Y û s u f ’la tanışıp biliştikten ve Yûsuf, gömleğini kendileriyle babasına gönderdikten sonra da kin ve hasetlerine devam ettiklerini görüyoruz. O esnada da babalarının Yûsuf ’tan bahsetmesi, onun kokusunu aldığını söylemesi kinlerini tazeliyor ve babalarını incitip üzmekten kendilerini alamıyorlar: Kervan, memleketine dönmek üzere Mısır’dan ayrıldığında babaları: “İnan olsun ki ben Yûsuf’un kokusunu duyuyorum; ne olur bana bunak demeyin” dedi. Çevresindekiler: “Allah’a yemin ederiz ki sen, hâlâ eski şaşkınlığındasın” dediler. (B) Vezirin karısı... Şehvetinin esiri olan bu kadının şehevî duyguları diğer duygularını köreltmiş, gözü bir şeyi görmez olmuştur. Ne kadınlığın gerektirdiği hayâ, ne İçtimaî mevkiinin mümtaz oluşu, ne de mensup olduğu ailenin yüksekliği onu bu esaretten kurtarabilmiştir. Zaten bu faziletlerin hipsinden de uzaktı o... Fakat, bu halleriyle de yetinmiyordu. Kendini temize çıkarmak vesaire gibi şeyleri başarmak için kadınlığın her türlü hile ve desiselerini kullanıyordu: Bilâhare kendisi vasıtasiyle töhmet altına girmek üzere olan kadınları bu töhmetten kurtarmaya çalışması; bu kadınların Y û s u f ’la aralarında münasebet kuracaklarından korkarak, entrika çevirmelerine fırsat vermemesi; Y û s u f ’a, hayatla alâkası kesilecek şekilde bir ceza tayin etmesi; bir yandan kendisi hakkındaki dedikoduları örtbas etmek, diğer taraftan kendisine iftihar ve gurur payı ayırmak için davet ettiği sosyete kadınları hanımlık iffetine yakışmayan hareketlere sevk edişi ve entrikalarla meselenin içinden çıkmaya çalışması hep bu cümledendir... Çeşitli yönleriyle iffet, ahlâk ve faziletten tamamen uzak olar bu hadiseler, gerçekten beşer hayatında cereyan etmiş birer vâkıadır. Kuranı Kerim bu vâkıaları anlatırken, hem hadiseleri bütün çıplakliğiyle tasvir edip çamur bataklığı halinde gözler önüne seriyor, hem de bu tasvir ve ifadeleri sunarken o nezih ve temiz üslûbundan bir kerecik olsun uzaklaşmıyor. Halbuki “tabiî hikâye”, “gerçek kıssa” gibi adlarla bu günün cahiliyet kalemlerinin yazdığı kitaplar, hikâyeyi teşkil eden o kokmuş, denî (Soysuz, alçak, ahlâksız. * Dünyaya âit, fâni ve geçici.)bataklıkta yuvarlanıp dururlar!.. Kur’anın takip ettiği bu üslup, Islâmın edebî sahadaki prensibinin yüce bir örneğidir: Mısır’da O’nu satın alan kimse karısına: “O’na güzel bak, belki bize faydası dokunur veya O’nu evlat ediniriz” dedi Biz ise böylece Yûsuf’u o memlekete yerleştirdik. O’na rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, iradesini yerine getirmekte herşeye galip gelir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. Erginlik çağına erince O’na hikmet ve bilgi verdik. İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız. Evinde bulunduğu kadın O’nu kendine çağırdı. Kapıları sıkı sıkı kapadı ve “gelsene” dedi. Yûsuf: “Günah işlemekten Allah’a sığınırım. doğrusu senin kocan benim efendimdir. Bana iyi baktı. Haksızlık yapanlar şüphesiz başarıya ulaşamazlar” dedi. And olsun ki kadın Yûsuf'a karşı istekli idi. Rabbından bir işaret görmeseydi Yûsuf ta onu isteyecekti. İşte ondan kötülüğü ve fenalığı böylece engelledik. Çünkü O, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı. ikisi de kapıya koştu. Kadın arkadan Yûsuf un gömleğini boylu boyunca yırttı. Kapının önünde kocasına rastladılar. Kadın kocasına: “Ailene fenalık etmek isteyen bir kimsenin cezası ya hapis, ya da can yakıcı bir azap olmalıdır” dedi. Yûsuf: “Beni kendine o çağırdı” dedi. Kadının yakınlarından bir şahit “Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylemiştir ve bu da yalancılardandır.” Şayet gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylemiştir, erkek doğrulardandır” diye şahitlik etti. Kocası gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, karısına hitaben: “Doğrusu bu sizin düzeninizdir. Siz kadınların düzeni büyüktür” dedi Yûsuf a dönerek: “Yûsuf, sen bu işi kapat!”, tekrar kadına dönüp: “Sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü suçlusun” dedi.1-dot
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
Babalık şefkati içerisinde hasret duygusiyle bağrı yanan ve emin peygamberler zincirinin bir halkasını teşkil eden Hz. Ya’kub'lar... Yûsuf ’un, kendilerini en korkunç kin ve ihtiraslara kaptırarak en çirkin hilelere başvuran kardeşleri. .. Bunların içinde, kıssanın her merhalesinde nezih ve mümtaz şahsiyetiyle dikkati çeken bir kişi hariç, diğerlerinin, işledikleri cürümlerin acı sonucuyle yüzyüze gelirken geçirdikleri korku, heyecan ve zaaflar... Dişiliğinin tahrik edici bütün unsur ve arzularını harekete geçiren Vezir karısı... Bu kadının şahsında, yaşadığı hayatın özelliklerine uygun hareketlerle birlikte müşahede edilen o günkü Mısır cahiliyeti ve kral saraylarındaki içtimai hayat nizamı... Cahiliyet devri Mısır ’ında yüksek tabakaya mensup kadınların hâli ve bu halleriyle o günkü yaşayışa ışık tutmuş olmaları... Bu hallerinden olarak vezirin karısı ve Yûsuf hakkında söyledikleri sözler, Y û s u f ’u baştan çıkarmaya çalışmaları, vezirin karısının Y û s u f 'u bu kadınlar huzurunda tehdit edişi, sarayda çevrilen entrika ve dolapların Yûsuf un zindanında bilhassa kendini göstermesi... Üzerinde yüksek tabakanın gölgesi ve o günkü yaşayışın tesirleri müşahede edilen Vezir... Bu Vezirin mezkûr tesirler altında Y û s u f ’a karşı işlediği cürüm... Kıssanın cereyan eden hadiseleri arasında vezir gibi bir an için görünüp sonra aydınlık sahalardan uzaklaşarak gölgeliklerin kesafetinde kaybolan Hükümdar... Bütün bu şahsiyetler üzerinde, canlandırılıp tablolaştırılan hayat nizamında, duygular ve hareketlerde beşerin gerçek yüzü ortaya çıkmış oluyor... Kıssa anlatılırken, gelişip olgunlaşan her gerçek hadisenin, her şahsiyetin, iyi veya kötü her vakıanın üzerinde durularak hakkı verilmektedir. Bu durum, kıssa ve benzeri şeylerde İslâmın takip ettiği temiz, nezih metodu gösteriyor. Kıssa, bütün yönleriyle doğruyu ve gerçeği dile getirirken ne beşerden vâki olan kötü hareketleri ihmal ediyor, ne de Batı cahiliyetinin gerçekleri söylemek adına yaptıkları gibi bu kötülükleri çamur bataklığı şeklinde gösteriyor. Kıssada beşerin cinsi ve benzeri bazı hususlarda zaaflarına raslıyoruz. Beşerin psikolojik ve ahlâki durumlarına temas edilirken, bu zaaflar, tahrif ve tebdil edilmeden tasvir olunuyor. İnsanoğlunun temiz fıtratından zuhur eden hatalı şeyler belirtilerek kokmuş bir bataklık şeklinde gösterilmiyor. Nitekim yirminci yüzyılın cahiliyetinde tabiat gerçekleri veya son zamanlarda tabiî olaylar diye adlandırılan bir takım vakıalar, cahiliyetin kalemiyle bataklıklar haline getirilmektedir. Evet, Yûsuf Kıssası, çeşitli şahıs ve halleri ihtiva eden hadiseleri katıksız ve tertemiz ifadelerle dile getirmeye devam ediyor. (A) Yûsuf un kardeşleri Kalblerindeki küçük kıskançlık büyüye büyüye son haddini buldu ve vicdanlarının önüne kalın bir perde gibi gerildi. İşleyecekleri cinayetin korkunçluğunu, fecaat ve iğrençliğini göremez hale geldiler. Arkadaş oldukları şeytan hîle-i şer’iye yolları buluyor, cinayeti onlara meşru gösteriyordu. Peygamberler zincirinin halkalarından Hz. İbrahim’in torunu ve Hz. İshâk’ın oğlu Ya’kub peygamber, babaları idi. Şeytan, peygamber sülâlesine mensup olmaları sebebiyle onları kandırmak için özel bir metot kullanıyordu. Ona göre;asil bir sülâleye mensup oluşları, din ve geleneklerine bağlı bulunmaları istediklerini yapmaya hak kazandırabilirdi. Bu durumda işleyecekleri cinayet meşru bir arzunun tahakkuku demekti. Yapılacak işin iğrenç ve feci bir tarafı yoktu. Ve meşru addederek işlediler o büyük suçu: And olsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinin hadisesinde, soranlara nice ibretler vardır. Kardeşleri: “Babamız, Yûsuf u ve kardeşini daha çok seviyor. Biz ise daha güçlü bir topluluğuz. Babamız apaçık yanlışlık içindedir.” Yûsuf u öldürün. Yahut O’nu uzak bir yere sürün ki, babanızın teveccühü yalnız size münhasır olsun. Ve siz ondan sonra sâlih bir zümre olasınız.” İçlerinden biri: “Yûsuf u öldürmeyin, O’nu bir kuyunun dibine bırakın da yolcu kafilesinden biri O’nu bulup götürsün. Eğer mutlaka yapacaksanız bari böyle yapın’’ dedi. Bunun üzerine giderek: “Ey babamız, Yûsuf un iyiliğini istediğimiz halde O’nu niçin bize emniyet etmiyorsun?” Yarın O’nu bizimle beraber gönder de gezsin oynasın. Biz O’nu koruruz” dediler. Babaları: “O’nu götürmeniz beni endişeye düşürüyor. Sis farkına varmadan O’nu kurdun yemesinden korkarım” dedi. And olsun ki, biz kuvvetli bir topluluk olduğumuz halde kurt O’nu yerse biz Aciz sayılırız” dediler. Yûsuf’u götürüp bir kuyunun derinliklerine bırakmayı kararlaştırdılar. Biz de kendisine: “Onların bu yaptıklarını ilerde kendilerine haber vereceksin de kendileri farkında olmayacaklar” diye vahyettik. Akşam üstü ağlayarak babalarına geldiler. “Ey babamız, inan olsun biz yarışıyorduk. Yûsuf’u da eşyamızın yanına bırakmıştık. Bir de ne görelim, Yûsuf u kurt yemiş. Her ne kadar doğru söylüyorsak ta bize inanmazsın” dediler. Başka bir kana bulanmış olarak Yûsuf un gömleğini de getirmişlerdi. Babaları: “Sizi nefsiniz korkunç bir iş yapmaya sürükledi. Artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah’tan yardım istenir” dedi. Artık onları, kıssanın her safhasında ayni hâl ve davranış içinde görüyoruz. — Kıssanın başlangıcından sonuna kadar sadece bir kardeşin özel davranıştan hariç — birlik halindeler. O kıtlık yıllarında bir parçacık buğday satın alabilmek için Ken’an illerinden M ı s ı r ’a kadar gelmişler, vezirlik makamını işgal eden kardeşleri Y û s u f ’u tanımamışlardı. Yûsuf bir bahane ile kardeşlerinden birini getirmelerini şart koşmuş, onlar da almış getirmişlerdi. Yûsuf, Kralın su kabı kaybolmuş gibi bir plân tertipleyerek, kardeşini suçlamak suretiyle alıkoydu. Aslında bütün bunlar takdiri ilâhi ile oluyordu. Onlar ise hadiselerin içyüzüne vâkıf değillerdi. Kardeşlerinin hırsızlıkla itham edilmesi üzerine Y û s u f ’a karşı içlerinde mevcut olan kin tekrar alevlendi ve hâlâ tanıyamayıp sadece Mısır Veziri sandıkları Y û s u f ’a:“Çalmışsa, daha önce kardeşi de çalmıştı” dediler. Yûsuf bunu içinde sakladı. Onlara açmadı. İçinden: “Durumunuz pek kötüdür; anlattıklarınızı Allah daha iyi bilir” dedi. Onları, babalarının huzuruna ikinci bir kara haberle gittiklerinde yine hiç değişmemiş buluyoruz. İhtiyar, hâlsiz ve mahzum durumda olan babaları, Y Û s U f ’a karşı kederini tekrarlayınca, onların da içlerinde sakladıktan, Y û s u f *la ilgili eski düşmanlıktan alevleniverdi. Babalarının ihtiyarlığına ve mükedder haline acımadan ona sert cevaplar veriyorlardı: (Yakub) onlardan yüz çevirdi: “Vah Yûsuf’a! Yazık oldu!” dedi. Ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyordu. Onlar: “Allah’a yemin ederiz ki, Yûsuf u anıp durman seni bitkin düşürecek ve helâk olacaksın” dediler. En sonunda; Y û s u f ’la tanışıp biliştikten ve Yûsuf, gömleğini kendileriyle babasına gönderdikten sonra da kin ve hasetlerine devam ettiklerini görüyoruz. O esnada da babalarının Yûsuf ’tan bahsetmesi, onun kokusunu aldığını söylemesi kinlerini tazeliyor ve babalarını incitip üzmekten kendilerini alamıyorlar: Kervan, memleketine dönmek üzere Mısır’dan ayrıldığında babaları: “İnan olsun ki ben Yûsuf’un kokusunu duyuyorum; ne olur bana bunak demeyin” dedi. Çevresindekiler: “Allah’a yemin ederiz ki sen, hâlâ eski şaşkınlığındasın” dediler. (B) Vezirin karısı... Şehvetinin esiri olan bu kadının şehevî duyguları diğer duygularını köreltmiş, gözü bir şeyi görmez olmuştur. Ne kadınlığın gerektirdiği hayâ, ne İçtimaî mevkiinin mümtaz oluşu, ne de mensup olduğu ailenin yüksekliği onu bu esaretten kurtarabilmiştir. Zaten bu faziletlerin hipsinden de uzaktı o... Fakat, bu halleriyle de yetinmiyordu. Kendini temize çıkarmak vesaire gibi şeyleri başarmak için kadınlığın her türlü hile ve desiselerini kullanıyordu: Bilâhare kendisi vasıtasiyle töhmet altına girmek üzere olan kadınları bu töhmetten kurtarmaya çalışması; bu kadınların Y û s u f ’la aralarında münasebet kuracaklarından korkarak, entrika çevirmelerine fırsat vermemesi; Y û s u f ’a, hayatla alâkası kesilecek şekilde bir ceza tayin etmesi; bir yandan kendisi hakkındaki dedikoduları örtbas etmek, diğer taraftan kendisine iftihar ve gurur payı ayırmak için davet ettiği sosyete kadınları hanımlık iffetine yakışmayan hareketlere sevk edişi ve entrikalarla meselenin içinden çıkmaya çalışması hep bu cümledendir... Çeşitli yönleriyle iffet, ahlâk ve faziletten tamamen uzak olar bu hadiseler, gerçekten beşer hayatında cereyan etmiş birer vâkıadır. Kuranı Kerim bu vâkıaları anlatırken, hem hadiseleri bütün çıplakliğiyle tasvir edip çamur bataklığı halinde gözler önüne seriyor, hem de bu tasvir ve ifadeleri sunarken o nezih ve temiz üslûbundan bir kerecik olsun uzaklaşmıyor. Halbuki “tabiî hikâye”, “gerçek kıssa” gibi adlarla bu günün cahiliyet kalemlerinin yazdığı kitaplar, hikâyeyi teşkil eden o kokmuş, denî (Soysuz, alçak, ahlâksız. * Dünyaya âit, fâni ve geçici.)bataklıkta yuvarlanıp dururlar!.. Kur’anın takip ettiği bu üslup, Islâmın edebî sahadaki prensibinin yüce bir örneğidir: Mısır’da O’nu satın alan kimse karısına: “O’na güzel bak, belki bize faydası dokunur veya O’nu evlat ediniriz” dedi Biz ise böylece Yûsuf’u o memlekete yerleştirdik. O’na rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, iradesini yerine getirmekte herşeye galip gelir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. Erginlik çağına erince O’na hikmet ve bilgi verdik. İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız. Evinde bulunduğu kadın O’nu kendine çağırdı. Kapıları sıkı sıkı kapadı ve “gelsene” dedi. Yûsuf: “Günah işlemekten Allah’a sığınırım. doğrusu senin kocan benim efendimdir. Bana iyi baktı. Haksızlık yapanlar şüphesiz başarıya ulaşamazlar” dedi. And olsun ki kadın Yûsuf'a karşı istekli idi. Rabbından bir işaret görmeseydi Yûsuf ta onu isteyecekti. İşte ondan kötülüğü ve fenalığı böylece engelledik. Çünkü O, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı. ikisi de kapıya koştu. Kadın arkadan Yûsuf un gömleğini boylu boyunca yırttı. Kapının önünde kocasına rastladılar. Kadın kocasına: “Ailene fenalık etmek isteyen bir kimsenin cezası ya hapis, ya da can yakıcı bir azap olmalıdır” dedi. Yûsuf: “Beni kendine o çağırdı” dedi. Kadının yakınlarından bir şahit “Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylemiştir ve bu da yalancılardandır.” Şayet gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylemiştir, erkek doğrulardandır” diye şahitlik etti. Kocası gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, karısına hitaben: “Doğrusu bu sizin düzeninizdir. Siz kadınların düzeni büyüktür” dedi Yûsuf a dönerek: “Yûsuf, sen bu işi kapat!”, tekrar kadına dönüp: “Sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü suçlusun” dedi.1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
Akide sahih olmayınca, ibadet de sahih olmaz. ***Önce şirk geliyor, sonra zina, sonra da adam üldürmek.Esas itibariyle bunların hepsi de öldürme suçuna denktir.En büyük suç olan şirk suçu fıtratı öldürmektir. İkincisi ise cemaatın ölümü nü hedef alan bir suçtur. Ve üçüncüsü de tek başına bir ferdin canına kıymaktır. Ve şüphesiz ki tevhid esası üzerine yaşamayan bir fıtrat gerçek manada ölü bir fıtrattır.
Akide sahih olmayınca, ibadet de sahih olmaz. ***Önce şirk geliyor, http://seyyitkutubtefsiri.blogspot.nl/2016/05/once-sirk-geliyor-sonra-zina-sonra-da.html Şayet isteseydik; Biz, onları sana gösterirdik de sen; onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki; sen, onları sözlerinin üslubundan da tanırsın. Allah; bütün yaptıklarınızı bilir. Muhammed*30 Onun için Müslümanım diyen kişi konuşulan sözleri kaidelere vuracak eğer kaideye ters düşüyorsa fikri almayıp fıtrata uygun düşeni alacak ki konuşma üslubundan anlayalım. **** Bu gün kişilerin bilgileri noksan olduğundan yanlış hükümler çıkıyor. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/kisi-hukum-verirken-verdigi-konu.html https://www.youtube.com/watch?v=XAwUiJU7tU4Bağlantırinde bulunduğumuz konu bizzat yasaklananların sayıldığı bir konudur. Binaenaleyh zinanın da bu yasaklardan birisi- olması gerekir. Yoksa ha...
Şehirde bir takım kadınlar: “Vezirin karısı kölesini kendine râmetmek istiyormuş. Sevgisi bağrını yakmış. Doğrusu onun apaçık bir sapıklıkta olduğunu görüyoruz.” dediler. Kadınların kendisini yermesini işitince, onları davet etti. Koltuklar (ve sofra) hazırladı. «Sofrada kullanmak üzere» her birerlerine birer bıçak verdi. Yûsuf'a: “Yanlarına çık” dedi. Kadınlar Yûsuf u görünce yayılıp ellerini kestiler ve “Allah’ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak yüce bir melektir” dediler. Vezirin karısı: “İşte sözünü edip beni yerdiğiniz budur. And olsun ki, onun olmak istedim. Fakat, o, iffetinden dolayı çekindi. Emrimi yine yapmazsa, and olsun ki, zindana atılacak ve kabre uğrayacak” dedi. Yûsuf: “Rabbim, zindan benim için bunların isteklerini yapmaktan daha iyidir. Eğer düzenlerini benden uzaklaştırmazsan onlara gönül verir, cahillerden olurum” dedi. Rabbi onun duasını kabul etti ve kadınların düzenine engel oldu. Zira O Semidir, Alîm’dir. Yûsuf, vezirin karisiyle diğer kadınların çevirdiği entrikalar sonucu zindana atılır, orada uzun müddet unutulur. Nihayet kral gördüğü malûm rüyayı tabir ettiremez ve vaktinde Y û s u f ’la birlikte zindanda kalmış olan genç, bu rüyayı ancak Y û s u f ’un tabir edebileceğini söyler. Yûsuf, kral tarafından istenir, fakat gitmeyi reddeder. Kralın emrine uyabilmesi için dâvasının haledilmesini, suçsuz olduğunun ortaya çıkarılmasını şart koşar. Kral, vezirin karisiyle diğer kadınları çağırtır. Bir de ne görsünler! Y û s u f ’la tekrar karşılaşan vezirin karısı, onun için hâlâ yanıp tutuşmaktadır. Aradan uzun zamanlar geçmiş, yaşlar değişmiş, zaman ve zeminle birlikte hâdiseler, vak’alar şekilden şekile girmiş, cereyan eden bütün hâdiseler Yûsuf ’un sinesindeki iman ve ihlâs selâbetini ortaya koymuş, fakat kadın yine Y u s u f ’dan vazgeçmemiştir : Hükümdar: “O’nu bana getirin” dedi Gelen elçiye Yûsuf: “Efendine dön kadınlar niçin ellerini kesmişlerdi bir sor. Doğrusu Rabbim onların düzenini hakkıyle bilir” dedi Hükümdar kadınlara: “Yûsuf u kendinize râmetmek isterken durumunuz neydi?” dedi. Kadınlar: “Hâşâ O’nun bir fenalığını görmedik dediler.” Vezirin karısı:Şimdi gerçek ortaya çıktı; O’nu kendime rametmek isteyen bendim. Doğrusu Yûsuf, sadıklardandır." “Gıyabında kendisine hiyanet etmek istemediğimi Yûsuf un bilmesini isterim. Allah hainlerin düzenini başarıya erdirmez”. „ “Ben nefsimi temize de çıkarmıyorum; çünkü nefis, Rabbanin merhameti olmadıkça kötülüğü şiddetle emreder. Şüphesiz Rabbim Gafûr’dur, Rahim’dir” dedi.(C) Hz. Yûsuf... Allah’ın salih kulu... Kâmil insan... Kur’anı Kerim onun karşılaştığı komployu ve beşeri duygularının her yönüyle tahrik edilişini anlatırken ondaki insanlık şahsiyeti üzerine zerre kadar bir şey ilâve etmiyor. Yûsuf, peygamber çocuğu idi. Peygamber evinde dinini diyanetini öğrenmiş ve yüksek bir âile terbiyesi almıştı. Fakat aynı zamanda beşerdi de... Y û s u f ’un gerçek şahsiyetini bu iki vasıf birleşerek meydana getirmektedir. Hangi yönüyle olursa olsun onu incelerken; hem dini bütün, yüksek ahlâk ve terbiye sahibi bir insan olduğunu, hem de herkes gibi beşer olduğunu mülâhaza etmek gerekir... Vezirin karısı “gelsene” deyip onu kendisine çağırdığında, Yûsuf bu davete icabet etmemiş fakat kadına karşı içinde bir zaaf hissetmişti. Ne var ki derhal kendini toparlamış ve sarıldığı o sağlam ip sayesinde, çukura yuvarlanmaktan kurtulmuştu. Yûsuf bu türlü zaafı, toplanan saray kadınlarının tahrikleri karşısında, muhitin bozukluğu muvacehesinde, saray havası ve saray kadınları içinde hep hissetmiştir. Fakat sarıldığı sağlam ipi bırakmadığı için tehlikelere düşmemiştir. Kur’anı Kerim bunları bize naklederken ne Yûsuf ’un bu yüksek karekterine herhangi bir şey ilâve etmiş, ne de cahiliyetin anlatma edebiyatındaki gibi bataklıklar halinde mübalâğalar yapmıştır. Hikâye edilenler her yönüyle tertemiz gerçeğin ta kendisidir... (D) Vezir... özel bir şahsiyet ve tabiate sahip. Tabiatinde vezirlik payesinin verdiği bir kibir ve gurur var. O günün içtimai bünyesinde mevcut olan riya, bazı şeyleri örtbas etme ve zevâhiri kurtarma çabalarına kendisinde de şahit oluyoruz. Muhitinin bütün hususiyetlerini onun şahsiyetinde görmek mümkün: Kocası gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, karısına hitaben: “Doğrusu bu sizin düzeninizdir. Siz kadınların düzeni büyüktür” dedi. Yûsuf’a dönerdi: “Yûsuf sen bu işi kapat!”, tekrar kadına dönüp: “Sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü suçlusun” dedi (E) Kadınlar,.. Bu toplumun kadınlarını bütün yönleriyle temsil etmekteler. Vezir ’in karısı Y û s u f ’a gönül verdikten sonra, onun hakkında yaptıkları dedikodular... Ona bu halleri yakıştırmamaları... Bu yakıştırmamak ve benzeri dedikoduların daha çok onu kıskanmalarından ileri gelişi... Sonra huzurlarına çıkan Yûsuf 'un eşsiz güzelliği karşısında şaşkına dönmeleri... Kadınlığın verdiği hassasiyet içinde, Vezirin karısını yaptığı hareketlerden ötürü haksız yere tenkid etmiş olduklarını ve mazur sayılması gerektiğini itiraf etmeleri... O’nun da bu itiraf dan kuvvet alarak, Y û s u f ’a gönül verdiğini açık açık söylemeye cür’et edişi... Muhitin içtimai bünyesine uygun olarak, davet edilen kadınların teslimiyeti sonunda kendini tam bir emniyet içinde görmesi... Kadınlar Y û s u f ’u görür görmez büyük bir heyecana kapılmış, onun temiz ve iffetli bir insan olduğunu beyanla: “Allah’ı tenzih ederiz amma, bu insan değil ancak yüce bir melektir” demişlerdi. Buna rağmen Y û s u f’u baştan çıkarmak için çeşitli tahrik yollarına başvurmaları... (Biz bu hükmü Yûsuf 'un şu sözlerinden çıkarıyoruz) : Yûsuf: “Rabbim, zindan benim için bunların isteklerini yapmaktan daha iyidir. Eğer düzenlerini benden uzaklaştırmazsan onlara gönül verir, cahillerden olurum” dedi. Y û s u f’u baştan çıkarmak isteyen sadece Vezirin karısı değildi. Saray mensubu diğer kadınlar da hep onun peşini takip etmekte idiler. (F) İçtimai bünye.» Cereyan eden bütün bu hadiseler aynasında içtimai bünyesinin durumunu açıkça görüyoruz. Kendisine isnat edilen suçlardan beri olmasına rağmen Y û s u f ’a yapılan muameleler... Başkalarının fecaat ve rezaletini kapatmak uğruna Yûsuf gibi masum bir insanın zindanlarda çürümesini normal görmeler: “Sonra, kadının ailesi delilleri Yûsuf un lehinde gördüğü halde onu bir süre için zindana atmayı uygun buldu.” (G) Yûsuf’un şahsiyeti üzerine... Yûsuf (A.S.) un kıssada en mühim yeri işgal eden şahsiyeti üzerinde duracak olursak, görürüz ki, Allah'ın sâlih kulu, kamil insan olan ve yetiştiği peygamber evinde dini ve ahlâkı yüksek bir terbiye almış bulunan Hz. Yûsuf, içinde yaşadığı toplumun hastalıklariyle mücadele halindedir... Zindanın karanlıkları içinde, haksızlık ve zulüm hayatı yaşarken, insanları, mensup olduğu hak dine davet etmekten bir an gafil bulunmuyor. İçtimai bünyenin durumunu müdrik ve bu duruma karşı son derece uyanık bir hâli var. Tutum ve davranışlarında tâviz vermemekle beraber gayet sempatik ve sıcak kanlıdır. Zindanda başkalarını davet ettiği dinine sımsıkı sarılmıştır. Dinin kendisinde husûle getirdiği olgunluk ve örnek insan vasıfları her hâlinde görülüyor: Zindana, onunla beraber iki kişi daha atıldı. Biri: “Rüyamda şaraplık üzüm sıktığımı gördüm” dedi. Diğeri: “Başımın üzerinde, kuşların yediği bir ekmek taşıdığımı gördüm” dedi “Bize bunu yorumla. Senin iyi bir kimse olduğunu görüyoruz.” Yûsuf: “Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz yemek gelmeden size onu yorumlarım. Doğrusu ben, Allah’a inanmayan ve âhireti inkâr eden bir milletin dinini bırakmışımdır.” “Atalarım İbrahim, İshâk ve Yakub’un dinine uydum. Allah’a her hangi bir ortak koşmak bize yaraşmaz. Bu, Allah’ın bize ve inananlara olan lütfudur. Fakat insanların çoğu şükretmez” dedi “Ey mahpus arkadaşlarım, ayrı ayrı bir sürü uydurma tanrılar mı daha iyidir, yoksa her şeyden üstün tek Allah mı?” Allah’ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hüküm vermek ancak Allah’a aittir.Kendisinden başkasına değil O'na tapmamızı istemiştir.Bu,dosdoğru dindir.Fakat insanların çoğu bilmezler.1-dot
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
İSLÂM EDEBİYATINDA EDEP Bu sûre M e k k e ’de nâzil olmuştur. Yûnus ve H û d sûrelerinin mukaddimelerinde de temas ettiğimiz gibi; Mekke’ deki çetin günlerde, H û d sûresini müteâkıben inmiştir. Hz. peygamberin dayanağı olan Ebû Tâlib ve Hatice validemiz o yılda vefat ettikleri için o yıla “Hüzün yılı” denmişti. Resulullah ile ilk sahabelerin ve bunlarla birlikte İslâm dâvasının M e d î n e ’ye naklederek kuvvetlenip genişlemesine vesile olan birinci ve ikinci Aka-be Biatleri de o yıllarda olmuştu. Böylece, Yûsuf sûresi, Hz. peygamber ile ona tâbi olanların M e k k e ’de çektikleri sıkıntılı günlerde inen sûrelerden biridir. Her ne kadar M ı s ı r ’da bastırılmış olan “Emîrî Mushaf ı ’nda 1. 2. 3. ve 7. âyetlerin Medine’de nâzil olduğu ileri sürülüyorsa da, sûre, baştan sona kadar M e k k e ’de nâzil olmuştur. Baştaki üç âyetin meâlini aşağıya dercediyoruz: Elif, Lâm, Râ. Bunlar apaçık beyan eden Kitab’ın âyetleridir. Biz onu, anlayasınız diye, Arapça Kur’an olarak gönderdik. Biz bu Kur’anı vahyederek, en güzel beyan ile kıssaları sana anlatıyoruz. Halbuki sen daha evvel bundan habersizdin. ********************************* Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır.(2017) http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb ************************************ Bu âyetler; kendilerinden sonra hemen başlayan Yûsuf kıssasının tabii bir başlangıcı mesabesindedir. Bunu daha iyi anlayabilmek için müteâkıp âyete bir göz atalım: Yûsuf babasına: “Babacığım, rüyamda on bir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm” demişti. Daha sonra kıssa, tabii seyri içinde sonuna kadar devam ediyor. Kıssanın; Allahüteâlâ’nın: “Biz bu Kur’anı vahyederek, en güzel beyan ile kıssaları sana anlatıyoruz. Halbuki sen daha evvel bundan habersizdin.” sözleriyle başlaması, bahsi geçen âyetlerin bu kıssaya bir başlangıç olduğunu teyit etmektedir. Diğer taraftan, sûrenin başlangıcındaki Elif, Lâm, Kâ harfleri, bu harflerin apaçık Kitab’ın âyetleri olduğunun beyan edilmesi ve bu Kitab’ın okunmak üzere Allah tarafından arapça inzal buyurulduğunun belirtilmesi de gösteriyor ki, bu âyetler, o gün için M e k k e ’ye hâkim olan atmosfer içinde inmiştir. Kur’anın arapça indirildiğinin beyan edilmesi, Mekke müşriklerine cevap teşkil etmektedir. Zira onlar, Kur’anın, Arap olmayan bir şahıs tarafından Hz. Muhammed’e öğretilen birtakım sözler olduğunu iddia ediyorlardı. Kur’anın Allah tarafından inzal buyurulduğunu onlara te’kitle belirtmek için sûrenin üçüncü âyetinde Hakteâlâ Hz. peygambere: “Biz bu Kur’anı vahyederek, kıssaları sana en güzel şekilde anlatıyoruz. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin” buyurmaktadır. **************** Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır.(2017) http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb *********************************************** Bir diğer husus ta, kıssanın başlangıç kısmını teşkil eden bu âyetlerle son kısmındaki şu âyet arasında sıkı bir irtibat ve insicamın mevcut oluşudur: “(Ey Muhammed) bu kıssa, sana vahy edegeldiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar hile yaparak işleyecekleri işi kararlaştırdıkları zaman sen yanlarında değildin.” Kıssanın giriş kısmını teşkil eden âyetlerle onları takip eden âyetler arasındaki bu kuvvetli bağlar gösteriyor ki, başlangıç âyetleri de kıssanın diğer âyetleriyle M e k k e ’de inmiştir. Yedinci âyete gelince; M e k k e ’de nâzil olan sûrenin sadece bu âyetinin M e d î n e ’de inmesi ve sonradan sûreye dahil edilmiş olması kat’iyen mümkün değildir. Zira bir sonraki âyette, yedinci âyette zikredilen Yûsuf ve kardeşlerine ait zamir vardır. Bu iki âyet arasındaki irtibatı açıkça görmek mümkündür: “And olsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinin hadisesinde, soranlara nice ibretler vardır. Kardeşleri “Biz birbirimize bağlı bir topluluk olduğumuz halde, babamız, Yûsuf’u ve kardeşini daha çok seviyor. Doğrusu babamız apaçık şaşkınlık içindedir.” Böylece, sûrenin bünyesi ve ifade tarzı gösteriyor ki, bu âyet te diğerleriyle birlikte Mekke’de nâzil olmuştur. Yûsuf sûresinin tümü, bölünmez bir bütün hâlindedir. Bu sûrede; mevzuu, atmosferi ve diğer hususiyetleriyle Mekke ’nin damgası vardır. Hatta, bizzat o çetin günlerde çekilen ızdırapların ve yaşanan gurbet hayatının mührünü taşımaktadır. Hz. peygamber (A-S.) ve ona tâbi olan İslâm topluluğu “hüzün yılından itibaren Kureyş cahiliyetinin kendilerine çektirdiği gurbet, mahrumiyet ve işkence hayatı yaşıyorlardı. Kendi öz vatanlarında birer garip idiler. Allahüteâlâ büyük peygamberine diğer bir peygamberin; Hz. İbra-h i m soyundan gelen İ s h a k ’ın torunu, Hz. Ya'kub ’un oğlu Yûsuf (As.) un kıssasını anlatıyordu. Hz. Yûsuf birçok sıkıntılara maruz kalmıştı: Kardeşlerinin tuzağına düşerek çektiği çileler, kuyunun içinde geçirdiği korku ve heyecanlar, köle olarak bir eşya misâli, ( 2017-element yeni keşif edildi.Topraktaki ve insandaki elementler aynı-- http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/insanin-esya-olusunun-delili.html ) iradesi dışında satılarak elden ele dolaşmasının üzgünlüğü, ana, baba ve diğer akrabalarından hiç bir ilgi görmemesinin acısı, vezirin karısı ve diğer kadınların tuzaklariyle karşılaşmasının sıkıntıları, şehevi duygu ve tahrikler karşısında daha önce geçirdiği tehlikeler ve vezirin sarayında geçirdiği tatlı günlerin peşinden, yaşadığı acı zindan hayatı!.. Daha sonra kendisine verilen sonsuz selâhiyet ve saltanatın getirdiği heyecanlar... Artık, halkın ekmeği ve dolayısiyle hayatı, Yûsuf ’un elindedir. Beşerin mihnet ve sıkıntısını omuzlarında taşıyor. Bütün bu hadiselerin vukuuna, kendisini kuyuya atan kardeşleri sebep olmuştu. Görünen sebep bu idi. Ve nihayet, bu heyecan ve sıkıntıların son halkası, kardeşlerini karşılamasiyle tamamlanıyordu. Yûsuf (As.) bütün bu sıkıntı, üzüntü ve heyecanların içinden, son derece vakar ve iffetle çıkmasını bilmiştir. Hadiseleri bütün güçlükleriyle yaşarken sabır ve metanetini muhafaza etmiş, mücadelesini İslâm adına yapmaya çalışmıştır. Bütün güçlükleri yendikten sonra anne ve babasiyle buluşması, daha önce görmüş olduğu ve tahakkuk eden rüyasını onlara tâbir etmesi hayatının en heyecanlı anları idi: “Yûsuf babasına: “Babacığım, rüyamda onbır yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm” demişti.” Yûsuf, en büyük dikkat, fazilet ve ihtimamı bu mülakatı esnasında göstermişti. Bütün varlığiyle, her türlü his ve duygulardan tecerrüt ederek, tam bir ihlâs ve nezaket içinde Rabbına yöneldi. O ânın âyetlerle tasvir edilişine bir göz atalım:“Yûsuf un yanına geldiklerinde, O, ana-babasını bağrına bastı: “Allah’ın dileğince, güven içinde Mısır’a yerleşin” dedi Ana - Babasını tahtın üzerine oturttu, hepsi onan önünde eğildiler. O zaman Yûsuf: “Babacığım, işte bu, vaktiyle gördüğüm rüyanın tahakkukudur. Rabbim ona gerçekleştirdi. Şeytan, benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni hapisten çıkaran, sizi çölden getiren Rabbim bana pek çok iyilikte bulundu. Doğrusu Rabbim dilediğine lütufkârdır. Şüphesiz ki O, Alîm’dir, Hakîm’dir” dedi Rabbim, bana hükümranlık verdin, rüyaların yorumunu öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratanı, dünyada da, âhirette de yârim yardımcım sensin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni doğrular zümresine kat” Son istek ve duâası bu idi... Bütün hadiselerden sonra hükümranlığın, saadet ve selâmetin zirvesine ulaşan Yûsuf; ruhunun müslüman olarak alınması ve doğrular zümresine ilhak edilmesi için Rabbına münâcatta bulunuyordu. Evet, yoktu başka istek ve arzusu. Çektiği çileleri sabır ve metanetle eriterek ulaştığı sonsuz nimetler içinde duâsı sadece bu idi. ********************************* (2017--Bu gün eşyayı baz aldığında,Eşyanın özelliği,fıtratı icabı Muhammedin getirdiği Allah tarifini onaylamak zorundasın.(ihlas+zuhruf+sübhan)) ************************** Resulullah (S.A.) ın ve kendisine tâbi olan İslâm topluluğunun Mekke ’deki müşrikler tarafından gördükleri zulüm ve sıkıntılar esnasında bu sûrenin nâzil olmasını lüzumsuz addedemeyiz. Bu sûrede büyük bir peygamberin başından geçenler ve olayla ilgili meseleler anlatılıyor. Elbette bunların Hz. Muhammed’e anlatılmasında büyük faydalar vardır. Zira, Yûsuf (A.S.) nasıl babasının kolları arasından alınıp çeşitli çileler çekti ve başka diyarlara sürülmüş olduğu halde sonunda zaferi kazandı ise; Hz. peygamber de Mekke ’den çıkartılıp başka bir diyara hicrete mecbur edilecek, çileler çekecek ve sonunda dâvayı kazanacaktı: “Biz işte böylece Yûsuf u o memlekete yerleştirdik. Ona rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, bütün işlerde galip gelir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” Yûsuf, Mısır’da Vezir’in sarayına ayak basarken, köle olarak satılan pek taze bir delikanlı idi. Şu anda hafızamı dolduran çok şeyler var. Yûsuf ’un kıssasini takip eden şu Ayetlerin verdiği ilhamları dile getirmekten Aciz bir haldeyim: “Senden önce kasabalar halkının içinden, şüphesiz, vahyettiğimiz bir takım gönderdik. Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden önce geçenlerin sonlarının ne olduğunu görsünler? Ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hayırlıdır. Hala anlamıyor musunuz? **************************DİKKAT..! (2017) öyle ki, peygamberler ümitsizliğe düşüp yalanlandıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir. Böylece, istediğimizi kurtarırız. Azabımız suçlu milletten geri çevrilemiyecektir. ********************* And olsun ki, peygamberlerin kıssalarında, aklı olanlar için ibretler vardır. Kur’an uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat kendinden önceki kitapları tasdik eden, inanan millete her şeyi açıklayan, doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmettir.” _ Bu vahiyler; —Hz. Yûsuf 'un uzun sıkıntılara maruz kalıp ümitsizliğe düştüğü gibi— peygamberimin sıkıntıya düşüp ümitsizlik içinde bulundukları anlarda Allah'ın takip ettiği metodlardan birisidir. Bunlar, karanlık ve sıkıcı günlerden aydınlık ve selamete çıkılacağına dair verilen işaretlerdir. İnanan kalpler, bu türlü vahiy ve işaretleri ta uzaklardan hissedip alır, onun havasını teneffüs eder, onun verdiği haz ve enerji ile yeni bir hayat yaşamaya başlar. ****** Bu sûre, Hz. Yûsuf'un kıssasını tüm olarak, tafsilâtiyle içine aldığı için kendine has bir karakter taşır. —Y û s u f kıssası dışındaki Kur’an kıssaları, biribirine eklenen parçalar halindedir. Sûrenin mevzuu ve atmosferine uygun düşen her parça alınıp bir diğeriyle birleştirilir. Hattâ; Hûd, S al i h, Lût ve Şüayb (A.S.) ın kıssaları dahi, tek sûrede anlatılmakla beraber son derece kısa ve muhtasardırlar. Halbuki Yûsuf (AS.) un kıssası hem tek sûrenin içinde, hem de baştan sona tafsilâtiyle anlatılmaktadır. Böylece, Kur’andaki diğer kıssalar arasında özel bir yer işgal eder. Sûrenin taşıdığı bu özellik ile içinde anlatılan kıssanın özelliği arasında tam bir uygunluk mevcuttur. Sûrede, kıssanın anlatılışı eksiksiz olarak yerine getiriliyor. Kıssa, Yûsuf ’un gördüğü rüyayla başlayıp bu rüyanın kendisi tarafından tâbir edilmesi ile sona eriyor. Böyle bir kıssanın bazı parçalarının bir sûrede, diğer parçalarının başka bir sûrede geçmesi elbette münasip düşmezdi. Bu özelliği sayesinde, kıssada aranılan asıl gayeye ulaşılmış olduğu gibi, diğer çeşitli yönleri üzerinde de tam görevini ifa etmiş oluyor. Kur’anı Kerimin eşsiz metodunun ifadesi olan bu özellikler üzerinde daha aydınlatıcı bilgi verilmesine ihtiyaç hissediyorum. Tevfik ve yardım Allah’tandır... İSLÂM EDEBİYATINDA EDEP Yûsuf kıssası, —bu sûrede görüldüğü gibi— her hangi bir kıssayı anlatmakta Islâm metodunun takip ettiği en güzel ifade tarzının örneğini vermektedir. Sûrede bu metot sayesinde; insan psikolojisiyle, akide ve inançla, terbiye ve davranışla alâkalı fevkalâde örneklere rastlıyoruz. Asıl itibariyle mevzuları işleme bakımından Kur’anı Kerimin metodu tektir. Fakat Hz. Yûsuf ’un kıssası, Kur’an’ın bu metodunu en san’atkârane üslûpla insanoğlunun gözleri önüne seren bir mahiyet taşıyor. Kıssada, Yûsuf (A.S.) un şahsiyeti baş rolü temsil ediyor. Onun hayatı, bütün yönleri ve her safhasiyle tamamen gözler önüne seriliyor. Böylece Yûsuf un şihsiyetiyle alâkalı meseleler üzerinde inceden inceye duruluyor. Onun karşılaştığı müşkülat ve imtihan çeşitlerine temas edilmekte, bu imtihanların asıl itibariyle muhtelif yönlerinin bulunduğu belirtilmektedir. Sıkıntı ve müşkülatlarla imtihan; refah ve saadetle imtihan... Şehvet tuzağına düşürülmek tehlikesiyle imtihan; vezirlik ve saltanatla imtihan... Ve bir beşer olarak, çeşitli durumlar ve muhtelif şahsiyetler karşısındaki beşeri hisleri ve beşeri duygulariyle imtihan.- En sonunda bu sâlih kul, bütün imtihan ve komploların içinden temiz, berrak ve lekesiz olarak çıkıyor... Ve daha önce belirttiğimiz gibi, Rabbına yönelerek meşhur duâsını yapıyor!.. Kıssada, bir yandan baş rolü teşkil eden şahsiyet anlatılırken diğer yandan ikinci derecede yer işgal eden şahsiyetlere de temas ediliyor. Hadiseler tasvir edilirken, onlara da, yerine göre aydınlık veya gölgelikte, yakından veya uzaktan gözükebilecek mütenasip mevkilerde yer veriliyor. Kıssa, insan ruhunu gerçek yönleriyle canlandırırken muhtelif örnekler vermektedir.1-dot
4 Fotoğraf4 Fotoğraf
(YENİ) MÜSLÜMANIN KULAÇLARI1-dot
Müslüman fazlasıyla su yutmaktadır! Kendini bir kayığa atmak için fırsat kollamaya başlamıştır! Hâlbuki ANLAYAMAYACAĞIMIZ bir merhameti olan Rabbimiz zerre şükrü kabul görüp bize bu sudan bizi tevhide erdirmiştir. İnsana Nefesini kontrol etmeyi öğreten ve batmadan kulaç attıran Kur’an, kulaçlarında gevşemeyen Müslümanın, cennette yorulmayacağını vaadetmektedir. (Hicr/48) Yapmak gerekenin, seni şirkten temizleyen bu Kitaba ve nasıl yüzüleceğini sana gösteren Nebî (as)’ın itaat ettiği Rabbe tutunmak olduğunu hatırlamandır ve hatırlatmandır mesele.Bağlantı(YENİ) MÜSLÜMANIN KULAÇLARI
ŞEYTAN, İNSAN VE MÜSLÜMAN KILIĞINA GİREBİLİR....21-dot
T.C.DEVLETİ SINIRLARI İÇİNDE VİDEOYU ENGELLEMİŞLERDİR.ONUN İÇİN ŞU LİNKLERDEKİ YERLERDE GÖRÜNTÜLEYEBİLİRSİNİZ. https://www.dailymotion.com/video/x3cdngb_seytan-insan-ve-musluman-kiligina-girebilir-2_videogames https://www.facebook.com/huseyin.sasmaz.75/videos/vb.100000324607185/1002015113152633/?type=2&theater https://www.youtube.com/watch?v=I46M-IZ2M5EBağlantıT.C.DEVLETİ SINIRLARI İÇİNDE VİDEOYU ENGELLEMİŞLERDİR.ONUN İÇİN ŞU LİNKLERDEKİ YERLERDE GÖRÜNTÜLEYEBİLİRSİNİZ. https://www.dailymotion.com/video/x3cdngb_seytan-insan-ve-musluman-kiligina-girebilir-2_videogames https://www.facebook.com/huseyin.sasmaz.75/videos/vb.100000324607185/1002015113152633/?type=2&theater https://www.youtube.com/watch?v=I46M-IZ2M5E

1 yorum:

  1. ŞAHSİYETİN KAVRAM KARGAŞASINA UĞRAMIŞ HALİ VE TEDAVİSİ.
    https://plus.google.com/109838719669290377148/posts/D6C7eaLqiES
    https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=457149271403146&id=100013242319421

    YanıtlaSil