Bu Blogda Ara

22 Temmuz 2017 Cumartesi

Hocalığın Fitnesi**Nureddin yıldız

Hocalığın Fitnesi

Hocalığın Fitnesi

Bugün ve yarın, kıyamete kadar insanlara Kur’an ve din öğretecek, fetva verecek bütün hocaların resmî örneği Mus’ab bin Umeyr radıyallahu anhtır. İç kavgaları süren bir şehre gidip orada İslam’ın temellerini yerleştiren Mus’ab, hocalığın en doğal örneğidir. Yesrib’i İslamlaştıran Mus’ab ortada iken, bugün ve yarın hiç kimse mükemmel bir hoca olarak örneklendirilemez. Allah ondan razı olsun, o muhteşem bir çığır açtı. Yapılması hayâl edilemezi yaptı. Allah’ı razı etti, Peygamber aleyhisselamı memnun edip gitti bu âlemden. Onu eğitimin, sabrın, sebatın, başarının simgesi olarak görmemiz gerekiyor. Hocalığı, kendi hayatında iken sonuç verdi. İmanın kök saldığı bir şehri, Peygamber aleyhisselama hicret diyarı yaptı.
Kur’an okudu, Kur’an okuttu. Namaz kıldı, namaz kıldırdı. Cihat etti, cihada hazırladı. Öğretmenliği teoride ve pratikte gerçekleşti. Ne öğretti ise onu yaşadı da. Konuştuklarını öğretti, öğrettiklerinden konuştu. Şehadeti anlatan ayetleri okudu insanlara. Sonra da şehadeti için zemin oluşunca göklere kanatlanır gibi kanatlanıp şehadete uçtu. Elleri ve emeği ile ortaya çıkan İslam Devleti’nden tek bir maaş bile almadı. İstekte bulunmadı, hak aramadı. İnsanlara Allah’ı anlattı, “O’na koşun.” dedi. Uhud’da çağırınca Allah onu, bu sefer kendisi koştu. Gençliğini, gurbette olmasını özür kabul etmedi. Öyle yürüdü ki Rabb’ine doğru, ardından melekler bile bakakalmışlardır ki hakkında indiği söylenen ayet onu: “Allah’a verdikleri söze sadık kalan erkek mü’minlerden biri” olarak tescil etti.
İşte, hoca o idi. Ücretini Allah’tan başkasından almaya yanaşmayan hoca! Konuştuğu, yarın yapacakları olan hoca! Sabreden, sebat eden, umut dolduran, heyecan veren, parmağının ucundan bakıldığında cenneti gösteren hoca! Allah ondan razı olsun. Ne muhteşem bir örneklik sergiledi de gitti.
Mus’b’ın elindeki Kur’an ile bugünkü hocaların elindeki aynıdır. Hükümler aynı, ayetler aynı, ilkeler aynıdır. Eğer aynı olmayan bir şey aranacaksa o, imkânlardır. Mus’ab radıyallahu anhın tek imkânı ihlası ve heyecanı idi. Şimdi bizim, onca imkânlarımız içinde yoksunu olduğumuz yegâne şey olan ihlas! Onun yegânesi, bizim ise bigânemiz…
Hoca olarak elimizdeki nimetleri kullanırken bu kıyaslamayı da yapmayı unutmuyor olmalıyız. En teknolojik cihazların bile dini anlatmada kullanılabildiği bir zamanda yaşıyoruz. Dağarcığımızdaki bilgi, Mus’ab’ın bilgisi ile kıyas edilemeyecek düzeydedir. O, henüz önemli bir bölümü inmemiş olan Kur’an’ı anlattı insanlara. Ne yazılmış şekli ne de ezberleyeni vardı Kur’an’ın. Bugün ise yazılısından dijitaline kadar ne büyük imkânlarla âdeta kuşatılmış bulunuyoruz. O, önündeki iki kişiye konuşabilse diye düşünürken bugün konuşan bir hoca, uzay boşluğunda sayısını Allah’tan başkasının bilemeyeceği kadar büyük kitlelere hitap edebilmektedir. Bu bir nimettir. Bütün nimetler gibi bu nimetin de bir hesabı muhakkak olacaktır.
Bu pencereden izlendiğinde eğer bir memur mantığı ile ele alınmayacaksa yani şu saatten bu saate kadar mesai doldurmak, haram yememiş olmak için yeterli görülmeyecekse bugünün hocası olmak dünün hocası olmaktan daha zordur. İnsanların rehavetlerini, dinlemiyor olmalarını, şerrin hâkimiyetini mazeret olarak görüp arkasına sığınmanın anlamı yoktur. Evet, bugün sıkıntı daha çoktur ama fırsatlar da öncesi ile ölçülemeyecek kadar çoktur ve yaygındır. Yeter ki ihlasla çalışılsın, yılmadan yürünsün bu yollarda.
Şöhretin Cazibesi
Günümüzün getirdiği farklılıklardan biri de hızlı şöhret olma durumudur. Önceki zamanlara göre bir ömür sonunda elde edilebilecek şöhret, bir saatlik programda hatta beklenmeyen, istenmeyen bir kaza sonucunda gelebilmektedir. İnsan olmanın hassas noktalarından biri olan şöhretin etkisinde kalma da din üzerinden şöhret olanlar için sorun olarak gündeme gelmiş olmaktadır. Genç yaşta şöhret olan hocaefendilerin veya akademik kimlik sahiplerinin, omuzlarındaki yükü takdir edememekten kaynaklanan hatalar yapmaları artık normal kabul edilmeye başlanmaktadır. Şöhretle beraber sorumluluk da arttığı hâlde rehavetin kimlik şeklini alması bu konumdaki insanlar için ahiret hesabı açısından ürkütücüdür.
Dine hizmet etmeleri gerekenlerin, âdeta dinden hizmet almaları bunun yansımasıdır. Dinin; şöhret basamaklarını tırmanma merdiveni olarak kullanılması, dinin insanlar üzerindeki etkisinin azalmasından, yanlış din anlamaya kadar pek çok hatayı beraberinde getirmektedir. Bu bir cazibedir. Her cazibe gibi bu cazibenin de beraberinde getirdiği sakıncaları vardır. Kişinin etkisi altında kaldığı şöhret ortamının gerektirdiğini hesap ederek iş yapmaya başlaması, neticede insana göre şekillenen bir din çıkarmaktadır ortaya. Uçuk uçuk iddialar, gereksiz tartışmalar, bitmez tükenmez ispatlar bir anlamda asıl hedefin kenara itildiğini, suni hedefler üretildiğini göstermektedir. İnsanın bu noktadan sonra artık dinine zarar vermekten başka yaptığı bir şey olmadığı hâlde, onun bu tavırlarını bile hikmet gereği görmeye başlaması ne yazık ki önlemez bir son olmaktadır.
Hocalık noktasında bulunanlar eğitilirken, hocaların böyle bir gidişata karşı da önceden bilgilendirilmiş olmaları gerekmektedir. Artık teknolojinin geldiği bu noktada, devletler bile ilkelerini korumada zorlanmaktadırlar. Böyle bir ortamda, zaten bir Halife’si olmayan, tek merkezden idare edilme durumunda bulunmayan Müslümanların binlerce kurtarıcı yetiştirip her birini bir medya sahibi yapmaları işten bile sayılmayacaktır. Buna üzülmek de bizi kurtarıcı çapta bir çare değildir.
Evet, ortada bir arz ve talep meselesi vardır. Dini üzerinden şöhret olmayı isteyenleri besleyecek bir piyasa sürekli bulunacaktır. Onlar da verici ve alıcılar olarak bu ortamı canlı tutmayı başarabileceklerdir. Bizim için acil olan görev, bunların imha edilmesi değildir. Zira böyle bir imha gerçekleşmeyebilir. Din üzerinden kişisel veya düşmanca isteklerini tatmin edecek kitlenin varlığı hiçbir zaman önlenememiştir. Bu bir imtihandır, imtihan gereği de onların zemini var olacaktır. İki şeyi temin etmek ise bizim açımızdan zorunlu olmaktadır. Birincisi, birilerinin böyle bir iştah ile meydanda bulunmalarında bizi kullanmalarını önleyebiliriz. Kendi değerlerimiz üzerinden sömürülmemizi önleyebiliriz. Birilerinin, ticaret yapmak için Peygamber aleyhisselamın ölüm sahnesini bir tiyatrocu mantığı ile anlatarak bizi ağlatmasına, biz ağlamaya başlayınca da cebimizdekine göz dikmesini önleyebiliriz. İkincisi de asıl yapılması gerekenlerle meydanı doldurmayı planlayabiliriz ki bunu bir cihat olarak görmemiz zaten görevimizdir.
İnsanların beğenecekleri şeyleri arayıp bulmak ve onları konuşmak, kutusu güzel olan ilacı hastaya vermek kadar yersiz ve gereksiz bir tutumdur. İnsanları, bir markette mal beğenecek müşteri gibi görmek yerine, onların zaruri ihtiyaçlarını karşılama sorumluluğunu hissetmelidir hoca olan. Beğendirmede peygamberler bile muvaffak olamamışlardır. Hocanın gayesi, Allah’ın kendisini beğenmesini sağlamak olmalıdır.
İnsanlar beğensin diye günün gereklileri arasında olmayan ya da birinci derecede önem arz etmeyen konuları gündem yapmak hiçbir şey değil ise israftır. Zamanlama hatası da diyebiliriz buna. Elbette bir menfaat arama söz konusu değilse, asıl sorun menfaate uygun olanı tercihten kaynaklanıyorsa bunun adını daha ağır ifade ile değiştirmemiz de mümkündür. Gerekli olan ve insanların anlayabileceği ile hocalık yapmak gerekmektedir. İman meselelerinin öncelikli tutulması, onların da seviye kollanarak ele alınması şarttır. Anlatmada kullanılan araçların da bilinçli kullanılması bir zarurettir. Bunu bilemeyenin din adına konuşmaması gerekiyor. Herkese açık olan bir TV ekranı ile isteyenin seçerek izleyeceği bir internet ekranı dahi aynı değildir. TV ekranlarının, kişisel ihtiraslara alet ediliyor olmasına esef ederiz.
Dine hizmet etmek istemek yeterli olmayacaktır. Hizmete ehliyet ve gerekli bir birikim muhakkak bulunmalıdır. İnsanlar üzerinden birikim yaparak din âlimi olma yöntemi makbul değildir.
Gösterge
Mus’ab’ın iki net göstergesi vardı. Bunlardan biri, sözü ile fiili arasında çelişki olmayışı idi. Diğeri de şu idi: Mus’ab, kuruşsuz geldiği Yesrib’ten kuruşsuz gitti. Bilakis gömlekle geldiği Yesrib’ten şehit olarak Rabb’ine giderken gömleği dizlerini bile örtmüyordu. Gömleğini de bırakıp gitmişti. Mus’ablık böyle bir şeydir. Allah ondan ebediyen razı olsun.
Bu iki gösterge yani konuştuğunun pratiği olan hoca olmak ve gömleğini bile bırakıp gitmek hocalığın ruhu olmalıdır. Dünya nimetlerine tenezzülsüzlük, peygamberlerin kimliğinde en önce göze çarpandır. Onların davasını anlatanlar da onlara benzemelidirler. Aksi takdirde anlattıklarının aktörleri gibi anılacaklardır. Rolünü oynayan bir aktör yerine rolünün adamı olan bir mü’min olmak, herkesten önce onların görevi olmalıdır.
Alkışa aldanan, dünyaya aldananın ilk örneğidir. Dini anlatmak ise dünyadan geçip ahiretin yolunu anlatmaktır. Sözle fiil arasındaki çelişki, insanların haber bülteni gibi dinleyip geçtikleri bir din dinlemelerine neden olur. İhlas ve samimiyet ise bunun aksidir.
Örneğimiz Mus’ab radıyallahu anhtır. Din anlatanlar da din yaşamak isteyenler de ona bakmalıdırlar. Kıyamete kadar o, “verdikleri sözde Allah’a karşı sadık kalan erkek mü’minlerin” en önde duran örneklerindendir. Şeytanın içten çökertme hamlelerine karşı, mü’minlerin de kendilerini korumaları gerekiyor. Medyatik hoca yerine ihlaslı hoca aramalıyız. Çok bilenden çok, bildiğine ile amel edene kulak vermeliyiz. Her şeyden önce bizim, dinimizi dinimizin kuralları ile öğrenmemiz şarttır. Medyayı kullansak da yine biz Mus’ab’ın izini süreriz. Hayır ve bereket, onun izinde vardır. Gerisinin bir fitne yumağına dönüştüğünü görüyoruz. Fitneden uzak durmak kadar kurtarıcı ne olabilir?

1 yorum:

  1. Asıl olan. vakıanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir.
    http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb
    http://bredaholland.blogspot.nl/2017/07/hocalgn-fitnesi.html

    YanıtlaSil