Bu Blogda Ara

6 Şubat 2017 Pazartesi

YENİ ARŞİV-2.

Bugün
Kur’an’ı Kerim’de; Allahu Teala’nın yarattığı her varlık “ŞEY” “olarak isimlendirilmiştir. Mesela şu ayetlerde olduğu gibi: اِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ اِذَٓا اَرَدْنَاهُ اَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟ “Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman sözümüz sadece, ona, “ol” dememizdir. O da hemen oluverir.” (Nahl 40) اَلَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْد۪يراً وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً لَا يَخْلُقُونَ شَيْـٔاً وَهُمْ يُخْلَقُونَ وَلَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاً وَلَا يَمْلِكُونَ مَوْتاً وَلَا حَيٰوةً وَلَا نُشُوراً “O, göklerin ve yeryüzünün mülkü (hükümranlığı) kendisine ait olandır. Çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı da yoktur. O, her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir. (İnkâr edenler), Allah’ı bırakıp hiçbir şey yaratmayan ve zaten kendileri yaratılmış olan, üstelik kendilerine fayda ve zararları dokunmayan, öldürmeye, yaşatmaya ve ölüleri diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen ilâhlar edindiler.” (Furkan 2-3) اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ “Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir.” (Zümer 62) اِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ “Gerçekten biz, her şeyi bir kaderle / ölçü ve dengede yarattık.” (Kamer 49) اِنَّـمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْـٔاً اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ فَسُبْحَانَ الَّذ۪ي بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ “Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak “Ol!” demektir. O da hemen oluverir. Her şeyin hükümranlığı elinde olan Allah’ın şanı yücedir! Siz yalnız O’na döndürüleceksiniz.” (Yasin 82-83) Bu ayeti kerimelerde görüldüğü gibi, her yaratık “ŞEY” dir. “Eşya” da “şey”in çoğuludur. Her şey Allahu Teala’nınn belirlediği bir kaderle yani ölçü ve denge ile yaratılmıştır. Bu kadere “fıtri / yaratılış özellikleri” denilmektedir. Bu yönden insana “yaratık” anlamında “şey” denilebilir. Fakat insanların çoğunun anladığı “eşya” anlamında değildir.
Anonymous wants to 'make humanity great again' with global protest against Trump1-dot
"Amerika'yı yeniden büyük yapmayı unutun, hepbirlikte insanlığı yeniden büyük yapabiliriz." *** Dünyaya, güvenilir bir liderlik-olacak olan Râşidî_ Hilâfet Devleti'nden başka bir devlet de bulunmamaktadır DEVLETLER ARASI DURUMDA SİYASİ BOŞLUK https://www.youtube.com/watch?v=E8FVxnGV4Wk https://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/01/insanligin-menfaatina-gerekli.html?showComment=1486024101078#c8038794036575613326Bağlantı'Resist the madness leaking out of the United States,' the hacking group declared.
Bilinç Tıkanmaları, Algı Kaymaları1-dot
Her şeyden önce bilmemiz ve anlamamız gereken en önemli konuyu hep savsaklamaya devam ediyoruz. http://agemder.org/1024/Bilinc-Tikanmalari,-Algi-KaymalariBağlantıAGEMDER
HAARETZ: “TRUMP DİN SAVAŞI İSTİYOR”1-dot
AKİDENİN MEFHUMUNU YERLEŞTİRMEK, İSLÀM'IN HÜKÜMLERİNE BAĞLANMAYA İTEN EN KESKİN DÜRTÜDÜR http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/search?q=islam+akidesi GÜNÜMÜZDEKİ MÜSLÜMANLARIN EN BÜYÜK PROPLEMİ İSLAM DEVLETİ,HİLAFET DEVLETİ'NİN OLMAYIŞIDIR. http://namenstr8.blogspot.nl/search?q=islam+akidesi https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=245095132608562&id=100013242319421&pnref=storyBağlantıİsrail gazetesi Haaretz’de “Trump’ın kutsal savaşa ihtiyacı var” başlığıyla yayınlanan makalede ilginç ifadeler yer aldı.  Timeturk İsrail basınında yer alan bir makalede, T…
İSLAM AKLA KANAAT VEREN FITRATA UYGUN BİR DİNDİR1-dot
AKİDENİN MEFHUMUNU YERLEŞTİRMEK, İSLÀM'IN HÜKÜMLERİNE BAĞLANMAYA İTEN EN KESKİN DÜRTÜDÜR http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/search?q=islam+akidesi GÜNÜMÜZDEKİ MÜSLÜMANLARIN EN BÜYÜK PROPLEMİ İSLAM DEVLETİ,HİLAFET DEVLETİ'NİN OLMAYIŞIDIR. http://namenstr8.blogspot.nl/search?q=islam+akidesi https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=245095132608562&id=100013242319421&pnref=storyBağlantı
Hak davetin başlangıcında onlar da kendi kavimlerinden bir ferd olarak muamele görüyorlar. Bir kardeşin diğer kardeşlerini herhangi bir şeye çağırması gibi onlar da kardeşlerini hak dine çağırıyorlar. Allah’ın ihsan ettiği hayırdan onların da nasibdâr olmalarını istiyorlar. Ayrıca bu davetin hak olduğunu onlar içlerinde gayet açık olarak hissediyorlar. İşin başlangıcında her peygamberin kavmine karşı olan tutumu böyle... Ama hiç birisinde de sonuç böyle bitmiyor... Kavminin tutumu aynı olmuyor... Her peygambere kavmi içinde bir grup iman ediyor ve bağlanıyorlar. Getirdiği gerçekleri kabulleniyorlar. Peygamberlerinin istediği biçimde yalnız ve yalnız Allaha ibadet ederek başka hiç bir yaratığa boyun eğmiyorlar. Ve böylece İslam saflarına katılıyorlar. Kısacası “islam ümmeti” oluyorlar. Aynı kavmin bir başka grubu ise peygamberin davetine müsbet karşılık vermiyor, getirdiği gerçekleri reddediyor ve Allah’tan başkalarına kullukta devam ediyorlar, islama girip te içinde boğuldukları cahiliyet havasından kurtulamıyorlar. Ve böylece onlar da “putçular milleti” olarak kalıyorlar...* Bu durumda tek bir kavim Allah elçisinin daveti karşısında ikiye bölünüyor: a — İslâm ümmeti b — Putçu milleti. Risalet gelmezden önceki birlik kalmıyor tabiatı hâliyle o kavmin içinde. Irk ve cins bakımından her ne kadar bir tek ümmet iseler de artık o cinsiyet'bağı, o ırk bağı, o toprak bağı, o müşterek menfaatlerin birleştirdiği bağlantılar sökmez oluyor. Risalet öncesi devrede olduğu gibi bu bağlar bağlamaz oluyor artık onları birbirlerine... Risaletin gelişiyle yeni bir bağlantı noktası kurulmuştur aralarında. Bu bağlara göre birleşiyorlar veya ayrılıyorlar kendi aralarında... Akide bağı, din bağı, Allah nizamına sarılma bağı... Ve bu bağ bir kavmi ikiye bölüyor, bir daha ittifak edip birleşmeleri mümkün olmayan, geçinmeleri imkânsız olan iki topluluk hâline getiriyor... Durum bu hâle gelince, iki ümmet arasındaki kesin ayrılık bu raddeye varınca peygamberle birlikte İslâm ümmeti akide ve nizam esası üzerinde kavminden ayrılıyor ve ayrı bir birlik meydana getiriyorlar. Aynı kavimden, aynı cinsten ve ayni milletten olan iki kitle kesin olarak ayrılıyor birbirinden... Çünkü yollar ayrılmıştır artık... Cinsiyetler de ayrılmıştır. Ve bir kavimden iki ayrı ümmet ortaya çıkmıştır böylece. Ve bu iki kavmin birlikte yaşaması ve uyuşması bir daha mümkün değildir... Müslümanlar kavimlerinden akide ve nizam esasına göre ayrılırıca Allah ta aralarında hükmünü veriyor. Putçu milletini helâk ediyor, İslâm ümmetini muzaffer kılıyor. Ve bu umumi kaide —sûrenin akışında da gördüğümüz gibi— tarih boyunca böyle sürüp gidiyor. Şimdi günümüzdeki İslâmî diriliş haraketine katılanlar da her zaman bu gerçeği iyice kavramalıdırlar. Hiç bir zaman için Allah müslümanlarla düşmanları olan kavim arasında kesin bir ayrılık ortaya çıkmadan onların arasındaki hükmünü icra etmemiştir. Ne zaman ki, İslâm ümmeti düşmanlariyle akide esasları üzerine ayrılmış ve onların müşrik olduğunu bilerek açıkça Allah'ın tevhit dinine gelmelerini istemiş ve bunu açıkça ilân etmiştir, onların taptıkları sahte ve uydurma tanrılara tapmayacaklarını, üzerlerine musallat olmuş bulunan putlara uymayacaklarını ve bu putların hakim olduğu topluma ve toplum hayatına iştirak etmeyeceklerini, itikadî, ameli ve hükmi yönden onlara boyun eğmeyeceklerini açıkça söylemişlerdir.. Evet işte müslümanlar ancak bu şekilde kavimlerinden ayrılınca Allah'ın kudret eli işe karışmış ve zalimleri hâk ile yeksân etmiştir... Müslümanlar kavimlerinden kesin olarak ayrılmadıkça, onlardan uzaklaşarak yollarını değiştirdiklerini belirtmedikçe, sistemlerini benimsemediklerini haykırmadıkça aralarında hüküm vermek üzere Allah’ın kudret elinin işe giriştiği görülmemiştir... Müslümanları muzaffer, putçuları kahretmek hususundaki İlâhi* vaat gerçekleşmemiştir... İşte bu gün gelişmekte olan İslâm hareketi bu umumî kaideyi aslâ unutmamalı ve çalışmalarını bu genel kaideye göre düzenlemelidir. İlk adım insanları islâma girmeye davetle başlar... Yalnız ve yalnız Allah'ın dinine girmeye ve O’ndan başkasının kulluğunu terketmeye çağırıp, her ne şekilde olursa olsun başka nizamlara uymamaya davetle olur. Ondan sonra saflar ayrılır. Bir tek Allah’a bağlanıp, O’nun dininden başka din, nizamından başka nizam tanımayanlar bir safta birleşir, Allah’tan başkasına tapanlar ise diğer safta birleşirler. Bundan sonra müslümanlar putçulardan kesin olarak ayrıldıklarını ilân ederler... Ve işte bundan sonra Allah’ın vaadi tahakkuk eder, mü’minler muzaffer, putçular da mahvolur. Beşer tarihi boyunca hep böyle cereyan etmiştir bu İlâhi kanun... Fiilen saflar ayrılmadan önce davet devresi bazı kere uzayabilir. Ama daha ilk andan itibâren akide gerçeği üzerine ayrılma ameliyesi şuurlarda yer etmiş olmalıdır... . Bazı kere bir millet içinde yetişmiş bulunan iki ümmetin birbirinden tamamen ayrılması uzun sürebilir, dâva adamları neslinden bir çok kurbanlar ve fedailer çıkabilir, acılar ve elemler artabilir... Ama nasıl olursa olsun Allah’ın mü’min saflarla kâfir safların ayrılması gerektiği hususundaki emri mü’min gönüllerde muhakkak yeretmelidir ki, vaadi süphani tahakkuk etsin... Birkaç nesil boyu bu durum sürüp gidebilir ama Allah'ın vaadi mutlak gelecektir... Beşer tarihi boyunca geçerli olan umumî kanun muhakkak tahakkuk edecektir... Bugün bilumum insanlığı kaplayan ve geleceğini tehdit eden cahiliyet seline karşı durabilmesi için İslâm hareketinin bu gerçeği bu derece vazıh ve bu derece kesin olarak bilmesi ve kabullenmesi gerekir... Bu, Allah’ın her zaman geçerli olan bir kanunudur. Muayyen bir zamana veya mekana münhasır değildir. Mademki yeni filizlenmekte olan İslâm hareketi bu gün insanlığın tarih içerisinde düştüğü cahiliyet bataklıklarından bir bataklıkla karşı karşıya bulunduğunu kabullenmek de ve madem ki bu cahiliyet bataklığını kurutmak için çağlar boyu gelmiş geçmiş peygamberlerin getirdikleri akideyi getirmekle görevli olduklarını bilmekte ve ancak böylece cahiliyet ortamını yok edebilmenin mümkün olacağını öğrenmektedirler, öyleyse müslüman kitle hiç. bir şeye aldırmadan yolunda yürümelidir. Yolunun nerede başladığını ve nerede bittiğini gayet iyi bilmelidir... Yolun başlangıç noktasiyle bitiş noktası arasındaki mesafeyi ve bu mesafede yapmaları gereken şeyleri önceden açıklığa kavuşturmalıdırlar. Ve yakînen bilmelidir ki, Allah'ın kanunu muhakkak işleyecek ve en sonunda müttakileri galip geleceklerdir... İslam hareketi Son olarak şu hususu açıklamak istiyoruz. Bu sûredeki kıssalar üzerinde yaptığımız şu kısa açıklamalardan bu dinin takip ettiği metodun mahiyetini ve tabiatını Kur’anda ortaya çıktığı şekliyle görüyoruz. Ve bunun gayet hareketli olduğunu bütünüyle insanlığın realitesini göz önünde bulundurduğunu anlıyoruz. Bu kıssalar Resulullaha Mekke döneminde nazil olmakta idi. Henüz müslümanlar azınlıkta idiler ve düşmanlar tarafından çepeçevre sarılmışlardı. Yol uzun ve zorluklarla doluydu. Katı bir direniş hareketiyle karşılaşıyorlardı... Henüz müslümanlar tuttukları yolun nihayetini de görmüyorlardı... İşte bu kıssalar o dönemde yolun nihayetini açıklıyordu onlara. Yol boyunca geçecekleri merhaleleri anlatıyordu. Onların ellerinden tutuyor ve bu merhaleleri teker teker atlatıyordu. Ve bu yolun tarih boyu gelip geçen islam kafilesiyle kuşatılmış olduğunu görüyorlardı onlar. Bu kafile de, onların başından geçen şeylerin sevimli ve alışılmış şeyler olduğu görülüyor, garip ve tuhaf şeyler olarak değil... Bu kervan belli bir zümreden teşekkül etmektedir... Birbirine bağlı olarak gelen bu yol belli bir yoldur.. Şu halde müslümanlar kendilerini çölde yitirmiş yapayalnız varlıklar değildirler... Allah'ın kanunlarına uyarak başlangıç noktasından yola çıkmışlar ve yolun sonuna doğru yürüyüp gitmektedirler... Başıboş bir hareket değildir islam hereketi, her şey planlı ve programlıdır... İşte böyle hareket ediyordu o zaman Kur'an islam saflarında.. Va bu saf bu Kur’an sayesinde gayet muntazam, planlı ve emin olarak yol alıyordu... Bugün de, yarın da İslami diriliş hareketinin mensupları içerisinde böyle hareket edecektir bu Kur’an... Ve aynı şekilde belirli bir plan dahilinde muntazam ve emin olarak müslümanların yol almalarını sağlayacaktır.. Elbette bu yeniden doğmakta olan islaml diriliş hareketi Kur’an okuyup ondan ilham almak zorundadır... Ondan ilham alarak yola çıkıp, onun işaretlerine göre hareket planını ayarlamalı, atacağı adımlarını tespit etmelidir... Bu yol boyunca karşılaşacağı engelleri ondan aldığı ilhamlarla telâfi etmeli ve yürüyeceği yolun sonunu gayet iyi görmelidir. Her merhalede atılan adımlar gayet muntazam ve planlı olmalıdır... Bu durumda ele alındığı zaman Kur’an sırf bereket ve dua için okunan bir kitap olmaktan çıkar... Canlı bir hareket ve aksiyon kaynağı olur. Hareket hâlinde bulunan İslâm cemaatına o anda iniyormuş gibi bir hareket ve canlılık kazandırır... Onlarla birlikte hareketa katılır, faaliyetlerini izler ve Allah'ın vaadini beklemelerini sağlar. İşte biz: “Bu Kur’an; sırlarını ancak onunla harekete katılan İslâm birliklerine açar” derken bunu kastediyorduk... Kur’anı sırf bereket ve duâ kitabı olarak okuyan değil bizzat hareket kitabı olarak yaşayan müslümanlara... İlim ve san’at yönünden araştırmaya kalkışanlara değil, onu bizzat pratik hayatında uygulayanlara... Sırf üslûp ve belagat özelliklerini incelemek için değil yaşadıkları müddetçe tatbik etmek için okuyanlara... Şüphesiz ki bu kitabı bir bereket ve duâ kitabı olarak okuyanlar, ilmi ve edebî özelliklerini incelemek, sanat ve belagat tarafını araştırmak için tedkik edenler, hiç bir şey anlamazlar bu Kur’andan... Çünkü bu kitap bir bereket ve duâ kitabı, bir san’at ve edebiyat eseri, bir belagat ve üslûp örneği olsun diye inmemiştir sadece... Bunun yanısıra bir hareket ve taktik, bir idare ve metot kitabı olarak inmiştir... ********************************************* (Onun için önce delilleri ile iman edip kesinleştikten sonra diğer şartlara aklın erse de ermese de teslim olacaksın.Delilleriyle kesin iman etmeden kuranı araştırmaya girersen yanlış algılamalarından dolayı otomatik olarak sapıtıp başka yollara gideceksin.) AKİDENİN MEFHUMUNU YERLEŞTİRMEK, İSLÀM'IN HÜKÜMLERİNE BAĞLANMAYA İTEN EN KESKİN DÜRTÜDÜR http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/search?q=islam+akidesi GÜNÜMÜZDEKİ MÜSLÜMANLARIN EN BÜYÜK PROPLEMİ İSLAM DEVLETİ,HİLAFET DEVLETİ'NİN OLMAYIŞIDIR. http://namenstr8.blogspot.nl/search?q=islam+akidesi ********************************************** Azgın cahiliyet nizamına tertemiz İslâm diniyle karşı koymak isteyenler, yolunu yitirmiş insanlığı yeniden Allah’ın dinine çekmek için çalışanlar, yeryüzündeki putları yıkıp insanları kullara kul olmaktan kurtararak Allah’a kul etmek için çırpınanlar... Evet yalnız ve yalnız bunlar anlarlar en iyi olarak Kur’anı... Çünkü onlar bu Kur’anın indiği atmosferi ayniyle yaşarlar... Bu Kur’anla ilk muhatap olanların yaptıkları hareketlerin benzerini yaparlar.. Bu Kur’anın âyetlerinin indiği devrede yaşayanların cihattan aldıkları zevki alırlar... Onlar bu âyetlerin her satırını yaşayan birer hâdise, birer vâkıa olarak ele alırlar... Ve işte onların uğradıkları bunca eziyetlerin, bunca acıların ve bunca ıstırapların biricik mükâfatı bu zevki tatmaktır... “Mükâfat mı dedik?’’... Hayır... Yemin ederim Allah’a ki en büyük lutfu ve ihsanı budur ulu Allah'ın... “De ki: “Allah’ın lütfü ve rahmeti ile. Ve işte bununla sevinsin onlar.. Çünkü bu, onların topladıklarından çok daha hayırlıdır.”... Ve hamd olsun ulu -Allah’a... O’dur bu yüce lütuf ve ihsanların sahibi...1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
KENDİ DÜŞÜNCEKERİMİZLE DÜŞÜNMEK1-dot
KENDİ DÜŞÜNCEKERİMİZLE DÜŞÜNMEK https://t.co/w1aaOlybf5 İslam: Bir Din ve İdeolojidir https://t.co/nKlQ0B8qIEBağlantı… İslami meşruiyeti bir olgu haline getirebilmek için, baştan beri sözünü ettiğimiz ideolojik sınırlardan bütünüyle bağımsız bir düşünce/kültür/felsefe/siyaset hayatının oluşturulması, hayati…
Geçen Hafta
TANRININ VARLIĞININ KANITLANMASINDA KULLANILAN MODERN DELİLLER İNSANCI İLKE ÖRNEĞİ
Allah katında gizli olan zaferini bizlere sunmuştur.İlim ve teknoloji aracılığı ile. http://ateistcaps.blogspot.nl/2015/01/tanrinin-varliginin-kanitlanmasinda.html Alıp üzerinde yoğunlaşarak çalışma yapıp insanlığa servis etmek bizlere düşüyor. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE,DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıI. BİLİM TARİHİ ve YENİ BİLİMSEL VERİLER Günümüzde ilkokul çağındaki bir çocuk için bile sıradan sayılabilecek bir takım bili...
Roma İmparatorluğu - Vikipedi
Allah katında gizli olan zaferini bizlere sunmuştur.İlim ve teknoloji aracılığı ile. http://ateistcaps.blogspot.nl/2015/01/tanrinin-varliginin-kanitlanmasinda.html Alıp üzerinde yoğunlaşarak çalışma yapıp insanlığa servis etmek bizlere düşüyor. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE,DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıRoma İmparatorluğu, Roma Cumhuriyeti'nin Augustus liderliğinde MÖ 1. yüzyılda yeniden örgütlenmesiyle kurulan Antik Roma devletidir. Uzun yıllar Akdeniz çevresinde hüküm süren Roma İmparatorluğu, 375 yılındaki Kavimler Göçü'yle başlayan karışıklıklardan sonra 395 tarihinde doğu ve batı olmak üzere i…
Bugünkü Roma'nın (İtalya) Fethi - Resulullah'ın Müjdesi
Allah katında gizli olan zaferini bizlere sunmuştur.İlim ve teknoloji aracılığı ile. http://ateistcaps.blogspot.nl/2015/01/tanrinin-varliginin-kanitlanmasinda.html Alıp üzerinde yoğunlaşarak çalışma yapıp insanlığa servis etmek bizlere düşüyor. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE,DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbVideoPeygamber Efendimiz (sav) hadislerinde verdiği müjde..Mahmud Esad Coşan Hocamız anlatıyor..
Roma Gezilecek Yerler
Allah katında gizli olan zaferini bizlere sunmuştur.İlim ve teknoloji aracılığı ile. http://ateistcaps.blogspot.nl/2015/01/tanrinin-varliginin-kanitlanmasinda.html Alıp üzerinde yoğunlaşarak çalışma yapıp insanlığa servis etmek bizlere düşüyor. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE,DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıRoma Gezilecek Yerler sayfasında dünyanın'nın en keyifli gezi noktalarından olan Roma'da gezip görülecek yerler hakkında çok detaylı bilgiler, fotoğraflar
Gezi Rehberi | Gezipgordum.com
Roma Gezilecek Yerler | https://t.co/cEdp3S7lBt https://t.co/APPG4MgUZRBağlantı
HUSEYİN SASMAZ on Twitter1-dot
TARİH İÇİNDEKİ İSLÂM HAREKETİ Her peygamber kendi kavmine peygamber olarak gönderiliyor. https://t.co/Z2M8ULDYTHBağlantı
Pompeii: 2000 Yıl Önce Zamanın Durduğu Lanetli Şehir
Allah katında gizli olan zaferini bizlere sunmuştur.İlim ve teknoloji aracılığı ile. http://ateistcaps.blogspot.nl/2015/01/tanrinin-varliginin-kanitlanmasinda.html Alıp üzerinde yoğunlaşarak çalışma yapıp insanlığa servis etmek bizlere düşüyor. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE,DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıBundan 1935 yıl önce Vezüv patladı. Şehir o günkü etkinlikler sebebiyle normalden daha kalabalıktı. Sıra dışı hikayesiyle lanetli şehir Pompeii.
TARİH İÇİNDEKİ İSLÂM HAREKETİ Şimdi ise bu kıssaların sûre içindeki birbiri ardı sıra gelişine ve bunun tarih boyunca İslâm akidesinin hareket hattiyle olan delâleti konusuna gelmiş bulunuyoruz. Hz. N û h ’un kıssasının peşisıra İslâm ın insanlığın tanıdığı ilk din olduğunu ve insanların atası Hz. Âdem’le bildikte yeryüzüne geldiğini beyan etmiştik. Sonra Hz. N û h vasıtasiyle yeniden geldiğini ve bundan sonra da her peygamberin eliyle yenilendiğini bildirmiştik... İslâm her yönüyle tevhit dinidir. Ulûhiyet yönünden olsun, itikat yönünden olsun, ibadet bakımından olsun ve hareketler bakımından olsun bütün anlamiyle tevhit dinidir... Bir tek tanrının varlığını kabul eder. Yetki, hakimiyet, teşri ve idare yalnız ve yalnız Allah’a dayanır... Ayrıca gerek inanç, düşünce, hareket ve amellerde olsun, gerekse din edinme, emre uyma ve buyruk dinleme konularında olsun veya her iki sahada birlikte olsun cahiliyet insanlığın başına sonradan musallat olmuştur, önce peygamberler vasıtasiyle insanlar islâmı öğrenmişler sonra zamanla inanç ve düşüncelerinin bozulması, bayat ve idarelerinin infisah etmesi yüzünden cahiliyete dalmış ve Allah’tan başkalarına kul olmuşlardır. Gerek bu tapınma totem ve taşa olsun, gerek ağaç ve yıldıza olsun, gerek animizm şeklinde gerekse natürizm şeklinde ortaya çıksın veya insanların birbirine tapınması şeklinde olsun hep aynı yoldan gelişmiştir. Hepsi de tevhit esasından çıkıp, inhiraf ederek cahiliyete dalmakla ortaya çıkmış İslâm dışı hareketlerdir... Hiç bir yanından batılın sızması mümkün olmayan kitapta Allah’ın anlattığı gibi bu kıssaların birbiri ardı sıra gelmesi de dinler tarihi bilginlerinin ortaya attıkları tezin yanlışlığını ve vardıkları neticenin sakatlığını ortaya koyuyor. Onların takip ettikleri metot hatalıdır, çünkü onlar cahiliyeti başlangıç olarak ele alıyorlar ve peygamberlerin getirdikleri tevhit akidesini cahiliyetin tekamül etmiş şekli olarak kabul ediyorlar. Cahiliyet devrini bile ele alırken o devirden kalma tarihî kalıntılara bakıyorlar ve araştırmalarını buna göre yürütüyorlar. Halbuki tarih doğalı daha ne kadar zaman olmuştur? İnsanlığın tarihinin çok az bir bölümünü bilmektedir tarih dediğimiz ilim dalı. Bu bildiğini sandığı pek az kısma dair malûmatı da sadece tahmin ve zanna dayanmaktadır. Onlar bu tarihî kalıntılar arasında söz gelimi bir tevhit işaretine rastlayacak olsalar veya eski devirdeki tevhit izi taşıyan kalıntılardan birisiyle karşılaşacak olsalar onu hiç görmezlikten geliyorlar. Mesela eski mısır dinlerindeki Achnaton’un inancındaki tevhit izlerini görecek olsalar bile görmemezlikten geliyorlar. Halbuki Achnaton M ı s ı r ’da Hz. Yûsuf ’tan sonra hükümdar olmuş birisidir. Yûsuf sûresinde hapishane arkadaşlarından söz edilirken şöyle buyurulur. Yûsuf: “Rabbimln bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz yemek gelmeden size onu yorumlarım. Doğrusu ben, Allah’a inanmayan ve âhireti inkâr eden bir milletin dînini bırakmışımdır. Atalarım İbrahim, İshâk ve Yakub’un dinine uydum. Allah’a herhangi bir ortak koşmak bize yaraşmaz, bu, Allah’ın bize ve inanlara olan lütfudur; fakat insanların çoğu şükretmez” dedi “Ey mahpus arkadaşlarım! Ayrı ayrı bir sürü uydurma rabler mi daha iyidir, yoksa her şeyden üstün tek Allah mı?” “Allah’ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hüküm vermek ancak Allah’a aittir, kendisinden başkasına değil O’na tapmanızı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir, fakat insanların çoğu bilmezler” " İhtimal ki Achnatoi) Yûsuf peygamberin getirdiği tevhit müjdesine de ulaşmıştır. Neden böyle yapıyorlar denilecek olursa bunun cevabı gayet açıktır. Çünkü temelden dini araştırma metoduna karşı harekete geçiyorlar ve düşmanlıkla girişiyorlar ise. Bu düşmanlığın sebebi de kilise ile din arasındaki tarihî çatışmadır. Dinler tarihi araştırmacıları daha araştırmalarına başlarken önce kilisenin fikirlerini çürütmeyi ve neticede kiliseyi kökten yıkmayı hedef alıyordu. Bunun için başlangıçtan itibaren yanlış olarak başlamıştır bu araştırma metodu. Zira daha araştırmaya girişmeden önce belirli neticelere göre belli sonuçlara varmak gibi bir peşin hüküm ile hareket ediyordu. Kilise düşmanlığı hızını yitirip te, siyasi, sosyal, ekonomik ve İlmî sahalarda kilisenin gücü kırılınca bile bu araştırmalar hâlâ eski metotlara göre sürüp gitti. Zira ana çıkış noktasından ayrılıp kendi başına bir yol tutma imkânı bulamadı. Bu geleneği yıkamadı bir türlü. Ve en sonunda o alışkanlıklar birer metodik kaide hâline geldi. Elde edilen neticeler ise başlangıç noktası hatalı olduğu için tabiatiyle hatalı oldu. Ve sonuç olarak dinler tarihi araştırmalarının bütün hüviyetini hatalılık niteliği teşkil etti... Her hâlükârda gerek ana kaidesi gerekse vardığı neticeler bakımından sakat olan bu araştırmalar Kur’anı kerimin belirttiği İlâhi prensiplere aykırıdır, temelden muhaliftir... Her ne kadar müslüman olmayan birisinin herhangi bir konuda Allah’ın sarahaten belirttiği hususlara aykırı bir fikri benimsemesi ve kabul etmesi mümkün ise de kendisine müslüman adını veren bir araştırıcının kalkıpta bu neticeleri kabul etmesi elbette doğru olmaz. Zira İslam ve cahiliyet mevzuunda Kur’arı kerim islamın her türlü sapık hareketler den önce yeryüzüne geldiğini ve politeizmden önce tevhit akidesinin mevcut bulunduğunu bildiriyor... Hem de kat’i olarak ifade ediyor... Kaldı ki bunu aksi yönde yorumlamak ta imkânsız. Dini bir zaruret olarak şurası muhakkak ki, bir müslüman ya Allah'ın buyruklarını kabul edecektir veya dinler tarihi araştırıcılarınınkini. Benzer bir ifadeyle ya İslâmî seçecek veya Islâm olmayanı. Çünkü Hakteâlânın bu konudaki buyruğu açık ve kesin olup, tevil ve yoruma muhtaç değildir... ASIL GERİCİLER. Bizim bu son açıklamamızda üzerinde duracağımız ana mevzu aslında bu husus değildir. Bizim üzerinde durmak istediğimiz ana mevzu beşer tarihi boyunca İslâm akidesinin hareket hattını takip etmektir. Gerek İslâm, gerekse cahiliyet beşeriyet tarihi boyunca insanları kendilerine çekmeye çalışıyorlar, şeytan ise insan denen şu eş tabiatlı yaratığın biyolojik yapısındaki zaaflarından istifade ederdi insanları cahiliyetin peşinde sürüklemek için çabalıyor. Zaaflarının kurbanı olan insanlar cahiliyet bataklığına daldıkça Allah onlara bir peygamber gönderiyor ve tekrar islâma çekiyor, cahiliyetten kurtarıyor. Ve cahiliyetten kurtarırken ilk yaptığı iş Allah’tan başka muhtelif tanrılara kulluğu yok ediyor. İlk yaptığı iş o sapık insanları Allah’ın dinine çekmek oluyor. Yalnız ibadet şekillerinde veya vicdani inançlarında değil her türlü yaşayışlarında Allah’a bağlıyor onları. Meseleye bu açıdan baktığımız zaman bugünkü insanların durumunu değerlendirmemiz ve İslâm dâvasının tabiatını kavramamız bakımından çok önemlidir elbette. Bir kere bütün insanlık günümüzde alabildiğince bir cahiliyet bataklığına, daha doğrusu gericiliğe doğru yuvarlanıp gidiyor. Halbuki Allah’ın yüce resulu insanları bu gericilik bataklığından kurtarmak için gelmişti. Cahiliyet adım verdiğimiz bu gericilik hareketinin çok değişik şekilleri vardır... Bir kısmı cahiliyet mensubu gericiler Allah’ın varlığını bütünüyle reddetmekte ve toplu inkâra kalkışmaktadır ki, bu düşünce ve inanç cahiliyetinin temsilcileri komünistlerdir... Bir kısım cahiliyet mensubu gericiler ise Allah'ın varlığını çok değişik şekillere büründürerek kabullenmekte, ibadet, amel ve hareketlerde gayet sapık davranışlar içine girmektedirler ki, bunun temsilcileri Hinduizm ve benzeri paganist (put perest) lerdir. Yahudi ve hıristiyanların cahiliyeti de aslında bu statüdedir. Bir kısmı ise Allah’ın varlığını kabul etmekte, hattâ buyruk ve emirlerinin sadece ibadete müteallik kısmını ifa ederdi Lâilâheillallah dâvasından büsbütün saptırıcı düşüncelere bağlanmaktadırlar. Her türlü yaşayışlarında Allah'ın buyruklarına aykırı hareket ettikleri ve Allah nizamının dışında nizamları benimsedikleri halde bir takım ibadetleri yerine getirerek dindar olduklarını sanmaktadırlar. Bunların en büyük mümessilleri de kendilerine müslüman adını verdikleri halde cahiliyet hayatı yaşayan sadece kelimei şehadeti getirmekle dine girdiklerini kabul edip kelimei şehadetin gereklerini yerine getirmeksizin Allah'ın dininden ve nizamından başka nizam tanıyanlardır. Aslında bu da bir öncekiler gibi cahiliyettir, şirktir... Beşeriyetin bu günkü durumunu böyle açık bir perspektif ile görmek; bütünüyle insanlığın korkunç bir cahiliyet uçurumuna doğru yuvarlandığını ve iğrenç bir gericiliğin içine doğru saplandığını söylemek için yeter. Halbuki Allah’ın gönderdiği dinlerde temessül eden İslâm bir çok kere insanları bu bataklıktan kurtarmış ve en son olarak hatemülenbiya Hz. Muhammed Mustafa (S.A.) tarafından kurtarılmıştır. Bu anlayış; günümüzdeki İslâmî doğuş hareketinin önemli fonksiyonlarını belirleyeceği gibi insanlığı kurtarma hareketinde hangi noktadan harekete başlanacağını belirlemek ve kesin adımı atmanın anını tesbit etmek bakımından son derece ehemmiyeti haizdir.Yeniden başlayacak olan İslâm hareketi tıpkı ilk defa olduğu gibi önce insanları yeniden islâma çağırmalıdır. İçine düştüğü bataklıktan kurtarmalıdır. Ve açıkça insanlara İslâmın esaslarını açıklamalıdır. önce Allah’ın birliğine inanmaları gerektiğini, sonra yalnız ve yalnız Allah’a ibadet ederek bütün hayat hadiselerinde Allah’ın hükmünden başka hüküm tanımamalarını bildirmelidir. Ve bunlar tahakkuk etmeden İslâm dan söz edilemiyeceğini ve hiç kimsenin bunları yapmadan müslüman sıfatını kazanamıyacağını ve müslümanlara terettüp eden hukuk! haklardan istifade edemiyeceklerini, müslümanların onların mallarını ve ırzlarını korumakla mükellef olamıyacaklannı bildirmelidirler. Bu hususlardan herhangi birisini yerine getirmemekle bütünüyle islâmdan çıkılacağını ve insanları tekrar Allah’ın dinine döndürmek için çalışması ve kulları kullara kulluğun pençesinden kurtarması gereklidir... Bugün de içinde yaşadığımız dünya islâmdan sonra yuvarlandığı cahiliyet bataklıklarından birisine yuvarlanmış bulunmaktadır. Buna karşı yeniden İslâmî diriliş hareketinin canlanması ve insanları tekrar Allah’ın dinine döndürmek için çalışması ve kulları kullara kulluğun pençesinden kurtarması gereklidir... Bu konunun müslüman gönüllerde kesin ve kati olarak yeretmiş olması içab eder elbette. Beşeriyetin bu bahtsız devresinde yeryüzünü saran cahiliyet havasından kurtarıp bu uğursuz havayı dağıtacak olanların bu gerçekleri çok iyi bilmeleri gerekir. Çünkü bu konu kesin ve açık olarak ruhlarda yeretmedikçe yeni doğacak olan İslâm hareketi beşeriyetin bu sıkıntılı devresinde üzerine düşen vazifeyi yapamaz. Cahiliyet cemiyetinin karşısında bocalar, kesin bir tavır takınamaz. Ve karşısına çıkan cahiliyet çığırını müslüman çığır olarak kabul edebilir, bu yüzden hakikî hedefi yitirip yanlış yollara sapabilir. Hedefini yitirince de kendi yerini bulunduğu noktadan tesbit etmeye başlar ki, o takdirde ne yapacağını bilemez. Tahminlere göre hareket eder. Halbuki tahminlerle gerçekler arasında çok uzak mesafeler bulunabilir... Sayılamayacak kadar uzak mesafeler... * «** HEP AYNI HAREKET Üzerinde durmamız gereken bir diğer husus ta bütün peygamberlerin gönderildikleri kavimlerine karşı aynı tutumu takip etmeleridir. Ayrıca kavimlerinin tutumu da aşağı yukarı hep aynı olmuştur. Anlatılan kıssalarda gördüğümüz kadariyle hepsinin de kavminin başlangıçtaki tutumuyle sonraki tutumları arasında çok büyük farklar bulunmaktadır... Her peygamber kendi kavmine peygamber olarak gönderiliyor.1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
Bazen Hatırlatmak Lazım Herşeyin Sahibi ALLAHTIR.1-dot
Bazen Hatırlatmak Lazım Herşeyin Sahibi ALLAHTIR.VideoBazen Hatırlatmak Lazım Herşeyin Sahibi ALLAHTIR.
İzzet ve Şeref Batılı Çözümlerde Değil! İslamdadır!1-dot
Ümmetin içinde bulunduğu bu hal, her ikisi de “batı-l” olan Parlamenter veya Başkanlık sistemiyle çözülmez! Ancak temeli vahiy olan Hilafet ile çözülebilir. Hilafet gibi muazzam bir yönetim ancak kendisi gibi kusursuz bir metot ile inşa edilebilir. *** Onun içinde şu son asrın fikirleri ile insanlığın bilgilendirilmesi gerekir. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıDeğişime Şahitlik Edin
İNSANIN İNSANCA DEĞERLERİ ııı— Diğer taraftan, Allah’ın dinine bağlanıp yalnız ve yalnız O’na kulluk ederek başkalarına kul olmaktan kurtulmanın insan enerjisini boşa gitmekten korumak hususunda son derece büyük bir önemi vardır. Sahte tanrıların uğrunda insanlığın enerjisinin boşu boşuna akıtılmayıp bütünüyle yeryüzünün iman ve geliştirilmesi, tabiatı haliyle onunla birlikte hayatın geliştirilmesi için kullanılması konusu da büyük bir ehemmiyet arzeder. Meydanda apaçık bir gerçek var ki, biz ona bu cüzün baş taraflarında bir nebze işaret ettik... Şöyleki: Her ne zaman Allah kullarından bir kul kalkıp ta kendisini putlaştırmak isterse ve insanlan Allah’ı bırakıp kendisine kul etmek arzu ederse... Elbette ki bu putun insanları kendisine kul etmek için kuvvet ve enerjiye ihtiyacı olacaktır. Bu kuvvet ve enerjiyi önce şahsını korumak için kullanacak, sonra kendisini putlaştırmak için kullanacaktır... Bunun yanısıra onun borazanını öttürecek, buyruklarını duyuracak kuklalara ihtiyacı olacaktır ki, bunlar bu tarılarına karşı son derece gülünç olan kulluklarını yerine getirsinler ve onu takdis ederek herkesin gözünde büyütsünler ve yüce tanrılık vasflarını herkese tanıtsınlar.. Sonra da bir an bu kulluk görevlerini yerine getirmekten çekinmesinler. Çevresinde dönüp dursunlar, kutsal şeyler versinler ona, buyruklarını duâ gibi okusun ve durmadan sözlerini tekrarlasınlar... Bir kutsallık versinler ona kulları... Çok yorucu bir iş elbette ki bu. Çünkü bu gülünç kulluk ve ibadet etrafındaki borazanlar sustuğu, defler durduğu, buhurlar söndüğü, terennümler dindiği, buyruklar okunmaz olduğu zaman küçülür, kısılır ve basitleşir... Bunun için durmadan dinmeden bu havayı devam ettirmek gerektir. Bu ise elbette ki çok yorucu çalışmaları gerektirecektir. Bu yorucu çalışmalar yapılırken elbette ki enerjiler sarf edilecek, mallar dökülecek ve bazı kere de ruhlar ve ırzlar payimal edilecektir. Ama bunlar yeryüzünün iman için kullanılsa, verimli bir üretim çarkının dönmesi için harcansa, beşer hayatının geliştirilmesi ve zenginleştirilmesi için sarf edilse beşeriyet için bir çok faydalar sağlanacaktır. Ne yazık ki, bu çalışmalar, bu didinmeler, bu mallar ve bazı kere de ruhlar bu hayırlı, bu insanlık için verimli olan alanlarda kullanılmaz... Mademki insanlar Allah’a kul değil de onun dışında putlara kul olmaktadır, hiç bir şey doğrudan doğruya insanların hayrı için kullanılmayacaktır... Bu noktadan görülüyor ki insanlar Allah’tan başkalarına kul olma günahını işlemekle, O’ndan başkasına tapınmakla büyük kayıplara uğruyor, enerjileri tükeniyor, yeryüzünü imar edemiyor, üretim imkanlarını geliştiremiyorlar... Ve bunların ötesinde de ruhlarını mahvediyor, namuslarını mal ediyor, ahlâkî değerlerini ayaklar altına alıyor. Zillete düşüyor, eziliyorlar... Yeryüzünün bir sisteminde böyle de, diğerinde değil mi? Hayır hepsinde aynı. Sadece değişen şey yaşanan şartlar ve feda edilen kurbanlardır... _ Gerçekten de Avrupa sahte bir din adiyle insanlara zâlim bir terör rejimi uygulayan kilisenin baskısından kaçarken bütünüyle boşanmış ve Allah duygusundan bağını kırıp kaçmıştır, insanın insanlık değerlerini çiğneyen ve zâlim bir rejimle insanın şeref ve haysiyetini ayaklar altına alan kilise diktasına karşı baş kaldırırken Allah’a da isyan etmiş ve baş kaldırmıştır... Sonra da bir takım insanlar kendi insanlık şeref ve haysiyetini, hürriyet ve değerlerini — bu arada menfaatini — bir takım ferdiyetçi nizamların gölgesinde aramaya başlamış, bütün ideal ve düşüncelerini hürriyet ve haysiyetini demokrasiye bağlamış, ve bunların garantisini orada aramıştır. Veya parlamenter sistemlere, beşeri yasalara, basın hürriyetine, kaza ve teşri teminatlarına, seçmen çoğunluğunun kararına bağlamışlardır. Ve o nizamların çevresini saran sayılmayacak kadar çok lâfta prensiplere... Sonra ne olmuş?... Alınan netice ne?,. Sonuç; kapitalizmin, her türlü baskı sistemlerine başvurarak sayılamayacak kadar çok garanti ve paravanalar arkasına gizlenip insanları hayalî duygular içinde uyutup zulmü gerçekleştirmesidir. Neticede, kapitali elinde bulunduran azgın bir azınlığın alçaltan ve öldürücü köleliği altında çoğunluk ezilmiş ve azınlık grup her zaman parlamenter çoğunluğu dinde tutmuştur. Parlamenter çoğunluğu eline geçirince de yasaları kendisine göre tanzim etmiş, basın hürriyetini keyfine yorumlamış ve Allah'ın nizamı dışında nizam arayanların insanlık, şeref ve haysiyetlerini, değer ve hürriyetlerini de garanti unsuru olarak ele geçirmiştir. Sonra birtakım kimseler çıkmış sermaye çevresinin üstünlüğüne dayanan veya tabaka hakimiyetini sürdüren egoist ve ferdiyetçi nizama baş kaldırmış ve başını sosyalist sistemlere çarpmıştır. Sonu ne olmuş? Alınan netice ne?... Bu sefer de kapitalist zümrenin hâkimiyetinden çıkıp kolhoz hâkimiyetine girmiş. Bir başka ifadeyle; kapitalistlere ve büyük şirketlere kulluk yerine, idari sultayla birlikte malî gücü de elinde bulunduran devletin kulu kölesi hâline gelmiştir. Neticede ortaya çıkan durum, kapitalist sınıfın hâkimiyetinden çok daha tehlikeli bir hal almıştır... Her halükârda insanın insana boyun eğdiği nizam ve sistemlerin hepsinde insanlar mallarını ve canlarını acı bir fedâkârlık örneğiyle kurban vermişler. Kime? Çeşitli şekil ve hallerle ortaya çıkan tanrılara... Çünkü insanlar mutlak şekilde bir tanrıya kul olmak ihtiyacını duymaktadırlar. Eğer bu kulluk Allah’a olmazsa mutlaka Allah’tan başkasına olacaktır... Yalnız Allah’a kulluk insana hürriyetini, şeref ve haysiyetini, değer ve üstünlüğünü de bahşedecektir... Allah’tan başkasına kulluk ise insanın insanlığını yiyip bitirecek; şeref ve haysiyetini, hürriyet ve faziletlerini silip süpürecektir... Sonra da mallarını ve maddi menfaatlerini ortadan kaldıracaktır. İşte bütün bunlardan dolayı ulûhiyet ve kulluk meseleleri Allah'ın gönderdiği risalet ve kitaplarda büyük ihtimamla tahlil edilmiştir. İşte bu sûrede, bu önemin en güzel örneğine rastlıyoruz. Hatdi zatında bu mesele eski ve gülünç cahiliyetlerdeki puta ve taşa tapınma mes’elesiyle hiç mi biç ilgili değildir. Aksine her zaman ve her yerde, insanın var olduğu her an ile alâkalıdır. Dolayısiyle bütün cahiliyet çeşitleriyle de ilgisi vardır... Hem tarih öncesi hem de tarih sonrası cahiliyetlerle alâkalıdır. Yirminci asrın cahiliyeti ile de yakından münasebeti vardır. Daha doğrusu kulların kullara kulluğu esasına dayanan bütün cahiliyet sistemleriyle alâkalıdır... Bu konuda söylenecek sözün kısası Kur’anın bilumum takrirlerinden ve özellikle de bu sûredeki ayıklamalarından ortaya çıkıyor ki. din edinmek, bağlanmak ve hakimiyet mevzularının hepsi —ki bu sûrede buna tek kelimeyle ibadet deniliyor:— yalnızca bir akide, bir iman meselesidir, bir İslâm meselesidir. Yoksa bir bilgi, bir medeniyet, bir sistem meselesi değildir... Olabilir veya olamaz ama bu mesele tamamen akide meselesidir. Bulunabilir veya bulunamaz ama bu bir iman meselesidir... Tahakkuk eder veya edemez ama bu bir İslâm meselesidir. Bundan sonra da —ama önce hiç mi hiç değil— yaşanan hayat meselesidir ki sistem hüküm ve prensip halinde ortaya çıkar. Ve bu sistemin, hükmün, prensibin geçerli olduğu bir toplum şeklinde belirir. Böyledir... Çünkü “ibadet” meselesi bir şekil ve formalite meselesi değildir. Bilakis bir din edinme, emre uyma, bir nizamı benimseme, bir sisteme bağlanma ve günlük hayatta yaşanan bir doktrine uyma meselesidir... Ve böyle olduğu için de bunca dikkat edilmiş ve önem verilmiştir. Allah’ın nizamı onun için bu kadar fazla durmuştur bu mevzu üzerinde... Bütün resuller ve risaletler boyunca bu derece önem atfedilmiştir... Ve bunca acıları, eziyetleri ve fedakârlıkları gerektirmiştir... ********************************* ŞİRK'İN DEVLET ELİYLE RESMİLEŞTİRİLMESİ.! http://www.dailymotion.com/video/x3qegyd_sirk-in-devlet-eliyle-resmilestirilmesi_lifestyle *************************************1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
Listelist1-dot
Pompeii: 2000 Yıl Önce Zamanın Durduğu Lanetli Şehir | https://t.co/N5HbYUTfSx https://t.co/JOTAKb2hEpBağlantıEn yaratıcı yorumları, en ilginç fotoğraf ve videolarla birleştirip eğlenceli listeler haline getiriyoruz. Maksat gülelim, coşalım.
Ölümsüz Şehir Roma…1-dot
Allah katında gizli olan zaferini bizlere sunmuştur.İlim ve teknoloji aracılığı ile. http://ateistcaps.blogspot.nl/2015/01/tanrinin-varliginin-kanitlanmasinda.html Alıp üzerinde yoğunlaşarak çalışma yapıp insanlığa servis etmek bizlere düşüyor. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE,DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıNapolyon’un dediği gibi dünya bir ülke olsaydı başkenti İstanbul mu olurdu bilmiyorum ama şimdiden dünyanın başkenti, ölümsüz şehir ve…
Top 10 lugares de Roma1-dot
Top 10 lugares de Roma - Top 10 Listas https://t.co/RPzobWKiKU Allah katında gizli olan zaferini bizlere sunmuştur. https://t.co/TniZmoHqJdBağlantı
Hz. Musa’nın aklı başına geldi, “Ya Rabbi! Beni de, kardeşimi de affet. Bu fasık milletle aramızı ayır!” dedi. Allah Azze ve Celle onlara büyük bir ceza verdi. ‘ فَاقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْ’ ‘birbirinizi öldürün!’4 buyuruldu. Birbirlerini öldürmeye başladılar. Tevhidden uzaklaşanlara, şirke düşenlere verilen ceza; toplumun birbirini öldürmesidir, terördür. Bir toplum, Allah’ın yolundan saptığı, hak yolda sebat göstermediği, Allah’a şirk koştuğu, o memlekette Allah’ın dediği değil insanların dediği olduğu zaman Allah’ın onlara vereceği ceza; onların arasında iç savaş meydana getirmektir. *** Sebat, kararlı olmaktır. Evvela kutsalınız olacak, Kur’an’a ve Sünnete dayanacaksınız, ondan sonra da rüzgâr nereden eserse essin, doğrularınızdan taviz vermeyeceksiniz. Sizi başka istikametlere sevk etmek için türlü türlü rüzgârlar estirecekler. Eğer kaynağınız sağlamsa ve mutmainseniz sapmazsınız. İmanda sebat göstermek cennete girmek demektir. Sebat edemeyenler kaybederler. Sebat etmediğinizde kınanacağınızı, sebat ettiğinizde ise mükâfatını alacağınızı bilirseniz sebat edebilirsiniz. Eğer imtihanların hikmetlerini bilirseniz imtihanlara sebat gösterebilirsiniz. *** Heraklius onları çağırdı ve Mekkeli olduklarını öğrenince bir takım sorular sordu. O sorulardan biri de; “Onun eğitiminden geçmiş olanlardan; dinden dönmüş ve ondan ayrılmış olan var mıdır?”23 idi. Ebu Süfyan o zaman Müslüman değildi. Evet demeyi çok isterdi ama “yok” demek zorunda kaldı. Çünkü yanında başkaları vardı. Onlardan utandı, doğruları söyledi. “Ona iman edenler bir daha dönmüyorlar” dedi. ***1-dot
İSLAMCILIK VE BATI’YA MEYDAN OKUMA1-dot
Buna karşı çözüm yolu insanlığın yeniden İslami değerlerle buluşması ve bunlardan hareketle bireysel ve sosyal yaşamını dizayn etmesidir. Ancak tevhid, adalet, güzel ahlak, iyilik, zulme ve münkere karşı çıkmak ve ihsan gibi temel değerlere dayalı olarak inşa edilecek bir hayat, insanlığı, bugün karşı karşıya olduğu sorunlardan kurtarabilecektir. Bunun için insanların İslamın öngördüğü bu değerler etrafında bir araya gelmelerinin sağlanması yönünde bir çaba ve gayret sarfedilmesi gerekir. Bu çaba, bunun bilincinde olan her Müslümanın asli görevi olmalıdır. *** İşte Fikir. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları.Bağlantı… daha düne kadar İslam’ın temel öğretilerinden ve değer yargılarından hareketle sorgulanıp reddedilen liberalizm, kapitalizm, demokrasi, sekülerizm ve laiklik gibi hususların aslında çok da …
TEVHİDİN SOSYAL HAYATTAKİ ÖNEMİ II — Şimdi Allah’ın dinine bağlanmak ve bunun hayattaki fonksiyonları üzerinde durup bütün anlamlariyle ibadetin yalnız ve yalnız Allah’a tahsis edilmesinin bir başka noktadan değeri üzerinde duracağız: Allah’a kul olmak şüphesiz ki insanı başkalarına kul olmaktan kurtarır, insanları kullara kulluktan çıkarıp bir ve tek Allah’a kul eder. Ve böylece gerçek mânada insanlık şeref ve haysiyeti korunmuş olur. Gerek bu şeref ve haysiyet, gerekse kullara kul olmamak hususu Allah’ın hak din olan İslâm nizamının dışında hiç bir nizamda tahakkuk edemez. İslâm nizamının dışında insanlar çeşitli şekillerde birbirilerine kul olurlar. Gerek itikadî anlamdaki kulluk ile gerek bildiğimiz mânadaki ibadet ile, gerekse teşriî anlamdaki ibadet ile olsun. Hepsi de birer kulluk çeşididirler ve birbirlerinden farklı yanları yoktur. Madem ki hepsinde de insanlar Allah’tan başka kullara kul olmaktadırlar ve hayati meselelerde onların buyruklarına uymak zorundadırlar, değişen hiç bir şey yoktur. Hiç bir zaman insanlar dinsiz yaşayamazlar. Mutlaka bir din edinmek zorundadırlar. Ama Allah’ın dinine bağlanmayanlar muhakkak Allah’tan başkasının dinini benimseyeceklerdir. Hayatın değişik cephelerinde ortaya çıkan değişik şekillerdeki tanrılara kul olacaklardır. ►r-—■-*• Ya şehvetlerinin ve arzularının pençesine düşecek ve hudut nedir bilmeksizin, kontrol nedir yapmaksızın onun kulu olacaklardır... Ve böylece İnsanî hususiyetlerini kaybedecekler ve hayvanlar derekesine düşeceklerdir. “Küfredenler ise hayvanlar gibi yerler, eğlenirler ve onların durağı cehennemdir.” “ Muhakkak ki insanın insanlığını kaybetmesi kadar büyük kaybı yoktur. İnsan oğlu Allah'ın dininden çıkar çıkmaz insanlığını kaybeder ve hayvanların seviyesine iner. Şehvetlerin ve arzuların kulu kölesi olur. f ’ Daha başka türlü tanrılara da kul olurlar. Daha başka şeylerin de pençesine düşerler. Kendiliklerinden hükümler vaz’eden liderlerin, devlet adamlarının kulu olurlar. Bu hükümleri vazedenlerin menfaatından başka hiç bir şeyi gözetmeyen buyrukların mahkûmu - olurlar. Onlar diledikleri gibi tasarruf ederler hayatlarında. Bu sahte tanrılar gerek hükümler koyan bir ferdin hakimiyeti şeklinde ortaya çıksın, gerekse bir ırkın, bir kitlenin hakimiyeti tarzında ortaya çıksın değişen bir şey yoktur. Allahın şeriatını tanımayan ve Allah’ın hükümlerine dayanmayan bütün beşeri nizamlarda insanlığın düştüğü seviyelere göz atmak bunu görebilmek için kafidir. ************************************* ŞİRK'İN DEVLET ELİYLE RESMİLEŞTİRİLMESİ.! http://www.dailymotion.com/video/x3qegyd_sirk-in-devlet-eliyle-resmilestirilmesi_lifestyle ******************************************** Ne var ki kullara kul olmak, sadece yöneticilere, liderlere ve kanun koyuculara kul olmakla bitmez. Bu açıkça görülen bir şeklidir kulluğun ama hepsi bundan ibaret değildir... Daha başka şekilleri de vardır kullara kulluğun. Çoğunlukla gizli olur bunlar ama zaman zaman açık şeklinden çok daha beter ve fazla olur.. Bunun en açık örneği modaya kul olanlardır. Moda evlerinin insanlar üzerindeki hakimiyetini vâkıa hiç bir beşeri müessesede görmek mümkün değildir... Şu kendilerinin medeni olduğunu söyleyenler... Hepsi hepsi modanın kulu durumundadırlar. Moda yaratıcıları tarafından ortaya sürülen bir kıyafeti —ister çırılçıplak olsun, ister kapalı, ister binecekte olsun ister giyecekte, ister eğlencede olsun ister gezinti yerlerinde— modanın geçerli olduğu her alanda hiç bir cahiliyet mensubu erkeğin veya kadının kaçınması veya yerine getirmemesi mümkün değildir. İşte kulluğun daniskası... Kim çıkabilir modanın dışına bunlardan?... Şayet şu medeniyet adı verilen cahiliyetin mensupları moda evlerine kul oldukları, bağlandıkları kadar Allah’a kul olup bağlansalardı şüphesiz ki son derece zâhit birer mü’min olurlardı... Ve eğer bunların bu bağlılığına kulluk denilmezse neye denilecektir? Eğer bu modacılar bunların bakımı ve tanrısı değilse hakimiyetin ve tanrılığın anlamı nedir? ... Çoğu kere zavallı, hem de çok zavallı kadınlara rastlıyoruz, öyle dekolte kıyafetler giyiniyorlar ki ne şekillerine uyuyor, ne bedenleri ne de yapılarına. O derece boyanıyorlar ki alay konusu olmaktan, gülünç duruma düşmekten başka bir şeye yaramıyor. Ne var ki modanın güçlü tanrıları ve modanın bakim gücü alt ediyor onları ve bu derece küçülterek herkese gülünç, âleme rüsvay olmalarını sağlıyor. Karşı koymak mümkün mü modaya? Bu uydurma tanrıların kulluğundan kurtulmak ne mümkün?... Çünkü çevresini saran cemiyet „ bütün bütün moda tanrısının kulları, köleleri, o nasıl kurtarsın kendisini bu iğrenç putun elinden?. ************** https://www.google.nl/search?q=Kar%C5%9F%C4%B1+koymak+m%C3%BCmk%C3%BCn+m%C3%BC+modaya%3F&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ved=0ahUKEwj887nt2PXRAhVIBsAKHb3VCe8Q_AUICCgB&biw=911&bih=411 ************************************* Eğer bunun adı da kulluk, kölelik değilse nedir?.. Hakimiyet ve tanrılık bu değilse nedir?.. Bu sadece insanların Allah’a kul olmadıkları takdirde kul olacakları noktalardan bir tanesidir Allah’tan başka kullara kul olanların bağlanacağı uydurma dinlerden sadece birinin örneğidir... Şu halde sadece yöneticilerin, devlet 'adamlarının ve kanun koyucuların kulu kölesi olmak biricik kulluk şekli değildir. Beşerin beşere kulluğu, beşerin beşere hakimiyeti tek bir kulluk ve hakimiyet şeklinde olmaz, çok değişik şekilleri vardır onun... İşte buradan anlıyoruz tevhit akidesinin önemini. Allah’ın dinine bağlananların ruhlarının, ırzlarının, mallarının nasıl korunduğunu ve Allah’ın dininden başka dinlere bağlanmış bulunanların, kısacası Allah’tan başkalarına ve başka şeylere kul olanların bu noktalarda hiç bir koruyucularının bulunmadığını görüyor ve tevhidin kıymetini idrâk ediyoruz. Bu kulluk, kanun koyucuların hâkimiyeti şeklinde olabilir, geleneklerin ve alışkanlıkların hâkimiyeti şeklinde olabilir, basit düşünce ve inançların hâkimiyeti şeklinde olabilir... Gerek inanç ve gerekse düşünce alanında Allah’ın dininden başka dinlere ve yollara bağlanmak demek bitmez tükenmez evham ve hurafelerin bataklığına gömülmek demektir... Putperest cahiliyetlerde bunun değişik şekillerini görüyoruz. Avam takımının bağlandığı hurafe ve efsaneler de bu cahiliyetin bir başka şeklidir. Sakat bir düşünce ve yanlış bir inanç uğrunda nice malların, mülklerin kurban edildiğini hattâ zaman zaman çocukların bile adandığını görüyoruz. Bu düşünceler ve hurafelerin sardığı insanlar devamlı olarak uydurma tanrıların şerrinden korkuyorlar, bu tanrılarla ilgi kuran rahiplerin ve din adamlarının belâsından çekiniyorlar. Cinlerle, şeytanlarla, ifritlerle ilgi kuran esrarengiz kimselerin ve büyücülerin hemen üzerine indirecekleri felâketlerden korkup duruyorlar... Daha nelerden nelerden?... Boyunları bükülene, takatları bitene, enerjileri bu sahalarda mahvolup gidene kadar korku ve dehşet içinde, ümit ve arzu içinde yıpranıp gidiyorlar... Moda evlerine kulluğun sadece örfler ve âdetler hâli üzerinde durduk ve bu uğurda payimal olan ırz ve namus noktalarını ele aldık. Ya bu uğurda harcanan paralar, boşa akıtılan enerjiler ve öldürülen vakitler?... > Orta gelirli bir âile, parfümler, boyalar, rujlar, pudralar, koaföre gidip saç yaptırmalar, ondüle ettirmeler ve her yıl modası değişen elbiselik kumaşlar ve tuvalet takımları için... Sonra aynı modaya uyarak değişen ayakkabılar, saça, tuvalete, ayakkabıya uygun düşmesi gereken süs eşyası için... Ve bu uğursuz putların istedikleri saymakla bitmeyen diğer şeyler için... Normal gelirli bir âile gelirinin en azından yarısını bu uğurda harcıyor. Bir gün diğerini tutmayan bu her an değişen modacı tanrıların buyruklarını yerine getirmek ve istediklerini yapmak için gelirinin yarısını harcıyor. Çalışmasının yarı semeresi bu uğurda akıp gidiyor. Üstelik te harcadığı enerjisi caba... Kim var bunların ardında? Bu tanrıların ihdas ettiği dünyalara kurulmuş bulunan fabrika ve imalathanelerin ardında yahudi bankerler ve kapitalistler oturmuş bulunuyorlar... Ve modaya uyan bir kadın, yahut bir erkek bu yorucu çalışması ve çırpınması içinde bir an olsun durup ta bu iğrenç dinin emirlerini yerine getirmekten kaçınamıyor ve bu uğurda malı gidiyor, emeği gidiyor, ıra ve ahlâkı payımal oluyor, ama bir kere de olsun bu uydurma tanrının karşısına çıkıp res çekemiyor... Kulluğun bir başka çeşidi de insanlara hüküm koyan insanların buyruklarına uymanın yüklediği mükelefiyetlerdir... Bir Allah kulunun Allah’a sunduğu bir kurbanın mukabilinde Allah’tan başka hakim tanrılara kul olan insanlar bin bir katı kurbanlar takdim ederler de yine yakalarını kurtaramazlar. Mallarını, nefislerini ve ırzlarını bu uğurda feda ederler de yine bitmez... Putlar vardır dikilir bu tanrılar adına... Kimisinin adı “vatandaşlıktır”... Kimisinin adı “cinsiyettir”... Kimisinin adı “sınıf hakimiyetidir”... Kimi«nin adı “üretim imkânlarıdır”... Ve daha burada sayılmayacak kadar çok ve çeşitli putlar dikilir bu tanrılar adına... Bu uğurda bandolar çalınır, işaretler çekilir ve putçular puta tapanlardan putları uğrunda tereddüt etmeksizin mallarını ve canlarını feda etmelerini isterler. Aksi takdirde bu hususta gösterilecek bir tereddüt hiyanettir gayeye, en büyük utanç vesilesidir... Hattâ bu putların istekleriyle çatışan konu ırz ve namus konusu bile olsa feda edilecek elbette ve bu fedakârlık uğrunda kan dökülecek kadar büyük bir şeref vesilesi olur... Çünkü böyle bağırır o putların etrafına dikilmiş bulunan borazanlar... Ve bu borazanların ardında da yöneticilerden müteşekkil tanrılar kurulup otururlar. ****15 temmuz olayları**** https://www.google.nl/search?q=15+temmuz+olaylar%C4%B1&oq=15+temmuz+olaylar%C4%B1&aqs=chrome..69i57&sourceid=chrome&ie=UTF-8 ***************************** Gerçekten de yeryüzünde yalnız ve yalnız Allah’a kulluğu tahakkuk ettirmek, insanları taşlara, putlara ve şeytanlara tapınmaktan kurtarmak ve insanlığın hayatını Allah'ın irade buyurduğu o yüce seviyeye ulaştırabilmek için yapılan Allah yolunda cihadın gerektirdiği bütün fedakârlıkların... Bir kaç mislini sarf ederler Allah’tan başkasına kul olanlar... Allah yolunda cihat ettikleri takdirde mallarını, çocuklarını ve Ailelerini kaybetmekten korkanlar, şehit olup ölmenin eziyetinden, acısından ve kaybından endişe edenler... Düşünsünler bir kere Allah’tan başkasına kul oldukları takdirde kaybedecekleri malları, canları, çocukları ve bunların da ötesinde ahlâk ve namusları... Muhakkak ki Allah yolunda cihat etmek onlara Allah’tan başkasına kul olanlara yüklenen mükellefiyetlerden çok daha az mükellefiyetler yükler. Bunun da ötesinde, o pislikler, o utanılacak haller ve o zilletler... İNSANIN İNSANCA DEĞERLERİ ııı— Diğer taraftan, Allah’ın dinine bağlanıp yalnız ve yalnız O’na kulluk ederek başkalarına kul olmaktan kurtulmanın insan enerjisini boşa gitmekten korumak hususunda son derece büyük bir önemi vardır. Sahte tanrıların uğrunda insanlığın enerjisinin boşu boşuna akıtılmayıp bütünüyle yeryüzünün iman ve geliştirilmesi, tabiatı haliyle onunla birlikte hayatın geliştirilmesi için kullanılması konusu da büyük bir ehemmiyet arzeder. Meydanda apaçık bir gerçek var ki, biz ona bu cüzün baş taraflarında bir nebze işaret ettik... Şöyleki: Her ne zaman Allah kullarından bir kul kalkıp ta kendisini putlaştırmak isterse ve insanlan Allah’ı bırakıp kendisine kul etmek arzu ederse... Elbette ki bu putun insanları kendisine kul etmek için kuvvet ve enerjiye ihtiyacı olacaktır. Bu kuvvet ve enerjiyi önce şahsını korumak için kullanacak, sonra kendisini putlaştırmak için kullanacaktır... Bunun yanısıra onun borazanını öttürecek, buyruklarını duyuracak kuklalara ihtiyacı olacaktır ki, bunlar bu tarılarına karşı son derece gülünç olan kulluklarını yerine getirsinler ve onu takdis ederek herkesin gözünde büyütsünler ve yüce tanrılık vasflarını herkese tanıtsınlar.. Sonra da bir an bu kulluk görevlerini yerine getirmekten çekinmesinler. Çevresinde dönüp dursunlar, kutsal şeyler versinler ona, buyruklarını duâ gibi okusun ve durmadan sözlerini tekrarlasınlar... Bir kutsallık versinler ona kulları... Çok yorucu bir iş elbette ki bu. Çünkü bu gülünç kulluk ve ibadet etrafındaki borazanlar sustuğu, defler durduğu, buhurlar söndüğü, terennümler dindiği, buyruklar okunmaz olduğu zaman küçülür, kısılır ve basitleşir... Bunun için durmadan dinmeden bu havayı devam ettirmek gerektir. Bu ise elbette ki çok yorucu çalışmaları gerektirecektir. Bu yorucu çalışmalar yapılırken elbette ki enerjiler sarf edilecek, mallar dökülecek ve bazı kere de ruhlar ve ırzlar payimal edilecektir.1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
İşte yıllardır Müslümanlara anlatamadığımız, bu son derece açık, yalın gerçekliklerden başkası değildir. Müslümanlar nasıl bir muhafazakâr demokrat büyü ile büyülenmişler ise, gerçeklerle ne kadar açık ve yalın da yüzleşseler yine de uyanmamakta, ayıkmamakta ısrar etmekte, AKP’nin her sözünde ve pratiğinde bir keramet, onu bulamazlarsa takiyye aramaktan yorulmamakta, usanmamaktadırlar. Evet, AKP 13 yıldır bizzat yapıp-ettikleriyle, tartışmaya açtığı konular ve mesele edip üzerine gittiği meseleler üzerinden ve Ömer Çelik’in son açıklamasında olduğu gibi deklarasyonlarıyla kendisini çok açık olarak ifade etmektedir: “Bizim rejim sorunu diye bir sorunumuz yok arkadaş. Sadece sistemi tartışıyoruz. Bu kadar.” Peki, Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın hükümlerinden başka hükümler, O’nun gösterdiği Sırât-ı Mustaqîm’den başka yol, O’nun dininden başka din/hayat nizamı tanımaması gereken Müslümanlar? Şayet iman akdine sadık kalmak istiyorsa, Türkiye’de yaşayan herhangi bir Müslümanın rejim sorunu vardır, hem de bu onun en temel sorunudur. Zira üzerinde yaşadığı toprak parçasındaki hakim nizam, fert ve toplum hayatına sınırlar çizen hükümler manzumesi; Âlemlerin Rabbi’nin otoritesini tanımayan, O’nun hükümlerine teslim olmayan, O’nun hükümlerine rağmen ve muhalif olarak insan ve toplum hayatına sınırlar çizen laik bir rejimdir. İşte AKP sözcüsünün “kendisiyle bir sorunumuz yok” dediği rejimin temel mahiyeti budur. AKP’nin olmasa da, kendisini Müslüman olarak addeden her fert ve topluluğun bu rejimle esastan sorunu vardır, olmalıdır.
ŞİRK'İN DEVLET ELİYLE RESMİLEŞTİRİLMESİ.! - Dailymotion Video1-dot
Şunu belirtmeliyiz ki, tarihselciliği savunanların hiçbiri henüz, “muamelata dair hükümler”i tarihsel, “taabbudi (ibadete dair) hükümler”i ise evrensel kabul etmelerine dair ikna edici bir argüman ortaya koyamamışlardır. *** İBADETİN ASIL MÂNASI (“Beşeri faaliyetlerin, “ibadât ve muamelât” diye ikiye ayrılması, “Fıkıh” kitaplarının te’lifinden sonra ortaya atılmış bir meseledir.) http://www.dailymotion.com/video/x3qegyd_sirk-in-devlet-eliyle-resmilestirilmesi_lifestyle https://www.facebook.com/photo.php?fbid=243218762796199&set=pcb.243218829462859&type=3&theaterBağlantı
CENNET GARANTİ BELGESİ...1-dot
CENNET GARANTİ BELGESİ...KATİ DELİLLERİYLE. https://t.co/dnUBXYFVdv İnanmayanların durumu da Allah’a aittir... https://t.co/jBQjqVmIXCBağlantıYaratıcı yaratmış olduğu insanlığa gönderdiği son peygamber Muhammed aracılığı ile kendi tarifini vermiş. Kişi bu tarifi onayladıktan son...
CENNET GARANTİ BELGESİ...KATİ DELİLLERİYLE. http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/01/cennet-garanti-belgesi.html ********************************* İnanmayanların durumu da Allah’a aittir... Bu Alemde olmuş olacak her şey Allah’a aittir... “öyleyse O na ibadet et”.„ İbadet ve kulluğa yalnız ve yalnız O, lâyıktır. “Ve O na güven.”... Yardımcı ve dost yalnız ve yalnız O’dur... Hayır veya şer ne yaparsanız hepsini bilir O Ve hiç kimsenin yaptıkları karşılıksız kalmayacaktır: “Ve Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.”... * Ve işte böylece bu sûreyi de bitirmiş bulunuyoruz. Başlangıçta da sonuçta da tevhit, Allah’a ibadet, tevbe, istiğfar ve Allah’a dönüş konularını ihtiva etmişti. Başlangıç ile sonuç kısmı arasında kâinatın derinliklerinde dolaşılmış, çağların sayfaları karıştırılmış ve ruhların içinde gezilmişti. Böylece gerek sûrenin başında gerekse sonunda edebî uygunluk ve güzellik içiçe girmiş olarak görülüyor. Âyetlerin akışıyle hikâyelerin anlatılışı birbirine tamamen uyuyor. Hepsinde de derin bir görüş, engin bir düşünce ve Kur’ana has yön zenginlikleri yer alıyor. Şayet bu Kur'an Allah’tan başkasının yanından gelmiş olsaydı onda bir çok aykırılıklar bulurlardı... • * Şimdi, bu sûreyi bir bütün olarak inceleyenler —hattâ Mekke döneminde nâzil olan Kur’an sûrelerini bütün olarak ele alanlar— hepsinde bir ince, derin, köklü ortak çizgiler bulur ve hepsinin de aynı noktaya yüklendiğini görürler. Hepsinin de aynı mihver etrafında döndüğünü ve bütün hatlarının aynı noktaya uzandığını, bütün çizgilerin bir noktada toplandığını fark ederler... Bu ana çizgi tek kelimeyle akidedir. Bu din bütünüyle akide çevresinde dolaşır. Bütün insanlar için hayat nizamı olarak gelmiş bulunan bir dinin ana mihverini akide esasları teşkil etmektedir. ********************************** 2017 bu gün de Akidenin Netleşmesi lazım. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb ************************************************** Bu sûrenin üzerinde uzun bir açıklamaya girişirken bu ana mihver ye asıl çizgi üzerinde tafsilâtlı olarak duracağız. Âyetlerin akışı içerisinde bir nebze bu hususlara işaret etmiştik. Fakat bu bölümleri birbirine bağlamak bir nebze daha bu ana mihvere ve asıl çizgilere işaret etmemiz gerekecektir. İBADET ŞEKİLDEN İBARET DEĞİLDİR Sûrenin umumi akışından ortaya çıkan birinci gerçek... Evet gerek Hz. Muhammed’in getirdiği kitabın muhtevasını belirten giriş kısmında, gerekse beşeriyet tarihi boyunca İslâm inancının hareket hattını açıklayan kıssalar boyunca veya Resulullahın bu kıssalardan ortaya çıkan gerçekleri ve bu kitabın muhtevasından tebarüz eden hakikatleri müşriklerin yüzüne vurmasını bildiren sonuç kısmında... Sûrenin umumi akışından ortaya çıkan ilk gerçek... Tamamen yalnız ve yalnız Allah’a ibadet edip, O’ndan başkalarına ibadet etmemek esası üzerinde kümeleniyor. Ve bunun doğrudan doğruya dini bir mesele olduğunu, hesap ve cezanın, sevap ve ikabın bu temel esasa göre değerlendirileceğini belirtiyor. Gerek sûrenin giriş kısmında, gerekse muhtelif âyetlerin tefsirinde bu konuda gerekli malûmatı verdik. Burada ise Kur’anın bu gerçeği koyuş tarzı üzerinde durup bu tarzın ehemmiyetini açıklayacağız: Yalnız ve yalnız Allah’a ibadet gerçeği şu iki sigada varit oluyor "Ey kavmim. Allah’a ibadet edin, sizin O’ndan başka tanrınız yoktur.”... “Allah’tan başkasınıa ibadet etmeyeseniz diye muhakkak ki ben size O’nun tarafından gönderilmiş korkutucu ve müjdeleyiciyim.”... Görülüyor ki, buradaki iki sigadan birisi emir sigasiyle, diğeri de nehiy sigasiyle varit olmaktadır... Acaba ikisinin de anlamı bir midir? Birinci ifadeden açıkça anlaşılıyor ki; emir sadece Allah’a ibadet konusundadır ve O’ndan başka tanrı olmadığını belirtmektedir. İkinci sigadan da Allah’tan başkasına ibadetten nehyedildiği anlaşılmaktadır. Aslında ikinci siga birinci sigaran zaruri bir neticesidir. Ama birincisi mantıki esas, İkincisi ise bundan çıkarılan neticedir. Ama hikmeti ilâhi bu neticenin de ayıclanmasını Allah’tan başkasına ibadetin yasak olduğunun anlaşılması ile iktifa edilmemesini irade buyurmuştur. Bunun için bu nehyi ayrı bir ifade hâlinde belirtmiştir. Halbuki birinci emrin muhtevası içerisinde mantıki olarak o da yer almaktadır. Bu bize bu büyük hakikatin kavranması konusunda ve Allah’ın ölçüsündeki önemi hususunda derin işaretler vermektedir. Meselenin sadece mantıki muhakemeye bırakılarak zımnen anlaşılabilecek durumda terkedilmeyip üzerinde dikkatle durulması gerektiği açıkça belirtilmiş oluyor. Ayrıca Kur’anı Kerimin bu iki hakikati her iki şıkkıyle... Yani Allah’a ibadet ve Allah’tan başkasına ibadet etmemek... Şıklariyle belirtmek için takip ettiği metodu veriyor bize. Şöyleki, insan ruhu her zaman için kesin emirlere muhtaçtır, bu meselenin iki şıkkında da. Yalnız Allah’a ibadeti emredip O’ndan başka tanrı olmadığını bildirerek ve Allah’tan başkalarına ibadetin yasak olduğunu bunun zımnından çıkan mânaya bırakmayı ve bununla iktifa etmeyi aslâ yeterli görmez. Çünkü öyle bir zaman gelir ki, insanlar Allah’ı inkâr etmeyebiliri»’, O’na ibadeti de terk etmezler ama bunların yanısıra Allah’tan başkalarına da tapınırlar ve Müslüman olduklarını sandıkları halde —Allah korusun— şirke düşerler... ************************************ 2017 bu gün aynen öyle.onun için şu tarifi benimseyip onaylaması gerekir insanlığın. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.html *************************************** İşte bunun için Kur’anı kerim bu konuda hem emir, hem de nehiy sigasını aynı anda iradediyor ve biri diğerini tekit ediyor. Ve bundan sonra daha şirkin sızabileceği hiç bir delik ve gedik kalmıyor. ******************************************* CENNET GARANTİ BELGESİ...KATİ DELİLLERİYLE. http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/01/cennet-garanti-belgesi.html ***************************************** Bu ve benzer ifadeler Kur’anı kerimin muhtelif yerlerinde tekerrür etmiştir. İşte gerek bu sûredeki gerekse diğer sûrelerdeki benzer ifadelerden bir kaç tanesi: “Elif Lâm Ra. Bu kitabın âyetleri kesin kılınmış, sonra Hakim ve Habîr olan Allah tarafından uzun uzadıya açıklanmıştır. Allah’tan başkasına ibadet etmeyesiniz diye. Muhakkak ki ben size O’nun tarafından gönderilmiş korkutucu ve müjdeleciyim.”... N A b *u da kavmine gönderdik. “Ben sizin için apaçık bir korkutucuyum, Allah’tan başkasına ibadet etmeyesiniz diye. Çünkü ben size gelecek elim bir günün azabından korkuyorum.” * A d kavmine de kardeşleri Hud'n gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim, Allah’a ibadet edin sizin ondan başka tanrınız yoktur. Toksa sadece yalan uyduran kimseler olursunuz.” “ "Ve Allah buyurdu ki: “İki tanrı edinmeyin. O, sadece tek bir tanrıdır. Ve işte bunun için benden korkun.” * İbrahim ne yahudi idi ne de hıristiyan. Sadece Allah’ı kir tanıyan bir müslüman. Ve müşriklerden de değildi.” ” "Ben yüzümü müvahhit olarak gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim.” ** Hiç değişmez metodudur bu Kur’an’ın. Hep tevhit gerçeğini böyle dile getirir. Ayrı bir delâleti var tabii bunun. Gerek hiç bir zaman için zımni işaretlere ve mefhumlara güvenmeyip önemiyle mütenasip olarak kesin ve açık şekilde hükmü gerektiren büyük ve önemli bir konu olduğunu ortaya çıkarmak bakımından olsun, gerekse insan denen şu varlığın tabiatında bu gerçeğin böyle bir kesinlikle açıklığa kavuşturulması gerektiğini bildiren ve hiç bir şekilde kapalı bir noktasının bulunmamasının icabettiğine dair delaleti bakımından olsun apayrı bir anlamı var. En son hikmet Allahüteâlânındır elbette... Yarattıklarını en iyi bilen O’dur ve latifdir, haberdârdır. * • * İBADETİN ASIL MÂNASI İkinci olarak ta gerek bilumum Kur’anda gerekse bu sûrede kullanılan “ibadet” terimi üzerinde durmak istiyoruz. Ancak bu mefhumu kavradıktan sonra yalnız Allah’a ibadet edip, O’ndan başkasına ibadet etmeme konusunda neden bu derece yığınak yapılarak durulduğunu daha iyi anlamış oluruz. Bunun da ötesinde bu gerçeğin her iki şıkkiyle birlikte tekitli olarak ifade edilip, zımnen işaret edilmeyişindeki derin mânayı kavrayabiliriz. 30. HÛd: 23-26. 31. Hud: 30. 32. Nahl: 31. 33. Ali Imran:1-dot
2 Fotoğraf2 Fotoğraf
Islam'i Metodun Keyfiyeti 11-dot
Cahit TOPRAK Islam'i Metodun Keyfiyeti 1 BağlantıIslam'i Metodun Keyfiyeti 1
Zalime merhamet mazluma ihanettir - Mustafa Çelik1-dot
Zalime merhamet mazluma ihanettir https://t.co/pLguuQQDjY BU DURUMDA İSLÂM BİZDEN NE YAPMAMIZI İSTİYOR? https://t.co/qHj0QbbHuZBağlantıYeryüzünde iyilik işleyenin mükâfatsız, kötülük yapanın cezasız kalması Allah’ın adaletine aykırıdır. Zalimlere karşı direniş izzet, zalimler karşısında tevazu...
Beynini Yönet1-dot
Başınız beyninizin ev sahibi olabilir, ama onu yöneten siz misiniz? Marilyn Vos SavantBeyin, yüz milyar ışık yılı genişliğinde bir evreni kavrayabilen, avucunuza alabileceğiniz bir buçuk kilogramlık bir kütledir. Narian DiomondHatırlamak başka, bilmek başkadır. Hatırlamak yalnız belleğe saklanması i…BağlantıBaşınız beyninizin ev sahibi olabilir, ama onu yöneten siz misiniz? Marilyn Vos SavantBeyin, yüz milyar ışık yılı genişliğinde bir evreni kavrayabilen, avucunuza alabileceğiniz bir buçuk kilogramlık bir kütledir. Narian DiomondHatırlamak başka, bilmek başkadır. Hatırlamak yalnız belleğe saklanması i…
HİDAYET VE DALÂLET 114,— Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt kabul edenlere bir öğüttür. 115 — Sabret, çünkü Allah iyi davrananların mükâfatını zayi etmez.”... Bu emir Resulullaha ve beraberindeki tevbe edenleredir. “Sen dosdoğru emrolunduğun gibi haraket et”... Hz. Peygamber bu emrin dehşetini ve önemini çok iyi hissetmişti. Hattâ: “Beni H û d sûresi ihtiyarlattı.” Buyurduğu rivayet edilir. Buradaki () normal ve yerli yerince hareket edip hiç sağa sola sapmamaktır. Şu halde istikameti tutmak için sürekli bir uyanıklığa ve ebedi düşünceye ihtiyaç vardır. Yolun hudutlarını iyice araştırıp az veya çok dosdoğru yolda yürümeye pek mütemayil bulunmayan beşerî infialleri zabturabt altına almak gerekir. Binaenaleyh istikamet insanların her hareketinde bulunması gereken sürekli bir haldir. / *********************************** İNSANIN DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP ETMESİ GEREKEN İSTİKAMET... http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb ****************************************************** Burada dikkatleri bir noktaya çekmek istiyoruz, istikametten sonra gelen emir kusur ve eksikten uzaklaşmak ile ilgili değil haddi aşıp tecavüzle ilgili bir emirdir. Zira dosdoğru yürümek emri ve bununla birlikte şart olan vicdan uyanıklığı ve takva bazı kere olur ki, dini kolaylıktan zorluğa götüren bir haddi tecavüz ve aşırılıkla son bulur. Halbuki Allah dinini gönderdiği gibi yapılmasını emretmektedir. Hiç bir ifrata ve tefrite dalmadan dosdoğru emrolunan şekilde hareket edilmesini istemektedir. İfrat ve aşırılık ta tefrit ve eksiklik gibi bu dini ana mihrakından çıkarır. Tabiatını değiştirir. İnsanları dosdoğru tutmak gerek ihmalkarlığa gerekse aşırılığa sürüklememek için çok önemli bir dokunuştur bu. “Çünkü O, yaptıklarınızı görür.”... ( ) mastarından türemiş olan ( ) kelimesinin kullanılmasının konu ile yakından ilgisi vardır. Çünkü burada basiret, güzel idare ve takdir görmektir. öyleyse ey peygamber sen ve beraberinde tevbe etmiş bulunanlar emrolunduğun gibi dosdoğru yolda yürü... “Zulmedenlere yönelmeyin, yoksa size ateş dokunur.”... Yeryüzünde güç ve kuvvet sahibi olmuş, Allah’ın kullarını baskı ve sindirme ile ezmiş, Allah’tan başkalarına kul etmiş zalim, zorba ve diktatörlerin zulmüne dayanmayın, güvenmeyin... Yönelmeyin sakın onlara... Çünkü sizin onlara yönelmeniz, yani bu yeryüzünün en büyük kötülüğünü normal kabul etmeniz ve bu büyük günaha ortak olmanız yüzünden: “Size de ateş dokunur.”... Bu sapıklığın cezası olarak... “Sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.”... Bu gibi hallerde dosdoğru emrolunduğu gibi hareket etmek elbette ki, çok zor bir şeydir. Bunun için bir çok yardımlara ihtiyaç vardır. Allahüteâlâ yüce Resulüne ve beraberindeki mü’min azınlığa ikmal yolları gösteriyor: “Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl.”... Çünkü Allahüteâlâ her hâzinenin bittiği ve her azığın tükendiği anda bitmeyen azığın ve tükenmeyen hâzinenin namaz olduğunu bildiriyor. Namazın ruhi bünyeyi güçlendirdiğini belirterek mükellefiyetleri oldukça ağır olan hak yolunda kalblerine kuvvet veriyor. Çünkü namazla ancak bu gönüller Rahim ve Vedûd olan Rablerine bağlanır. Ve inatçı cahiliyet ortamında kendisini yapayalnız hisseden, gurbette kabul eden gönüllerde bir ünsiyet, bir dostluk havası estirir. Bu âyeti kerime günün iki tarafını —yani başı ile sonunu— zikrediyor, bir de gecenin yakın saatlerini belirtiyor. Bunlar her ne kadar namaz sayısını tahdit etmemekte ise de farz namazların vaktini belirtmektedir. Namazın sayısı ve vakitleri sünneti seniyye ile belirlenmiştir. Âyeti kerime namazları tam olarak eda etmeyi belirten emri müteakiben iyiliklerin kötülükleri giderdiğini açıklıyor. İyilikler ile bütün iyilikler maksuttu. İyiliklerin başında da namaz gelir, öncelikle namaz iyilikler arasında yer alır. Yoksa bazı müfessirlerin belirttiği gibi kötülükleri gideren iyilik sadece namaza münhasır değildir. “Bu, öğüt kabul edenlere bir öğüttür.”™ Haddi zatında namaz en büyük öğüttür. Binaenaleyh bu ifade burada tam yerinde kullanılmıştır. Dosdoğru yolda yürüyebilmek için sabra ihtiyaç vardır elbette. Nitekim Allah’ın yalancılara olan azabının tahakkuku için de sabırla beklemek gerekmektedir. Bunun için dosdoğru yolda yürümek ve namazla ilgili emri müteakiben şu âyet varit oluyor: “Sabret, çünkü Allah iyi davranananların mükâfatını zayi etmez. Dosdoğru yolda yürümek te iyi davranmaktır şüphesiz. Namazları vaktinde eda etmek te iyi davranmaktır elbette. Yalanlayıcıların hilelerine karşı sabır da iyi davranmaktır tabii... Ve Allah şüphesiz iyi davrananların mükâfatını zayi etmez. • ** GEÇMİŞLERİN AKİBETİ Bilahere âyeti kerime geçmiş milletlerin ve nesillerin akıbetleriyle ilgili yorumlarını tamamlıyor. Ve gizlice işaret diyor ki, şayet bu nesiller arasında kendileri için Allah nezdinde hayır talep edenler bulunsaydı ve bu azınlık insanları yeryüzünde fesat çıkarmaktan alıkoysaydı, zalimlerin zulmünü önleseydi başlarına bu kökten silinip gitme felâketi gelmeyecekti. Çünkü sakinleri islahçı olan hiç bir kavmi helâk etmeyeceğini Allahüteâlâ bildiriyor. Yani aralarında zulüm ve fesadı önleyecek kimseler bulunsaydı yok edilmezlerdi onlar. Bu beldelerde sadece çok az bir azınlık grupu inanmış idi ve bunların da hiç bir fonksiyonları yoktu. Bunun için Allah onları kurtarmıştı. Çoğunluğu ise müsrifler, zalimler ve zorbalar teşkil ediyordu. Bunun için Allah o beldeleri halkı ile birlikte yok etti gitti... 116 — Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil miydi? Onlardan kurtardıklarımız pek azdı. Zalim olanlar ise yalnız kendilerine verilen refahın ardına düştüler. Suçlu kimselerdi onlar. 117 — Kasabaların halkı İslah olmuşken Rabbin haksız yere onları yok etmez.”... ' Bu işarette Allah'ın geçmiş milletler ile ilgili bir kanunu açıklanıyor. İnsanları Allah’tan başkasına kul ederek, çeşitli şekillerde tanrılar ihdas ederek bozgunculuğa dalmış olan milletler karşılarında onları yok edecek kimseleri bulurlarsa o zaman Allah onlara ceza verip kökten yok etmez. Ama zalimlere ses çıkarmayan ve bozguncuların bozgunculuğuna engel olmayan milletlerin karşısına çıkıp / ta zulüm ve fesadı önleyecek kimseler bulunmayınca veya bulunduğu halde bozuk düzeni değiştirecek güç ve kudrete sahip olmazlarsa o zaman muhakkak Allah’ın kanunu yerini bulacaktır. Ya o millet kökten helak olup gidecek veya bir inhilâl ve ihtilâl ile mahvolacaktır... Şu halde yalnız ve yalnız Allah'a inanan ve bu dâvaya bağlanmış bulunan kimseler... Yeryüzünü Allah’tan başkasına kulluğun bozduğu fesat ve inhilâlden korumayı kendisine vazife bilen mü’minler hem milletler için, hem de kitleler için emniyet sibobu, can sigortasıdırlar... Ve bu özellik Allah'ın ulûhiyetini ikrar için savaşan mücahitlerin çabalarının değerini ve önemini gösterir. Her türlü zulüm ve fesat hareketlerine karşı çıkanların ifade ettiği anlamı belirtir... Şu halde bu mü’minler sadece Rablerine ve dinlerine karşı vazifelerini yapmakla kalmıyorlar ayni zamanda milletlerinin üzerine gelmesi mukadder olan ilâhi gazabı da önlüyorlar. Kendi kavimlerinin toptan yok olup gitmelerine mani oluyorlar. HİDAYET VE DALÂLET Son yorumda ise insanların hidayet ve dalâlet konularındaki ayrılıkları ve Allah'ın yaratıklarını bu değişik yönlere tevcihindeki kanunu açıklamaktadır: 118 — 119 — Rabbin dileseydi bütün insanları tek- bir ümmet yapardı. Ama Rabbinin rahmet ettikleri bir yana onlar hâlâ ayrılıktadırlar. Esasen onları bunun için yaratmıştır. Bununla beraber Rablerinin şu sözü de tamamen yerine gelmiştir: “Şüphesiz ki ben cehennemi insan ve cin ile dolduracağım.”... Allah dileseydi bütün insanları bir tek şekilde yaratırdı. Hepsinin kabiliyeti de aynı olurdu. Aralarında hiç bir fark ve ayrılık gözetmeksizin mükerrer nüshalar hâlinde yaratırdı. Ama bu, yeryüzünde mukadder olan hayatın tabiatına uygun düşmezdi. Allah’ın yeryüzüne halife olarak gönderdiği bu mahlûkun tabiatına da muvafık olmazdı. Allah bu varlığın değişik kabiliyette ve istidatta olmasını irade buyurmuştu. Herkese istediği yöne gitme hürriyeti vermişti. Herkes istediği yolu kendisi seçmeliydi. Ve bu hürriyetin sorumluluğu da kendisine ait olacaktı. Doğru yolu veya eğri yolu seçmesine göre cezalanacaktı. .. Böyle irade buyurmuştu meşiyeti şüphanî. Dalâleti seçen de hidayeti seçen kadar kendi hareketinden sorumluydu ve her ikisi de Allah’ın kanunlarına göre ceryan etmekte idi. İlâhî meşiyyete göre kul kendi isteğiyle dilediği yolu seçecek ve bu seçtiği yolun neticesinde cezasını da kendisi çekecekti. Allah dilemiştir tüm insanların tek bir millet olmamasını. Bunun için de her insanın değişik kabiliyette olmasını irade buyurmuştu. Bu ihtilaf inançlarının temel mevzularına kadar inecekti. Allah’ın rahmetine erenler elbette ki ihtilâfa düşmezlerdi. Çünkü onlar hakkı bulmuşlardı ve hak ise değişik olmazdı. Bunun için hidayeti seçenler tam bir birlik hâlindedirler. Fakat bu demek değildir ki, onlarla dalâlet erbabı arasında bir ihtilaf yoktur. Bilakis dalâlet erbabı ile tamamen ayrılık içindedirler. Âyetin bu ihtilâfın mukabili olarak zikrettiği ise şudur: “Bununla beraber Rablerinin şu sözü de tamamen yerine gelmiştir: “Şüphesiz ki ben cehennemi insan ve cin ile dolduracağım. Buradan da anlaşılıyor ki hak ve hakikat üzerinde birleşip te Allah’ın rahmetine nâil olanlar için ayn bir âkıbet vardır. Bunların sonu cennete varacaktır, tıpkı dalâlet ehlinin sonunun cehenneme varlığı gibi. Dalâlet ehli hem kendi aralarında ihtilâftadırlar, hem de mü’minler ile. Değişik değişik yolları ve metotları vardır onların. • ** VE SÛRE BİTERKEN Nihayet en son bölüme gelmiş bulunuyoruz.. Şimdi hitap Resulullaha yöneliyor ve kendisine anlatılan bu kıssaların hikmeti açıklanıyor. İnanmayanlara karşı son sözünü söylemesini ve tamamen onlardan ayrılmasını bildiriliyor. Artık onları kendi başlarına bırakıp Allah’ın bilinmez gaybına havale etmesi buyruluyor. Sonra kendisinin Allah’a ibadet edip, O’na dayanması ve kavmini yaptıklariyle başbaşa bırakması emrediliyor: 120 — Peygamberinin başından geçenini sana nakletmemiz, senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir. Bununla sana hak, mü’minlere de öğüt ve nasihat geldi. 121 — İnanmayanlara de ki, “elinizden geleni yapın, Biz de yapacağız. 122 — Bekleyin biz de bekleyeceğiz”. 123 — Göklerin ve yerin bilinmedikleri Allah’a aittir. Bütün işin O’na döndürülür, öyleyse O’na ibadet et ve O’na güven. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.”... Ne kadar eziyet çekmişti ki peygamber kavminden, onların sapıklığı ve azgınlığı karşısında Allah tarafından teselliye ve temkine ihtiyaç hissediyordu. Halbuki o, Rabbine güvenen, sabırlı ve sebatlı birisiydi: “Peygamberlerin başlarından geçenleri sana nakletmemiz, senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir.” “Bununla sana hak geldi.”™ Bu sûre ile... Davet konusundaki hak, peygamberlerin kıssalarındaki hak, Allah’ın kanunlarındaki hak, müjde ve azapların doğru çıkışındaki hak... “Mü’minlere de öğüt ve nasihat geldi.”™ Geçmiş asırların olayları onlara bir öğüttür, Allah’ın kanunlarını hatırlatır... Buna rağmen inanmayanlar için ne öğüt vardır ne de nasihat. Hiç bir şey kar etmez onlara. Peygamber tamamen ayrılmalı onlardan ve kat-i alâka etmelidir: “İnanmayanlara de ki: “Elinizden geleni yapın, bizde yapacağız.” Bekleyin, biz de bekleyeceğiz... Senden önce geçen bir peygamber kardeşinin dediği gibi. O kardeşin kavmıne bunları şöylemiş^ sonra da anları kendi Akıbetleriyle başbaşa bırakmıştı... “Göklerin ve yerin bilinmediği Allah’a aittir... Her şey O’na aittir... Senin durumun da onların durumu da...1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
Ercümend Özkan Anısına
Ercüment Bey’e göre eşyanın tabiatını (Fıtratını,özelliklerini) göz önüne alarak ... *** Ve bu gün (2017) yaşamış olsaydı kesinlikle şu fikri onaylar ve desdeklerdi. *EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. *** EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Bütün proplemlerin yok olduğu şu fikri niye anlamıya çalışmıyor hala geçmişdeki cedelleşmeleri gündeme getiriyor çıkmasa giriyorsunuz. https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=207337433050999&id=100013242319421Bağlantı1.Tarih-i Cihang-u Şa’da ‘Denizler leşleri hep suyun üstünde tutarken incileri dipte saklar’ diye bir deyiş var. İnci nadir bulunan bir nesnedir, kendi başına bir kıymettir, bir değerdir, onu arama…
TAŞRALI ROMANTİZMLERLE OYALANMAK1-dot
Bu durumda kapsayıcı bir dil, program ve proje temelinde yeni bir bilinç, bu bilince dayalı bir dayanışma inşa edilmediği takdirde, hayatlarımızı tabi kılınmış toplumlar ve kültürler olarak sürdüreceğiz. *** Onun için doğru bildiğimiz yanlış kavramların doğrusunu öğrenmemiz lazım. Örneğin;Eşya. İNSANIN EŞYA OLUŞUNUN DELİLİ. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/insanin-esya-olusunun-delili.html İşte bu bir kavramın manasını öğrendiğimizde tüm bakış açılarımız değişecektir. Bu açıdan baktığın zaman şu fikre ulaşman mümkün olacaktır. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları.BağlantıBütün Müslümanların hatırlaması gereken somut bir gerçek var: Emperyalist-sömürgeci irade tarafından hepimize birden dayatılan bir durumla karşı karşıya bulunuyoruz. Bu durumda kapsayıcı bir dil, p…
İslâm'ın Râyesi'ni Yükseltmek Tüm Müslümanlar'a Farzdır!
İslâm’ın Râyesi yeniden göklere yükselip dalgalansın ve Müslümanlar da yeniden eski izzetli ve şerefli günlerine kavuşabilmesi için şu an şu yolu takip etmesi lazım. İNSANIN EŞYA OLUŞUNUN DELİLİ. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/insanin-esya-olusunun-delili.html VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİ... http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/onemli-olaylar-vahiy-konulari-haricinde.html Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2016/12/esyayi-bazolcu-aldigimizdaasl-olan.html HİLAFET...BU DURUMDA İSLÂM BİZDEN NE YAPMAMIZI İSTİYOR? http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/bu-durumda-islam-bizden-ne-yapmamizi.htmlBağlantı
BİR DE ÂHİRETTE AZAP Dünyada iken böyle acıklı bir azap ile yakalanmak ahirette de azaba düçâr olamanın alâmetidir. Ahiret azabından korkanlar bu gerçeği görürler. Yani basiretleri açık olup ta bu dünyada iken acıklı bir şekilde yakalanmanın öbür dünyada azaba duçar olmak mânasına geleceğini bilenler bu acı hakikati fark ederler. Ve bu azaptan korkarlar. Burada âyeti kerime yeryüzündeki beşer kalbi ile kıyamet manzarasını bir sahne içinde toparlıyor. Ve bunu Kur'ana has iki merhaleyi birleştiren bir metot ile aralıksız yapıyor: 103 — Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibret vardır. O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür. 104 — Biz o günü ancak belirli bir süreye kadar geciktiririz. 105 — O gün gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır. 100 — Bedbahtlar cehennemdedirler. Orada yüksek sesle soluk alıp verirler. 107 — Gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır. Rabbinin dilediği müddet başka. Muhakkak ki Rabbin dilediğini yapandır. 108 — Bahtiyar olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça temelli kalacaklardır orada. Rabbinin dilediği başka. Bu ardı arası kesilmeyen bir lütuftur. “Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibretler vardır.”... Bu şekilde acıklı ve şiddetli olarak yakalanmak âhiret azabının bir benzeridir. Âhiret günün azabını hatırlatır ve o yüzden korkutur. Ne var ki, bunu ancak basireti açık olup ta âhiret azabından korkanlar görür. Ve kalbleri uyaran basiretleri açan sadece takvadır. Âhiretten korkmayanların kalbleri taşlaşmıştır, hiç bir delil karşısında' açılamaz. Yeniden yaratma ve meydana getirmedeki hikmeti İlâhîyi kavrayanı az. Bu dünyadaki günlük yaşayışının ötesinde hiç bir şeyi görmez. Hattâ bu geçici hayatta gözünün önünden akıp giden ibret verici olaylar hiç tesir etmez ona. Uyarmaz ve iz bırakmaz. Sonra âyeti kerime,o günü tavsif ediyor: “O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür.”... Burada bütün insanların toplanışı tablolaşmaktadır. Herkes gelmiş ve toplanmış. Kendi isteğiyle gelmiyor kimse oraya, gönderiliyorlar danışmaksızın. Herkes hazır, herkes bekliyor ne olacak diye?... “O gün gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz.”... Korkunç bir sessizlik kaplamış herkesi. Dehşet saçan bir ürperti inmiş bütünü ile sahnenin üstüne. Konuşmak izne tabi. Kim cüret edebilir de konuşma izni isteyebilir? Fakat Allah dilediğine izin verir. Onun izni ile sessizlikten kurtulur. Sonra dağıtım ameliyesi başlar: “Onlardan kimi» bedbaht, kimisi de bahtiyardır.”... Biz bu ifadelerin ötesinden “bedbaht olanları” görüyoruz. Ateşe girmişler, korkunç bir sıkıntı içindeler. Darlıktan, sıcaktan ve sıkıntıdan “Orada yüksek sesle soluk alıp verirler.” Bahtiyarları da görüyoruz. Cennete girmişler ve orda sonsuz ihsanlara nâil olmuşlar, hiç bir şey esirgenmiyor onlardan ve hiç bir şey ellerinden alınmıyor. Bunlar da, onlar da sürekli kalacaklardır bulundukları yerde. “Gökler ve yerler durdukça” duracaklardır. Bu ifadenin söylenişi bile insan zihnine bir süreklilik ve devamlılık hissi vermektedir. İfadelerin de kendilerine göre özellikleri bulunmaktadır. Burada da kastedilen evvel emirde bu özelliktir. Ama her iki halde de âyeti kerime bu sürekliliği Allah'ın meşiyyetine bağlamaktadır. Netice itibariyle her kanun ve her prensip varır Allah’ın meşiyyetine dayanır. Kanunları koyan Allah'ın hudutsuz meşiyyetidir. Binaenaleyh O, bu kanunlara bağlı ve mahdut değildir. Şüphesiz ki Allah ne zaman isterse bu kanunları temelden değiştiriverir: “Muhakkak id Rabbin dilediğini yapandır.”... Bir de âyeti kerîme bahtiyar olanlara Allah’ın lütuf ve ihsanının fazlalığını hatırlatarak sonsuz nimetler verileceğini ve Allah’ın meşiyyetinin bu yönde olduğunu belirtmektedir. Cennetteki ikametleri değiştirilecek bile olsa —ki böyle bir şey yoktur— Allah’ın lütfunun esirgenmeyeceğini belirtmektedir. Bu ihtimali sırf meşiyyeti ilâhiyenin sınırlılığını ima eden ifadenin gerisinden Allah’ın meşiyyetinin hudutsuzluğunu belirtmek için zikretmektedir. *• TEŞVİK VE İHTAR Âhiretteki akıbetlerle ilgili sadet harici bu açıklamadan sonra, ki bu da milletlerin bu dünyadaki âkıbetleri belirtilirken ve dünya azabı ile âhiret azabı arasındaki benzerlikler anlatılırken, gerek bu dünyada, gerekse öbür dünyada yalanlayıcıların acı neticeleri zikredilirken bir münasabet kurularak öbür dünya ile ilgili bu açıklamalara yer verilmişti. Evet bunlardan sonra âyeti kerîme bu kıssalardan ve gözler önüne serilen manzaralardan alınması gereken dersleri gerek Resulullaha, gerekse Mekke de ona inanmış olan azınlığa teselli verici bir destek olarak anlatıyor. Yalanlayanlara da bir açıklama ve ihtar ile içine düştükleri durumu gözleri önüne seriyor. Şüphesiz ki bunlar da atalarının tapındıkları şeylere tapınmakta idiler. Onların durumu ile o kıssalarda geçenlerin durumu arasında hiç bir fark yoktu. Onların âkıbeti de malûmdur. Bunların payına düşeni de onlar yapacaklardır. Her ne kadar bunların üzerinden azap ertelemiş ise M û s â peygamberin kavminin üzerinden de ertelenmişti. Bunu da Allah bir hikmete mebni olarak ertelemişti. Ama gerek M û s â (A. S.) ın ümmeti, gerekse Hz. Muhammed’in ümmeti belli bir süre içinde yapacaklarını yapacaklardır. Bunlardan azabın ertelenmiş olmasının sebebi ise sadece hak ve hakikat dinine bağlanmış olmalarıdır. Onlar ise tıpkı ataları gibi batılda idiler: l09 — öyleyse bunların taptıklarından şüphen olmasın Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar. Onların paylarını eksiksiz ödeyeceğiz. 110 — Andolsun ki M û s a ’ya da kitabı verdik. Hakkında ihtilâfa düştüler. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı aralarında hüküm verilmiş gitmişti bile. Doğrusu onlar bundan yana şiddetli bir tereddüt ve şüphe içindedirler. 111 — Hiç şüphe yoktur ki, Rabbin herkese amellerinin mukabilini tamamen ödeyecektir. O, şüphesiz yaptıklarına vakıftır.”.... Bunların taptıklarının batıl olduğuna dair hiç şüphe sızmasın içine. Hitap Hz. Peygambere, ihtar ise kavminedir. Bazı zaman olur ki, böyle bir üslûp insan ruhun da çok daha tesirli olur. Çünkü bu üslûp bu kanunun Allah tarafından peygamberine açıklanan bir ana mesele olduğunu belirtiyor. Ne herhangi birisiyle tartışma havasını taşımakta, ne de bu konuyu karıştıranlara hitap etmektedir. Maksat onları hiç önemsememek ve yer bile vermemektir. Bu gibi hallerde bazan onların önem verdiklerinden çok daha fazla mühim olan mücerret ve hâlis gerçek doğrudan doğruya kendilerini muhatap alarak yapılacak seslenişten daha müessir olur: “öyleyse bunların taptıklarından şüphen olmasın. Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar.”... Şu halde onların âkıbeti geçmişlerinden pek farklı değil... Onlar da azaba müstahak olacaklar... Fakat âyeti kerime üslubun orijinalitesine uyarak azabı açıkça zikretmiyor. “Onların paylarını eksiksiz ödeyeceğiz.”... Besbelli onlann nasibi de kendilerinden önce geçenlerin nasibi gibi. Daha önce seleflerinin payına düşenleri manzaralar hâlinde görmüştük. Olabilir kr, M û s â peygamberin kavmi gibi onlar da kökten yok olma azabına duçâr olmazlar: “And olsun ki M û s â ’ya da kitabı verdik. Hakkında ihtilâfa düştüler.”... Söyledikleri sözler, inandıkları inançlar ve yaptıkları ibadetler değişik değişik oldu. Ama Allah’ın geçmiş bir sözü vardı ki, onların hesabının kıyamet günü görüleceğini bildiriyordu:“Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı aralarında hüküm verilmiş gitmişti bile.”.. Bu söz de bir hikmete mebni olarak geçmişti. Ve buna binaen kökten yok olma azabına düçar olmamışlardı. Çünkü bir kitap gönderilmişti onlara ve kitap gönderilen dinlerin salikleri ise kıyamet gününde hesaba çekilecekti. Zira kitabın gönderilmesi ebedî bir hidayetin varlığına delil idi. O kitabın indiği dönemde yaşayan nesiller gibi daha sonra gelen nesiller de bu kitap ile hidayeti bulabilirlerdi... Bir neslin müşahede ettiği mûcize ve harikaların durumu böyle değildi ama. O mûcizeleri gören nesiller ya inanırlar kurtulurlar veya inanmazlar batarlardı. Gerek Tevrat, gerekse İncil mükemmel birer kitap idi. En son kitap gelene kadar onlar da sırasıyla hükümlerini sürdürmüşlerdi. Ama bu son kitabı gerdi Tevrat gerekse İncil tasdik etmekteydi Bunun için bu son kitap üzerinde birleşmesi gerekirdi bütün insanlığın. Ve buna göre hesaba- çekilecekti bütün insanlar. Tevrata uyanlar da, İncile tabi olanlar da hu kifaba göre sorguya çekileceklerdi. Halbuki onlar yani M û s A peygamberin kavmi “bundan yana şiddetli bir tereddüt ve şüphe içindeydiler.”» Yani M û s â peygamberin kitabından. Çünkü Hz. M û s a ’dan asırlarca sonra kaleme alınmıştı ve çelişik rivayetler yer alıyordu içinde. Ona uyanlar bile bu kitabın üzerinde kesin bir birliğe varamamışlardı. Azap ertelenmiş olduğuna göre herkes amelenin karşılığını tam olarak alacaktır. Onları bilen ve haberdar olan Allah hiç zayi etmeksizin onların yaptıklarım verecektir: “Hiç şüphe yoktur ki, Rabbin herkese amellerinin karşılığını tamamen ödeyecektir. O, şüphesiz yaptıklarına vakıftır.”» İfadei celîlede değişik tekitler yer alıyor ki, hiç kimsenin amellerinin eksiksiz ödeneceğine dair şüphe ve tereddüdü kalmasın diye. Ve hiç kimse bir daha bu kavmin tuttuğu yolun batıl olduğunda tereddüt etmesin diye. Nitekim bunların özendikleri şirki her çağın müşrikleri yapmışlardır... Bu tekitlerin o devredeki İslâm hareketinin pratik hayatında çok lüzumlu olan yönleri vardı. Müşrikler bu davete ve Resulullaha karşı son derece inatçı bir tutum ile karşı koymuştu. Onun beraberindeki mü’minler henüz azınlıktaydı. Takribi olarak bir duraklama devresi başlamıştı. Bu arada Allah'ın azabı belli bir süreye kadar ertelenmişti ve daha vuku bulmamıştı. Mü’minler eziyetlerle yüz yüze geliyorlardı. Düşmanlar ise kep başarılı gibi görünüyorlardı... Ve işte bu devrede bazı kalblerde sarsıntılar baş gösterdi. Hattâ son derece tutkun gönüller de bile bir yalnızlık havası esiyordu. Ve bu gibi teselli verici, sebat verici ifadelere çok ihtiyaç vardı... Mü’min gönüller için en iyi teselli ve en kuvvetli sebat kendi düşmanlarının Allah’ın da düşmanları olduğunu bildirmekti. Allah düşmalarının batıl yolda olduğunu bildirmekten daha çok teselli verici ne olabilirdi?» Aynı şekilde Allah’ın zalimlere mühlet vermesindeki hikmeti açıklamaktan daha çok ne sevindirirdi mü’min gönülleri... Diktatörlerin belli bîr süreye kadar iletilip sonra lâyık oldukları cezaya çarptırılmalarını açıklamaktan daha sevindirici ne olabilirdi. Böylece Kur’anın âyetlerinde bu akidenin takip ettiği hareket metodunun icaplarına da işaret etmiş oluyoruz. Ve Kur’anın müslümanlarla birlikte nasıl savaşa katıldığını ve onlara yolların işaretlerini nasıl gösterdiğini görmüş oluyoruz. .** ALLAHIN KANUNU Gerek bu açıklama, gerekse bu tekitli beyanlar insan ruhunda Allah’ın kanunlarının kendi istikametlerinde nasıl cereyan ettiğini, dini, vaadi ve vaîdi doğrultusunda nasıl yürüdüğünü gösterir. Şu halde Allah’ın dinine bağlananlar ve Allah dâvasına kendilerini adayanlar doğru bildikleri hak yolunda durmadan yürüsünler. Allah'ın dininde aşırı gitmeyip bulunmayan şeyleri eklemesinler ona. Ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar zalimlerden yana olmasınlar. Yolları ne kadar uzarsa uzasın Allah'ın dininden başka yol aramasınlar... Sonra yol azıklarını iyi hazırlasınlar, Allah'ın vaadi tahakkuk edene kadar sabretsinler... 112 — Sen dosdoğru emrolunduğun gibi hareket et Beraberindeki tevbe edenler de. Aşırı gitmeyin çünkü O, yaptıklarınızı görür. 113 — Zulmedenlere yönelmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
BİR DE ÂHİRETTE AZAP Dünyada iken böyle acıklı bir azap ile yakalanmak ahirette de azaba düçâr olamanın alâmetidir. Ahiret azabından korkanlar bu gerçeği görürler. Yani basiretleri açık olup ta bu dünyada iken acıklı bir şekilde yakalanmanın öbür dünyada azaba duçar olmak mânasına geleceğini bilenler bu acı hakikati fark ederler. Ve bu azaptan korkarlar. Burada âyeti kerime yeryüzündeki beşer kalbi ile kıyamet manzarasını bir sahne içinde toparlıyor. Ve bunu Kur'ana has iki merhaleyi birleştiren bir metot ile aralıksız yapıyor: 103 — Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibret vardır. O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür. 104 — Biz o günü ancak belirli bir süreye kadar geciktiririz. 105 — O gün gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır. 100 — Bedbahtlar cehennemdedirler. Orada yüksek sesle soluk alıp verirler. 107 — Gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır. Rabbinin dilediği müddet başka. Muhakkak ki Rabbin dilediğini yapandır. 108 — Bahtiyar olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça temelli kalacaklardır orada. Rabbinin dilediği başka. Bu ardı arası kesilmeyen bir lütuftur. “Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibretler vardır.”... Bu şekilde acıklı ve şiddetli olarak yakalanmak âhiret azabının bir benzeridir. Âhiret günün azabını hatırlatır ve o yüzden korkutur. Ne var ki, bunu ancak basireti açık olup ta âhiret azabından korkanlar görür. Ve kalbleri uyaran basiretleri açan sadece takvadır. Âhiretten korkmayanların kalbleri taşlaşmıştır, hiç bir delil karşısında' açılamaz. Yeniden yaratma ve meydana getirmedeki hikmeti İlâhîyi kavrayanı az. Bu dünyadaki günlük yaşayışının ötesinde hiç bir şeyi görmez. Hattâ bu geçici hayatta gözünün önünden akıp giden ibret verici olaylar hiç tesir etmez ona. Uyarmaz ve iz bırakmaz. Sonra âyeti kerime,o günü tavsif ediyor: “O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür.”... Burada bütün insanların toplanışı tablolaşmaktadır. Herkes gelmiş ve toplanmış. Kendi isteğiyle gelmiyor kimse oraya, gönderiliyorlar danışmaksızın. Herkes hazır, herkes bekliyor ne olacak diye?... “O gün gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz.”... https://www.facebook.com/photo.php?fbid=241407526310656&set=pcb.241407669643975&type=3&theater1-dot
BİR DE ÂHİRETTE AZAP Dünyada iken böyle acıklı bir azap ile yakalanmak ahirette de azaba düçâr olamanın alâmetidir. Ahiret azabından korkanlar bu gerçeği görürler. Yani basiretleri açık olup ta bu dünyada iken acıklı bir şekilde yakalanmanın öbür dünyada azaba duçar olmak mânasına geleceğini bilenler bu acı hakikati fark ederler. Ve bu azaptan korkarlar. Burada âyeti kerime yeryüzündeki beşer kalbi ile kıyamet manzarasını bir sahne içinde toparlıyor. Ve bunu Kur'ana has iki merhaleyi birleştiren bir metot ile aralıksız yapıyor: 103 — Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibret vardır. O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür. 104 — Biz o günü ancak belirli bir süreye kadar geciktiririz. 105 — O gün gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır. 100 — Bedbahtlar cehennemdedirler. Orada yüksek sesle soluk alıp verirler. 107 — Gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır. Rabbinin dilediği müddet başka. Muhakkak ki Rabbin dilediğini yapandır. 108 — Bahtiyar olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça temelli kalacaklardır orada. Rabbinin dilediği başka. Bu ardı arası kesilmeyen bir lütuftur. “Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibretler vardır.”... Bu şekilde acıklı ve şiddetli olarak yakalanmak âhiret azabının bir benzeridir. Âhiret günün azabını hatırlatır ve o yüzden korkutur. Ne var ki, bunu ancak basireti açık olup ta âhiret azabından korkanlar görür. Ve kalbleri uyaran basiretleri açan sadece takvadır. Âhiretten korkmayanların kalbleri taşlaşmıştır, hiç bir delil karşısında' açılamaz. Yeniden yaratma ve meydana getirmedeki hikmeti İlâhîyi kavrayanı az. Bu dünyadaki günlük yaşayışının ötesinde hiç bir şeyi görmez. Hattâ bu geçici hayatta gözünün önünden akıp giden ibret verici olaylar hiç tesir etmez ona. Uyarmaz ve iz bırakmaz. Sonra âyeti kerime,o günü tavsif ediyor: “O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür.”... Burada bütün insanların toplanışı tablolaşmaktadır. Herkes gelmiş ve toplanmış. Kendi isteğiyle gelmiyor kimse oraya, gönderiliyorlar danışmaksızın. Herkes hazır, herkes bekliyor ne olacak diye?... “O gün gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz.”... Korkunç bir sessizlik kaplamış herkesi. Dehşet saçan bir ürperti inmiş bütünü ile sahnenin üstüne. Konuşmak izne tabi. Kim cüret edebilir de konuşma izni isteyebilir? Fakat Allah dilediğine izin verir. Onun izni ile sessizlikten kurtulur. Sonra dağıtım ameliyesi başlar: “Onlardan kimi» bedbaht, kimisi de bahtiyardır.”... Biz bu ifadelerin ötesinden “bedbaht olanları” görüyoruz. Ateşe girmişler, korkunç bir sıkıntı içindeler. Darlıktan, sıcaktan ve sıkıntıdan “Orada yüksek sesle soluk alıp verirler.” Bahtiyarları da görüyoruz. Cennete girmişler ve orda sonsuz ihsanlara nâil olmuşlar, hiç bir şey esirgenmiyor onlardan ve hiç bir şey ellerinden alınmıyor. Bunlar da, onlar da sürekli kalacaklardır bulundukları yerde. “Gökler ve yerler durdukça” duracaklardır. Bu ifadenin söylenişi bile insan zihnine bir süreklilik ve devamlılık hissi vermektedir. İfadelerin de kendilerine göre özellikleri bulunmaktadır. Burada da kastedilen evvel emirde bu özelliktir. Ama her iki halde de âyeti kerime bu sürekliliği Allah'ın meşiyyetine bağlamaktadır. Netice itibariyle her kanun ve her prensip varır Allah’ın meşiyyetine dayanır. Kanunları koyan Allah'ın hudutsuz meşiyyetidir. Binaenaleyh O, bu kanunlara bağlı ve mahdut değildir. Şüphesiz ki Allah ne zaman isterse bu kanunları temelden değiştiriverir: “Muhakkak id Rabbin dilediğini yapandır.”... Bir de âyeti kerîme bahtiyar olanlara Allah’ın lütuf ve ihsanının fazlalığını hatırlatarak sonsuz nimetler verileceğini ve Allah’ın meşiyyetinin bu yönde olduğunu belirtmektedir. Cennetteki ikametleri değiştirilecek bile olsa —ki böyle bir şey yoktur— Allah’ın lütfunun esirgenmeyeceğini belirtmektedir. Bu ihtimali sırf meşiyyeti ilâhiyenin sınırlılığını ima eden ifadenin gerisinden Allah’ın meşiyyetinin hudutsuzluğunu belirtmek için zikretmektedir. *• TEŞVİK VE İHTAR Âhiretteki akıbetlerle ilgili sadet harici bu açıklamadan sonra, ki bu da milletlerin bu dünyadaki âkıbetleri belirtilirken ve dünya azabı ile âhiret azabı arasındaki benzerlikler anlatılırken, gerek bu dünyada, gerekse öbür dünyada yalanlayıcıların acı neticeleri zikredilirken bir münasabet kurularak öbür dünya ile ilgili bu açıklamalara yer verilmişti. Evet bunlardan sonra âyeti kerîme bu kıssalardan ve gözler önüne serilen manzaralardan alınması gereken dersleri gerek Resulullaha, gerekse Mekke de ona inanmış olan azınlığa teselli verici bir destek olarak anlatıyor. Yalanlayanlara da bir açıklama ve ihtar ile içine düştükleri durumu gözleri önüne seriyor. Şüphesiz ki bunlar da atalarının tapındıkları şeylere tapınmakta idiler. Onların durumu ile o kıssalarda geçenlerin durumu arasında hiç bir fark yoktu. Onların âkıbeti de malûmdur. Bunların payına düşeni de onlar yapacaklardır. Her ne kadar bunların üzerinden azap ertelemiş ise M û s â peygamberin kavminin üzerinden de ertelenmişti. Bunu da Allah bir hikmete mebni olarak ertelemişti. Ama gerek M û s â (A. S.) ın ümmeti, gerekse Hz. Muhammed’in ümmeti belli bir süre içinde yapacaklarını yapacaklardır. Bunlardan azabın ertelenmiş olmasının sebebi ise sadece hak ve hakikat dinine bağlanmış olmalarıdır. Onlar ise tıpkı ataları gibi batılda idiler: l09 — öyleyse bunların taptıklarından şüphen olmasın Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar. Onların paylarını eksiksiz ödeyeceğiz. 110 — Andolsun ki M û s a ’ya da kitabı verdik. Hakkında ihtilâfa düştüler. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı aralarında hüküm verilmiş gitmişti bile. Doğrusu onlar bundan yana şiddetli bir tereddüt ve şüphe içindedirler. 111 — Hiç şüphe yoktur ki, Rabbin herkese amellerinin mukabilini tamamen ödeyecektir. O, şüphesiz yaptıklarına vakıftır.”.... Bunların taptıklarının batıl olduğuna dair hiç şüphe sızmasın içine. Hitap Hz. Peygambere, ihtar ise kavminedir. Bazı zaman olur ki, böyle bir üslûp insan ruhun da çok daha tesirli olur. Çünkü bu üslûp bu kanunun Allah tarafından peygamberine açıklanan bir ana mesele olduğunu belirtiyor. Ne herhangi birisiyle tartışma havasını taşımakta, ne de bu konuyu karıştıranlara hitap etmektedir. Maksat onları hiç önemsememek ve yer bile vermemektir. Bu gibi hallerde bazan onların önem verdiklerinden çok daha fazla mühim olan mücerret ve hâlis gerçek doğrudan doğruya kendilerini muhatap alarak yapılacak seslenişten daha müessir olur: “öyleyse bunların taptıklarından şüphen olmasın. Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar.”... Şu halde onların âkıbeti geçmişlerinden pek farklı değil... Onlar da azaba müstahak olacaklar... Fakat âyeti kerime üslubun orijinalitesine uyarak azabı açıkça zikretmiyor. “Onların paylarını eksiksiz ödeyeceğiz.”... Besbelli onlann nasibi de kendilerinden önce geçenlerin nasibi gibi. Daha önce seleflerinin payına düşenleri manzaralar hâlinde görmüştük. Olabilir kr, M û s â peygamberin kavmi gibi onlar da kökten yok olma azabına duçâr olmazlar: “And olsun ki M û s â ’ya da kitabı verdik. Hakkında ihtilâfa düştüler.”... Söyledikleri sözler, inandıkları inançlar ve yaptıkları ibadetler değişik değişik oldu. Ama Allah’ın geçmiş bir sözü vardı ki, onların hesabının kıyamet günü görüleceğini bildiriyordu:“Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı aralarında hüküm verilmiş gitmişti bile.”.. Bu söz de bir hikmete mebni olarak geçmişti. Ve buna binaen kökten yok olma azabına düçar olmamışlardı. Çünkü bir kitap gönderilmişti onlara ve kitap gönderilen dinlerin salikleri ise kıyamet gününde hesaba çekilecekti. Zira kitabın gönderilmesi ebedî bir hidayetin varlığına delil idi. O kitabın indiği dönemde yaşayan nesiller gibi daha sonra gelen nesiller de bu kitap ile hidayeti bulabilirlerdi... Bir neslin müşahede ettiği mûcize ve harikaların durumu böyle değildi ama. O mûcizeleri gören nesiller ya inanırlar kurtulurlar veya inanmazlar batarlardı. Gerek Tevrat, gerekse İncil mükemmel birer kitap idi. En son kitap gelene kadar onlar da sırasıyla hükümlerini sürdürmüşlerdi. Ama bu son kitabı gerdi Tevrat gerekse İncil tasdik etmekteydi Bunun için bu son kitap üzerinde birleşmesi gerekirdi bütün insanlığın. Ve buna göre hesaba- çekilecekti bütün insanlar. Tevrata uyanlar da, İncile tabi olanlar da hu kifaba göre sorguya çekileceklerdi. Halbuki onlar yani M û s A peygamberin kavmi “bundan yana şiddetli bir tereddüt ve şüphe içindeydiler.”» Yani M û s â peygamberin kitabından. Çünkü Hz. M û s a ’dan asırlarca sonra kaleme alınmıştı ve çelişik rivayetler yer alıyordu içinde. Ona uyanlar bile bu kitabın üzerinde kesin bir birliğe varamamışlardı. Azap ertelenmiş olduğuna göre herkes amelenin karşılığını tam olarak alacaktır. Onları bilen ve haberdar olan Allah hiç zayi etmeksizin onların yaptıklarım verecektir: “Hiç şüphe yoktur ki, Rabbin herkese amellerinin karşılığını tamamen ödeyecektir. O, şüphesiz yaptıklarına vakıftır.”» İfadei celîlede değişik tekitler yer alıyor ki, hiç kimsenin amellerinin eksiksiz ödeneceğine dair şüphe ve tereddüdü kalmasın diye. Ve hiç kimse bir daha bu kavmin tuttuğu yolun batıl olduğunda tereddüt etmesin diye. Nitekim bunların özendikleri şirki her çağın müşrikleri yapmışlardır... Bu tekitlerin o devredeki İslâm hareketinin pratik hayatında çok lüzumlu olan yönleri vardı. Müşrikler bu davete ve Resulullaha karşı son derece inatçı bir tutum ile karşı koymuştu. Onun beraberindeki mü’minler henüz azınlıktaydı. Takribi olarak bir duraklama devresi başlamıştı. Bu arada Allah'ın azabı belli bir süreye kadar ertelenmişti ve daha vuku bulmamıştı. Mü’minler eziyetlerle yüz yüze geliyorlardı. Düşmanlar ise kep başarılı gibi görünüyorlardı... Ve işte bu devrede bazı kalblerde sarsıntılar baş gösterdi. Hattâ son derece tutkun gönüller de bile bir yalnızlık havası esiyordu. Ve bu gibi teselli verici, sebat verici ifadelere çok ihtiyaç vardı... Mü’min gönüller için en iyi teselli ve en kuvvetli sebat kendi düşmanlarının Allah’ın da düşmanları olduğunu bildirmekti. Allah düşmalarının batıl yolda olduğunu bildirmekten daha çok teselli verici ne olabilirdi?» Aynı şekilde Allah’ın zalimlere mühlet vermesindeki hikmeti açıklamaktan daha çok ne sevindirirdi mü’min gönülleri... Diktatörlerin belli bîr süreye kadar iletilip sonra lâyık oldukları cezaya çarptırılmalarını açıklamaktan daha sevindirici ne olabilirdi. Böylece Kur’anın âyetlerinde bu akidenin takip ettiği hareket metodunun icaplarına da işaret etmiş oluyoruz. Ve Kur’anın müslümanlarla birlikte nasıl savaşa katıldığını ve onlara yolların işaretlerini nasıl gösterdiğini görmüş oluyoruz. .** ALLAHIN KANUNU Gerek bu açıklama, gerekse bu tekitli beyanlar insan ruhunda Allah’ın kanunlarının kendi istikametlerinde nasıl cereyan ettiğini, dini, vaadi ve vaîdi doğrultusunda nasıl yürüdüğünü gösterir. Şu halde Allah’ın dinine bağlananlar ve Allah dâvasına kendilerini adayanlar doğru bildikleri hak yolunda durmadan yürüsünler. Allah'ın dininde aşırı gitmeyip bulunmayan şeyleri eklemesinler ona. Ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar zalimlerden yana olmasınlar. Yolları ne kadar uzarsa uzasın Allah'ın dininden başka yol aramasınlar... Sonra yol azıklarını iyi hazırlasınlar, Allah'ın vaadi tahakkuk edene kadar sabretsinler... 112 — Sen dosdoğru emrolunduğun gibi hareket et Beraberindeki tevbe edenler de. Aşırı gitmeyin çünkü O, yaptıklarınızı görür. 113 — Zulmedenlere yönelmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.1-dot
AYARTICI AYDIN HAZZI1-dot
AYDIN HAZZI https://t.co/htgLUDE8Xv TAĞUTLARIN KAPI KULLUĞUNU YAPMAKTA OLAN ÜLEMA KİSVESİNE BÜRÜNMÜŞ DALKAVUKLAR https://t.co/paFCeDJ0baBağlantı… verili sistemin zihinsel kodları ile Müslüman aydınların düşünüş biçimleri, temel kalkış noktaları örtüşmeyecek kadar mesafelidir. Yenişafak/Akif EMRE// Bir düşünürün, aydının yaşadığı çağa…
Geçen Ay
BUNLAR DA O DİYARLARIN HABERLERİ 100 — Bunlar o kasabanın haberleridir ki, sana anlatıyoruz. Onların bir kısmı hâlâ duruyor, bir kısmı ise silinip gitmiştir. 101 — Biz zulmetmedik onlara. Fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler. Rabbinin emri gelince de Allah’ı bırakıp taptıkları ilâhlar kendilerine bir fayda vermedi. Kayıplarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı. 102 — İşte böyledir Rabbinin yakalayışı, kasabaların zalim halkını yakaladığı zaman. Onun yakalaması da hem şiddetli hem de acıklıdır. O milletlerin acı âkıbetleri açıklanmıştı. Arzettikleri manzara ise ruhları ezdiği kadar hayali de ezmektedir. Onlardan bir kısmı boğucu bir dalganın içine gömülüp gitmişlerdi, bir kısmı ise öldürücü bir kasırga ile yok olup gitmişlerdi. Bir kısmını korkunç çığlıklar tutmuş, bir kısmı da mallariyle mülkleriyle yere gömülüp gitmişlerdi. Onlardan bir kısmı kavminin önünde onları cehenneme sürüklemiş ve ateşe götürmüştü.. Onların başına dünyada gelenler ise hâlâ hayallerde canlılığını sürdürmektedir... Bu noktaya gelince, âyeti kerimenin tesiri bu acı âkıbetleri ta kalblerin derinliğine, ruhların içine kadar ulaştırdıktan sonra şu yorum yer alıyor: “Bunlar o kasabaların haberleridir ki, sana anlatıyoruz. Onların bir kısmı hâlâ duruyor bir kısmı ise silinip gitmiştir.”... “Bunlar o kasabalann haberleridir ki, sana anlatıyoruz”... Sen bilmiyordun daha önce onları. Bu gizli kapalı gaybı sana bildiren Allah’ın vahyidir. İşte Kur’an’daki kıssalann bir hedefi de bu gizli haberleri sana aktarmaktır. ( ) “Onlardan bir kısmı hâlâ duruyor.” Hâlâ rastlanıyor onların izlerine. Çünkü yıkılmaz abideler bırakmışlar. Ahkaf diyarındaki  d kavminin harabeleri ve Hicr yurdundaki S e m û d kavminden kalma harabeler gibi. “Bir kısmı ise silinip gitmiştir.”.-. (-ı — ) biçilmiş ekinler gibi... Yeryüzünden silinmiş N û h kavmi gibi, L û t kavmi gibi yokluğa gömülmüştür. ******************************************** https://www.google.nl/search?q=%C3%82+d+kavminin&oq=%C3%82+d+kavminin&aqs=chrome..69i57&sourceid=chrome&ie=UTF-8 https://www.google.nl/search?q=S+e+m+%C3%BB+d+kavminden&biw=1093&bih=510&source=lnms&sa=X&ved=0ahUKEwjw1eiDh-nRAhVC1xoKHfowBGAQ_AUIBygA&dpr=1.25 https://www.google.nl/search?q=N+%C3%BB+h+kavmi+gibi&oq=N+%C3%BB+h+kavmi+gibi&aqs=chrome..69i57j69i64l2&sourceid=chrome&ie=UTF-8 https://www.google.nl/search?q=L+%C3%BB+t+kavmi&oq=L+%C3%BB+t+kavmi&aqs=chrome..69i57j69i64&sourceid=chrome&ie=UTF-8 *********************************************** Milletler ve mamureler nedir ki?... Tıpkı bitki yığınları gibi insan yığınlarından başka?.. Bir kısmı iyidir bu ekinlerin bir kısmı ise kötü. Bir kısmı verimli olur bir kısmı ise verimsiz... “Biz zulmetmedik onlara. Fakat onlar kendi nefislerine zulmettik*.”- İdrâklerini çalıştırmadılar onlar, hidayetten yüz çevirdiler. Allah'ın âyetlerini yalanladılar. Azap tehdidini alayla karşıladılar. Ve olan oldu. Kendi kendilerine zulmettiler, yoksa kimse zulmetmedi onlara. ‘ Rabbinin emri gelince de Allah’ı bırakıp taptıkları ilahları kendilerine bir fayda vermedi Kayıplarını artmaktan başka bir şeye yaramadı.”... Bu kıssaların hedeflerinden birisi de bu. Sûrei celîle Allah’tan başkasına inananları ihtar ile başlamış ve her peygamberin hikâyesiyle birlikte bu ihtar tekrarlanmıştı. Ve onlara şöyle denilmişti: “Bu uydurma tanrılar onları Allah'ın azabından kurtaramaz.” İşte bu Akıbetler de bu İhtan doğrulamıştı. îlâhları hiç bir fayda vermemişti onlara. Rabbinin emri geldiğinde azaptan kurtaramaz onları. Hattâ bu tanrılar onlara daha fazla felâket ve daha fazla ziyan getirmişti. ( ) kelimesi gerek ses tonunun ağırlığı itibariyle gerekse kelime yapısıyle son derece güçlü bir anlam ifade ediyor. Onlar tanrılara güvenerek Allah’ın Âyetlerini daha çok yalanlıyor ve daha fazla alay ediyorlar Allah'ın elçileriyle. Bunun üzerine Allah ta onların felâketini ve helâkini daha fazla hızlandırıyor. Ayeti kerimedeki ( ) ibaresi işte bunu ifade etmektedir. Onlar kendilerine hiç bir fayda vermedikleri gibi kendilerine gelecek zararları da önleyemiyorlar. Ne var ki, üst üste gelen zarar ve kat kat gelen felâket ve şiddetli helâk oluş bu tanrıların yüzündendir... “İşte böyledir Rabbinin yakalayışı, kasabaların zalim halkını yakaladığı zaman.” Sana anlattığımız bu kısalar gibi ve bunlardaki yok edişi gibi Rabbin halkı zalim olan kasabaları yok eder... Halkı zalim olan... Yani putperest olan. Allah’tan başka tanrılara tapınarak şirk koşan ( sonra da kendilerine zulmeden ve yeryüzünde fesadın, zulmün yayılmasına sebep olan kasabaların zalim halkını.. ‘Onun yakalaması da hem şiddetli, hem de acıklıdır.”... Mühlet .verip eylendirdikten ve denedikten sonra... Deliller ve peygamberler göndererek ihtar ettikten sonra... Halkan arasında zulüm hakim'olup, zalimler baskın çıktıktan sonra... Hak dâvasının sahiplerini hiç .bir fonksiyonu olmayan ve zalim cemaatın hayatında hiç bir tesiri bulunmayan azınlıklar olarak ortaya çıkmasından... Sonra... İnanmış azınlıklar, sapıklığa gömülmüş kavimlerinden tamanen ayrıldıktan sonra... Ve kendisini Rabbi bir, dini bir, kumandanı bir, rehberi bir, dostu bir ümmet olarak toparladıktan sonra.. Müşrik olan kendi milletlerine bütün bunları izah edip onları kendi âkıbetleriyle başbaşa bıraktıktan sonra... Hiç bir zaman için geri kalmayan Allah’ın değişmez kanunlarına göre. “O’nun yakalaması da hem şiddetli hem de acıklıdır.”...1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
YARATICININ VARLIĞININ KANITLANMASINDA KULLANILAN MODERN DELİLLER İNSANCI İLKE ÖRNEĞİ http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/yaraticinin-varliginin-kanitlanmasinda.html *** Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var.o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb BOZACININ ŞAHİDİ ŞIRACI..Hacivat ile karagöz.Bizlerde seyirci.! http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/bozacinin-sahidi-siraci.html CENNET'İN GARANTİSİ***MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.html1-dot
Batı’yı Eleştirirken Batı Değerlerinin Kopyacısı Olmak1-dot
Aklımız net mi karışık mı farkında değiliz. Gönül zembereğimiz paramparça… Evet, yaralarımıza merhem olacak eczayı araştırmak, bulmak yerine ya Batı’ya sövüyoruz ya da Kemalizm’le karanlıkta boks yapıyoruz. Sonu gelmez mazeretlere sığınıyoruz. Her kavgada haklı biziz, oysa biz hakikati aramakla mükellef kılındık, kendimizi haklı çıkarma gayretinde yitip gitmek için değil. *** İşte bizi,insanlığı düzlüğe çıkaracak istikamet... EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. ***BağlantıHaber10, güncel ve son dakika haberleri. Dünya, siyaset, yaşam, teknoloji haberleri için en iyi kaynak.
İBRET VERİCİ İŞARETLER 100 — Bunlar o kasabanın haberleridir ki, sana anlatıyoruz. Onların bir kısmı hâlâ duruyor, bir kısmı ise silinip gitmiştir. 101 — Biz zulmetmedik onlara. Fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler. Rabbinin emri gelince de Allah’ı bırakıp taptıkları ilâhlar kendilerine bir fayda vermedi. Kayıplarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı. 102 — İşte böyledir Rabbinin yakalayışı, kasabaların zalim halkını yakaladığı zaman. Onun yakalaması hem şiddetli hem de acıklıdır. 103 — Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibret vardır. O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür. 104 — Biz o günü ancak belirli bir süreye kadar geciktiririz. 105 — O gün gelince Allah’ın izni olmadan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır. 106 — Bedbahtlar cehennemdedirler. Orada yüksek sesle soluk alıp verirler. 107 — Gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır. Rabbinin dilediği müddet başka. Muhakak ki Rabbin dilediğini yapandır. 108 — Bahtiyar olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça temelli kalacaklardır orada. Rabbinin dilediği başka. Bu ardı arası kesilmeyen bir lütuftur. 109 — öyleyse bunların taptıklarından şüphen olmasın. Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar. Onların paylarını eksiksiz ödeyeceğiz. 110 — Andolsun ki, M û s a ’ya da kitabı verdik. Hakkında ihtilâfa düştüler. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı aralarında hüküm verilmiş gitmişti bile. Doğrusu onlar bundan yana şiddetli bir tereddüt ve şüphe içindedirler. 111 — Hiç şüphe yok ki, Rabbin herkese amellerinin mukabilini tamamen ödeyecektir. O, şüphesiz yaptıklarına vakıftır. 112 — Sen dosdoğru emrolunduğun gibi hareket et. Beraberindeki tevbe edenler de. Aşırı gitmeyin. Çünkü O yaptıklarınızı görür. 113 — Zulüm edenlere yönelmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz. 114 — Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu öğüt kabul edenlere bir öğüttür. 115 — Sabret, çünkü Allah iyi davrananların mükafatım zayi etmez. 116 — Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır. Zalim olanlar ise yalnız kendilerine verilen refahın ardına düştüler. Suçlu kimselerdi onlar. . 117 — Kasabaların halkı İslah olmuşken Rabbin haksız yere onları yok etmez. 118 — 119 — Rabbin dileseydi bütün insanları tek bir ümmet yapardı. Ama Rabbinin rahmet ettikleri bir yana onlar hâlâ ayrılıktadırlar. Esasen onları bunun için yaratmıştır. Bununla beraber Rabbinin şu sözü de tamamen yerine gelmiştir: “Şüphesiz ki ben cehennemi hep insan ve cin ile dolduracağım. 120 — Peygamberlerin başlarından geçenleri sana nakletmemiz senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir. Bununla sana hak, mü’minlere de öğüt ve nasihat geldi. 121 — İnanmayanlara de ki: “Elinizden geleni yapın biz de yapacağız.” 122 — Bekleyin biz de bekleyeceğiz. 123 — Göklerin ve yerin bilinmedikleri Allah’a aittir. Bütün işler O’na döndürülür, öyleyse O’na ibadet et ve O’na güven. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.” • • İBRET VERİCİ İŞARETLER İşte geldik sûrenin sonuna. Sûrenin içinde geçmiş bulunan vak’alara dayalı değişik yorumlar ve açıklamalar yer alıyor bu son kısımda. Bu açıklamalar ve yorumlarla sûrenin içinde kıssalar ve ifadeler arasında yakın bir ilgi var tabiî. Gaye ve hedefleri bakımından da aralarında tam bir uygunluk mevcut. Bu bölümdeki birinci yorum doğrudan doğruya kıssalar üzerine: '‘Bunlar o kasabanın haberleridir ki, sana anlatıyoruz. Onların bir kısmı hâlâ duruyor bir kısmıysa silinip gitmiştir. Biz zulmetmedik onlara. Fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler. Rabbinin emri gelince de Allah’ı bırakıp taptıkları ilâhları kendilerine bir fayda vermedi. Kayıplarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı. İşte böyledir Rabbinin yakalayışı, kasabaların zalim halkını yakaladığı zaman. Onun yakalaması da hem şiddetli hem de acıklıdır.”... İkinci yorum ise canlı bir kıyamet sahnesi hâlinde sunulan âhiret azabından korkmayı ima eden o kasabaların halkına inen azap üzerindedir. Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibret vardır. O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür. Biz o günü ancak belirli bir süreye kadar geciktiririz. O gün gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır. Bedbahtlar cehennemdedirler. Orada yüksek sesle soluk alıp verirler. Gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır. Rabbinin dilediği müddet başka. Muhakkak ki Rabbin dilediğini yapandır. Bahtiyar olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça temelli kalacaklardır orada. Rabbinin dilediği başka. Bu ardı arası kesilmeyen bir lututtur. öyleyse bunların taptıklarından şüphen olmasın. Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar. Onların paylarını eksiksiz ödeyeceğiz. Bundan sonra bir diğer yorum yer alıyor ki, bu da hem kıyamet sahnesinden alınmış, hem de o kasabaların halkının başına gelenlerden. Maksat her iki halde de Hz. Peygambere karşı gelen müşriklerin durumunun da bunların durumu gibi olduğunu belirtmektir. Şayet bu müşriklere kökten yok olup gitme cezası verilmiyorsa bu Allah’ın belli bir süreye kadar vermiş olduğu bir vaade mebnidir. Nitekim M û s â peygamberin kavmi de kitapta kendilerine gönderilen şeylerde ihtilafa düşmelerine rağmen azap ertelenmişti. Fakat bunların da onların da yaptıklarının karşılığı eksiksiz verilecektir. Ey peygamber, sen de, beraberinde olanlar da dosdoğru yolunuzda yürüyün. Zulmedip te şirk koşanlara doğru yönelmeyin. Namazını kıl ve sabret çünkü Allah ihsan edenlerin ecrini eksiltmez: “öyleyse bunların yaptıklarından şüphen olmasın. Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar. Onlann paylarını eksiksiz ödeyeceğiz. Andolsun ki, M û s a ’ya da kitabı verdik. Hakkında ihtilafa düştüler. Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı aralarında hüküm verilmiş gitmişti bile. Doğrusu onlar bundan yana şiddetli bir tereddüt ve şüphe içindedirler. Hiç şüphe yok ki, Rabbin herkese amellerinin mukabilini tamamen ödeyecektir. O, şüphesiz yaptıklarına vakıftır. Sen dosdoğru emrolunduğun gibi hareket et Beraberindekiler de. Aşırı gitmeyin çünkü O yaptıklarınızı görür. Zulmedenlere yönelmeyin, yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz. Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt kabul edenlere bir öğüttür. “Sabret, çünkü Allah iyi davrananların mükâfatını zayi etmez.” Sonra geçmiş çağlara yöneliyor. Yeryüzünde fesadı ve bozgunculuğu önleyen pek az kimse var. Çoğunluk ise kendi âleminde geçip gidiyor. Ve bu yüzden helâk olmayı hakediyorlar. Halbuki Rabbin halkı islahçı olan bir kasabayı helâk edecek değildir: Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır. Zalim olanlar ise yalnız kendilerine verilen refahın ardına düştüler. Suçlu kimselerdi onlar. Kasabaların halkı İslah olmuşken Rabbin haksız yere onlan yok etmez. İnsanların tuttukları yol ve hareketlerin muhtelif olmasındaki İlâhî kanun açıklanıyor. Eğer Rabbin isteseydi insanları tek bir ümmet yapardı. Ama iradei sübhanî insanoğluna bir nebze irade ve ihtiyar vermeyi murat etmiş: Rabbin dileseydi bütün insanları tek bir ümmet yapardı.. Ama Rabbinin rahmet ettikleri bir yana onlar hâlâ ayrılıktadırlar. Esasen onları bunun için yaratmıştır. Bununla beraber Rabbinin şu sözü de tamamen yerine gelmiştir: “Şüphesiz ki ben cehennemi, hep insan ve cin ile dolduracağım. Son olarak ta âyeti kerîme burada serdediien kıssaların ana gayesini açıklıyor. O da peygamberin gönlüne sebat vermektir. Aynca Hz. Peygambere müşriklere söylemesi gereken son söz bildiriliyor. Ve onları kendilerini bekleyen İlâhî gayba havale etmesi emrediliyor. Allah’a ibadet edip O’na dayandıktan sonra insanları kendi yaptıklarıyle başbaşa bırakmaya davet ediliyor: Peygamberlerin başlarından geçenleri sana nakletmemiz senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir. Bununla sana hak, mü’minlere de öğüt ve nasihat geldi. İnanmayanlara de ki: “Elinizden geleni yapın, biz de yapacağız. Bekleyin, biz de bekleyeceğiz.’’ Göklerin ve yerin bilinmezlikleri Allah’a aittir. Bütün işler O’na döndürülür. Öyleyse O’na ibadet et ve O’na güven. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir. * » * BUNLAR DA O DİYARLARIN HABERLERİ 100 — Bunlar o kasabanın haberleridir ki, sana anlatıyoruz. Onların bir kısmı hâlâ duruyor, bir kısmı ise silinip gitmiştir. 101 — Biz zulmetmedik onlara. Fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler. Rabbinin emri gelince de Allah’ı bırakıp taptıkları ilâh1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
İBRET VERİCİ İŞARETLER 100 — Bunlar o kasabanın haberleridir ki, sana anlatıyoruz. Onların bir kısmı hâlâ duruyor, bir kısmı ise silinip gitmiştir. 101 — Biz zulmetmedik onlara. Fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler. Rabbinin emri gelince de Allah’ı bırakıp taptıkları ilâhlar kendilerine bir fayda vermedi. Kayıplarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı. 102 — İşte böyledir Rabbinin yakalayışı, kasabaların zalim halkını yakaladığı zaman. Onun yakalaması hem şiddetli hem de acıklıdır. 103 — Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibret vardır. O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür. 104 — Biz o günü ancak belirli bir süreye kadar geciktiririz. 105 — O gün gelince Allah’ın izni olmadan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır. 106 — Bedbahtlar cehennemdedirler. Orada yüksek sesle soluk alıp verirler. 107 — Gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır. Rabbinin dilediği müddet başka. Muhakak ki Rabbin dilediğini yapandır. 108 — Bahtiyar olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça temelli kalacaklardır orada. Rabbinin dilediği başka. Bu ardı arası kesilmeyen bir lütuftur. 109 — öyleyse bunların taptıklarından şüphen olmasın. Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar. Onların paylarını eksiksiz ödeyeceğiz. 110 — Andolsun ki, M û s a ’ya da kitabı verdik. Hakkında ihtilâfa düştüler. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı aralarında hüküm verilmiş gitmişti bile. Doğrusu onlar bundan yana şiddetli bir tereddüt ve şüphe içindedirler. 111 — Hiç şüphe yok ki, Rabbin herkese amellerinin mukabilini tamamen ödeyecektir. O, şüphesiz yaptıklarına vakıftır. 112 — Sen dosdoğru emrolunduğun gibi hareket et. Beraberindeki tevbe edenler de. Aşırı gitmeyin. Çünkü O yaptıklarınızı görür. 113 — Zulüm edenlere yönelmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz. 114 — Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu öğüt kabul edenlere bir öğüttür. 115 — Sabret, çünkü Allah iyi davrananların mükafatım zayi etmez. 116 — Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır. Zalim olanlar ise yalnız kendilerine verilen refahın ardına düştüler. Suçlu kimselerdi onlar. . 117 — Kasabaların halkı İslah olmuşken Rabbin haksız yere onları yok etmez. 118 — 119 — Rabbin dileseydi bütün insanları tek bir ümmet yapardı. Ama Rabbinin rahmet ettikleri bir yana onlar hâlâ ayrılıktadırlar. Esasen onları bunun için yaratmıştır. Bununla beraber Rabbinin şu sözü de tamamen yerine gelmiştir: “Şüphesiz ki ben cehennemi hep insan ve cin ile dolduracağım. 120 — Peygamberlerin başlarından geçenleri sana nakletmemiz senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir. Bununla sana hak, mü’minlere de öğüt ve nasihat geldi. 121 — İnanmayanlara de ki: “Elinizden geleni yapın biz de yapacağız.” 122 — Bekleyin biz de bekleyeceğiz. 123 — Göklerin ve yerin bilinmedikleri Allah’a aittir. Bütün işler O’na döndürülür, öyleyse O’na ibadet et ve O’na güven. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.”
Ercüment Bey’e göre eşyanın tabiatını (Fıtratını,özelliklerini) göz önüne alarak bu hadislerin sağlamasını yapmanın gerekli olduğu üzerinde de şiddetle durulmasının da gerekliliğini belirtmiştir. *** Ve bu gün (2017) yaşamış olsaydı kesinlikle şu fikri onaylar ve desdeklerdi. *EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. *** EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Bütün proplemlerin yok olduğu şu fikri niye anlamıya çalışmıyor hala geçmişdeki cedelleşmeleri gündeme getiriyor çıkmasa giriyorsunuz. https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=207337433050999&id=100013242319421 ****************************** Allah kitabında, “Biz müminlerin canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın aldık.” (Tevbe-111) Buyurmaktadır. Yani bu ayete göre cennete girebilmenin, günahların affedilmesinin bir tek yolu vardır. Oda malından ve canından Allah yolunda vazgeçebilmek! Fakat gelin görün ki: Bu ayeti tekzip eden hafife alan hatta yok sayan ve adına da hadis denen birden çok söz ile karşı karşıya kalmaktayız. Mesela filanca namazın ilk rekâtında kâfurun, ikinci rekâtında ihlas sürelerini okuyarak kılan kişinin denizlerin köpüğü kadar günahları olsa affedilir ve cennete girer denilmektedir.(Doğrudur o zamanın insanına.Fakat bu gün 2017 noksandır,eksiktir. Kişi hüküm verirken verdiği konu hakkında bilgisi noksan olursa hükümde yanlış olur. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/kisi-hukum-verirken-verdigi-konu.html ) Şimdi sizlere soruyorum ayetin mesajı ile kendisine hadis denen sözün mesajı arasında bir ortak nokta var mı ?. Cevabımız hayır olmak zorundadır. Öyleyse, Tevbe suresinin yüz on birinci ayeti dikkate alınarak kendilerine hadis denen sözlerin gerçek olamayacağı, daha doğrusu Allah Resulüne ait olamayacağı kabul edilip reddedilmelidir. *** CENNET GARANTİ BELGESİ...KATİ DELİLLERİYLE. http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/01/cennet-garanti-belgesi.html1-dot
Ve bu noktada perde iniyor... Bu son söz ve bu son ayrılıkla birlikte perde kapanıyor ve o kavmim akıbeti ile ilgili sahne açılıyor. Yerlerinden, yurtlarından silinip S â l i h peygamberin kavmi gibi onların da yok olup gittiğini göstermek üzere açılıyor... Aralarından bunca zaman geçmiş olmasına rağmen bunların da akıbeti onların akıbeti gibi oluyor. Yeryüzünde hiç yaşamamışlar gibi oldu onlar da. Bir zamanlar hiç yaşamamış gibi oldular... Onlar gibi bunlar da Allah'ın lânetine hak kazanarak geçip gittiler. Bu varlıklar aleminden onların da sayfaları dürüldü... Kalblerdeki sayfaları da böylece kapanmış oldu: 94 — Emrimiz gelince Ş u a y b ’i ve beraberindeki inananları katımızdan bir rahmet olarak kurtardık. Zulmedenleri de korkunç bir ses yakaladı. Ve oldukları yerde diz üstü çöküverdiler. 95 — Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki S e m û d kavmi gibi M e d y e n halkı da Allah’ın rahmetinden uzaklaştı.”... Tarihin kara yapraklarından birisi daha kapanmış oldu... Allah’ın azabını yalanlayanlar bu sayfada da İlâhî azaba müstahak oldular. .. ***************************************** (Bu gün 2017 ortadoğudaki olaylar ve tüm dünyada müslümanların başına gelenler.!) ************************ 96 — 97 — And olsun ki M û s â ’yı âyetlerimizle ve apaçık burhanlarımızla Firavuna ve erkanına gönderdik. Firavunun emrine uydular. Oysa Firavunun emri hiç te doğru değildi. 98 — O, kıyamet gününde kavmine öncülük eder ve onları ateşe götürür. Ne kötü yerdir onların gittikleri yer. 99 — Hem burada, hem de kıyamet gününde lânete uğratılırlar. Ne kötü yerdir onların götürüldükleri yer. Bu kıssaların sonunda kısaca Hz. M û s â ile Firavunun hikâyesine işaret edilmesi Firavun ve erkanı ile, onun buyruğuna uyan kavminin sonunu tescil etmek içidir. Burada zikredilmeyen M û s â (A.S.) ile Firavun kıssasındaki birçok vak’alara ima eden ibretli işaretler bulunmakta. Ve kıyametin son derece canlı ve hareketli sahnelerinden birisini içine almaktadır. Gerek bu gerekse o İslâmın temel prensiplerinden birisini yerleştirme hedefine mebnidir. Bu temel prensip şudur:******* Herkes kendi sorumluluğunu taşır. Binaenalayeh önder ve liderlerin peşinde gidenlerin sorumluluk durumu bertaraf olmaz...******** Gözler önüne serilen bu sahne M û s â peygamberin Allah tarafından mûcize ve delillerle güçlü ve kudretli Firavuna ve erkanına gönderilişiyle başlamaktadır. 96 — And olsun ki M û s â ’yı âyetlerimizle Firavun ve erkanına gönderdik.”... Ayeti kerime kıssanın tümünü birden atlıyor ve sonuç kısmına geliyor. Bir de bakıyorsunuz ki, bu sahnede onlar Firavunun buyruklarına uymuşlar ve Allah’a isyan etmişler. Halbuki Firavunun buyruklarında serapa cehalet, budalalık ve demagoji hakimdir. 97 — Firavunun emrine uydular. Oysa Firavunun emri hiç te doğru değildi.”... Mademki onlar Firavunun buyruğuna uydular, onun peşine takılarak sapık izlerini takip ettiler, düşünmeden danışmadan arkasından gittiler ve mademki hiç bir şeyde onların fikri alınmadı, hor görüldüler Allah’ın kendilerine akıl ve irade ihsan ederek lütfettiği hürriyet ve şereflerini ayaklar altına aldılar... Evet mademki böyle yaptılar onlar, âyeti kerime açıkça bildiriyor ki, kıyamet gününde Firavun onlara rehberlik edecek ve onları peşine takarak cehenneme götürecektir: 98 — ”0, kıyamet günü kavmine öncülük eder.”... Biz geçmişteki bir hikâyeyi dinleyip gelecekle ilgili bir vaade kulak vermişken bir de bakıyoruz ki, sahne dönüvermiş hemen. Ve gelecek birden mazi oluvermiş gözümüzün önünde. Ve işte Firavun, kavminin önüne düşmüş cehenneme doğru sürüklüyor onları. Ve giriyorlar cehenneme... “Onları ateşe götürür.”... Tıpkı bir çobanın sürüyü sürüklemesi gibi götürür onları. Zaten onlar bir sürü değiller mi? Düşünmeden danışmadan Firavunun peşinde gitmiyorlar mı? İnsanın belli başlı özelliklerinden biri olan hür irade ve ihtiyarlarından vazgeçmemişler miydi?... İşte onları şimdi de ateşe sürüklüyor’ ’ Ne yazık onlara ki, doymak nedir bilmeyen, kudurdukça kuduran ateşe sürüklenirler... Karınları ve kalbleri kavurup yakan ateşe götürülürler... “Ne kötü yerdir onların gittikleri yer.”_ Ve bir de bakıyoruz ki, bu olanların hepsi... Firavunun önderliği ve onların cehenneme sürüklenişi... Evet bunların hepsi anlatılan bir kıssa imiş. Ve işte bu kıssanın yorumu: 99 — “Hem burada hem de kıyamet gününde lanete uğratılırlar.”... Halbuki alay ediyorlardı bununla, istihza ediyorlardı. “Ne kötü yerdir onların götürüldükleri yer.”... Şu cehennem ateşi onlara verilen îhsan_ Firavunun ve erkanının ihsanı onlara.. Firavun büyücülere büyük hediyeler ve ihsanlar vaad etmemiş miydi?.. İşte ona uyanların İhsanı bu... Ateş... Ne kötü yerdir onların götürüldükleri yer!.. Ne kötü ihsandır onlara sunulan... Ve işte bunlar da bu hayretengiz kitabın hayretlerle dolu tasvir ve ifade üstünlüklerinin numunesi...1-dot
2 Fotoğraf2 Fotoğraf
aşk filmlerinin unutulmaz senaristi BÜLENT ORAN1-dot
YARATICININ VARLIĞININ KANITLANMASINDA KULLANILAN MODERN DELİLLER İNSANCI İLKE ÖRNEĞİ http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/yaraticinin-varliginin-kanitlanmasinda.html GÜNÜMÜZ İNSANININ KENDİNİ İZAH EDEMEYİŞİ ANLATAMAYIŞI EN BÜYÜK PROPLEM...! http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2015/09/gunumuz-insaninin-kendini-izah.htmlVideoaşk filmlerinin unutulmaz senaristi BÜLENT ORAN http://yesilcamhatirasi.blogspot.com/
Kişi hüküm verirken verdiği konu hakkında bilgisi noksan olursa hükümde yanlış olur.Senaristlere.1-dot
İNSANLIĞIN KURTULUŞ İSTİKAMETİNİ BELİRLEMEK İÇİN ŞU FİKRİ AÇILIMI YAPMAK SİZLERE DÜŞÜYOR. Senaristlere. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/kisi-hukum-verirken-verdigi-konu.htmlBağlantıBu insanlıkta bulunan,Eşya konusu yanlış işlendiği için yanlış hükümler çıkmaktadır. Siz senaristlerden isteğim insanın eşya olduğun...
ONUN KADERİNİ SENİN HAREKETLERİN BELİRLEYECEK.SENİN KADERİNİDE ONUN HAREKETLERİ BELİRLEYECEK.
KAVRAM KARIŞIKLIĞINA SON* *NET KAVRAM ZAMANI.: ONUN KADERİNİ SENİN HAREKETLERİN BELİRLEYECEK. Bağlantı“Kadere” gelince:  İster insana egemen olan dairede meydana gelen olaylar olsun, ister insanın egemen olduğu dairede meydana gelen olaylar ...
Ölene Kadar - 3.Bölüm - ATV1-dot
ÖLENE KADAR SON BÖLÜM İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. https://t.co/EEOX5zCvpQ EŞYAYI BAZ,ÖL…https://t.co/Gv0IdGkIl5BağlantıAsıl katilleri bulma yolunda her şeyi göze alan Dağhan, Yılmaz’ın peşine düşerken Selvi için işler iyice zorlaşır.
DÖNEKLİK ****************************************** DİKKAT SEN BU GÜN PEYGAMBERLERDEN DAHA TOLERANSLI,AVANTAŞLISIN.2017 NESLİ. SON TEKNOLOJİ VE İLİMİN DOĞRULTUSUNDA YARATICININ VARLIĞININ İSPATI. (2017) https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=231537960630946&id=100013242319421 EY GENÇLİK,SAHABEDEN ELLİ KAT FAZLA SEVAP KAZANMAYA VARMISIN.? https://www.youtube.com/watch?v=R-6T9xLy3LA ******************************************************** Lûtufkarâne muamele ediyor yine de Ş u a y b (As.) Getirdiği hakka güvenen ve inanan birisi olarak yumuşak hareket ediyor. Yaptıkları istihzaları ve alayları görmemezlikten geliyor, aldırış etmiyor hiç. Cehaletlerine veriyor onların. Yine de onlara kendisinin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu, köklü bir esasa istinat ettiğini ve söylediğinin kendisi tarafından değil de kendisini peygamber olarak gönderen Allah tarafından bildirildiğini işar edip gayet efendice hareket ediyor. Şayet istediği gibi emanete riayet edilecek olursa bunun sonucundan sadece onların değil kendisininde meteesir olacağını,çünkü kendisininde malının mülkünün bulunduğunu belirtiyor. Ayrıca bu davet ettiği şeylerden ötürü kendilerinden bir ücret te istemiyor. Şahsi bir menfaat ta beklemiyor... Bir şeyi yasaklayıp ta sonra kendisi yaparak büyük kazançlar sağlamak emelinde değil. O umumi bir İslahat fermanının davetçisi. Bunun faydası hem kendisine hem onlara, hem de bütün cihana... Hem olarn sandıkları gibi çağırdığı şeylerin hiç birisinde onların zararına bir şey mevcut değil... 88 — Ey kavmim, ben Rabbimden apaçık bir delil üzere isem ve O bana kendisinden güzel bir rızık ihsan etmişse ne dersiniz? Size yasakladığım şeylere aykırı hareket etmek istemem. Gücümün yettiği kadar İslah etmekten başka bir isteğim yoktur. Başarım ancak Allah’tandır. O’na güvendim ve O’na yöneliyorum.” dedi.”... ****************************************** DİKKAT SEN BU GÜN PEYGAMBERLERDEN DAHA TOLERANSLI,AVANTAŞLISIN.2017 NESLİ. SON TEKNOLOJİ VE İLİMİN DOĞRULTUSUNDA YARATICININ VARLIĞININ İSPATI. (2017) https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=231537960630946&id=100013242319421 ******************************************************** “Ey kavmim—”». Böyle bir güzellik, şefkat ve yakınlıkla... Ayrıca akrabalık bağı hatırlatılarak başlanıyor söze: “Ben Rabbimden apaçık bir delil üzere isem”- ****************************************** DİKKAT SEN BU GÜN PEYGAMBERLERDEN DAHA TOLERANSLI,AVANTAŞLISIN.2017 NESLİ. SON TEKNOLOJİ VE İLİMİN DOĞRULTUSUNDA YARATICININ VARLIĞININ İSPATI. (2017) https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=231537960630946&id=100013242319421 ******************************************************** Ben bu gerçeği ruhumda duyuyor ve yakinen biliyorum ki, Allah onları bana emrediyor ve size tebliğ etmemi bildiriyor. İçimdeki bu açık delilden ötürü ben de güven ve bağlılık içerisinde çıkıyorum ortaya: “Ve bana kendinden güzel bir rızık ihsan etmiş ise, ne dersiniz.?”— Sizin gibi benim de alışverişten elde ettiğim servet hep O’nun-dur. “Size yasakladığım şeye aykırı hareket etmek istemem.”... Hem size yasaklayacağım, hem de sizin ardınızdan gidip aynı şeyleri ben yapacağım ha? Sırf kazanç elde etmek için?!.. “Gücümün yettiği kadar İslah etmekten başka bir isteğim yoktur”- Umumi bir İslah istiyorum ben. Hayatın İslahını, cemiyetin İslahını, fertlerin ve kitlelerin İslahını istiyorum. Topluma ve fertlere hayır getirecek bir İslahat istiyorum... Her ne kadar kavminden bazıları onun buyruğuna uymakla şahsî kazançlarının bîr kısmını kaybedeceklerini ve fırsatları kaçıracaklarını sansalar da aslında kaybettikleri kötü ve haram kazançtır. Kaybettikleri fırsatlar adi fırsatlardır. Onun yerine Allah helâl rızık verecek ve dayanışma içinde birbirine destek olan bir toplum peyda edecektir. Aralarında kin ve çekememezlik, tecavüz ve düşmanlık kalmayacaktır... “Başarım ancak Allah’tandır.”... Bu yapacağım İslahatta beni başarıya ulaştıracak yalnız ve yalnız Allah’tır. O, niyetimi bilir ve çalışmama göre mükafatlandırır beni. “O’na güvendim.” Yalnız O’na güveniyorum, yalnız ve yalnız O’na dayanıyorum... “Ve O’na yöneliyorum.”... Yalnız O’nadır yönelişim. Yaptığım amellerim ve niyetim ile sadece ve sadece O’na teveccüh ediyorum... Sonra onlara bir başka vadiden geliyor ve uyarmak istiyor. Onlara kendilerinden önce geçen Nûh, Hûd, Sâlih, Lût peygamberlerin kavimlerinin başına gelenleri gösteriyor... Olabilir ki, bu onların kalbinde düşünce ve tefekküre dayalı aklî öğütlerin yapmadığı tesirleri yapar da uyanırlar: 89 — Ey kavmim, bana karşı gelmeniz, Nûh kavminin, Sâlih kavminin başına gelen felaketin benzerini sakın başınıza getirmesin. Lût kavmi de sizden pek uzak değildir.”... Bana muhalefet etmeniz, karşıma geçerek diretmeniz sizi hakikatleri tekzibe kadar götürmesin, sizin başınıza da sizden önceki kavimlerin başına gelenlerin gelmesinden korkarım... Şu Lût kavmi sizden çok önce yaşamış değildi, yerleri de sizden pek uzak değil. Çünkü M e d y e n yurdu Hicaz ile Şam arasında bir yer de bulunmaktaydı. **************************************************** (Bu gün Hollandalı şu kelimeyi kullanır ama nereden türediğini bilmez çoğu. 'sodom'idir op derler**Halbuki sodom itnelerin helak olduğu şehrin ismi https://www.google.nl/search?q=sodum&oq=sodum&aqs=chrome..69i57&sourceid=chrome&ie=UTF-8#q=sodom+%C5%9Fehrinin+hikayesi https://www.youtube.com/watch?v=F8urnFkIyqE Bu gün insanların çoğu niye yaşadığını bilmiyor. Müslümanların çoğuda, Müslüman mı değil mi onuda bilmiyor. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/05/ey-insanoglu.html ****************************************** Azap ve helak ile yüz yüze getirdikten sonra onların önüne tevbe ve mağfiret kapılarını açıyor. En içten ifadeler ve en güzel cümlelerle Allah’ın rahmetine çekmeye çalışıyor. 90 — Mağfiret dileyin Rabbinizden. Sonra da tevbe edin O’na. Doğrusu benim Rabbim Rahim ’dir, V e d û d ’dur.”... İşte böylece her taraftan okşuyor onları. Öğüt veriyor, ihtar ediyor, korkutuyor, teşvik ediyor, sevindiriyor ki belki kalpleri yumuşar, açılır ve Allah’ın huzurunda eğilir diye... Ne var ki, onların kalbleri o derece bozulmuş, hayat ölçüleri o şekilde alt üst olmuş, düşünce ve hareketleri o kadar adileşmişti ki, biraz önceki şımarıklıklarını, yalanlayıp alaya almalarını bile terk etmemişlerdi: 91 — Dediler ki: “Ey Ş u ay b, söylediklerinin çoğunu anlamıyor ve seni aramızda zayıf görüyoruz. Taraftarların olmasaydı seni taşlardık, esasen sen bizim yanımız da şerefli kimse de değilsin.”... İçleri sıkılıyor onların apaçık gerçekler karşısında. Görmek istemiyorlar bir türlü hakikatleri... “Dediler ki: Ey Ş a a y b söylediklerinin çoğunu anlamıyor.”». Hem onlar hayati değerleri dışa vuran maddi kuvvetlerle ölçüyorlar: “Ve seni aramızda zayıf görüyoruz.”.» Hz. Ş u a y b ’in getirdiği ve onların karşısına diktiği gerçeklerin hiç önemi yok onlarca. Zira bir ağırlığı mevcut değil onların ölçülerince. “Taraftarların olmasaydı seni taşlardık.”.» Hep kabile dâvası güdüyor onlar, akide dâvası güden yok aralarında. Kan bağına önem veriyorlar, gönül bağına değil... Ayrıca Allah’ın dostlarına yardım edeceğini ve bu husustaki gayretini görmezlikten geliyorlar ve hiç hesaba katmıyorlar. “Esasen sen bizim yanımızda şerefli bir kimse de değilsin.”... Ne takdir ediyoruz seni, ne de hürmet ediyoruz sana. Üstünlük ve hakimiyetinden doğan bir şerefin de yok aramızda, Biz sadece fiile ve aşireti hesaba katarız. Diğer şeref ve haysiyet unsurlarını kale bile almayız. *********(2017*Bu günde aynı.) Ruhlar sağlam bir inançtan mahrum olur, yüce değerlerden yoksun kalırsa elbette toprağa sarılacak ve toprağın değerlerine önem verecektir. Bu durumda şerefli ve değerli bir dava hürmet görmez... Yüce bir gerçek kıymetli olmaz. Dava adamını koruyan etrafı yoksa onu ezmekten kimse çekinmez. Veya kendisini koruyan maddî bir gücü yoksa tepelenmek istenir hep. İnanca hürmet, hak ve hakîkata değer vermek, dava adamına saygı göstermek ise bu başı boş ruhlarda hiç bir değer ifade etmez. * *• BİR PEYGAMBERİN GAYRETİ O esnada Hz. Ş u a y b gayrete geliyor ve Rabbinin izzet ve celâli ile ilgili sözleri vakarına dokunuyor. Kavmi ve yakınlarıyle onurlanmak yerine onları bu mevcudatta kendilerini bekleyen kötü akıbetle yüz yüze getiriyor. Kendilerini çepe çevre saran Rablerine karşı saygısızlıklarına mukabil onları bekleyen acı akıbet ile yüz yüze getiriyor. Ve son sözü söylüyor onlara. Akide esasına dayanarak kavminden tamamen ayrılıyor. Onları Allah ile başbaşa bırakıyor. Benzer hareketlerde bulunanları bekleyen azap ile korkutuyor onları. Ve diledikleri akibeti seçmek hususunda kendi hallerine bırakıyor. 92 — Ey kavmim, benim taraftarlarım size göre Allah’tan daha mı şerefli ki O’na sırt çevirdiniz? Doğrusu Rabbim sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır.” dedi. 93 — Ey kavmim, elinizden geleni yapın. Doğrusu ben de yapacağım. Kimi rüsvay edecek bir azabın geleceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözetleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözetleyiciyim.” dedi...”... “Benim taraftarlarım size göre Allah’tan daha mı şerefli ki?..”... Ne kadar kuvvetli olursa olsun bir beşer topluluğu mu? Şu insan denen güçsüz, zayıf ve Allah’a kul olmaktan başka bir özellikleri bulunmayan kitle mi? Evet bunlar mı daha şerefli size göre Allah’tan?... Bunlar mı?... “Ki O’na sırt çevirdiniz?”... Sırt çevirmek dönmek ve kaçmanın hissi bir tasviridir. Ki onların yaptıkları şeyin şenaatini ve kötülüğünü belirtir. Onlar Allah’ı bırakıyorlar ve kaçıyorlar. Halbuki kendilerini yaratan da Allah, Rızıklandıran da. İçinde bulundukları nimetleri de O vermiş kendilerine. Şu halde bu yaptıkları ölçüsüzlük, küfür ve tekzip olduğu gibi hayasızlık, nimeti inkâr, yüzsüzlük ve şımarıklıktır da. “Doğrusu Rabbim sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır.”«. Kuşatma tabiri bilginin varabildiği en son sınırı ifade eder. Rabbinin yüceliği ve vakariyle ilgili konuda inanmış bir kişinin kızışıdır bu. Soy, âile, kavim, aşiret ve millet ile öğünmenin hiç bir kiymet ifade etmeyeceği bir kızıştır bu. Hz. Ş u a y b şişmiyor, böbürlenmiyor ve kavminin akraba ve aşiretleriyle öğünmelerine aynı şeylerle öğünerek mukabele etmiyor. Kendi yakınlarının ve taraftarlarının kendisini koruyup yardım edeceklerine dayanmıyor güvenmiyor. Asıl iman da bu değil midir zaten? Şüphesiz ki, mü’min Rabbinden başkasına güvenip onunla öğünmez. Rabbinden korkmayıp ta etrafında kavim ve aşiretinden korkulmasına da razı olmaz. Mü’minin tarafgirliği kavmi ve aşireti için değil Rabbi ve dini içindir. Her zaman ve her toplumda İslâm düşüncesiyle cahiliyet düşüncesinin yollarının ayrıldığı nokta burasıdır... Bu Allah için kızma, bu kavimden ve aşiretten sıyrılma ve Allah’tan başkasını korumaktan ve O’ndan başkasiyle öğünmekten vaz geçme yüzünden işte Hz. Ş u a y b kavmine karşı bu şekilde kesin bir tavır takınıyor. Daha evvel içlerinden birisi iken şimdi bütünüyle uzaklaşıyor onlardan. Ve yollar bu noktada ayrılıyor. Hem de bir daha hiç kavuşmamak üzere... “Ey kavmim, elinizden geleni yapın.”... Yürüyün yolunuzda. Ne yapacaksanız yapın... Artık elimi silkeledim, çıktım aranızdan... “Doğrusu ben de yapacağım.”... Ben de kendi yolumda ve kedi metoduma uygun olarak hareket edeceğim. “Kimi rüsvay edecek bir azabın geleceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz.”... Ben mi yoksa siz mi? “Gözetleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözetleyiciyim.”... Beni ve sizi bekleyen akıbeti gözetleyeceğim... Bu tehdit te bile sonuç hakkında kesin bir güven hâkim. Ayrıca onlardan kat’iyetle uzaklaştığını ve yolların bir daha birleşmemek üzere ayrıldığını ima eden bir mâna var... • * Ve bu noktada perde iniyor... Bu son söz ve bu son ayrılıkla birlikte perde kapanıyor ve o kavmim akıbeti ile ilgili sahne açılıyor. Yerlerinden, yurtlarından silinip S â l i h peygamberin kavmi gibi onların da yok olup gittiğini göstermek üzere açılıyor... Aralarından bunca zaman geçmiş olmasına rağmen bunların da akıbeti onların akıbeti gibi oluyor. Yeryüzünde hiç yaşamamışlar gibi oldu onlar da. Bir zamanlar hiç yaşamamış gibi oldular... Onlar gibi bunlar da Allah'ın lânetine hak kazanarak geçip gittiler. Bu varlıklar aleminden onların da sayfaları dürüldü... Kalblerdeki sayfaları da böylece kapanmış oldu:1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
MODERN KÖLELER TOPLULUĞU: CEMAATLER1-dot
“Zehirlenmişim, kanser enjekte edildiği bilgisi var!” Vefatından kısa bir süre önce yaptırdığı sağlık taramasında sapasağlam olmasına rağmen; bir ay gibi kısa bir sürede tüm vücudunu kanser hücreleri sararak 15 gün içerisinde hastalanarak ölen Araştırmacı Yazar Aytunç Altındal’ın hasta yatağında son sözleri idi bunlar. Ölmeden önce Fransa’da doktorların kendisine kanser hücreleri enjekte edildiği bilgisi verdiğini ve bu suikastın da uzun süredir kendisini tehdit eden FETÖ eliyle yapıldığını söylemişti. TAĞUTLARIN KAPI KULLUĞUNU YAPMAKTA OLAN ÜLEMA KİSVESİNE BÜRÜNMÜŞ DALKAVUKLAR ZÜMRESİNİN VAR OLUŞU....---İSLAM DEVLETİ HİLAFETE GİDERKEN MESELELERİMİZ; http://namenstr8.blogspot.nl/2015/04/islam-devleti-hilafete-giderken_4.html *** O halde toplumlarımız bidat ve hurafelerden arınarak tevhit ve adalet eksenli gerçek İslami reflekslerle yeniden inşa edilmelidir. *** SAHİH BİR İSLÂMÎ KİTLE İLE ÇALIŞMANIN FARZİYETİ, https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=209298879521521&id=100013242319421Bağlantıİslami alan dışında, her alanda var ve iddialılar. “Zehirlenmişim, kanser enjekte edildiği bilgisi var!” efatından kısa bir süre önce yaptırdığı sağlık taramasında sapasağlam olmasına r…
Hakan Albayrak: Cumhurbaşkanı “Kandırıldık” Diyor… Devletin Kandırılma Hakkı Var da Vatandaşın Yok mu?
İnsanların ocaklarına incir ağacı dikmeye yetecek deliller değil bunlar. *** Cumhurbaşkanı “Kandırıldık” diyor… Devletin kandırılma hakkı var da vatandaşın yok mu? Koca devletin kandırılmasını kabul edebiliyoruz da sıradan bir öğretmenin kandırılmasını mı kabul edemiyoruz? *** Mesele Feytullah meselesi değil,Onun nazarında tüm Müslümanlar. Müslümanlar kaide ve kurallarına uymuyor İslamın. Onun için bu felaketler... http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2015/06/kailer-ve-muslumanlar.html?spref=fb https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=207337433050999&id=100013242319421 Bu gün böyle ihtar veriliyor uymazlarsa yarın ahirette de şu pozisyonda olduklarını yaratıcımız söylüyor. "Zayıflar, büyüklük taslayanlara: "Doğrusu biz size uymuştuk. Allah'ın azabından bizi koruyabilecekmisiniz?" derler..." http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2013/11/zayflar-buyukluk-taslayanlara-dogrusu.htmlBağlantıHakan Albayrak, FETÖ soruşturmaları kapsamında mağdur olan ve açığa alınanlar konusunda çağrıda bulundu...
Hizbut Tahrir - Neşid (Türkçe Alt Yazılı)1-dot
Hizbut Tahrir - Neşid (Türkçe Alt Yazılı)VideoHizbut Tahrir - Neşid (Türkçe Alt Yazılı)
ABDULLAH PAPUR_U-H_AĞARMIŞ ARPASI KURUMUŞ BENİM SUNAM YORULMUŞ..
DAHA FAZLASI İÇİN beğen_paylaş_HAZIRLAYAN_Özcan Altınöz_ https://www.facebook.com/abdullahpapurhayrani https://www.facebook.com/turkuler5860VideoDAHA FAZLASI İÇİN beğen_paylaş_HAZIRLAYAN_Özcan Altınöz_ https://www.facebook.com/abdullahpapurhayrani https://www.facebook.com/turkuler5860
BOZUK FITRATLI YARATIKLAR Bir kere daha Hz. Ş u a y b nasihatini tekrarlıyor. Hem de bu sefer müspet şekilde. Daha önce menfi tarzda ve kesin olarak yasaklamıştı. “Ey kavmim ölçüyü ve tartıyı hakkaniyetle yerine getirin.”... ölçüyü ve tartıyı tam olarak yerine getirmek eksik vermekten daha iyidir. Çünkü eksik verme yerine fazla verme de olabilir. Bu ifadenin insan hissinde ayrı bir izi, tesiri var. Şüphesiz ki yerli yerine getirme ifadesiyle eksik vermeme ifadesi arasında üslûp farklılığı var. Bu daha çok müsamaha ve vefayı gerektiren bir harekettir. “İnsanlara eşyalarını eksik vermeyin.”... Bu ifade ölçü ve tartıdan daha umumi. Her nevi eşyanın iyi değerlendirilmesini de alır içine. Ölçü olarak, tartı olarak, para olarak, takdir olarak... Maddî ve manevî bedel olarak... Her şeyin yerli yerince Verilmesini ihtiva eder. Bu ifadenin muhtevasına işler ve nitelikler de girer. Çünkü bazı kere şey kelimesi hislerle görülenlerin de ötesindeki nesneleri ifade eder. ***************** Bazı kere şey..İNSANIN EŞYA OLUŞUNUN DELİLİ. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/blog-post.html ********************** ************************Yani sadece eşyayı değil.(Eşyadaki özellikleride) Fikirleri de kaide ve kurallarına göre verin ki şeytanın tuzaklarına düşmeyin. https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=220620005056075&id=100013242319421 ******************************** İnsanların eşyalarını eksik vermek onlara karşı zulmetmekten öte kötü duygularını tahrik eder. Kin beslemelerine, adaletten, doğru ölçüden ümit kesmelerine sebep olur. Bütün bu duygular ise hayatın havasını bozar, muamelelerin şeklini kötüleştirir, ruhlardaki ve vicdanlardaki sosyal bağları koparır. Ve bir daha hayatta iyi ve faydalı bir şey bırakmaz. “Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.”... Bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın. Her ikisi de aynı mânaya gelir. Yer yüzünde fesat çıkarmak için kötü maksatla hareket etmeyin. Sonra vicdanlarını uyarıyor ve o pis kazançlarından daha temiz ve güzel kazanç haberleri veriyor. İnsanların eşyalarını eksik vererek, bozgunculuk çıkararak ve ölçüyü tartıyı eksik yaparak sağladıkları kazançtan daha sürekli ve daha hayırlı kazanç yolunu gösteriyor. “İman ediyorsanız Allah’ın geri bıraktığı sizin için daha hayırlıdır.”... Allah’ın nezdinde bulunan şeyler hem daha baki ve devamlıdır, hem de daha üsüin. Zaten ilk söze başlarken onları yalnız ve yalnız Allah’a ibadete çağırmıştı Hz. Ş u a y b . Burada da onlara davet ettiği şekilde Allah’a inanacak olurlarsa Allah nezdinde kendileri için hazırlanan şeylerin daha devamlı ve sürekli olduğunu bildiriyor. Birbirleri arasındaki muamelelerde öğütlerine uymayı da imanın bir şıkkı olarak zikrediyor. “İman ediyorsanız, Allah'ın geri bıraktığı sizin için daha hayırlıdır.”... Sonra onları davet ettiği Allah ile baş başa bırakıyor. Ve kendisinin elinden bir şey gelmediğini açıklıyor. Zaten onları korumak kendisinin görevi değil. Sapıklıktan korumak için vekil olarak ta gönderilmemiş. Sapacak olurlarsa bundan o sorumlu tutulmayacak. Onun vazifesi sadece tebliğ etmektir. Ki Ş u a y b (A.S.) bunu zaten yapmıştır. “Yoksa ben sizi koruyucu değilim.”... Bu üslûptaki ifadeler muhatabı bulunan kimselere meselenin önemini ihtar eder, sorumluluğun ağırlığını hatırlatır. Ve onları doğrudan doğruya tehlikelerle yüz yüze getirir. + • • BOZUK FITRATLI YARATIKLAR Ne var ki, bu kavim Allah’a isyan etmiş inhiraflara dalmış ve bozulmuş bir kavim idi: 87 — “Dediler ki: “Ey Ş u a y b, senin namazın mı biri babalarımızın taptıklarını ve mallarımızı dilediğimiz gibi kullanmamızı menediyor? Sen doğrusu aklı başında yumuşak huylu birisin.”.» Bu ifadeden açıkça alay ve istihza akıyor. Her kelimesinde ve cümlesinde küçümseyici bir ton hakim. Fakat bu istihzalar tamamen cahiline ve körü körüne. Sırf bir inat ve bilgisizlik yüzünden yapıldığı besbelli. “Senin namazın mı bize babalarımızın taptıklarını ve mallarımızı dilediğimiz gibi kullanmamızı menediyor?”... Onlar anlamıyorlar veya anlamak istemiyorlar ki, namaz da akidenin bir gereğidir ve bir ubudiyet şeklidir. Allah’ın birliği inancı bulunmadan akidenin varlığından söz edilmez. Gerek kendilerinin gerekse atalarının tapındıkları Allah’tan başka putları yıkmadan akidenin varlığından söz edilemez. Gerek ticarette, gerekse mali işlerde Allah’ın koyduğu hükümleri yerine getirmeden hattâ her türlü hayati meselede Allah'ın buyruğuna uymadan itikadın varlığından bahsedilemez. Bunların hepsi birbirinin parçasıdır. Binaenaleyh, namaz ile hayat sistemini veya İçtimaî nizamı birbirinden ayırmak katiyen mümkün değildir... Bu sakat görüşün basitliği ve adiliği üzerindeki sözümüzü, akidenin sosyal muamelelerle ilgisi üzerindeki bu yanlış kanaat ve binlerce yıl önce geçmiş bulunan M e d y e n halkının bu sakat anlayışının basitliği üzerindeki sözü bitirmeden evvel düşünce ve inkârları bakımından hiç te Ş u a y b peygamberin kavminden geri kalmayan günümüzdeki bazı kimselerin de varlığını bildirmekte fayda mülahaza ediyoruz: ************************************************************ Günümüzün cahiliyeti hiç te ilk günlerdeki cahiliyetten farklı ve üstün bir idrâk seviyesine sahip değil... İçinde yaşadığımız şu günün cahiliyeti ve şirki hiç te Ş u a y b peygamberin devrindeki cahiliyetten ve şirkten ayrı değil... Aralarında yahudi, hıristiyan ve müslüman adı verilenler de dahil olmak üzere günümüz insanlığının içine düştüğü putperest hayat inançla hareketin arasını tefrik ediyor. Şeriat ile sosyal münasebetleri birbirinden ayrı mülahaza ediyor. ************İnanç ve ibadetin Allah’a ait olduğunu nizam ve münasebetlerin ise Allah’tan başkalarına ait olduğunu savunuyor. Dinî konularda Allah'ın emirlerine, İçtimaî konularda Allah'tan başkalarının buyruğuna boyun eğiyor.Aslı ve hakikati itibariyle en büyük şirkte budur zaten. ************************************************ Ne var ki, günümüz insanları arasında kendi dinî inançlarına en çok bağlı bulunanlar ve inandıkları şeylerle yaşadıkları hayati biri-birine tıpatıp uydurarak kendi şeriatları ve dinlerinin icabını bütünüyle yaşayanlar —inandıkları şeriatın sapık ve münharif olması bir yana— ne yazık ki yahudilerdir. Yahudi parlamentosunda bir deniz yolu şirketinin, yolcularına İsrail dininin buyruklarına aykırı yemekler ikram ettiği için büyük çatışmalar çıkmıştı. Ve mevzuu bahs olan şirket ne kadar zarar ederse etsin dinî buyruklara aykırı yemek ikram etmemeye zorlanmış ve kabul ettirilmişti.. Nerde bugün kendilerine müslüman adını veren kimselerde böyle bir dinî hassasiyet?.. ********* Ne acı ki, bugün aramızda kendilerine müslüman adını verdikleri halde din ile ahlâkın, din ile dünyanın ayrılması gerektiğine inanan ve aralarında hiç bir münasebetin bulunmaması gerektiğini savunanlar da bulunmaktadır. Gerek kendi üniversitelerimizden, gerekse yabancı ülkelerdeki üniversitelerden mezun olmuş aydınlar arasında öyleleriyle karşılaşıyoruz ki, dudaklarını bükerek söze başlıyorlar ve hemen arkasından ekliyorlar: Niçin karışsın İslâm bizim özel hayatımıza?... Neden islâmda plaja ve açık seçik kıyafetlerle denize girmek memnu olacakmış?.. Kadının kılık ve kıyafetine niçin karışsın İslâmiyet?.. Seksüel konularda dinin dogmaları hâlâ geçerli olabilir mi? Kafamızı dindirmek için bir iki yudum içki içmemize İslâmiyet neden karışacakmış?... Medenî memleketlerin yaptıkları şeylere islâmın ne hakkı varmış müdaheleye?... Ne fark var şu sorularla M e d y e n putperestlerinin: “Ey Ş u a y b senin namazın mı, bize babalarımızın taptıklarını ve mallarımızı dilediğimiz gibi kullanmamızı menediyor?”... demeleri arasında?... Bu kadarla da kalmıyorlar. Şiddetle kızarak, dehşete kapılarak dinin ekonomik konulara müdahale etmesine karşı çıkıyorlar. İçtimaî münasebetler ile inançların nasıl bir ilgisi olabilir? Bırakalım dini inançları da ahlâkla bile ilgisi mevzuu bahsedilemez? Faiz neden yasak olacakmış? Faizsiz bir toplum hayatı olabilir mi? Birisi devlet tarafından konulan kanunların pençesine düşmeden hile yapıyorsa, aldatabiliyorsa neden karışacakmış din buraya?” diyorlar. Hattâ daha da şımarıklık ederek ahlakî kaideleri iktisadî hayata müdahele edecek olursa ekonomik hayatı bozar diyorlar... Batıdaki ahlâkî kaidelere dayalı ekonomik sistemleri bile bu yüzden beğenmiyorlar. Çünkü ekonomik hayat her türlü ahlâki kayıttan azade olmalıymış?... Bunlara göre eski çağ kalıntısı bir düşünüşmüş ahlâk denilen şeyler.-. ****************************** Bugün "New Age Dini(Yeni Çağ Dini)'', dünyada gittikçe yaygınlaştırılan bir "lego dini"dir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/04/vahdeti-vucut-felsefesi-new-age.html ************************************** O ilk cahiliyet devrinin M e d y e n halkının tutumu gözümüzde pek te büyümesin. Bugün biz miladın yirminci asrında daha korkunç bir cehalet ortamında yaşıyoruz. Ne var ki, günümüzün cahiliyeti eskisi gibi bilgisizliğe dayanmıyor, aksine bilgi, görgü ve medeniyet esaslarına istinat ediyor. ********* İNSANIN EŞYA OLUŞUNUN DELİLİ. https://www.facebook.com/notes/h%C3%BCseyin-uzun/insanin-e%C5%9Fya-olu%C5%9Funun-delili/160997811018295 ****** Ve dinle günlük hayat arasında ilgi kurmak isteyenleri, sosyal muamelelere dinî inançları müdahele ettirenleri başlıyorlar itham yağmuruna..■ Gerici diyorlar... Mutaassıp diyorlar... Tutucu diyorlar... Şurası muhakkaktır ki, bir gönülde hem Allah’ın birliğine inanmak, hem de içtimai münasebetler hususunda Allah’tan başkalarının buyruklarına bağlanmak, yeryüzü kanunlarına tâbi olmak aslâ birleşemez... Nasıl olur, şirk ile tevhit bir kalbte birleşir mi hiç?... Şirkin de çeşitleri vardır şüphesiz. Bugün bizim içinde yaşadığımız da bir şirk nevidir... Hattâ diyebiliriz ki her zaman ve her devirde gelen müşriklerin müşterek tarafları günümüzdeki şirkçi unsurlardır... ************** Akide sahih olmayınca, ibadet de sahih olmaz. ***Önce şirk geliyor http://seyyitkutubtefsiri.blogspot.nl/2016/05/once-sirk-geliyor-sonra-zina-sonra-da.html ******************** M e d y e n halkı da tıpkı günümüzde saf tevhit akidesine davet eden ve bu uğurda çalışan gerçek mü’minlerle alay eden kimseler gibi Hz. Ş u a y b ’i alayla karşılıyorlar : “Sen doğrusu aklı başında, yumuşak huylu birisin.”... Aslında bu söylediklerinin tam tersini belirtmek istiyorlar. Onlara göre yumuşak huyluluğun ve aklı başında olmanın biricik ifadesi hiç düşünmeksizin onlar gibi atalarının tapındıkları şeylere tapınmaktır. İbadet ile çarşıdaki muamelelini birbirinden ayrı mütalaa etmektir... öyle değil mi günümüzdeki aydın ve medeni kimselerin yanında da?... Bu yüzden ayıplamıyorlar mı mutaassıpları ve geri kafalıları?!.1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
Islam Is Taking Over Europe—’Without Swords, Without Guns, Without Conquest’1-dot
YARATICININ VARLIĞININ KANITLANMASINDA KULLANILAN MODERN DELİLLER İNSANCI İLKE ÖRNEĞİ http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/yaraticinin-varliginin-kanitlanmasinda.htmlBağlantıThe statistics say that the religious will, in fact, inherit the earth.
ŞUAYB PEYGAMBER VE KAVMİ 84 — Medyen halkına da kardeşleri Ş u a y b ’i yolladık. Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin O’ndan başka ilâhınız yoktur. ölçüyü tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi iyi bir halde, refah içinde görüyorum. Ve sizi azapla kuşatacak bir günden korkuyorum. 85 — Ey kavmim ölçüyü ve tartıyı hakkaniyetle yerine getirin. İnsanlara eşyalarını eksik vermeyin, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. 86 — İman ediyorsanız. Allah'ın geri bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Yoksa ben sizi koruyucu değilim. 87 — Dediler ki: “Ey Ş u a y b, senin namazın mı bize babalarımızın taptıklarını ve mallarımızı dilediğimiz gibi kullanmamızı menediyor? Sen doğrusu aklı başında yumuşak huylu birisin.” 88 — “Ey kavmim ben Rabbimden apaçık bir delil üzere isem ve 0 bana kendisinden güzel bir rızak ihsan etmiş ise ne deniniz? Size yasakladığım şeylere aykırı hareket etmek istemem. Gücümün yettiği kadar İslah etmekten başka bir isteğim yoktur. Başaran ancak Allah’tandır. O’na güvendim ve O’na yöneliyorum” dedi **************************************** DİKKAT SEN BU GÜN PEYGAMBERLERDEN DAHA TOLERANSLI,AVANTAŞLISIN.2017 NESLİ. SON TEKNOLOJİ VE İLİMİN DOĞRULTUSUNDA YARATICININ VARLIĞININ İSPATI. (2017) https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=231537960630946&id=100013242319421 ********************************************** Böyle hayrete düşüyor onun kavmi. Nesi var halbuki bunun hayret edilecek?. Hatta gerçek ve lüzumlu olan şeyi kötülüyorlada. Kardeşleri S al i h (As.) ın kendilerini bir tek Allah’a ibadete çağırmasını dehşetle karşılıyorlar. Neden? Hiç... Hiç bir delile ve bürhana dayanmıyor bu hareketleri. Sırf babaları bu tanrılara tapındığı için düşünmeden onlar da tapınıyorlar... Onların katılığı o dereceye varıyor ki, apaçık gerçekler karşısında bile hayrete düşüyorlar.İnançlarının babalarının yaptıklarından ibaret olduğunu söylüyorlar. Böylece bir kere daha, bir kere daha tevhit akidesinin doğrudan doğruya umumî bir hürriyet fermanı olduğu ortaya çıkıyor, insan aklını her türlü kementlerden ve bağlardan kurtaran, geleneklerin ağır zincirinden çıkaran, evham ve hurafenin baskısı altında ezilmekten koruyan umumî bir davet olduğu ortaya çıkıyor. **************************** Bu gün 2017 şeytan tevhid akidesini bozmuş konumda olduğundan tekrar düzeltmelisin. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.html ******************************************************** S e m û d kavminin S â l i h (AS.) a söyledikleri şu sözler bize bir şeyler hatırlatıyor: “Bundan önce kendisinden iyilik beklenir kimseydin sen”... Kureyşlilerin risalet gelmezden önce Hz. Muhammed M u s t a f a ’ya bağlılıklarını, güven ve emniyetlerini hatırlatıyor.. Ama Hz. Peygamber onları bir tek Allah’a kul olmaya çağırınca aleyhine döndüler, tıpkı S âl i h peygamberin kavminin yaptığı gibi kötülemeye kalkıştılar. “Büyücü” dediler... “Müfteri” dediler... Ve ona olan güvenlerini ifade eden sözlerinin hepsini unuttular... Aslında ehli küfrün tabiatı birdir. Tek bir gerçek muhtelif asırlarda ve devirlerde değişik şekilde ortaya çıkmaktadır... S â l i h peygamber de onlara dedesi N û h (A.S.) gibi karşılık veriyor: 63 — Dedi ki “ey kavmim! Rabbimden açık bir delilim olur ve bana rahmet eder de ben de O’na baş kaldırırsam söyleyin bakalım, beni Allah’a karşı kim savunur? Bana hüsrandan başka bir şey kazandırmazsınız.”... Ey kavmim, eğer ben içimde Rabbimle ilgili bir gerçeğin bulunduğunu farkediyorsam, benim tutmam gereken yolun bu yol olduğunu bu gerçek bana söylüyorsa ne dersiniz? Eğer O, bana kendi nezdinden bir rahmet vermiş ve risalet için beni seçerek bu risalete hak kazandıracak bir takım özellikler vermişse ne dersiniz o zaman?... Buna rağmen ben kalkar da O’na isyan edersem ve davetini size tebliğ etmezsem, sizin arzunuza uyarak buyruklarını bildirmezsem kim savunur beni Allah’a karşı? Sizin bu isteğiniz beni Allah’ın nezdinde koruyup yardımıma koşabilir mi? Aslâ... ********************************** DİKKAT SEN BU GÜN PEYGAMBERLERDEN DAHA TOLERANSLI,AVANTAŞLISIN.2017 NESLİ. SON TEKNOLOJİ VE İLİMİN DOĞRULTUSUNDA YARATICININ VARLIĞININ İSPATI. (2017) https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=231537960630946&id=100013242319421 http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/yaraticinin-varliginin-kanitlanmasinda.html?spref=fb ********************************************* 89 — “Ey kavmim bana karşı gelmeniz, N û h kavminin, S âli h kavminin, başına gelen felaketin benzerini sakın başınıza getirmesin. L û t kavmi de sizden pek uzak değildir. 90 — Mağfiret dileyin Rabbinizden. Sonra da tevbe edin O’na. Doğrusu benim Rabbim, Rahim ’dir. V e d û d ’dur. 91 — Dediler ki: “Ey Ş u a y b söylediklerinin çoğunu anlamıyor ve seni aramızda zayıf görüyoruz. Taraftarların olmasaydı seni taşlardık, esasen sen bizim yanımızda şerefli kimse de değilsin.” 92 — “Ey kavmim benim taraftarlarım size göre Allah’tan daha mı şerefli ki O’na sırt çevirdiğiniz? Doğrusu Rabbim sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır.” dedi. 93 — Ey kavmim elinizden geleni yapın. Doğrusu ben de yapacağım. Kimi rüsvay edecek bir azabın geleceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözleyin doğrusu ben de sisinle beraber gösetleyiciyim. 94 — Emrimiz gelince Ş u a y b i ve beraberindeki inananları katımızdan bir rahmet olarak kurtardık. Zulmedenleri de korkunç bir ses yakaladı. Ve oldukları yerde diz üstü çöküverdiler. 95 — Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki, S e m û d kavmi gibi M e d y e n halkı da Allah'ın rahmetinden uzaklaştı. Ebedi ve tek bir akidenin risalet devrelerinden birisi de bu. Hz. Şuayb, Medyen halkına götürüyor onu. Bu risalette tevhit akidesine ilâve olarak başka bir mesele daha var. O da emanete riayet ve insanlar arasındaki muamelelerde adaleti gözetmek gibi Allah’a bağlılığın vesikası ve yalnız Allah’ın şeriatına, buyruğuna uymanın ifadesi olan hükümler... Ne var ki, Medyen halkı bu çağrıyı aşırı bir dehşet ile karşılıyorlar ve mali muameleler ile, Allah’a bağlılığın ifadesi olan namaz arasındaki münasebeti bir türlü kavrayamıyorlar. Hz. Ş u a y b ’ın kıssası da H û d peygamberin A d kavmi ile, S â l i h peygamberin S e m û d kavmi ile olan kıssasının akışına uygun bir üslûp ile gelişiyor. Sonuçları ve ifade tarzları ise aşağı yukarı onların aynısı. Kıssanın nihayetinde S â l i h peygambere temas edilmesi bu yaklaşımı daha da fazlalaştırıyor, öyle ki iki kavmin uğradığı azap ta birbirinin aynı. Azabı anlatan ifadeler de hemen hemen aynı şekilde. ŞUAYB PEYGAMBER VE KAVMİ 84 — Medyen halkına da kardeşleri Ş u a y b ’ı yolladık. Dedi ki: “Ey kavmim Allah’a kulluk edin ondan başka ilahınız yoktur sizin... İlk itikadın ana kaidesi yalnız ve yalnız Allah'ın dinine bağlanmaktır. Hayatın ilk kâidesi de budur. Şeraiatın temel akidesi de bundan başkası değildir. İnsanlar arası muamelelerde ilk yapılacak şey de bu kaideye istinat eder. Bu kaide olmadan ne akide olur, ne ibadet olur, ne de içtima! muameleler... “ölçüyü tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi iyi bir halde, refah içinde görüyorum. Ve sizi azapla kuşatacak bir günden korkuyorum. 85 — Ey kavmim, ölçüyü tartıyı hakkaniyetle yerine getirin. İnsanlara eşyalarını eksik vermeyin, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. 86 — İman ediyorsanız Allah'ın geri bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Yoksa ben sizi koruyucu değilim.”... Burada akide ve din konusundan sonra gelen ikinci ana dâva emanet ve adalet dâvası oluyor. Veya akide ve din kâidesinden neşet eden içtimai muamele ve hareketler. M e d y e n kabilesi ve yurdu Hicaz ile Şam arasında kalan bir yerde bulunuyordu, ölçü ve tartıyı eksik yaparlardı. Herkese eşyalarını verirken eksik verirlerdi. Alışveriş yaparken aldıkları eşyanın kıymetini düşürürlerdi. Bu ise kalb ve el temizliğini rencide eden, insanın şeref ve haysiyetini ayaklar altına alan çok kötü bir hareketti. Yarımadanın kuzeyinden güneyine giden yolların orta noktasında bulundukları için kervanların yolunu kesebilecek durumdaydılar. Gelip geçen yolcuları soyarak eşyalarını alıyor veya ölü pahasına bedel ödüyorlardı. Bunun için tevhit ve Allah’ın dinine bağlanmak ile emanete riayet, muamelelerde temizlik ve alışverişte şereflice hareket etmek gerek devletler tarafından yürütülsün, gerekse fertler tarafından yürütülsün gizli açık her türlü hırsızlıkla savaşmak arasındaki münasebet çok yakındır. Ve bu, insanlık için daha temiz ve faziletli bir hayatı garanti eder. Yeryüzünde yaşayan insanlar arasmda adaleti ve barışı sağlar. Allah’tan korkmak ve O’nun rızasını kazanmak esasına istinat eden yegâne teminat unsuru olduğu için sabit bir esasa dayanır ve herkesin arzu ve isteklerine, fayda ve menfaatlerine göre değişmez... Şüphesiz sosyal münasebetler ve ahlakî kâideler günü birlik değişen arzularla değişmeyip sabit bir esasa dayanmalıdır... İşte lslâmın görüşü bu temel kaideye dayanır. Bunun için de daha temelden insanların düşünce ve arzularına dayanan, istek ve menfaatlerine göre tanzim edilen beşeri kaidelerde sosyal ve ahlak nazariyelerinden tamamiyle ayrılır... Gerek sosyal münasebet kaideleri, gerekse ahlâk kaideleri değişmez esaslara istinat ettiği zaman kısa mesafeler dahilinde değişen maddî menfaatlerle birlikte değişmez, günü birlik hadiselerin tesiri altında kalmaz. Toplumun zamanla değişen hayat anlayışına ve toplum içinde hakim olan görüşe göre bir o yana bir bu yana gidip gelmez... O takdirde insanların içtimai münasebetlerine ve ahlâklarına tesir eden faktör ahlâkî yönden toplumlann içinde bulundukları tarıma dayalı toplum veya toprağa bağlı toplum yahut ta sanayi toplumu gibi toplum tarzları olmaz. Hayat için yegâne hüküm kaynağı Allah'ın şeriatı olduğu zaman, ahlâki kaidelerin ana dayanağı Allah'ın rızasına nail olup sevap kazanmak ve azaptan kurtulmak duygusu olduğu zaman gerek ahlâkî kaidelerde gerekse içtimai münasebet kaidelerinde toplumlann geçirdikleri hayat seviyelerinin tesiri olmaz. Bir takım materyalist doktrinlerin iddia ettikleri gibi ekonomik faktörler veya sosyal gelişmeler ahlâkın kaynağı olmaz ve bu görüşler İslâm nizamının gölgesi altında silinir gider.17 “ölçüyü tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi iyi bir halde refah içinde görüyorum/'” Allah size güzel rızıklar ihsan etmiş. Daha fazla zengin olmak için böyle aşağılık ve adi hareketlere tevessül etmek zorunda değilsiniz. Eğer ölçü ve tartıyı eksik tutmayacak olursanız fakir düşecek veya mahrum olup zarar görecek değilsiniz... Bilâkis sizin yaşadığınız bu adi hayat tarzı, içinde bulunduğunuz doğru bütün hayır ve refah unsurlarını silip süpürecek kötülükte. “Ve sizi azapla kuşatacak bir günden korkuyorum.”... Ya âhiret günü Allah nezdinde veya bu dünyada yaptığınız bu hile ve oyunlar kötü meyvelerini verdiği zaman değişecek sosyal durumunuz ve ticarî hayatınızın sarsılmasiyle sizi kuşatacak azaptan. İnsanlar günlük hayatlarında birbirilerini aldattıkları zaman, her muamele ve harekette birbirileri için oyunlar düşündükleri zaman dünyada sizi kuşatacak azaptan korkuyorum...1-dot
2 Fotoğraf2 Fotoğraf
1964’de bir tesadüf eseri olarak okuldaki Filistin asıllı öğrenciler vasıtası ile Hizbut-Tahrir ile tanıştı. Fikirlerini benimseyerek çalışmalarına katıldı. Kısa zamanda örgütün Türkiye temsilcisi oldu. Merkezi Ürdün’de olan örgüt’ün amacı, Ürdün’de yapılacak olan İslami devrime Türkiye’nin müdahale etmesini önlemek için, Türkiye içinde de böyle bir çalışmanın olduğu ve burada da devrim yapılacağı imajını vererek Türkiye’yi kendi derdine düşürmekti. *** 1*Tesadüf diye bir şey yoktur.Her şey Allah'ın organizesi içindedir. 2*Amacına gelince sizin kast etmiş olduğunuz gibi değil.Şöyledir. https://www.youtube.com/watch?v=Zfy8ZkJp-qk http://hizb-turkiye.org/hizb-ut-tahrir-4.html 3*Erçüment özkana bu fikri veren bu cemaatdır. Kararı dinleyen Özkan : “Siz bana 100 yıl ceza verseniz, Allah da bana 101 yıl ömür verirse, çıkınca yine bu düzeni yıkıp İslam devletini kurmak için çalışacağım.” 4*Özkan örgütün anlayışına vakıf olduktan sonra, bir takım açmazlarını görmüş, bizzat Takıyüddin En Nebhani’ye ulaştırmasına rağmen düzeltememişti. Bir takım açmazları*** Ne ise kamuoyuna açıklayınız delaleti kati olarak.(Şahısların,elamanların değil Fikirlerin) *** Hizb-u-Tahrir deki fikirler incelendiğinde görülecektir ki insanlığın kurtuluşu burada mevcuttur. https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=220325161752226&id=100013242319421 https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=220357725082303&id=1000132423194211-dot
“TEVHİD AKİDESİNİ GEREĞİ GİBİ ANLAYINIZ VE ONA TOZ KONDURMAYINIZ. ŞİRK VE KÜFÜR NİTELİĞİ TAŞIYAN ŞEYLERDEN ONU TİTİZLİKLE KORUYUNUZ”1-dot
1964’de bir tesadüf eseri olarak okuldaki Filistin asıllı öğrenciler vasıtası ile Hizbut-Tahrir ile tanıştı. Fikirlerini benimseyerek çalışmalarına katıldı. Kısa zamanda örgütün Türkiye temsilcisi oldu. Merkezi Ürdün’de olan örgüt’ün amacı, Ürdün’de yapılacak olan İslami devrime Türkiye’nin müdahale etmesini önlemek için, Türkiye içinde de böyle bir çalışmanın olduğu ve burada da devrim yapılacağı imajını vererek Türkiye’yi kendi derdine düşürmekti. *** 1*Tesadüf diye bir şey yoktur.Her şey Allah'ın organizesi içindedir. 2*Amacına gelince sizin kast etmiş olduğunuz gibi değil.Şöyledir. https://www.youtube.com/watch?v=Zfy8ZkJp-qk http://hizb-turkiye.org/hizb-ut-tahrir-4.html 3*Erçüment özkana bu fikri veren bu cemaatdır. Kararı dinleyen Özkan : “Siz bana 100 yıl ceza verseniz, Allah da bana 101 yıl ömür verirse, çıkınca yine bu düzeni yıkıp İslam devletini kurmak için çalışacağım.” 4*Özkan örgütün anlayışına vakıf olduktan sonra, bir takım açmazlarını görmüş, bizzat Takıyüddin En Nebhani’ye ulaştırmasına rağmen düzeltememişti. Bir takım açmazları*** Ne ise kamuoyuna açıklayınız delaleti kati olarak.(Şahısların,elamanların değil Fikirlerin) *** Hizb-u-Tahrir deki fikirler incelendiğinde görülecektir ki insanlığın kurtuluşu burada mevcuttur. https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=220325161752226&id=100013242319421 https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=220357725082303&id=100013242319421BağlantıKüfre hasımlığın İslâm’a olan hısımlığındandır. Allah’a ve Rasulüne düşman olmayan herkese hakkımı helal ediyorum. Halil Yavuzer “Tevhid akidesini gereği gibi anlayınız ve ona toz kondurmayın…
LÛT PEYGAMBERİN KAVMİ Ayeti kerime susuyor bu noktada. Şüphesiz bu ferman karşısında İbrahim peygamber de susmuştur... Bu noktada perde İbrahim peygamber ile eşinin kıssasını kesmek üzere kapanırken daha başka bir sahnenin perdeleri açılıyor. Hareket ve dehşet dolu Lût peygamberin ve kavminin kıssasının yer aldığı sahne... 77 — Elçilerimiz Lut’a gelince onların gelmelerinden endişeye düştü. Çok sıkıldı ve “işte çok çetin bir gün” dedi.”». Hz. Lût kavminin durumunu biliyordu. Onların ne bozuk fıtratta olduklarını ve ne kadar garip ve anormal hareketler yaptıklarını görüyordu. Çünkü onlar kadınları bırakıyor da erkeklerle temasta bulunuyorlardı. Allah'ın canlıları bir çift olarak yaratmasındaki hikmete karşı gelip fıtrat dışı hareketler yapıyorlardı. Neslin çoğalması ve birleşmedeki zevk ancak Allah'ın fıtrata koyduğu şekillerle elde edilebilirdi. ********************************************* Beşeriyet bir çok anormal ve marazi haller bilmektedir. Ama Lût kavminin yaptığı çok tuhaf bir hareketti. Bu da gösteriyor ki, ruhi hastalıklar da tıpkı bedeni arazlar gibi toplum içinde gelişir. Bir toplumdaki değer ölçülerinin yek edilmesiyle ruhi hastalıklar da revaç görmeye başlar, kötü örnekler çoğalır nesillerin önünde. Ve böylece hastalıklı toplum yapısı baş gösterir. İnsan fıtratına bu alışkanlıklar aykırı da olsa toplum o yöne doğru akar. Halbuki bu yapılan şeyler hayata hükmeden kanunların mahkumu olan fıtratı de dejenere eder. İnsan, fıtrat kanunları gereğince, ancak hayatin ihtiyaçlanna cevap veren şeylerden zevk alır, yoksa fıtratla çekişen veya ona karşı koyan şeylerden değil. Cinsî sapıklık ise hayata karşı çıkmadır. Çünkü hayat tohumunu kötü bir toprağa ekerek yeryüzündeki hayatın geleceği için faydalı bir unsur olmasını engeller. Halbuki aynı tohum verimli bir sahaya ekilmiş olsaydı hayatın geleceği için faydalı ve verimli olurdu. Bunun için cinsî sapıklık çeşitlerinden insan fıtratı sırf ahlâkî nedenlerden dolayı değil, fıtrî sebeplerden ötürü de nefret eder. Çünkü insan fıtratı da nihayet Allah’ın kâinata koyduğu kanunlara tabidir. Ve bu kanunlar gereğince insan sadece ve sadece hayatın geliştirilmesi ve olgunlaştırılması için yapılan faaliyetlerden zevk alır, hayatı dumura uğratıp öldüren faaliyetlerden değil. **************************************** Bazı anlar olur ki, ölmekten zevk duyarız... Evet dünya hayatından çok daha yüce olan değerler uğrunda fedayı can etmekten... Bu ölüm sadece hissi bir ölüm değil aynı zamanda değerli bir manevî ölümdür. Ve bu ölüm hayata karşı savaş açmak için değil bilakis hayatı yüceltmek ve daha değerli bir şekle getirmek içindir... Binaenaleyh yüce bir gaye uğrunda ölmek hayatı mahvetmek değil hayatı canlandırmaktır... Ve bu yüzden anormal bir hareket değil son derece ulvî bir harekettir. L û t (A.S.) misafirlerinin gelişinden sıkılır. Çünkü O kavminin başına gelecekleri çok iyi biliyor. Misafirlerinin elinden kavminin çekeceklerini anlıyor. “İşte çok çetin bir gün” dedi.”... Ve başladı o sıkıcı gün... 78 — Kavmi ona koşa koşa geldi.”.» Sar’aya tutulmuş gibi ne yaptıklarını bilmeyerek koşup geldiler. “Daha önce de kötü işler işlerlerdi.”». Zaten bundan dolayı adam misafirlerinden sıkıntı duymuştu. Bu yüzden günün çok çetin olduğunu söylemişti. Sıkıntılı günden bu yüzden adam yanmıştı. Hz. L û t evine dolup taşan kavminin hummalı birer deli gibi olduklarını görüyordu. Kavmi onu ve yüce misafirlerini tehdit etmeye başladılar. L û t (As.) ise onların fıtratına hitap ediyor ve uyandırmak istiyordu. Allah'ın insanlar için yarattığı diğer cinslerle birleşmeye çağırıyordu onları. O sırada evinde kendi kızları da bulunuyordu. Dilerlerse ve huylarından vazgeçerlerse onları kendileri ne nikahlayabileceğini ve böylece yaptıkları deliliklerin son bulacağını, kızgın şehvet ateşlerini söneceğini bildiriyordu. “Ey kavmim, işte kızlarım bunlar, sizin için daha temizdir. Allah’tan korkun da misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin. İçinizde aklı erer kimse yok mudur?” dedi.”... “İşte kızlarım bunlar, sizin için daha temizdir.”... Temizliğin bütün mânasıyle temizdir bunlar. Ruhları temizdir. Bedenleri temizdir. Ve onlar temiz fıtrata uyarlar. Tertemiz duygularla doludurlar. Fıtratları temizdir, ahlâkları temizdir, dinleri temizdir... Kudret sahibi yaratıcı onları tertemiz olarak yaratmıştır ve hayatın gelişmesi için müsait bir fıtratta halk etmiştir: “Allah’tan korkun da...”... Sırf ruhlarının bu inceliğine dokunmak için söylüyor bunu Hz. Lut. Çünkü önce fıtrî duygularına temas etti ama anlamadılar. “Misafirlerimin yanında beni rezil etmeyin.”... Şimdi de sırf onurlarına dokunmak ve bedevilerde geçerli olan misafirperverlik geleneğini harekete geçirmek için söylüyor bunları: “İçinizde aklı erer kimse yok mudur?”». Şu halde mesele bir akıllılık ve akılsızlık meselesidir. Bunun yanısıra da bir fıtrat bozukluğu din ve mürüvvet meselesidir.. Ne var ki, bunların hiç birisi o bozuk fıtratlı kimselere tesir etmiyor hiç. Kokuşmuş ölü kalpleri uyarmıyor, Üfunetle dolu hasta kafalara tesir etmiyor... Ve anormal heyecanlar, sapık hareketler yine olduğu gibi kalıp seyrini devam ettiriyor: 79 — Dediler ki; “Senin kızlarında bir hakkımız olmadığını biliyorsun, bizim ne istediğimizi de bilirsin.”». Biliyorsun ki, eğer biz senin kızlarını almak istesek evlenirdik onlarla. Bu bizim hakkımızdır. “Ama sen bizim ne istediğimizi de bilirsin.”... Bu, o habis fiile işaret eden habisane bir sözdür... Elleri yana düşüyor birden Hz. Lut ’un ve kavmi içindeki yalnızlığını hissediyor. Koruyan kimsesi yok onun. Bu çok çetin günde güçsüz kuvvetsiz kalmış. Birdenbire dudakları açılıyor ve son derece acıklı ve o nisbette hazin bir kaç kelime dökülüyor: 80— Keşki size yetecek bir kuvvetim olsaydı veya sağlam bir yere sığınsaydım” dedi.”— Bunu söylerken de meleklere dönüyordu. Onlar aydın yüzlü kimseler ama güçlü değiler. Onlara dönüyor ve bir güç ve dayanak bulmak istiyor onlardan. Keşke onların kendisini koruyacak bir gücü, bir sığınacak kucağı bulunsaydı da ellerinden kurtulsaydı... O çetin ve zor anda Hz. L û t çok sağlam bir noktaya dayandığını unutmuş bulunuyor. Elbette ki, Allah dostlarını yalnız bırakacak değildi. Nitekim Hz. Peygamber bu ayeti kerimeyi okurken şöyle buyurmuştur: “Allah’ın rahmeti L û t ’un üzerine olsun, ne kadar sağlam bir noktaya dayıyordu halbuki belini.” Hz. L û t sıkılıp bu çetin hallerle pençeleşirken elçiler ona, dayandığı o sağlam dayanağı hatırlatıyorlar: 81 — “Ey L û t, biz Rabinin elçileriyiz, onlar sana ilişemiyecekler, birara geceleyin ailenle birlikte yola çık, karının dışında kimse geri kalmasın. Doğrusu onların başına gelen onun da başına gelecektir. Onların başına gelecek sabahleyindir. Daha sabah yakın değil mi?” dediler.”... Âyetin metninde geçen (¿y-JI) kelimesi geceleyin yürümek anlamına gelir. ( J.1-dot
4 Fotoğraf4 Fotoğraf
HATASIZ KUL OLMAZ…1-dot
İnsan hangi yöne meyilli ise kaderide o doğrultuda cereyan eder. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/insanin-esya-olusunun-delili.htmlBağlantıHÜSEYİN ARSLAN / TÜM YAZILARI İnsanoğlu hata ve kusurlarıyla insandır. İnsan, insani özelliklerinden dolayı günaha ve sevaba meyilli olarak yaratılmıştır. İnsan hangi yöne …
Şeyh Ahmed Yasin Bursevi Hazretleri "CUMHURBAŞKANIMIZ VAKTİN K...1-dot
Şeyh Ahmed Yasin Bursevi; "CUMHURBAŞKANIMIZ VAKTİN KUTBUDUR!" (Süre:100 Saniye)VideoŞeyh Ahmed Yasin Bursevi; "CUMHURBAŞKANIMIZ VAKTİN KUTBUDUR!" (Süre:100 Saniye)
ALLAH DOSTU İBRAHİM 69 — Elçilerimiz İbrahim’e müjdelerle gelmiş ve ona: “Selâm!” demişler, 0 da “selam!” demiş ve onlara semiz bir buzağı ikram etmişti. 70 — Ellerinin ona uzanmadığını görünce durumlarını beğenmedi ve içine korku düştü. “Korkma, biz L û t kavmine gönderildik” dediler. 71 — Karısı ayakta idi. Bunun üzerine güldü. Biz de ona ishâk’ı ve ishak’ın ardından Y a k u b ’u muştuladık. 72 — “Vay başıma gelenler, ben mi doğuracağım? Ben kocamış biri, şu erim de bir ihtiyar iken. Doğrusu bu, şaşılacak bir şey” dedi 73 — Allah’ın işine mi şaşıyorsun ey evin hanımı? Allah’ın rahmet ve bereketi sizin üzerinizdedir.” dediler. 74 — İbrahim’in korkusu gidip te muştu kendisine ulaşınca L û t kavmi hakkında bizimle tartışmaya girişti. 75 — Doğrusu İbrahim, çok içli, yumuşak huylu ve kendisini Allah’a vermiş bir kimseydi. 76 — Ey İbrahim, bundan vazgeç. Zira Rabbinin fermanı gelmiştir onlara muhakkak geri çevrilmiyecek bir azap gelmektedir. 77 — Elçilerimiz Lût’a gelince, onların gelmelerinden endişeye düştü. Çok sıkıldı ve “işte çok çetin bir gün” dedi. 78 — Kavmi ona koşa koşa geldiler. Daha önce de kötü işler işlerdi “Ey kavmim! İşte kızlarım bunlar, sizin için daha temizdir. Allah’tan korkun da misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin. İçinizde aklı erer kimse yok mudur?” dedi. 79 — Dediler ki “senin kızlarında bir hakkımız olmadığını biliyorsun, bizim ne istediğimizi de bilirsin.” 80 — “Keşki size yetecek bir kuvvetim olsaydı veya sağlam bir yere sığınsaydım” dedi 81 — “Ey L û t biz Rabbinin elçileriyiz, onlar sana ilişemiyecekler, bir ara geceleyin ailenle birlikte yola çık, karının dışında kimse geri kalmasın. Doğrusu onların başına gelen onun başına da gelecektir. Onların başına gelecek sabahleyindir. Daha sabah yakın değil mi?” dediler. 82, 83 — Emrimiz gelince onların altını üstüne getirdik. Rabbinin kafanda işaretlenmiş yığın yığın sert taş yağdırdık üzerlerine. Bunlar zalimlerden hiç bir zaman uzak olmayacaktır. Ayeti kerime tarihi seyri içinde Hz. N û h (AS.) devrinden beri yeryüzüne halife kılınanları, kutlanan milletlerle, azaba düçâr olan ümmetleri birer birer zikrediyor. Bir nebze Hz. İbrahim’-in kıssasına' temas ediyor ki, bu kıssada Allah'ın rahmet ve berakatı açıkça göze çarpıyor. Sonra yol boyu Hz. L û t 'un kıssasına geçiliyor ki, onun kavmi de azaba müstahak oluyor. Gerek Hz İbrahim’in kıssasında, gerekse L û t (A.S.) un kıssasında N û h peygambere yapılan vaadin her iki şıkkının da tahakkuk ettiğini görüyoruz: “Ey N û h, bizim katımızdan selâmetle in. Sana ve seninle beraber olan ümmetlere hayır ve bereketler olsun. Ama bir çok ümmetler de var ki, onları geçindireceğiz. Sonra onlara can yakıcı bir azap vereceğiz” denildi.”... İbrahim peygambere yapılan bereket ve ihsan onun soyundan gelenlere peygamberlik verilmiş olmasıydı. Ondan sonra gelen İ s h â k peygamberin neslinden bütün İsrail peygamberleri gelmişlerdir, Hz. î s m â i l ’in soyundan ise peygamberlerin son mührü Hz. Muhammed Mustafa gelmişti... * ALLAH DOSTU İBRAHİM 69 — Elçilerimiz İ b r a h i m 'e müjdelerimizle gelmiş...”... Bu müjdelerin mahiyetini açıklamıyor burada âyeti kerîme. Sadece İbrahim (A.S.) hanımının da hazır bulunmasıyle elçiler yani melekler açıklıyorlar. Müjdelerin ne olduğu bilinmiyor. Biz de diğer müfessirler gibi bu müjdelerin neler olduğu hususundaki rivayetlere dalmak istemiyoruz. “Selâm” demişler, O da: “Selâm” demiş...”... Hz. İbrahim Keldelilerin yaşadığı kuzey Iraktan kalkmış, Ürdün nehrini geçmiş ve çöldeki K e n 'an ilinde ikamet etmişti. Bedevilerde âdet olduğu gibi Hz. İbrahim de gidiyor ve elçilere yemek hazırlıyor. Zira onların konuk olduklarını sanıyor. “Ve onlara semiz bir buzağı ikram etmişti.”... Semiz, yağlı ve kızgın taş üstünde pişirilmişti. Ama melekler dünya ehlinin yiyeceklerini yemezler ki. 70 — Ellerinin ona uzanmadığını görünce... Baktı ki elleri yemeğe uzanmıyor: “Durumlarını beğenmedi ve içine korku düştü.”... Yemek yemeyen kuşkulandırır elbette. Bedevi geleneklerine göre birisinin yemeği yenmezse onun hakkında kötülük düşünüyor demektir. Bizim köylerimizde de birisinin yemeği yenmezse üzerinde dikkatle dururlar. Yani yemeklerini yemeyen insanların kendilerine ihanet etmelerinden çekinirler. Yemeğini yemediklerine göre kötülük düşünmektedirler onun için. Veya içlerinden geçene güvenmemektedir. Bu sırada onlar meselenin hakikatini açıyorlar: “Korkma, biz L û t kavmine gönderildik” dediler.”... Meleklerin L û t kavmine gönderilişinin ne mânaya geldiğini Hz. İbrahim gayet iyi bilmektedir. Fakat bu sırada mevzu dışı konuşma oldu: 71 — Karısı ayakta idi, bunun üzerine güldü.”... Belki o iğrenç kavmin helak oluşundan dolayı sevinmiştir de gülmüştür. “Biz de ona İshâk’ı ve İshâk’ın ardından Ya’kub’u muştuladık.”... Hz. İ b r a h i m ’in karısı kısırdı ve hiç doğum yapmamıştı. Şimdilerdeyse yaşlanmıştı. Birdenbire İ s h â k ’ın muştuşu onu çarpıverdi. Üstüste gelmiş bir muştuydu bu. is h â k ’tan sonra da Y a ’-k u b gelecekti. Hiç doğum yapmamış kadın bu sevinçli haberi duyar duymaz titremeye başladı. Ansızın gelen bu haber birden sarsmıştı onu: 72 — Vay başıma gelenler, ben mi doğuracağım? Ben kocamış biri, şu erim de bir ihtiyar iken. Doğrusu bu şaşılacak bir şey” dedi.”... Gerçekten de şaşılacak bir şey bu. Belli bir yaştan sonra kadınlar âdetten kesilirler ve bir daha hamile kalamazlar. Ama bunun Allah'ın kudreti ve gücü karşısında ne önemi var: 73 — Allah'ın işine mi şaşıyorsun ey evin hanımı? Allah'ın rahmet ve bereketi sizin üzerinizdedir” dediler.”.. Şaşılacak bir şey yok Allah’ın işinde. Adet belirli şekliyle cereyan edince değişmez bir kanun anlamına gelecek değildir elbette. Allah irade buyurduğu bir rahmeti ve bereketi icabı onu kaldırır ve âdetin hilafına şekiller çıkarır ortaya. Buradaki rahmet ise bu aileye muhabbet beslemesi ve onlardan gelecek mü’minlere vaad edilen berekettir. Aslında bizim âdetin hilafa olarak gördüğümüz o şeyler de ilâhi kanunlara göre cereyan etmektedir ama biz onların mahiyetini bilmemekteyiz. Çünkü biz mevcudattaki bütün hadiseleri içine alacak genel bir kıyas metodundan mahrumuz. Allah'ın iradesini kendi bildikleri İlâhi kanunlarla sınırlandırmak isteyenler Allahüteâlânın kitabında belirttiği gibi ulûhiyetin mahiyetini bilmeyenlerdir. Allahın koyduğu kanunlarla Allah’ı sınırlandırmaya kalkışmak ta yine bu bilgisizliğin neticesidir«. Şüphesiz Allah'ın iradesi hudutsuzdur. Kendisinin koyduğu kanunlarla mukayyet değildir. Evet bu kâinattaki kanunları Allahüteâla takdir buyurduğu hürmetine göre yürütür. Şu kadar var ki, bu yürütme ayrı şey, Allah’ın bu kanunlarla mukayyet olduğunu söylemek ayrı şeydir. Muhakkak ki bu kanunlar Allah'ın takdirine göre cereyan eder ve her seferinde takdiri ilâhı onların infazını temin eder. Yoksa kendiliğinden, otomatikman olmaz. Şayet takdiri İlâhî bu kanunlardan herhangi birisini bir seferinde alışılagelmiş olan cereyan tarzının dışında başka bir şekilde cereyan etmesini irade buyurursa Allah’ın takdiri şüphesiz yerini bulur ve bu kanunlar bu yeni takdirin karşısına bir engel olarak dikilmezler. Çünkü bütün kâinat kanunlarının altında toplandığı en büyük kanun iradei İlâhînin enginliği ve mutlaklığı kanunudur. Ve her defasında tahakkuk eden şeyler Allah’a has bu engin irade gereğince tahakkuk eder. Mesele bu noktaya gelince Hz. İbrahim Tanrı elçilerine güvendi ve getirdikleri müjdeyle gönlü huzur buldu. Ama bu muştu haberi ona kardeşi oğlu L û t ’un ve kavminin başına gelecekleri unutturmadı. 0 da biraz yukarda, kuzey taraflarında ikamet ediyordu. Meleklerin onlara gönderilerek helak oluşlarını aklından çıkaramıyordu bir türlü. Hz. İ b r a h i m ’in şefkatli ve merhametli tabiatı bir kavmin toptan yok olup gitmesine tahammül edecek güçte değildi. 74 — İbrahim’in korkusu gidip te muştu kendisine ulaşınca L û t kavmi hakkında bizimle tartışmaya girişti. 75 — Doğrusu İbrahim çok içli, yumuşak huylu ve kendisini Allah’a vermiş bir kimseydi.”... Halim kişi her türlü sinirlendirici şeylere karşı sabreder, tahammül gösterir ve kızıp galeyana gelmez. İçli kimseyae her durumda Allah’a yalvarır, takvadan ayrılmaz. Kendisini Allah’a adamış olan kişiyse Rabbinden başkasını düşünmez. Bütün bu vasıflar Hz. İbrahim *i Lût peygamberin ve kavminin akıbeti ile ilgili hususlarda meleklerle tartışmaya sevkedıyor. Her ne kadar biz bu tartışmanın ne şekilde cereyan ettiğini bilmiyor isekte Allah’ın hükmünün yerini bulunca tartışılacak bir şey kalmadığını Kur’an’ın tafsilatından öğreniyoruz: 76 — Ey İbrahim, budan vazgeç. Zira Rabmin fermanı gelmiştir onlara, muhakkak geri çevrilmeyecek bir azap gelmektedir.”...1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
KORKMAYIN, PANİK YOK! Sadece Padişahımız Cuma'ya gidiyor1-dot
KORKMAYIN, PANİK YOK! Sadece Padişahımız Cuma'ya gidiyorVideoKORKMAYIN, PANİK YOK! Sadece Padişahımız Cuma'ya gidiyor
YOZ EKRAN, YOZLAŞTIRAN EKRAN…1-dot
Yılan deri değiştiriyor derler ya... İşte bu insanlıkta bakış açısını değiştiriyor. İnsanın eşya olduğunu ve bundaki özellikleri (Halleri) açıklıyor bu gibi programlar.Film,tiyatro vb. şeyler. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/blog-post.html Ki şu fikre ulaşılabilsin. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları.BağlantıDiziler ve evlilik programları sürekli kendimizden uzaklaşmamıza, aradaki mesafenin açılmasına neden oluyor. Gerçekten yaşamadığımız, gerçekte yaşayamadığımız bir dünyanın içindeyiz aslında. Bu ise…
“ALLAH’IN ADIYLA”
Asıl gelmemiz gereken noktada buluşalım inşAllah *** Onun için öncelikle eşyadaki özellikleri öğrenip vaka ile ilişkilendirdikden sonra fiillerimizi harakete geçirmekle olur.BağlantıDeğil Müslümanların, insanların vahşileşmesine gönlümüz razı değil. Biz razı değiliz ki Allah nasıl razı olsun? Yaşadığımız bu zamanda ehemsiz, ancak vahşilik, yabanilik kelimeleri Müslümanlıkla ya…
Willem Alexander community1-dot
İYİ GÜNLER Dünya liderlerine... Size çok önemli bir konuyu anlatacağım çünkü bu toplumun çobanı,yöneçisi,sorumlususunuz.Yaratıcı nazarında. Konu insanlığın kurtuluş istikametini belirleyen Fikir. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb Bu fikrin anlaşılır olabilmesi için yüksek akıl sahipleriyle istişare edip kesinlik kazandıktan sonra insanlığa servis edilmesi gerekir ki kişi istikametine varabilsin. İlginize şimdiden teşekkürler. Hüseyin Şaşmaz. Namenstr.8 Breda.ToplulukDeze pagina staat geheel in het teken van Willem Alexander. Ons team staat altijd voor u klaar! Op deze pagina veel leuke dingen over Willem Alexander!!
Paylaş
Senin gönderinden kaydedildi
TARİHİN AKIŞI Bir kere daha kendimizi tarih boyunca gelip geçmiş bulunan bir risalet halkası ile karşı karşıya buluyoruz. Burada yapılan davet aynı davet. Islâmın hakikati aynen bunlarda da var... Yalnız ve yalnız Allah’a ibadet etmek ve sadece onun dinine tâbi olmak... Ve bir kere daha İslâm’dan sonra ortaya çıkan cahiliyet tevhitten sonra beliren şirk ile karşılaşıyoruz. S e m û d kavmi de  d kavmi gibi müslüman nesillerdendi. N û h peygamberle birlikte gemiye binmiş alan mü’minlerin soyundan. Ama zamanla onlar tevhit akidesinden inhiraf etmişler ve cahiliyete dalmışlardı. Nihayet S â l i h (As.) peygamber olarak gelmiş ve onları yeniden islâma çekmeye çalışmıştı. Bilahere bakıyoruz ki, S e m û d kavmi istedikleri harika ile karşılaşıyorlar. Onlar inanmak ve tasdik etmek için bu mûcizeyi istememişlerdi. İnkâr etmek ve onu devirip kesmek için... Arap müşrikleri de Resulullahtan eski mûcizeler gibi mûcizeler istiyorlardı inanmak için. İşte görüyorsunuz ya şu S âl i h peygamberin kavmi de mûcize istemiş ama gelen mûcize onlara fayda vermemişti. Çünkü iman için mûcizeye lüzum yoktu. Mûcize basit akıllı ve fikirli kimseleri döndürebilirdi ancak. Ne var ki, cahiliyet bulutu karartmıştı kafaları ve kalbleri... TARİHİ HALKA Ve bir kere daha Ulûhiyet gerçeğini Allah’ın seçkin kullarından bir kulunun kalbinde tecelli ettiği şekliyle görüyoruz. Yüce peygamberlerin kalbinde tecelli eden şekliyle. Bu gerçeği Salih peygamberin şu sözünde görüyoruz: “Dedi ki: “Ey kavmim, Rabbimden açık bir delilim olur ve bana rahmet eder de, ben de O’na baş kaldırırsam söyleyin bakalım beni Allah’a karşı kim savunur? Bana hüsrandan başka bir şey kazandırmazsınız-” Tabiatiyle bunu: “Benim Rabbim doğrusu size yakın ve duaları kabul edendir” diye kalbinde hissettiği ulûhiyet gerçeğini belirttikten sonra söylüyor. Allah’ın seçilmiş kullarından peygamberlerin kalbinde tecelli ettiği kadar açık, parlak, mükemmel ve güzel şekilde Ulûhiyet gerçeği kimsenin kalbinde tecelli etmemiştir. Bu kalbler bu derece eşsiz ve fevkalade gerçeklerin sergilendiği pak ve temiz birer meşherdirler. Sonra kıssada; doğruyu sapıklıkta gören, hakkı hayretle karşılayan ve tasavvur dahi edilmesi imkansız bir şeymiş gibi kabul eden cahiliyetle karşılaşıyoruz. Kavmi tarafından beğenilen Salih peygamber doğruluğu, iyiliği, aklı ve ahlâkiyle kendisine ümit bağlanan birisiydi. Ama ona karşı kavminin tutumu ümitlerini yıkmış birisine karşı olan tutumları gibi. Niçin bunlar? Çünkü o kendilerini bir tek Allah’a davet ediyordu. Yani atalarından miras kalan dinden başka bir dine... İnsan kalbi sağlam bir akideden bir arpa boyu uzaklaşacak olursa sapıklığı ve inhirafı bir noktada kalıp durmaz. Hattâ en basit fıtrî bir gerçek bile onun gözünde son derece garip ve düşünülmesi dahi imkânsız bir şey hâline gelebilir. Hiç bir aklî ve fıtri mantık muhakemesine dayanmayan kendi cahiliyeti ve sapıklığı ise gayet normal olarak görünür.S â l i h peygamber onlara şöyle sesleniyor: “Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, sizin O’ndan başka bir tanrınız yoktur.”... “O’dur sizi yeryüzünde yaratıp, orayı imar etmenizi isteyen...”... S â l i h peygamber onları kendi varlıklarında yereden fıtri bir delile dayanarak hak dine davet ediyor. Bunu reddetmeleri imkânsız. Onlar yaratıcı olduklarını, yeryüzünde bâki kalacaklarını veya yiyip içeceklerini kendilerinin temin ettiklerini iddia etmiyorlardı. Açıkçası onlar doğrudan doğruya Allah’ı inkâr etmiyorlardı. Çünkü O’ydu kendilerini yeryüzünde yaratan. O’ydu yeryüzünü imar etmelerini isteyen. Ama onlar Allah’ın ulûhiyetini kabul ettikleri halde O’nun dinine tabi olmuyorlardı. Yalnız ve yalnız O’nun emrine ittiba etme gibi diğer prensipleri kabul etmiyorlardı. İşte S â l i h peygamber onlardan bunu istiyordu.****Ey kavmim Allah'dan başkasına ibadet etmeyin... Şu halde dâva aynı dâvaydı... Evet Rububiyet ve ulûhiyet dâvası... Allah’ın dinine ve hâkimiyetine teslim olma dâvası. . Buyruklara uyup itaat etme dâvası... Ve devamlı olarak bu dâva üzerinde dönüp dolaşıyordu cahiliyetle islâmın savaşı...1-dot
1 Fotoğraf1 Fotoğraf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder