Bu Blogda Ara

23 Ocak 2017 Pazartesi

ARŞİV.2 Hizb-ut Tahrir Türkiye Web Sitesi Açıldı

Hizb-u-Tahrir deki fikirler incelendiğinde görülecektir ki insanlığın kurtuluşu burada mevcuttur.

https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=220325161752226&id=100013242319421



*********************************************
ARŞİV..2

CENNET GARANTİ BELGESİ...1-dot
CENNET GARANTİ BELGESİ...KATİ DELİLLERİYLE. https://t.co/dnUBXYFVdv İnanmayanların durumu da Allah’a aittir... https://t.co/jBQjqVmIXCBağlantıYaratıcı yaratmış olduğu insanlığa gönderdiği son peygamber Muhammed aracılığı ile kendi tarifini vermiş. Kişi bu tarifi onayladıktan son...
CENNET GARANTİ BELGESİ...KATİ DELİLLERİYLE. http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/01/cennet-garanti-belgesi.html ********************************* İnanmayanların durumu da Allah’a aittir... Bu Alemde olmuş olacak her şey Allah’a aittir... “öyleyse O na ibadet et”.„ İbadet ve kulluğa yalnız ve yalnız O, lâyıktır. “Ve O na güven.”... Yardımcı ve dost yalnız ve yalnız O’dur... Hayır veya şer ne yaparsanız hepsini bilir O Ve hiç kimsenin yaptıkları karşılıksız kalmayacaktır: “Ve Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.”... * Ve işte böylece bu sûreyi de bitirmiş bulunuyoruz. Başlangıçta da sonuçta da tevhit, Allah’a ibadet, tevbe, istiğfar ve Allah’a dönüş konularını ihtiva etmişti. Başlangıç ile sonuç kısmı arasında kâinatın derinliklerinde dolaşılmış, çağların sayfaları karıştırılmış ve ruhların içinde gezilmişti. Böylece gerek sûrenin başında gerekse sonunda edebî uygunluk ve güzellik içiçe girmiş olarak görülüyor. Âyetlerin akışıyle hikâyelerin anlatılışı birbirine tamamen uyuyor. Hepsinde de derin bir görüş, engin bir düşünce ve Kur’ana has yön zenginlikleri yer alıyor. Şayet bu Kur'an Allah’tan başkasının yanından gelmiş olsaydı onda bir çok aykırılıklar bulurlardı... • * Şimdi, bu sûreyi bir bütün olarak inceleyenler —hattâ Mekke döneminde nâzil olan Kur’an sûrelerini bütün olarak ele alanlar— hepsinde bir ince, derin, köklü ortak çizgiler bulur ve hepsinin de aynı noktaya yüklendiğini görürler. Hepsinin de aynı mihver etrafında döndüğünü ve bütün hatlarının aynı noktaya uzandığını, bütün çizgilerin bir noktada toplandığını fark ederler... Bu ana çizgi tek kelimeyle akidedir. Bu din bütünüyle akide çevresinde dolaşır. Bütün insanlar için hayat nizamı olarak gelmiş bulunan bir dinin ana mihverini akide esasları teşkil etmektedir. ********************************** 2017 bu gün de Akidenin Netleşmesi lazım. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb ************************************************** Bu sûrenin üzerinde uzun bir açıklamaya girişirken bu ana mihver ye asıl çizgi üzerinde tafsilâtlı olarak duracağız. Âyetlerin akışı içerisinde bir nebze bu hususlara işaret etmiştik. Fakat bu bölümleri birbirine bağlamak bir nebze daha bu ana mihvere ve asıl çizgilere işaret etmemiz gerekecektir. İBADET ŞEKİLDEN İBARET DEĞİLDİR Sûrenin umumi akışından ortaya çıkan birinci gerçek... Evet gerek Hz. Muhammed’in getirdiği kitabın muhtevasını belirten giriş kısmında, gerekse beşeriyet tarihi boyunca İslâm inancının hareket hattını açıklayan kıssalar boyunca veya Resulullahın bu kıssalardan ortaya çıkan gerçekleri ve bu kitabın muhtevasından tebarüz eden hakikatleri müşriklerin yüzüne vurmasını bildiren sonuç kısmında... Sûrenin umumi akışından ortaya çıkan ilk gerçek... Tamamen yalnız ve yalnız Allah’a ibadet edip, O’ndan başkalarına ibadet etmemek esası üzerinde kümeleniyor. Ve bunun doğrudan doğruya dini bir mesele olduğunu, hesap ve cezanın, sevap ve ikabın bu temel esasa göre değerlendirileceğini belirtiyor. Gerek sûrenin giriş kısmında, gerekse muhtelif âyetlerin tefsirinde bu konuda gerekli malûmatı verdik. Burada ise Kur’anın bu gerçeği koyuş tarzı üzerinde durup bu tarzın ehemmiyetini açıklayacağız: Yalnız ve yalnız Allah’a ibadet gerçeği şu iki sigada varit oluyor "Ey kavmim. Allah’a ibadet edin, sizin O’ndan başka tanrınız yoktur.”... “Allah’tan başkasınıa ibadet etmeyeseniz diye muhakkak ki ben size O’nun tarafından gönderilmiş korkutucu ve müjdeleyiciyim.”... Görülüyor ki, buradaki iki sigadan birisi emir sigasiyle, diğeri de nehiy sigasiyle varit olmaktadır... Acaba ikisinin de anlamı bir midir? Birinci ifadeden açıkça anlaşılıyor ki; emir sadece Allah’a ibadet konusundadır ve O’ndan başka tanrı olmadığını belirtmektedir. İkinci sigadan da Allah’tan başkasına ibadetten nehyedildiği anlaşılmaktadır. Aslında ikinci siga birinci sigaran zaruri bir neticesidir. Ama birincisi mantıki esas, İkincisi ise bundan çıkarılan neticedir. Ama hikmeti ilâhi bu neticenin de ayıclanmasını Allah’tan başkasına ibadetin yasak olduğunun anlaşılması ile iktifa edilmemesini irade buyurmuştur. Bunun için bu nehyi ayrı bir ifade hâlinde belirtmiştir. Halbuki birinci emrin muhtevası içerisinde mantıki olarak o da yer almaktadır. Bu bize bu büyük hakikatin kavranması konusunda ve Allah’ın ölçüsündeki önemi hususunda derin işaretler vermektedir. Meselenin sadece mantıki muhakemeye bırakılarak zımnen anlaşılabilecek durumda terkedilmeyip üzerinde dikkatle durulması gerektiği açıkça belirtilmiş oluyor. Ayrıca Kur’anı Kerimin bu iki hakikati her iki şıkkıyle... Yani Allah’a ibadet ve Allah’tan başkasına ibadet etmemek... Şıklariyle belirtmek için takip ettiği metodu veriyor bize. Şöyleki, insan ruhu her zaman için kesin emirlere muhtaçtır, bu meselenin iki şıkkında da. Yalnız Allah’a ibadeti emredip O’ndan başka tanrı olmadığını bildirerek ve Allah’tan başkalarına ibadetin yasak olduğunu bunun zımnından çıkan mânaya bırakmayı ve bununla iktifa etmeyi aslâ yeterli görmez. Çünkü öyle bir zaman gelir ki, insanlar Allah’ı inkâr etmeyebiliri»’, O’na ibadeti de terk etmezler ama bunların yanısıra Allah’tan başkalarına da tapınırlar ve Müslüman olduklarını sandıkları halde —Allah korusun— şirke düşerler... ************************************ 2017 bu gün aynen öyle.onun için şu tarifi benimseyip onaylaması gerekir insanlığın. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.html *************************************** İşte bunun için Kur’anı kerim bu konuda hem emir, hem de nehiy sigasını aynı anda iradediyor ve biri diğerini tekit ediyor. Ve bundan sonra daha şirkin sızabileceği hiç bir delik ve gedik kalmıyor. ******************************************* CENNET GARANTİ BELGESİ...KATİ DELİLLERİYLE. http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/01/cennet-garanti-belgesi.html ***************************************** Bu ve benzer ifadeler Kur’anı kerimin muhtelif yerlerinde tekerrür etmiştir. İşte gerek bu sûredeki gerekse diğer sûrelerdeki benzer ifadelerden bir kaç tanesi: “Elif Lâm Ra. Bu kitabın âyetleri kesin kılınmış, sonra Hakim ve Habîr olan Allah tarafından uzun uzadıya açıklanmıştır. Allah’tan başkasına ibadet etmeyesiniz diye. Muhakkak ki ben size O’nun tarafından gönderilmiş korkutucu ve müjdeleciyim.”... N A b *u da kavmine gönderdik. “Ben sizin için apaçık bir korkutucuyum, Allah’tan başkasına ibadet etmeyesiniz diye. Çünkü ben size gelecek elim bir günün azabından korkuyorum.” * A d kavmine de kardeşleri Hud'n gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim, Allah’a ibadet edin sizin ondan başka tanrınız yoktur. Toksa sadece yalan uyduran kimseler olursunuz.” “ "Ve Allah buyurdu ki: “İki tanrı edinmeyin. O, sadece tek bir tanrıdır. Ve işte bunun için benden korkun.” * İbrahim ne yahudi idi ne de hıristiyan. Sadece Allah’ı kir tanıyan bir müslüman. Ve müşriklerden de değildi.” ” "Ben yüzümü müvahhit olarak gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim.” ** Hiç değişmez metodudur bu Kur’an’ın. Hep tevhit gerçeğini böyle dile getirir. Ayrı bir delâleti var tabii bunun. Gerek hiç bir zaman için zımni işaretlere ve mefhumlara güvenmeyip önemiyle mütenasip olarak kesin ve açık şekilde hükmü gerektiren büyük ve önemli bir konu olduğunu ortaya çıkarmak bakımından olsun, gerekse insan denen şu varlığın tabiatında bu gerçeğin böyle bir kesinlikle açıklığa kavuşturulması gerektiğini bildiren ve hiç bir şekilde kapalı bir noktasının bulunmamasının icabettiğine dair delaleti bakımından olsun apayrı bir anlamı var. En son hikmet Allahüteâlânındır elbette... Yarattıklarını en iyi bilen O’dur ve latifdir, haberdârdır. * • * İBADETİN ASIL MÂNASI İkinci olarak ta gerek bilumum Kur’anda gerekse bu sûrede kullanılan “ibadet” terimi üzerinde durmak istiyoruz. Ancak bu mefhumu kavradıktan sonra yalnız Allah’a ibadet edip, O’ndan başkasına ibadet etmeme konusunda neden bu derece yığınak yapılarak durulduğunu daha iyi anlamış oluruz. Bunun da ötesinde bu gerçeğin her iki şıkkiyle birlikte tekitli olarak ifade edilip, zımnen işaret edilmeyişindeki derin mânayı kavrayabiliriz. 30. HÛd: 23-26. 31. Hud: 30. 32. Nahl: 31. 33. Ali Imran:1-dot
2 Fotoğraf2 Fotoğraf
Islam'i Metodun Keyfiyeti 11-dot
Cahit TOPRAK Islam'i Metodun Keyfiyeti 1 BağlantıIslam'i Metodun Keyfiyeti 1
Zalime merhamet mazluma ihanettir - Mustafa Çelik1-dot
Zalime merhamet mazluma ihanettir https://t.co/pLguuQQDjY BU DURUMDA İSLÂM BİZDEN NE YAPMAMIZI İSTİYOR? https://t.co/qHj0QbbHuZBağlantıYeryüzünde iyilik işleyenin mükâfatsız, kötülük yapanın cezasız kalması Allah’ın adaletine aykırıdır. Zalimlere karşı direniş izzet, zalimler karşısında tevazu...
Beynini Yönet1-dot
Başınız beyninizin ev sahibi olabilir, ama onu yöneten siz misiniz? Marilyn Vos SavantBeyin, yüz milyar ışık yılı genişliğinde bir evreni kavrayabilen, avucunuza alabileceğiniz bir buçuk kilogramlık bir kütledir. Narian DiomondHatırlamak başka, bilmek başkadır. Hatırlamak yalnız belleğe saklanması i…BağlantıBaşınız beyninizin ev sahibi olabilir, ama onu yöneten siz misiniz? Marilyn Vos SavantBeyin, yüz milyar ışık yılı genişliğinde bir evreni kavrayabilen, avucunuza alabileceğiniz bir buçuk kilogramlık bir kütledir. Narian DiomondHatırlamak başka, bilmek başkadır. Hatırlamak yalnız belleğe saklanması i…
HİDAYET VE DALÂLET 114,— Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt kabul edenlere bir öğüttür. 115 — Sabret, çünkü Allah iyi davrananların mükâfatını zayi etmez.”... Bu emir Resulullaha ve beraberindeki tevbe edenleredir. “Sen dosdoğru emrolunduğun gibi haraket et”... Hz. Peygamber bu emrin dehşetini ve önemini çok iyi hissetmişti. Hattâ: “Beni H û d sûresi ihtiyarlattı.” Buyurduğu rivayet edilir. Buradaki () normal ve yerli yerince hareket edip hiç sağa sola sapmamaktır. Şu halde istikameti tutmak için sürekli bir uyanıklığa ve ebedi düşünceye ihtiyaç vardır. Yolun hudutlarını iyice araştırıp az veya çok dosdoğru yolda yürümeye pek mütemayil bulunmayan beşerî infialleri zabturabt altına almak gerekir. Binaenaleyh istikamet insanların her hareketinde bulunması gereken sürekli bir haldir. / *********************************** İNSANIN DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP ETMESİ GEREKEN İSTİKAMET... http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb ****************************************************** Burada dikkatleri bir noktaya çekmek istiyoruz, istikametten sonra gelen emir kusur ve eksikten uzaklaşmak ile ilgili değil haddi aşıp tecavüzle ilgili bir emirdir. Zira dosdoğru yürümek emri ve bununla birlikte şart olan vicdan uyanıklığı ve takva bazı kere olur ki, dini kolaylıktan zorluğa götüren bir haddi tecavüz ve aşırılıkla son bulur. Halbuki Allah dinini gönderdiği gibi yapılmasını emretmektedir. Hiç bir ifrata ve tefrite dalmadan dosdoğru emrolunan şekilde hareket edilmesini istemektedir. İfrat ve aşırılık ta tefrit ve eksiklik gibi bu dini ana mihrakından çıkarır. Tabiatını değiştirir. İnsanları dosdoğru tutmak gerek ihmalkarlığa gerekse aşırılığa sürüklememek için çok önemli bir dokunuştur bu. “Çünkü O, yaptıklarınızı görür.”... ( ) mastarından türemiş olan ( ) kelimesinin kullanılmasının konu ile yakından ilgisi vardır. Çünkü burada basiret, güzel idare ve takdir görmektir. öyleyse ey peygamber sen ve beraberinde tevbe etmiş bulunanlar emrolunduğun gibi dosdoğru yolda yürü... “Zulmedenlere yönelmeyin, yoksa size ateş dokunur.”... Yeryüzünde güç ve kuvvet sahibi olmuş, Allah’ın kullarını baskı ve sindirme ile ezmiş, Allah’tan başkalarına kul etmiş zalim, zorba ve diktatörlerin zulmüne dayanmayın, güvenmeyin... Yönelmeyin sakın onlara... Çünkü sizin onlara yönelmeniz, yani bu yeryüzünün en büyük kötülüğünü normal kabul etmeniz ve bu büyük günaha ortak olmanız yüzünden: “Size de ateş dokunur.”... Bu sapıklığın cezası olarak... “Sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.”... Bu gibi hallerde dosdoğru emrolunduğu gibi hareket etmek elbette ki, çok zor bir şeydir. Bunun için bir çok yardımlara ihtiyaç vardır. Allahüteâlâ yüce Resulüne ve beraberindeki mü’min azınlığa ikmal yolları gösteriyor: “Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl.”... Çünkü Allahüteâlâ her hâzinenin bittiği ve her azığın tükendiği anda bitmeyen azığın ve tükenmeyen hâzinenin namaz olduğunu bildiriyor. Namazın ruhi bünyeyi güçlendirdiğini belirterek mükellefiyetleri oldukça ağır olan hak yolunda kalblerine kuvvet veriyor. Çünkü namazla ancak bu gönüller Rahim ve Vedûd olan Rablerine bağlanır. Ve inatçı cahiliyet ortamında kendisini yapayalnız hisseden, gurbette kabul eden gönüllerde bir ünsiyet, bir dostluk havası estirir. Bu âyeti kerime günün iki tarafını —yani başı ile sonunu— zikrediyor, bir de gecenin yakın saatlerini belirtiyor. Bunlar her ne kadar namaz sayısını tahdit etmemekte ise de farz namazların vaktini belirtmektedir. Namazın sayısı ve vakitleri sünneti seniyye ile belirlenmiştir. Âyeti kerime namazları tam olarak eda etmeyi belirten emri müteakiben iyiliklerin kötülükleri giderdiğini açıklıyor. İyilikler ile bütün iyilikler maksuttu. İyiliklerin başında da namaz gelir, öncelikle namaz iyilikler arasında yer alır. Yoksa bazı müfessirlerin belirttiği gibi kötülükleri gideren iyilik sadece namaza münhasır değildir. “Bu, öğüt kabul edenlere bir öğüttür.”™ Haddi zatında namaz en büyük öğüttür. Binaenaleyh bu ifade burada tam yerinde kullanılmıştır. Dosdoğru yolda yürüyebilmek için sabra ihtiyaç vardır elbette. Nitekim Allah’ın yalancılara olan azabının tahakkuku için de sabırla beklemek gerekmektedir. Bunun için dosdoğru yolda yürümek ve namazla ilgili emri müteakiben şu âyet varit oluyor: “Sabret, çünkü Allah iyi davranananların mükâfatını zayi etmez. Dosdoğru yolda yürümek te iyi davranmaktır şüphesiz. Namazları vaktinde eda etmek te iyi davranmaktır elbette. Yalanlayıcıların hilelerine karşı sabır da iyi davranmaktır tabii... Ve Allah şüphesiz iyi davrananların mükâfatını zayi etmez. • ** GEÇMİŞLERİN AKİBETİ Bilahere âyeti kerime geçmiş milletlerin ve nesillerin akıbetleriyle ilgili yorumlarını tamamlıyor. Ve gizlice işaret diyor ki, şayet bu nesiller arasında kendileri için Allah nezdinde hayır talep edenler bulunsaydı ve bu azınlık insanları yeryüzünde fesat çıkarmaktan alıkoysaydı, zalimlerin zulmünü önleseydi başlarına bu kökten silinip gitme felâketi gelmeyecekti. Çünkü sakinleri islahçı olan hiç bir kavmi helâk etmeyeceğini Allahüteâlâ bildiriyor. Yani aralarında zulüm ve fesadı önleyecek kimseler bulunsaydı yok edilmezlerdi onlar. Bu beldelerde sadece çok az bir azınlık grupu inanmış idi ve bunların da hiç bir fonksiyonları yoktu. Bunun için Allah onları kurtarmıştı. Çoğunluğu ise müsrifler, zalimler ve zorbalar teşkil ediyordu. Bunun için Allah o beldeleri halkı ile birlikte yok etti gitti... 116 — Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil miydi? Onlardan kurtardıklarımız pek azdı. Zalim olanlar ise yalnız kendilerine verilen refahın ardına düştüler. Suçlu kimselerdi onlar. 117 — Kasabaların halkı İslah olmuşken Rabbin haksız yere onları yok etmez.”... ' Bu işarette Allah'ın geçmiş milletler ile ilgili bir kanunu açıklanıyor. İnsanları Allah’tan başkasına kul ederek, çeşitli şekillerde tanrılar ihdas ederek bozgunculuğa dalmış olan milletler karşılarında onları yok edecek kimseleri bulurlarsa o zaman Allah onlara ceza verip kökten yok etmez. Ama zalimlere ses çıkarmayan ve bozguncuların bozgunculuğuna engel olmayan milletlerin karşısına çıkıp / ta zulüm ve fesadı önleyecek kimseler bulunmayınca veya bulunduğu halde bozuk düzeni değiştirecek güç ve kudrete sahip olmazlarsa o zaman muhakkak Allah’ın kanunu yerini bulacaktır. Ya o millet kökten helak olup gidecek veya bir inhilâl ve ihtilâl ile mahvolacaktır... Şu halde yalnız ve yalnız Allah'a inanan ve bu dâvaya bağlanmış bulunan kimseler... Yeryüzünü Allah’tan başkasına kulluğun bozduğu fesat ve inhilâlden korumayı kendisine vazife bilen mü’minler hem milletler için, hem de kitleler için emniyet sibobu, can sigortasıdırlar... Ve bu özellik Allah'ın ulûhiyetini ikrar için savaşan mücahitlerin çabalarının değerini ve önemini gösterir. Her türlü zulüm ve fesat hareketlerine karşı çıkanların ifade ettiği anlamı belirtir... Şu halde bu mü’minler sadece Rablerine ve dinlerine karşı vazifelerini yapmakla kalmıyorlar ayni zamanda milletlerinin üzerine gelmesi mukadder olan ilâhi gazabı da önlüyorlar. Kendi kavimlerinin toptan yok olup gitmelerine mani oluyorlar. HİDAYET VE DALÂLET Son yorumda ise insanların hidayet ve dalâlet konularındaki ayrılıkları ve Allah'ın yaratıklarını bu değişik yönlere tevcihindeki kanunu açıklamaktadır: 118 — 119 — Rabbin dileseydi bütün insanları tek- bir ümmet yapardı. Ama Rabbinin rahmet ettikleri bir yana onlar hâlâ ayrılıktadırlar. Esasen onları bunun için yaratmıştır. Bununla beraber Rablerinin şu sözü de tamamen yerine gelmiştir: “Şüphesiz ki ben cehennemi insan ve cin ile dolduracağım.”... Allah dileseydi bütün insanları bir tek şekilde yaratırdı. Hepsinin kabiliyeti de aynı olurdu. Aralarında hiç bir fark ve ayrılık gözetmeksizin mükerrer nüshalar hâlinde yaratırdı. Ama bu, yeryüzünde mukadder olan hayatın tabiatına uygun düşmezdi. Allah’ın yeryüzüne halife olarak gönderdiği bu mahlûkun tabiatına da muvafık olmazdı. Allah bu varlığın değişik kabiliyette ve istidatta olmasını irade buyurmuştu. Herkese istediği yöne gitme hürriyeti vermişti. Herkes istediği yolu kendisi seçmeliydi. Ve bu hürriyetin sorumluluğu da kendisine ait olacaktı. Doğru yolu veya eğri yolu seçmesine göre cezalanacaktı. .. Böyle irade buyurmuştu meşiyeti şüphanî. Dalâleti seçen de hidayeti seçen kadar kendi hareketinden sorumluydu ve her ikisi de Allah’ın kanunlarına göre ceryan etmekte idi. İlâhî meşiyyete göre kul kendi isteğiyle dilediği yolu seçecek ve bu seçtiği yolun neticesinde cezasını da kendisi çekecekti. Allah dilemiştir tüm insanların tek bir millet olmamasını. Bunun için de her insanın değişik kabiliyette olmasını irade buyurmuştu. Bu ihtilaf inançlarının temel mevzularına kadar inecekti. Allah’ın rahmetine erenler elbette ki ihtilâfa düşmezlerdi. Çünkü onlar hakkı bulmuşlardı ve hak ise değişik olmazdı. Bunun için hidayeti seçenler tam bir birlik hâlindedirler. Fakat bu demek değildir ki, onlarla dalâlet erbabı arasında bir ihtilaf yoktur. Bilakis dalâlet erbabı ile tamamen ayrılık içindedirler. Âyetin bu ihtilâfın mukabili olarak zikrettiği ise şudur: “Bununla beraber Rablerinin şu sözü de tamamen yerine gelmiştir: “Şüphesiz ki ben cehennemi insan ve cin ile dolduracağım. Buradan da anlaşılıyor ki hak ve hakikat üzerinde birleşip te Allah’ın rahmetine nâil olanlar için ayn bir âkıbet vardır. Bunların sonu cennete varacaktır, tıpkı dalâlet ehlinin sonunun cehenneme varlığı gibi. Dalâlet ehli hem kendi aralarında ihtilâftadırlar, hem de mü’minler ile. Değişik değişik yolları ve metotları vardır onların. • ** VE SÛRE BİTERKEN Nihayet en son bölüme gelmiş bulunuyoruz.. Şimdi hitap Resulullaha yöneliyor ve kendisine anlatılan bu kıssaların hikmeti açıklanıyor. İnanmayanlara karşı son sözünü söylemesini ve tamamen onlardan ayrılmasını bildiriliyor. Artık onları kendi başlarına bırakıp Allah’ın bilinmez gaybına havale etmesi buyruluyor. Sonra kendisinin Allah’a ibadet edip, O’na dayanması ve kavmini yaptıklariyle başbaşa bırakması emrediliyor: 120 — Peygamberinin başından geçenini sana nakletmemiz, senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir. Bununla sana hak, mü’minlere de öğüt ve nasihat geldi. 121 — İnanmayanlara de ki, “elinizden geleni yapın, Biz de yapacağız. 122 — Bekleyin biz de bekleyeceğiz”. 123 — Göklerin ve yerin bilinmedikleri Allah’a aittir. Bütün işin O’na döndürülür, öyleyse O’na ibadet et ve O’na güven. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.”... Ne kadar eziyet çekmişti ki peygamber kavminden, onların sapıklığı ve azgınlığı karşısında Allah tarafından teselliye ve temkine ihtiyaç hissediyordu. Halbuki o, Rabbine güvenen, sabırlı ve sebatlı birisiydi: “Peygamberlerin başlarından geçenleri sana nakletmemiz, senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir.” “Bununla sana hak geldi.”™ Bu sûre ile... Davet konusundaki hak, peygamberlerin kıssalarındaki hak, Allah’ın kanunlarındaki hak, müjde ve azapların doğru çıkışındaki hak... “Mü’minlere de öğüt ve nasihat geldi.”™ Geçmiş asırların olayları onlara bir öğüttür, Allah’ın kanunlarını hatırlatır... Buna rağmen inanmayanlar için ne öğüt vardır ne de nasihat. Hiç bir şey kar etmez onlara. Peygamber tamamen ayrılmalı onlardan ve kat-i alâka etmelidir: “İnanmayanlara de ki: “Elinizden geleni yapın, bizde yapacağız.” Bekleyin, biz de bekleyeceğiz... Senden önce geçen bir peygamber kardeşinin dediği gibi. O kardeşin kavmıne bunları şöylemiş^ sonra da anları kendi Akıbetleriyle başbaşa bırakmıştı... “Göklerin ve yerin bilinmediği Allah’a aittir... Her şey O’na aittir... Senin durumun da onların durumu da...1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
Ercümend Özkan Anısına
Ercüment Bey’e göre eşyanın tabiatını (Fıtratını,özelliklerini) göz önüne alarak ... *** Ve bu gün (2017) yaşamış olsaydı kesinlikle şu fikri onaylar ve desdeklerdi. *EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. *** EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Bütün proplemlerin yok olduğu şu fikri niye anlamıya çalışmıyor hala geçmişdeki cedelleşmeleri gündeme getiriyor çıkmasa giriyorsunuz. https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=207337433050999&id=100013242319421Bağlantı1.Tarih-i Cihang-u Şa’da ‘Denizler leşleri hep suyun üstünde tutarken incileri dipte saklar’ diye bir deyiş var. İnci nadir bulunan bir nesnedir, kendi başına bir kıymettir, bir değerdir, onu arama…
TAŞRALI ROMANTİZMLERLE OYALANMAK1-dot
Bu durumda kapsayıcı bir dil, program ve proje temelinde yeni bir bilinç, bu bilince dayalı bir dayanışma inşa edilmediği takdirde, hayatlarımızı tabi kılınmış toplumlar ve kültürler olarak sürdüreceğiz. *** Onun için doğru bildiğimiz yanlış kavramların doğrusunu öğrenmemiz lazım. Örneğin;Eşya. İNSANIN EŞYA OLUŞUNUN DELİLİ. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/insanin-esya-olusunun-delili.html İşte bu bir kavramın manasını öğrendiğimizde tüm bakış açılarımız değişecektir. Bu açıdan baktığın zaman şu fikre ulaşman mümkün olacaktır. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları.BağlantıBütün Müslümanların hatırlaması gereken somut bir gerçek var: Emperyalist-sömürgeci irade tarafından hepimize birden dayatılan bir durumla karşı karşıya bulunuyoruz. Bu durumda kapsayıcı bir dil, p…
İslâm'ın Râyesi'ni Yükseltmek Tüm Müslümanlar'a Farzdır!
İslâm’ın Râyesi yeniden göklere yükselip dalgalansın ve Müslümanlar da yeniden eski izzetli ve şerefli günlerine kavuşabilmesi için şu an şu yolu takip etmesi lazım. İNSANIN EŞYA OLUŞUNUN DELİLİ. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/insanin-esya-olusunun-delili.html VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİ... http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/onemli-olaylar-vahiy-konulari-haricinde.html Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2016/12/esyayi-bazolcu-aldigimizdaasl-olan.html HİLAFET...BU DURUMDA İSLÂM BİZDEN NE YAPMAMIZI İSTİYOR? http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/bu-durumda-islam-bizden-ne-yapmamizi.htmlBağlantı
BİR DE ÂHİRETTE AZAP Dünyada iken böyle acıklı bir azap ile yakalanmak ahirette de azaba düçâr olamanın alâmetidir. Ahiret azabından korkanlar bu gerçeği görürler. Yani basiretleri açık olup ta bu dünyada iken acıklı bir şekilde yakalanmanın öbür dünyada azaba duçar olmak mânasına geleceğini bilenler bu acı hakikati fark ederler. Ve bu azaptan korkarlar. Burada âyeti kerime yeryüzündeki beşer kalbi ile kıyamet manzarasını bir sahne içinde toparlıyor. Ve bunu Kur'ana has iki merhaleyi birleştiren bir metot ile aralıksız yapıyor: 103 — Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibret vardır. O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür. 104 — Biz o günü ancak belirli bir süreye kadar geciktiririz. 105 — O gün gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır. 100 — Bedbahtlar cehennemdedirler. Orada yüksek sesle soluk alıp verirler. 107 — Gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır. Rabbinin dilediği müddet başka. Muhakkak ki Rabbin dilediğini yapandır. 108 — Bahtiyar olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça temelli kalacaklardır orada. Rabbinin dilediği başka. Bu ardı arası kesilmeyen bir lütuftur. “Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibretler vardır.”... Bu şekilde acıklı ve şiddetli olarak yakalanmak âhiret azabının bir benzeridir. Âhiret günün azabını hatırlatır ve o yüzden korkutur. Ne var ki, bunu ancak basireti açık olup ta âhiret azabından korkanlar görür. Ve kalbleri uyaran basiretleri açan sadece takvadır. Âhiretten korkmayanların kalbleri taşlaşmıştır, hiç bir delil karşısında' açılamaz. Yeniden yaratma ve meydana getirmedeki hikmeti İlâhîyi kavrayanı az. Bu dünyadaki günlük yaşayışının ötesinde hiç bir şeyi görmez. Hattâ bu geçici hayatta gözünün önünden akıp giden ibret verici olaylar hiç tesir etmez ona. Uyarmaz ve iz bırakmaz. Sonra âyeti kerime,o günü tavsif ediyor: “O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür.”... Burada bütün insanların toplanışı tablolaşmaktadır. Herkes gelmiş ve toplanmış. Kendi isteğiyle gelmiyor kimse oraya, gönderiliyorlar danışmaksızın. Herkes hazır, herkes bekliyor ne olacak diye?... “O gün gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz.”... Korkunç bir sessizlik kaplamış herkesi. Dehşet saçan bir ürperti inmiş bütünü ile sahnenin üstüne. Konuşmak izne tabi. Kim cüret edebilir de konuşma izni isteyebilir? Fakat Allah dilediğine izin verir. Onun izni ile sessizlikten kurtulur. Sonra dağıtım ameliyesi başlar: “Onlardan kimi» bedbaht, kimisi de bahtiyardır.”... Biz bu ifadelerin ötesinden “bedbaht olanları” görüyoruz. Ateşe girmişler, korkunç bir sıkıntı içindeler. Darlıktan, sıcaktan ve sıkıntıdan “Orada yüksek sesle soluk alıp verirler.” Bahtiyarları da görüyoruz. Cennete girmişler ve orda sonsuz ihsanlara nâil olmuşlar, hiç bir şey esirgenmiyor onlardan ve hiç bir şey ellerinden alınmıyor. Bunlar da, onlar da sürekli kalacaklardır bulundukları yerde. “Gökler ve yerler durdukça” duracaklardır. Bu ifadenin söylenişi bile insan zihnine bir süreklilik ve devamlılık hissi vermektedir. İfadelerin de kendilerine göre özellikleri bulunmaktadır. Burada da kastedilen evvel emirde bu özelliktir. Ama her iki halde de âyeti kerime bu sürekliliği Allah'ın meşiyyetine bağlamaktadır. Netice itibariyle her kanun ve her prensip varır Allah’ın meşiyyetine dayanır. Kanunları koyan Allah'ın hudutsuz meşiyyetidir. Binaenaleyh O, bu kanunlara bağlı ve mahdut değildir. Şüphesiz ki Allah ne zaman isterse bu kanunları temelden değiştiriverir: “Muhakkak id Rabbin dilediğini yapandır.”... Bir de âyeti kerîme bahtiyar olanlara Allah’ın lütuf ve ihsanının fazlalığını hatırlatarak sonsuz nimetler verileceğini ve Allah’ın meşiyyetinin bu yönde olduğunu belirtmektedir. Cennetteki ikametleri değiştirilecek bile olsa —ki böyle bir şey yoktur— Allah’ın lütfunun esirgenmeyeceğini belirtmektedir. Bu ihtimali sırf meşiyyeti ilâhiyenin sınırlılığını ima eden ifadenin gerisinden Allah’ın meşiyyetinin hudutsuzluğunu belirtmek için zikretmektedir. *• TEŞVİK VE İHTAR Âhiretteki akıbetlerle ilgili sadet harici bu açıklamadan sonra, ki bu da milletlerin bu dünyadaki âkıbetleri belirtilirken ve dünya azabı ile âhiret azabı arasındaki benzerlikler anlatılırken, gerek bu dünyada, gerekse öbür dünyada yalanlayıcıların acı neticeleri zikredilirken bir münasabet kurularak öbür dünya ile ilgili bu açıklamalara yer verilmişti. Evet bunlardan sonra âyeti kerîme bu kıssalardan ve gözler önüne serilen manzaralardan alınması gereken dersleri gerek Resulullaha, gerekse Mekke de ona inanmış olan azınlığa teselli verici bir destek olarak anlatıyor. Yalanlayanlara da bir açıklama ve ihtar ile içine düştükleri durumu gözleri önüne seriyor. Şüphesiz ki bunlar da atalarının tapındıkları şeylere tapınmakta idiler. Onların durumu ile o kıssalarda geçenlerin durumu arasında hiç bir fark yoktu. Onların âkıbeti de malûmdur. Bunların payına düşeni de onlar yapacaklardır. Her ne kadar bunların üzerinden azap ertelemiş ise M û s â peygamberin kavminin üzerinden de ertelenmişti. Bunu da Allah bir hikmete mebni olarak ertelemişti. Ama gerek M û s â (A. S.) ın ümmeti, gerekse Hz. Muhammed’in ümmeti belli bir süre içinde yapacaklarını yapacaklardır. Bunlardan azabın ertelenmiş olmasının sebebi ise sadece hak ve hakikat dinine bağlanmış olmalarıdır. Onlar ise tıpkı ataları gibi batılda idiler: l09 — öyleyse bunların taptıklarından şüphen olmasın Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar. Onların paylarını eksiksiz ödeyeceğiz. 110 — Andolsun ki M û s a ’ya da kitabı verdik. Hakkında ihtilâfa düştüler. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı aralarında hüküm verilmiş gitmişti bile. Doğrusu onlar bundan yana şiddetli bir tereddüt ve şüphe içindedirler. 111 — Hiç şüphe yoktur ki, Rabbin herkese amellerinin mukabilini tamamen ödeyecektir. O, şüphesiz yaptıklarına vakıftır.”.... Bunların taptıklarının batıl olduğuna dair hiç şüphe sızmasın içine. Hitap Hz. Peygambere, ihtar ise kavminedir. Bazı zaman olur ki, böyle bir üslûp insan ruhun da çok daha tesirli olur. Çünkü bu üslûp bu kanunun Allah tarafından peygamberine açıklanan bir ana mesele olduğunu belirtiyor. Ne herhangi birisiyle tartışma havasını taşımakta, ne de bu konuyu karıştıranlara hitap etmektedir. Maksat onları hiç önemsememek ve yer bile vermemektir. Bu gibi hallerde bazan onların önem verdiklerinden çok daha fazla mühim olan mücerret ve hâlis gerçek doğrudan doğruya kendilerini muhatap alarak yapılacak seslenişten daha müessir olur: “öyleyse bunların taptıklarından şüphen olmasın. Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar.”... Şu halde onların âkıbeti geçmişlerinden pek farklı değil... Onlar da azaba müstahak olacaklar... Fakat âyeti kerime üslubun orijinalitesine uyarak azabı açıkça zikretmiyor. “Onların paylarını eksiksiz ödeyeceğiz.”... Besbelli onlann nasibi de kendilerinden önce geçenlerin nasibi gibi. Daha önce seleflerinin payına düşenleri manzaralar hâlinde görmüştük. Olabilir kr, M û s â peygamberin kavmi gibi onlar da kökten yok olma azabına duçâr olmazlar: “And olsun ki M û s â ’ya da kitabı verdik. Hakkında ihtilâfa düştüler.”... Söyledikleri sözler, inandıkları inançlar ve yaptıkları ibadetler değişik değişik oldu. Ama Allah’ın geçmiş bir sözü vardı ki, onların hesabının kıyamet günü görüleceğini bildiriyordu:“Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı aralarında hüküm verilmiş gitmişti bile.”.. Bu söz de bir hikmete mebni olarak geçmişti. Ve buna binaen kökten yok olma azabına düçar olmamışlardı. Çünkü bir kitap gönderilmişti onlara ve kitap gönderilen dinlerin salikleri ise kıyamet gününde hesaba çekilecekti. Zira kitabın gönderilmesi ebedî bir hidayetin varlığına delil idi. O kitabın indiği dönemde yaşayan nesiller gibi daha sonra gelen nesiller de bu kitap ile hidayeti bulabilirlerdi... Bir neslin müşahede ettiği mûcize ve harikaların durumu böyle değildi ama. O mûcizeleri gören nesiller ya inanırlar kurtulurlar veya inanmazlar batarlardı. Gerek Tevrat, gerekse İncil mükemmel birer kitap idi. En son kitap gelene kadar onlar da sırasıyla hükümlerini sürdürmüşlerdi. Ama bu son kitabı gerdi Tevrat gerekse İncil tasdik etmekteydi Bunun için bu son kitap üzerinde birleşmesi gerekirdi bütün insanlığın. Ve buna göre hesaba- çekilecekti bütün insanlar. Tevrata uyanlar da, İncile tabi olanlar da hu kifaba göre sorguya çekileceklerdi. Halbuki onlar yani M û s A peygamberin kavmi “bundan yana şiddetli bir tereddüt ve şüphe içindeydiler.”» Yani M û s â peygamberin kitabından. Çünkü Hz. M û s a ’dan asırlarca sonra kaleme alınmıştı ve çelişik rivayetler yer alıyordu içinde. Ona uyanlar bile bu kitabın üzerinde kesin bir birliğe varamamışlardı. Azap ertelenmiş olduğuna göre herkes amelenin karşılığını tam olarak alacaktır. Onları bilen ve haberdar olan Allah hiç zayi etmeksizin onların yaptıklarım verecektir: “Hiç şüphe yoktur ki, Rabbin herkese amellerinin karşılığını tamamen ödeyecektir. O, şüphesiz yaptıklarına vakıftır.”» İfadei celîlede değişik tekitler yer alıyor ki, hiç kimsenin amellerinin eksiksiz ödeneceğine dair şüphe ve tereddüdü kalmasın diye. Ve hiç kimse bir daha bu kavmin tuttuğu yolun batıl olduğunda tereddüt etmesin diye. Nitekim bunların özendikleri şirki her çağın müşrikleri yapmışlardır... Bu tekitlerin o devredeki İslâm hareketinin pratik hayatında çok lüzumlu olan yönleri vardı. Müşrikler bu davete ve Resulullaha karşı son derece inatçı bir tutum ile karşı koymuştu. Onun beraberindeki mü’minler henüz azınlıktaydı. Takribi olarak bir duraklama devresi başlamıştı. Bu arada Allah'ın azabı belli bir süreye kadar ertelenmişti ve daha vuku bulmamıştı. Mü’minler eziyetlerle yüz yüze geliyorlardı. Düşmanlar ise kep başarılı gibi görünüyorlardı... Ve işte bu devrede bazı kalblerde sarsıntılar baş gösterdi. Hattâ son derece tutkun gönüller de bile bir yalnızlık havası esiyordu. Ve bu gibi teselli verici, sebat verici ifadelere çok ihtiyaç vardı... Mü’min gönüller için en iyi teselli ve en kuvvetli sebat kendi düşmanlarının Allah’ın da düşmanları olduğunu bildirmekti. Allah düşmalarının batıl yolda olduğunu bildirmekten daha çok teselli verici ne olabilirdi?» Aynı şekilde Allah’ın zalimlere mühlet vermesindeki hikmeti açıklamaktan daha çok ne sevindirirdi mü’min gönülleri... Diktatörlerin belli bîr süreye kadar iletilip sonra lâyık oldukları cezaya çarptırılmalarını açıklamaktan daha sevindirici ne olabilirdi. Böylece Kur’anın âyetlerinde bu akidenin takip ettiği hareket metodunun icaplarına da işaret etmiş oluyoruz. Ve Kur’anın müslümanlarla birlikte nasıl savaşa katıldığını ve onlara yolların işaretlerini nasıl gösterdiğini görmüş oluyoruz. .** ALLAHIN KANUNU Gerek bu açıklama, gerekse bu tekitli beyanlar insan ruhunda Allah’ın kanunlarının kendi istikametlerinde nasıl cereyan ettiğini, dini, vaadi ve vaîdi doğrultusunda nasıl yürüdüğünü gösterir. Şu halde Allah’ın dinine bağlananlar ve Allah dâvasına kendilerini adayanlar doğru bildikleri hak yolunda durmadan yürüsünler. Allah'ın dininde aşırı gitmeyip bulunmayan şeyleri eklemesinler ona. Ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar zalimlerden yana olmasınlar. Yolları ne kadar uzarsa uzasın Allah'ın dininden başka yol aramasınlar... Sonra yol azıklarını iyi hazırlasınlar, Allah'ın vaadi tahakkuk edene kadar sabretsinler... 112 — Sen dosdoğru emrolunduğun gibi hareket et Beraberindeki tevbe edenler de. Aşırı gitmeyin çünkü O, yaptıklarınızı görür. 113 — Zulmedenlere yönelmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
BİR DE ÂHİRETTE AZAP Dünyada iken böyle acıklı bir azap ile yakalanmak ahirette de azaba düçâr olamanın alâmetidir. Ahiret azabından korkanlar bu gerçeği görürler. Yani basiretleri açık olup ta bu dünyada iken acıklı bir şekilde yakalanmanın öbür dünyada azaba duçar olmak mânasına geleceğini bilenler bu acı hakikati fark ederler. Ve bu azaptan korkarlar. Burada âyeti kerime yeryüzündeki beşer kalbi ile kıyamet manzarasını bir sahne içinde toparlıyor. Ve bunu Kur'ana has iki merhaleyi birleştiren bir metot ile aralıksız yapıyor: 103 — Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibret vardır. O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür. 104 — Biz o günü ancak belirli bir süreye kadar geciktiririz. 105 — O gün gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır. 100 — Bedbahtlar cehennemdedirler. Orada yüksek sesle soluk alıp verirler. 107 — Gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır. Rabbinin dilediği müddet başka. Muhakkak ki Rabbin dilediğini yapandır. 108 — Bahtiyar olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça temelli kalacaklardır orada. Rabbinin dilediği başka. Bu ardı arası kesilmeyen bir lütuftur. “Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibretler vardır.”... Bu şekilde acıklı ve şiddetli olarak yakalanmak âhiret azabının bir benzeridir. Âhiret günün azabını hatırlatır ve o yüzden korkutur. Ne var ki, bunu ancak basireti açık olup ta âhiret azabından korkanlar görür. Ve kalbleri uyaran basiretleri açan sadece takvadır. Âhiretten korkmayanların kalbleri taşlaşmıştır, hiç bir delil karşısında' açılamaz. Yeniden yaratma ve meydana getirmedeki hikmeti İlâhîyi kavrayanı az. Bu dünyadaki günlük yaşayışının ötesinde hiç bir şeyi görmez. Hattâ bu geçici hayatta gözünün önünden akıp giden ibret verici olaylar hiç tesir etmez ona. Uyarmaz ve iz bırakmaz. Sonra âyeti kerime,o günü tavsif ediyor: “O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür.”... Burada bütün insanların toplanışı tablolaşmaktadır. Herkes gelmiş ve toplanmış. Kendi isteğiyle gelmiyor kimse oraya, gönderiliyorlar danışmaksızın. Herkes hazır, herkes bekliyor ne olacak diye?... “O gün gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz.”... https://www.facebook.com/photo.php?fbid=241407526310656&set=pcb.241407669643975&type=3&theater1-dot
BİR DE ÂHİRETTE AZAP Dünyada iken böyle acıklı bir azap ile yakalanmak ahirette de azaba düçâr olamanın alâmetidir. Ahiret azabından korkanlar bu gerçeği görürler. Yani basiretleri açık olup ta bu dünyada iken acıklı bir şekilde yakalanmanın öbür dünyada azaba duçar olmak mânasına geleceğini bilenler bu acı hakikati fark ederler. Ve bu azaptan korkarlar. Burada âyeti kerime yeryüzündeki beşer kalbi ile kıyamet manzarasını bir sahne içinde toparlıyor. Ve bunu Kur'ana has iki merhaleyi birleştiren bir metot ile aralıksız yapıyor: 103 — Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibret vardır. O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür. 104 — Biz o günü ancak belirli bir süreye kadar geciktiririz. 105 — O gün gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır. 100 — Bedbahtlar cehennemdedirler. Orada yüksek sesle soluk alıp verirler. 107 — Gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır. Rabbinin dilediği müddet başka. Muhakkak ki Rabbin dilediğini yapandır. 108 — Bahtiyar olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça temelli kalacaklardır orada. Rabbinin dilediği başka. Bu ardı arası kesilmeyen bir lütuftur. “Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibretler vardır.”... Bu şekilde acıklı ve şiddetli olarak yakalanmak âhiret azabının bir benzeridir. Âhiret günün azabını hatırlatır ve o yüzden korkutur. Ne var ki, bunu ancak basireti açık olup ta âhiret azabından korkanlar görür. Ve kalbleri uyaran basiretleri açan sadece takvadır. Âhiretten korkmayanların kalbleri taşlaşmıştır, hiç bir delil karşısında' açılamaz. Yeniden yaratma ve meydana getirmedeki hikmeti İlâhîyi kavrayanı az. Bu dünyadaki günlük yaşayışının ötesinde hiç bir şeyi görmez. Hattâ bu geçici hayatta gözünün önünden akıp giden ibret verici olaylar hiç tesir etmez ona. Uyarmaz ve iz bırakmaz. Sonra âyeti kerime,o günü tavsif ediyor: “O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür.”... Burada bütün insanların toplanışı tablolaşmaktadır. Herkes gelmiş ve toplanmış. Kendi isteğiyle gelmiyor kimse oraya, gönderiliyorlar danışmaksızın. Herkes hazır, herkes bekliyor ne olacak diye?... “O gün gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz.”... Korkunç bir sessizlik kaplamış herkesi. Dehşet saçan bir ürperti inmiş bütünü ile sahnenin üstüne. Konuşmak izne tabi. Kim cüret edebilir de konuşma izni isteyebilir? Fakat Allah dilediğine izin verir. Onun izni ile sessizlikten kurtulur. Sonra dağıtım ameliyesi başlar: “Onlardan kimi» bedbaht, kimisi de bahtiyardır.”... Biz bu ifadelerin ötesinden “bedbaht olanları” görüyoruz. Ateşe girmişler, korkunç bir sıkıntı içindeler. Darlıktan, sıcaktan ve sıkıntıdan “Orada yüksek sesle soluk alıp verirler.” Bahtiyarları da görüyoruz. Cennete girmişler ve orda sonsuz ihsanlara nâil olmuşlar, hiç bir şey esirgenmiyor onlardan ve hiç bir şey ellerinden alınmıyor. Bunlar da, onlar da sürekli kalacaklardır bulundukları yerde. “Gökler ve yerler durdukça” duracaklardır. Bu ifadenin söylenişi bile insan zihnine bir süreklilik ve devamlılık hissi vermektedir. İfadelerin de kendilerine göre özellikleri bulunmaktadır. Burada da kastedilen evvel emirde bu özelliktir. Ama her iki halde de âyeti kerime bu sürekliliği Allah'ın meşiyyetine bağlamaktadır. Netice itibariyle her kanun ve her prensip varır Allah’ın meşiyyetine dayanır. Kanunları koyan Allah'ın hudutsuz meşiyyetidir. Binaenaleyh O, bu kanunlara bağlı ve mahdut değildir. Şüphesiz ki Allah ne zaman isterse bu kanunları temelden değiştiriverir: “Muhakkak id Rabbin dilediğini yapandır.”... Bir de âyeti kerîme bahtiyar olanlara Allah’ın lütuf ve ihsanının fazlalığını hatırlatarak sonsuz nimetler verileceğini ve Allah’ın meşiyyetinin bu yönde olduğunu belirtmektedir. Cennetteki ikametleri değiştirilecek bile olsa —ki böyle bir şey yoktur— Allah’ın lütfunun esirgenmeyeceğini belirtmektedir. Bu ihtimali sırf meşiyyeti ilâhiyenin sınırlılığını ima eden ifadenin gerisinden Allah’ın meşiyyetinin hudutsuzluğunu belirtmek için zikretmektedir. *• TEŞVİK VE İHTAR Âhiretteki akıbetlerle ilgili sadet harici bu açıklamadan sonra, ki bu da milletlerin bu dünyadaki âkıbetleri belirtilirken ve dünya azabı ile âhiret azabı arasındaki benzerlikler anlatılırken, gerek bu dünyada, gerekse öbür dünyada yalanlayıcıların acı neticeleri zikredilirken bir münasabet kurularak öbür dünya ile ilgili bu açıklamalara yer verilmişti. Evet bunlardan sonra âyeti kerîme bu kıssalardan ve gözler önüne serilen manzaralardan alınması gereken dersleri gerek Resulullaha, gerekse Mekke de ona inanmış olan azınlığa teselli verici bir destek olarak anlatıyor. Yalanlayanlara da bir açıklama ve ihtar ile içine düştükleri durumu gözleri önüne seriyor. Şüphesiz ki bunlar da atalarının tapındıkları şeylere tapınmakta idiler. Onların durumu ile o kıssalarda geçenlerin durumu arasında hiç bir fark yoktu. Onların âkıbeti de malûmdur. Bunların payına düşeni de onlar yapacaklardır. Her ne kadar bunların üzerinden azap ertelemiş ise M û s â peygamberin kavminin üzerinden de ertelenmişti. Bunu da Allah bir hikmete mebni olarak ertelemişti. Ama gerek M û s â (A. S.) ın ümmeti, gerekse Hz. Muhammed’in ümmeti belli bir süre içinde yapacaklarını yapacaklardır. Bunlardan azabın ertelenmiş olmasının sebebi ise sadece hak ve hakikat dinine bağlanmış olmalarıdır. Onlar ise tıpkı ataları gibi batılda idiler: l09 — öyleyse bunların taptıklarından şüphen olmasın Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar. Onların paylarını eksiksiz ödeyeceğiz. 110 — Andolsun ki M û s a ’ya da kitabı verdik. Hakkında ihtilâfa düştüler. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı aralarında hüküm verilmiş gitmişti bile. Doğrusu onlar bundan yana şiddetli bir tereddüt ve şüphe içindedirler. 111 — Hiç şüphe yoktur ki, Rabbin herkese amellerinin mukabilini tamamen ödeyecektir. O, şüphesiz yaptıklarına vakıftır.”.... Bunların taptıklarının batıl olduğuna dair hiç şüphe sızmasın içine. Hitap Hz. Peygambere, ihtar ise kavminedir. Bazı zaman olur ki, böyle bir üslûp insan ruhun da çok daha tesirli olur. Çünkü bu üslûp bu kanunun Allah tarafından peygamberine açıklanan bir ana mesele olduğunu belirtiyor. Ne herhangi birisiyle tartışma havasını taşımakta, ne de bu konuyu karıştıranlara hitap etmektedir. Maksat onları hiç önemsememek ve yer bile vermemektir. Bu gibi hallerde bazan onların önem verdiklerinden çok daha fazla mühim olan mücerret ve hâlis gerçek doğrudan doğruya kendilerini muhatap alarak yapılacak seslenişten daha müessir olur: “öyleyse bunların taptıklarından şüphen olmasın. Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar.”... Şu halde onların âkıbeti geçmişlerinden pek farklı değil... Onlar da azaba müstahak olacaklar... Fakat âyeti kerime üslubun orijinalitesine uyarak azabı açıkça zikretmiyor. “Onların paylarını eksiksiz ödeyeceğiz.”... Besbelli onlann nasibi de kendilerinden önce geçenlerin nasibi gibi. Daha önce seleflerinin payına düşenleri manzaralar hâlinde görmüştük. Olabilir kr, M û s â peygamberin kavmi gibi onlar da kökten yok olma azabına duçâr olmazlar: “And olsun ki M û s â ’ya da kitabı verdik. Hakkında ihtilâfa düştüler.”... Söyledikleri sözler, inandıkları inançlar ve yaptıkları ibadetler değişik değişik oldu. Ama Allah’ın geçmiş bir sözü vardı ki, onların hesabının kıyamet günü görüleceğini bildiriyordu:“Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı aralarında hüküm verilmiş gitmişti bile.”.. Bu söz de bir hikmete mebni olarak geçmişti. Ve buna binaen kökten yok olma azabına düçar olmamışlardı. Çünkü bir kitap gönderilmişti onlara ve kitap gönderilen dinlerin salikleri ise kıyamet gününde hesaba çekilecekti. Zira kitabın gönderilmesi ebedî bir hidayetin varlığına delil idi. O kitabın indiği dönemde yaşayan nesiller gibi daha sonra gelen nesiller de bu kitap ile hidayeti bulabilirlerdi... Bir neslin müşahede ettiği mûcize ve harikaların durumu böyle değildi ama. O mûcizeleri gören nesiller ya inanırlar kurtulurlar veya inanmazlar batarlardı. Gerek Tevrat, gerekse İncil mükemmel birer kitap idi. En son kitap gelene kadar onlar da sırasıyla hükümlerini sürdürmüşlerdi. Ama bu son kitabı gerdi Tevrat gerekse İncil tasdik etmekteydi Bunun için bu son kitap üzerinde birleşmesi gerekirdi bütün insanlığın. Ve buna göre hesaba- çekilecekti bütün insanlar. Tevrata uyanlar da, İncile tabi olanlar da hu kifaba göre sorguya çekileceklerdi. Halbuki onlar yani M û s A peygamberin kavmi “bundan yana şiddetli bir tereddüt ve şüphe içindeydiler.”» Yani M û s â peygamberin kitabından. Çünkü Hz. M û s a ’dan asırlarca sonra kaleme alınmıştı ve çelişik rivayetler yer alıyordu içinde. Ona uyanlar bile bu kitabın üzerinde kesin bir birliğe varamamışlardı. Azap ertelenmiş olduğuna göre herkes amelenin karşılığını tam olarak alacaktır. Onları bilen ve haberdar olan Allah hiç zayi etmeksizin onların yaptıklarım verecektir: “Hiç şüphe yoktur ki, Rabbin herkese amellerinin karşılığını tamamen ödeyecektir. O, şüphesiz yaptıklarına vakıftır.”» İfadei celîlede değişik tekitler yer alıyor ki, hiç kimsenin amellerinin eksiksiz ödeneceğine dair şüphe ve tereddüdü kalmasın diye. Ve hiç kimse bir daha bu kavmin tuttuğu yolun batıl olduğunda tereddüt etmesin diye. Nitekim bunların özendikleri şirki her çağın müşrikleri yapmışlardır... Bu tekitlerin o devredeki İslâm hareketinin pratik hayatında çok lüzumlu olan yönleri vardı. Müşrikler bu davete ve Resulullaha karşı son derece inatçı bir tutum ile karşı koymuştu. Onun beraberindeki mü’minler henüz azınlıktaydı. Takribi olarak bir duraklama devresi başlamıştı. Bu arada Allah'ın azabı belli bir süreye kadar ertelenmişti ve daha vuku bulmamıştı. Mü’minler eziyetlerle yüz yüze geliyorlardı. Düşmanlar ise kep başarılı gibi görünüyorlardı... Ve işte bu devrede bazı kalblerde sarsıntılar baş gösterdi. Hattâ son derece tutkun gönüller de bile bir yalnızlık havası esiyordu. Ve bu gibi teselli verici, sebat verici ifadelere çok ihtiyaç vardı... Mü’min gönüller için en iyi teselli ve en kuvvetli sebat kendi düşmanlarının Allah’ın da düşmanları olduğunu bildirmekti. Allah düşmalarının batıl yolda olduğunu bildirmekten daha çok teselli verici ne olabilirdi?» Aynı şekilde Allah’ın zalimlere mühlet vermesindeki hikmeti açıklamaktan daha çok ne sevindirirdi mü’min gönülleri... Diktatörlerin belli bîr süreye kadar iletilip sonra lâyık oldukları cezaya çarptırılmalarını açıklamaktan daha sevindirici ne olabilirdi. Böylece Kur’anın âyetlerinde bu akidenin takip ettiği hareket metodunun icaplarına da işaret etmiş oluyoruz. Ve Kur’anın müslümanlarla birlikte nasıl savaşa katıldığını ve onlara yolların işaretlerini nasıl gösterdiğini görmüş oluyoruz. .** ALLAHIN KANUNU Gerek bu açıklama, gerekse bu tekitli beyanlar insan ruhunda Allah’ın kanunlarının kendi istikametlerinde nasıl cereyan ettiğini, dini, vaadi ve vaîdi doğrultusunda nasıl yürüdüğünü gösterir. Şu halde Allah’ın dinine bağlananlar ve Allah dâvasına kendilerini adayanlar doğru bildikleri hak yolunda durmadan yürüsünler. Allah'ın dininde aşırı gitmeyip bulunmayan şeyleri eklemesinler ona. Ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar zalimlerden yana olmasınlar. Yolları ne kadar uzarsa uzasın Allah'ın dininden başka yol aramasınlar... Sonra yol azıklarını iyi hazırlasınlar, Allah'ın vaadi tahakkuk edene kadar sabretsinler... 112 — Sen dosdoğru emrolunduğun gibi hareket et Beraberindeki tevbe edenler de. Aşırı gitmeyin çünkü O, yaptıklarınızı görür. 113 — Zulmedenlere yönelmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.1-dot
AYARTICI AYDIN HAZZI1-dot
AYDIN HAZZI https://t.co/htgLUDE8Xv TAĞUTLARIN KAPI KULLUĞUNU YAPMAKTA OLAN ÜLEMA KİSVESİNE BÜRÜNMÜŞ DALKAVUKLAR https://t.co/paFCeDJ0baBağlantı… verili sistemin zihinsel kodları ile Müslüman aydınların düşünüş biçimleri, temel kalkış noktaları örtüşmeyecek kadar mesafelidir. Yenişafak/Akif EMRE// Bir düşünürün, aydının yaşadığı çağa…
BUNLAR DA O DİYARLARIN HABERLERİ 100 — Bunlar o kasabanın haberleridir ki, sana anlatıyoruz. Onların bir kısmı hâlâ duruyor, bir kısmı ise silinip gitmiştir. 101 — Biz zulmetmedik onlara. Fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler. Rabbinin emri gelince de Allah’ı bırakıp taptıkları ilâhlar kendilerine bir fayda vermedi. Kayıplarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı. 102 — İşte böyledir Rabbinin yakalayışı, kasabaların zalim halkını yakaladığı zaman. Onun yakalaması da hem şiddetli hem de acıklıdır. O milletlerin acı âkıbetleri açıklanmıştı. Arzettikleri manzara ise ruhları ezdiği kadar hayali de ezmektedir. Onlardan bir kısmı boğucu bir dalganın içine gömülüp gitmişlerdi, bir kısmı ise öldürücü bir kasırga ile yok olup gitmişlerdi. Bir kısmını korkunç çığlıklar tutmuş, bir kısmı da mallariyle mülkleriyle yere gömülüp gitmişlerdi. Onlardan bir kısmı kavminin önünde onları cehenneme sürüklemiş ve ateşe götürmüştü.. Onların başına dünyada gelenler ise hâlâ hayallerde canlılığını sürdürmektedir... Bu noktaya gelince, âyeti kerimenin tesiri bu acı âkıbetleri ta kalblerin derinliğine, ruhların içine kadar ulaştırdıktan sonra şu yorum yer alıyor: “Bunlar o kasabaların haberleridir ki, sana anlatıyoruz. Onların bir kısmı hâlâ duruyor bir kısmı ise silinip gitmiştir.”... “Bunlar o kasabalann haberleridir ki, sana anlatıyoruz”... Sen bilmiyordun daha önce onları. Bu gizli kapalı gaybı sana bildiren Allah’ın vahyidir. İşte Kur’an’daki kıssalann bir hedefi de bu gizli haberleri sana aktarmaktır. ( ) “Onlardan bir kısmı hâlâ duruyor.” Hâlâ rastlanıyor onların izlerine. Çünkü yıkılmaz abideler bırakmışlar. Ahkaf diyarındaki  d kavminin harabeleri ve Hicr yurdundaki S e m û d kavminden kalma harabeler gibi. “Bir kısmı ise silinip gitmiştir.”.-. (-ı — ) biçilmiş ekinler gibi... Yeryüzünden silinmiş N û h kavmi gibi, L û t kavmi gibi yokluğa gömülmüştür. ******************************************** https://www.google.nl/search?q=%C3%82+d+kavminin&oq=%C3%82+d+kavminin&aqs=chrome..69i57&sourceid=chrome&ie=UTF-8 https://www.google.nl/search?q=S+e+m+%C3%BB+d+kavminden&biw=1093&bih=510&source=lnms&sa=X&ved=0ahUKEwjw1eiDh-nRAhVC1xoKHfowBGAQ_AUIBygA&dpr=1.25 https://www.google.nl/search?q=N+%C3%BB+h+kavmi+gibi&oq=N+%C3%BB+h+kavmi+gibi&aqs=chrome..69i57j69i64l2&sourceid=chrome&ie=UTF-8 https://www.google.nl/search?q=L+%C3%BB+t+kavmi&oq=L+%C3%BB+t+kavmi&aqs=chrome..69i57j69i64&sourceid=chrome&ie=UTF-8 *********************************************** Milletler ve mamureler nedir ki?... Tıpkı bitki yığınları gibi insan yığınlarından başka?.. Bir kısmı iyidir bu ekinlerin bir kısmı ise kötü. Bir kısmı verimli olur bir kısmı ise verimsiz... “Biz zulmetmedik onlara. Fakat onlar kendi nefislerine zulmettik*.”- İdrâklerini çalıştırmadılar onlar, hidayetten yüz çevirdiler. Allah'ın âyetlerini yalanladılar. Azap tehdidini alayla karşıladılar. Ve olan oldu. Kendi kendilerine zulmettiler, yoksa kimse zulmetmedi onlara. ‘ Rabbinin emri gelince de Allah’ı bırakıp taptıkları ilahları kendilerine bir fayda vermedi Kayıplarını artmaktan başka bir şeye yaramadı.”... Bu kıssaların hedeflerinden birisi de bu. Sûrei celîle Allah’tan başkasına inananları ihtar ile başlamış ve her peygamberin hikâyesiyle birlikte bu ihtar tekrarlanmıştı. Ve onlara şöyle denilmişti: “Bu uydurma tanrılar onları Allah'ın azabından kurtaramaz.” İşte bu Akıbetler de bu İhtan doğrulamıştı. îlâhları hiç bir fayda vermemişti onlara. Rabbinin emri geldiğinde azaptan kurtaramaz onları. Hattâ bu tanrılar onlara daha fazla felâket ve daha fazla ziyan getirmişti. ( ) kelimesi gerek ses tonunun ağırlığı itibariyle gerekse kelime yapısıyle son derece güçlü bir anlam ifade ediyor. Onlar tanrılara güvenerek Allah’ın Âyetlerini daha çok yalanlıyor ve daha fazla alay ediyorlar Allah'ın elçileriyle. Bunun üzerine Allah ta onların felâketini ve helâkini daha fazla hızlandırıyor. Ayeti kerimedeki ( ) ibaresi işte bunu ifade etmektedir. Onlar kendilerine hiç bir fayda vermedikleri gibi kendilerine gelecek zararları da önleyemiyorlar. Ne var ki, üst üste gelen zarar ve kat kat gelen felâket ve şiddetli helâk oluş bu tanrıların yüzündendir... “İşte böyledir Rabbinin yakalayışı, kasabaların zalim halkını yakaladığı zaman.” Sana anlattığımız bu kısalar gibi ve bunlardaki yok edişi gibi Rabbin halkı zalim olan kasabaları yok eder... Halkı zalim olan... Yani putperest olan. Allah’tan başka tanrılara tapınarak şirk koşan ( sonra da kendilerine zulmeden ve yeryüzünde fesadın, zulmün yayılmasına sebep olan kasabaların zalim halkını.. ‘Onun yakalaması da hem şiddetli, hem de acıklıdır.”... Mühlet .verip eylendirdikten ve denedikten sonra... Deliller ve peygamberler göndererek ihtar ettikten sonra... Halkan arasında zulüm hakim'olup, zalimler baskın çıktıktan sonra... Hak dâvasının sahiplerini hiç .bir fonksiyonu olmayan ve zalim cemaatın hayatında hiç bir tesiri bulunmayan azınlıklar olarak ortaya çıkmasından... Sonra... İnanmış azınlıklar, sapıklığa gömülmüş kavimlerinden tamanen ayrıldıktan sonra... Ve kendisini Rabbi bir, dini bir, kumandanı bir, rehberi bir, dostu bir ümmet olarak toparladıktan sonra.. Müşrik olan kendi milletlerine bütün bunları izah edip onları kendi âkıbetleriyle başbaşa bıraktıktan sonra... Hiç bir zaman için geri kalmayan Allah’ın değişmez kanunlarına göre. “O’nun yakalaması da hem şiddetli hem de acıklıdır.”...1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
YARATICININ VARLIĞININ KANITLANMASINDA KULLANILAN MODERN DELİLLER İNSANCI İLKE ÖRNEĞİ http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/yaraticinin-varliginin-kanitlanmasinda.html *** Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var.o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb BOZACININ ŞAHİDİ ŞIRACI..Hacivat ile karagöz.Bizlerde seyirci.! http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/bozacinin-sahidi-siraci.html CENNET'İN GARANTİSİ***MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.html1-dot
Batı’yı Eleştirirken Batı Değerlerinin Kopyacısı Olmak1-dot
Aklımız net mi karışık mı farkında değiliz. Gönül zembereğimiz paramparça… Evet, yaralarımıza merhem olacak eczayı araştırmak, bulmak yerine ya Batı’ya sövüyoruz ya da Kemalizm’le karanlıkta boks yapıyoruz. Sonu gelmez mazeretlere sığınıyoruz. Her kavgada haklı biziz, oysa biz hakikati aramakla mükellef kılındık, kendimizi haklı çıkarma gayretinde yitip gitmek için değil. *** İşte bizi,insanlığı düzlüğe çıkaracak istikamet... EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. ***BağlantıHaber10, güncel ve son dakika haberleri. Dünya, siyaset, yaşam, teknoloji haberleri için en iyi kaynak.
İBRET VERİCİ İŞARETLER 100 — Bunlar o kasabanın haberleridir ki, sana anlatıyoruz. Onların bir kısmı hâlâ duruyor, bir kısmı ise silinip gitmiştir. 101 — Biz zulmetmedik onlara. Fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler. Rabbinin emri gelince de Allah’ı bırakıp taptıkları ilâhlar kendilerine bir fayda vermedi. Kayıplarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı. 102 — İşte böyledir Rabbinin yakalayışı, kasabaların zalim halkını yakaladığı zaman. Onun yakalaması hem şiddetli hem de acıklıdır. 103 — Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibret vardır. O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür. 104 — Biz o günü ancak belirli bir süreye kadar geciktiririz. 105 — O gün gelince Allah’ın izni olmadan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır. 106 — Bedbahtlar cehennemdedirler. Orada yüksek sesle soluk alıp verirler. 107 — Gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır. Rabbinin dilediği müddet başka. Muhakak ki Rabbin dilediğini yapandır. 108 — Bahtiyar olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça temelli kalacaklardır orada. Rabbinin dilediği başka. Bu ardı arası kesilmeyen bir lütuftur. 109 — öyleyse bunların taptıklarından şüphen olmasın. Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar. Onların paylarını eksiksiz ödeyeceğiz. 110 — Andolsun ki, M û s a ’ya da kitabı verdik. Hakkında ihtilâfa düştüler. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı aralarında hüküm verilmiş gitmişti bile. Doğrusu onlar bundan yana şiddetli bir tereddüt ve şüphe içindedirler. 111 — Hiç şüphe yok ki, Rabbin herkese amellerinin mukabilini tamamen ödeyecektir. O, şüphesiz yaptıklarına vakıftır. 112 — Sen dosdoğru emrolunduğun gibi hareket et. Beraberindeki tevbe edenler de. Aşırı gitmeyin. Çünkü O yaptıklarınızı görür. 113 — Zulüm edenlere yönelmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz. 114 — Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu öğüt kabul edenlere bir öğüttür. 115 — Sabret, çünkü Allah iyi davrananların mükafatım zayi etmez. 116 — Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır. Zalim olanlar ise yalnız kendilerine verilen refahın ardına düştüler. Suçlu kimselerdi onlar. . 117 — Kasabaların halkı İslah olmuşken Rabbin haksız yere onları yok etmez. 118 — 119 — Rabbin dileseydi bütün insanları tek bir ümmet yapardı. Ama Rabbinin rahmet ettikleri bir yana onlar hâlâ ayrılıktadırlar. Esasen onları bunun için yaratmıştır. Bununla beraber Rabbinin şu sözü de tamamen yerine gelmiştir: “Şüphesiz ki ben cehennemi hep insan ve cin ile dolduracağım. 120 — Peygamberlerin başlarından geçenleri sana nakletmemiz senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir. Bununla sana hak, mü’minlere de öğüt ve nasihat geldi. 121 — İnanmayanlara de ki: “Elinizden geleni yapın biz de yapacağız.” 122 — Bekleyin biz de bekleyeceğiz. 123 — Göklerin ve yerin bilinmedikleri Allah’a aittir. Bütün işler O’na döndürülür, öyleyse O’na ibadet et ve O’na güven. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.” • • İBRET VERİCİ İŞARETLER İşte geldik sûrenin sonuna. Sûrenin içinde geçmiş bulunan vak’alara dayalı değişik yorumlar ve açıklamalar yer alıyor bu son kısımda. Bu açıklamalar ve yorumlarla sûrenin içinde kıssalar ve ifadeler arasında yakın bir ilgi var tabiî. Gaye ve hedefleri bakımından da aralarında tam bir uygunluk mevcut. Bu bölümdeki birinci yorum doğrudan doğruya kıssalar üzerine: '‘Bunlar o kasabanın haberleridir ki, sana anlatıyoruz. Onların bir kısmı hâlâ duruyor bir kısmıysa silinip gitmiştir. Biz zulmetmedik onlara. Fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler. Rabbinin emri gelince de Allah’ı bırakıp taptıkları ilâhları kendilerine bir fayda vermedi. Kayıplarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı. İşte böyledir Rabbinin yakalayışı, kasabaların zalim halkını yakaladığı zaman. Onun yakalaması da hem şiddetli hem de acıklıdır.”... İkinci yorum ise canlı bir kıyamet sahnesi hâlinde sunulan âhiret azabından korkmayı ima eden o kasabaların halkına inen azap üzerindedir. Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibret vardır. O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür. Biz o günü ancak belirli bir süreye kadar geciktiririz. O gün gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır. Bedbahtlar cehennemdedirler. Orada yüksek sesle soluk alıp verirler. Gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır. Rabbinin dilediği müddet başka. Muhakkak ki Rabbin dilediğini yapandır. Bahtiyar olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça temelli kalacaklardır orada. Rabbinin dilediği başka. Bu ardı arası kesilmeyen bir lututtur. öyleyse bunların taptıklarından şüphen olmasın. Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar. Onların paylarını eksiksiz ödeyeceğiz. Bundan sonra bir diğer yorum yer alıyor ki, bu da hem kıyamet sahnesinden alınmış, hem de o kasabaların halkının başına gelenlerden. Maksat her iki halde de Hz. Peygambere karşı gelen müşriklerin durumunun da bunların durumu gibi olduğunu belirtmektir. Şayet bu müşriklere kökten yok olup gitme cezası verilmiyorsa bu Allah’ın belli bir süreye kadar vermiş olduğu bir vaade mebnidir. Nitekim M û s â peygamberin kavmi de kitapta kendilerine gönderilen şeylerde ihtilafa düşmelerine rağmen azap ertelenmişti. Fakat bunların da onların da yaptıklarının karşılığı eksiksiz verilecektir. Ey peygamber, sen de, beraberinde olanlar da dosdoğru yolunuzda yürüyün. Zulmedip te şirk koşanlara doğru yönelmeyin. Namazını kıl ve sabret çünkü Allah ihsan edenlerin ecrini eksiltmez: “öyleyse bunların yaptıklarından şüphen olmasın. Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar. Onlann paylarını eksiksiz ödeyeceğiz. Andolsun ki, M û s a ’ya da kitabı verdik. Hakkında ihtilafa düştüler. Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı aralarında hüküm verilmiş gitmişti bile. Doğrusu onlar bundan yana şiddetli bir tereddüt ve şüphe içindedirler. Hiç şüphe yok ki, Rabbin herkese amellerinin mukabilini tamamen ödeyecektir. O, şüphesiz yaptıklarına vakıftır. Sen dosdoğru emrolunduğun gibi hareket et Beraberindekiler de. Aşırı gitmeyin çünkü O yaptıklarınızı görür. Zulmedenlere yönelmeyin, yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz. Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt kabul edenlere bir öğüttür. “Sabret, çünkü Allah iyi davrananların mükâfatını zayi etmez.” Sonra geçmiş çağlara yöneliyor. Yeryüzünde fesadı ve bozgunculuğu önleyen pek az kimse var. Çoğunluk ise kendi âleminde geçip gidiyor. Ve bu yüzden helâk olmayı hakediyorlar. Halbuki Rabbin halkı islahçı olan bir kasabayı helâk edecek değildir: Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır. Zalim olanlar ise yalnız kendilerine verilen refahın ardına düştüler. Suçlu kimselerdi onlar. Kasabaların halkı İslah olmuşken Rabbin haksız yere onlan yok etmez. İnsanların tuttukları yol ve hareketlerin muhtelif olmasındaki İlâhî kanun açıklanıyor. Eğer Rabbin isteseydi insanları tek bir ümmet yapardı. Ama iradei sübhanî insanoğluna bir nebze irade ve ihtiyar vermeyi murat etmiş: Rabbin dileseydi bütün insanları tek bir ümmet yapardı.. Ama Rabbinin rahmet ettikleri bir yana onlar hâlâ ayrılıktadırlar. Esasen onları bunun için yaratmıştır. Bununla beraber Rabbinin şu sözü de tamamen yerine gelmiştir: “Şüphesiz ki ben cehennemi, hep insan ve cin ile dolduracağım. Son olarak ta âyeti kerîme burada serdediien kıssaların ana gayesini açıklıyor. O da peygamberin gönlüne sebat vermektir. Aynca Hz. Peygambere müşriklere söylemesi gereken son söz bildiriliyor. Ve onları kendilerini bekleyen İlâhî gayba havale etmesi emrediliyor. Allah’a ibadet edip O’na dayandıktan sonra insanları kendi yaptıklarıyle başbaşa bırakmaya davet ediliyor: Peygamberlerin başlarından geçenleri sana nakletmemiz senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir. Bununla sana hak, mü’minlere de öğüt ve nasihat geldi. İnanmayanlara de ki: “Elinizden geleni yapın, biz de yapacağız. Bekleyin, biz de bekleyeceğiz.’’ Göklerin ve yerin bilinmezlikleri Allah’a aittir. Bütün işler O’na döndürülür. Öyleyse O’na ibadet et ve O’na güven. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir. * » * BUNLAR DA O DİYARLARIN HABERLERİ 100 — Bunlar o kasabanın haberleridir ki, sana anlatıyoruz. Onların bir kısmı hâlâ duruyor, bir kısmı ise silinip gitmiştir. 101 — Biz zulmetmedik onlara. Fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler. Rabbinin emri gelince de Allah’ı bırakıp taptıkları ilâh1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
İBRET VERİCİ İŞARETLER 100 — Bunlar o kasabanın haberleridir ki, sana anlatıyoruz. Onların bir kısmı hâlâ duruyor, bir kısmı ise silinip gitmiştir. 101 — Biz zulmetmedik onlara. Fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler. Rabbinin emri gelince de Allah’ı bırakıp taptıkları ilâhlar kendilerine bir fayda vermedi. Kayıplarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı. 102 — İşte böyledir Rabbinin yakalayışı, kasabaların zalim halkını yakaladığı zaman. Onun yakalaması hem şiddetli hem de acıklıdır. 103 — Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibret vardır. O gün bütün insanların toplanacağı gündür. Ve o görülecek gündür. 104 — Biz o günü ancak belirli bir süreye kadar geciktiririz. 105 — O gün gelince Allah’ın izni olmadan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır. 106 — Bedbahtlar cehennemdedirler. Orada yüksek sesle soluk alıp verirler. 107 — Gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır. Rabbinin dilediği müddet başka. Muhakak ki Rabbin dilediğini yapandır. 108 — Bahtiyar olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça temelli kalacaklardır orada. Rabbinin dilediği başka. Bu ardı arası kesilmeyen bir lütuftur. 109 — öyleyse bunların taptıklarından şüphen olmasın. Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar. Onların paylarını eksiksiz ödeyeceğiz. 110 — Andolsun ki, M û s a ’ya da kitabı verdik. Hakkında ihtilâfa düştüler. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı aralarında hüküm verilmiş gitmişti bile. Doğrusu onlar bundan yana şiddetli bir tereddüt ve şüphe içindedirler. 111 — Hiç şüphe yok ki, Rabbin herkese amellerinin mukabilini tamamen ödeyecektir. O, şüphesiz yaptıklarına vakıftır. 112 — Sen dosdoğru emrolunduğun gibi hareket et. Beraberindeki tevbe edenler de. Aşırı gitmeyin. Çünkü O yaptıklarınızı görür. 113 — Zulüm edenlere yönelmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz. 114 — Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu öğüt kabul edenlere bir öğüttür. 115 — Sabret, çünkü Allah iyi davrananların mükafatım zayi etmez. 116 — Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır. Zalim olanlar ise yalnız kendilerine verilen refahın ardına düştüler. Suçlu kimselerdi onlar. . 117 — Kasabaların halkı İslah olmuşken Rabbin haksız yere onları yok etmez. 118 — 119 — Rabbin dileseydi bütün insanları tek bir ümmet yapardı. Ama Rabbinin rahmet ettikleri bir yana onlar hâlâ ayrılıktadırlar. Esasen onları bunun için yaratmıştır. Bununla beraber Rabbinin şu sözü de tamamen yerine gelmiştir: “Şüphesiz ki ben cehennemi hep insan ve cin ile dolduracağım. 120 — Peygamberlerin başlarından geçenleri sana nakletmemiz senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir. Bununla sana hak, mü’minlere de öğüt ve nasihat geldi. 121 — İnanmayanlara de ki: “Elinizden geleni yapın biz de yapacağız.” 122 — Bekleyin biz de bekleyeceğiz. 123 — Göklerin ve yerin bilinmedikleri Allah’a aittir. Bütün işler O’na döndürülür, öyleyse O’na ibadet et ve O’na güven. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.”
Ercüment Bey’e göre eşyanın tabiatını (Fıtratını,özelliklerini) göz önüne alarak bu hadislerin sağlamasını yapmanın gerekli olduğu üzerinde de şiddetle durulmasının da gerekliliğini belirtmiştir. *** Ve bu gün (2017) yaşamış olsaydı kesinlikle şu fikri onaylar ve desdeklerdi. *EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. *** EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Bütün proplemlerin yok olduğu şu fikri niye anlamıya çalışmıyor hala geçmişdeki cedelleşmeleri gündeme getiriyor çıkmasa giriyorsunuz. https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=207337433050999&id=100013242319421 ****************************** Allah kitabında, “Biz müminlerin canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın aldık.” (Tevbe-111) Buyurmaktadır. Yani bu ayete göre cennete girebilmenin, günahların affedilmesinin bir tek yolu vardır. Oda malından ve canından Allah yolunda vazgeçebilmek! Fakat gelin görün ki: Bu ayeti tekzip eden hafife alan hatta yok sayan ve adına da hadis denen birden çok söz ile karşı karşıya kalmaktayız. Mesela filanca namazın ilk rekâtında kâfurun, ikinci rekâtında ihlas sürelerini okuyarak kılan kişinin denizlerin köpüğü kadar günahları olsa affedilir ve cennete girer denilmektedir.(Doğrudur o zamanın insanına.Fakat bu gün 2017 noksandır,eksiktir. Kişi hüküm verirken verdiği konu hakkında bilgisi noksan olursa hükümde yanlış olur. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/kisi-hukum-verirken-verdigi-konu.html ) Şimdi sizlere soruyorum ayetin mesajı ile kendisine hadis denen sözün mesajı arasında bir ortak nokta var mı ?. Cevabımız hayır olmak zorundadır. Öyleyse, Tevbe suresinin yüz on birinci ayeti dikkate alınarak kendilerine hadis denen sözlerin gerçek olamayacağı, daha doğrusu Allah Resulüne ait olamayacağı kabul edilip reddedilmelidir. *** CENNET GARANTİ BELGESİ...KATİ DELİLLERİYLE. http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/01/cennet-garanti-belgesi.html1-dot
Ve bu noktada perde iniyor... Bu son söz ve bu son ayrılıkla birlikte perde kapanıyor ve o kavmim akıbeti ile ilgili sahne açılıyor. Yerlerinden, yurtlarından silinip S â l i h peygamberin kavmi gibi onların da yok olup gittiğini göstermek üzere açılıyor... Aralarından bunca zaman geçmiş olmasına rağmen bunların da akıbeti onların akıbeti gibi oluyor. Yeryüzünde hiç yaşamamışlar gibi oldu onlar da. Bir zamanlar hiç yaşamamış gibi oldular... Onlar gibi bunlar da Allah'ın lânetine hak kazanarak geçip gittiler. Bu varlıklar aleminden onların da sayfaları dürüldü... Kalblerdeki sayfaları da böylece kapanmış oldu: 94 — Emrimiz gelince Ş u a y b ’i ve beraberindeki inananları katımızdan bir rahmet olarak kurtardık. Zulmedenleri de korkunç bir ses yakaladı. Ve oldukları yerde diz üstü çöküverdiler. 95 — Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki S e m û d kavmi gibi M e d y e n halkı da Allah’ın rahmetinden uzaklaştı.”... Tarihin kara yapraklarından birisi daha kapanmış oldu... Allah’ın azabını yalanlayanlar bu sayfada da İlâhî azaba müstahak oldular. .. ***************************************** (Bu gün 2017 ortadoğudaki olaylar ve tüm dünyada müslümanların başına gelenler.!) ************************ 96 — 97 — And olsun ki M û s â ’yı âyetlerimizle ve apaçık burhanlarımızla Firavuna ve erkanına gönderdik. Firavunun emrine uydular. Oysa Firavunun emri hiç te doğru değildi. 98 — O, kıyamet gününde kavmine öncülük eder ve onları ateşe götürür. Ne kötü yerdir onların gittikleri yer. 99 — Hem burada, hem de kıyamet gününde lânete uğratılırlar. Ne kötü yerdir onların götürüldükleri yer. Bu kıssaların sonunda kısaca Hz. M û s â ile Firavunun hikâyesine işaret edilmesi Firavun ve erkanı ile, onun buyruğuna uyan kavminin sonunu tescil etmek içidir. Burada zikredilmeyen M û s â (A.S.) ile Firavun kıssasındaki birçok vak’alara ima eden ibretli işaretler bulunmakta. Ve kıyametin son derece canlı ve hareketli sahnelerinden birisini içine almaktadır. Gerek bu gerekse o İslâmın temel prensiplerinden birisini yerleştirme hedefine mebnidir. Bu temel prensip şudur:******* Herkes kendi sorumluluğunu taşır. Binaenalayeh önder ve liderlerin peşinde gidenlerin sorumluluk durumu bertaraf olmaz...******** Gözler önüne serilen bu sahne M û s â peygamberin Allah tarafından mûcize ve delillerle güçlü ve kudretli Firavuna ve erkanına gönderilişiyle başlamaktadır. 96 — And olsun ki M û s â ’yı âyetlerimizle Firavun ve erkanına gönderdik.”... Ayeti kerime kıssanın tümünü birden atlıyor ve sonuç kısmına geliyor. Bir de bakıyorsunuz ki, bu sahnede onlar Firavunun buyruklarına uymuşlar ve Allah’a isyan etmişler. Halbuki Firavunun buyruklarında serapa cehalet, budalalık ve demagoji hakimdir. 97 — Firavunun emrine uydular. Oysa Firavunun emri hiç te doğru değildi.”... Mademki onlar Firavunun buyruğuna uydular, onun peşine takılarak sapık izlerini takip ettiler, düşünmeden danışmadan arkasından gittiler ve mademki hiç bir şeyde onların fikri alınmadı, hor görüldüler Allah’ın kendilerine akıl ve irade ihsan ederek lütfettiği hürriyet ve şereflerini ayaklar altına aldılar... Evet mademki böyle yaptılar onlar, âyeti kerime açıkça bildiriyor ki, kıyamet gününde Firavun onlara rehberlik edecek ve onları peşine takarak cehenneme götürecektir: 98 — ”0, kıyamet günü kavmine öncülük eder.”... Biz geçmişteki bir hikâyeyi dinleyip gelecekle ilgili bir vaade kulak vermişken bir de bakıyoruz ki, sahne dönüvermiş hemen. Ve gelecek birden mazi oluvermiş gözümüzün önünde. Ve işte Firavun, kavminin önüne düşmüş cehenneme doğru sürüklüyor onları. Ve giriyorlar cehenneme... “Onları ateşe götürür.”... Tıpkı bir çobanın sürüyü sürüklemesi gibi götürür onları. Zaten onlar bir sürü değiller mi? Düşünmeden danışmadan Firavunun peşinde gitmiyorlar mı? İnsanın belli başlı özelliklerinden biri olan hür irade ve ihtiyarlarından vazgeçmemişler miydi?... İşte onları şimdi de ateşe sürüklüyor’ ’ Ne yazık onlara ki, doymak nedir bilmeyen, kudurdukça kuduran ateşe sürüklenirler... Karınları ve kalbleri kavurup yakan ateşe götürülürler... “Ne kötü yerdir onların gittikleri yer.”_ Ve bir de bakıyoruz ki, bu olanların hepsi... Firavunun önderliği ve onların cehenneme sürüklenişi... Evet bunların hepsi anlatılan bir kıssa imiş. Ve işte bu kıssanın yorumu: 99 — “Hem burada hem de kıyamet gününde lanete uğratılırlar.”... Halbuki alay ediyorlardı bununla, istihza ediyorlardı. “Ne kötü yerdir onların götürüldükleri yer.”... Şu cehennem ateşi onlara verilen îhsan_ Firavunun ve erkanının ihsanı onlara.. Firavun büyücülere büyük hediyeler ve ihsanlar vaad etmemiş miydi?.. İşte ona uyanların İhsanı bu... Ateş... Ne kötü yerdir onların götürüldükleri yer!.. Ne kötü ihsandır onlara sunulan... Ve işte bunlar da bu hayretengiz kitabın hayretlerle dolu tasvir ve ifade üstünlüklerinin numunesi...1-dot
2 Fotoğraf2 Fotoğraf
aşk filmlerinin unutulmaz senaristi BÜLENT ORAN1-dot
YARATICININ VARLIĞININ KANITLANMASINDA KULLANILAN MODERN DELİLLER İNSANCI İLKE ÖRNEĞİ http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/yaraticinin-varliginin-kanitlanmasinda.html GÜNÜMÜZ İNSANININ KENDİNİ İZAH EDEMEYİŞİ ANLATAMAYIŞI EN BÜYÜK PROPLEM...! http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2015/09/gunumuz-insaninin-kendini-izah.htmlVideoaşk filmlerinin unutulmaz senaristi BÜLENT ORAN http://yesilcamhatirasi.blogspot.com/
Kişi hüküm verirken verdiği konu hakkında bilgisi noksan olursa hükümde yanlış olur.Senaristlere.1-dot
İNSANLIĞIN KURTULUŞ İSTİKAMETİNİ BELİRLEMEK İÇİN ŞU FİKRİ AÇILIMI YAPMAK SİZLERE DÜŞÜYOR. Senaristlere. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/kisi-hukum-verirken-verdigi-konu.htmlBağlantıBu insanlıkta bulunan,Eşya konusu yanlış işlendiği için yanlış hükümler çıkmaktadır. Siz senaristlerden isteğim insanın eşya olduğun...
ONUN KADERİNİ SENİN HAREKETLERİN BELİRLEYECEK.SENİN KADERİNİDE ONUN HAREKETLERİ BELİRLEYECEK.
KAVRAM KARIŞIKLIĞINA SON* *NET KAVRAM ZAMANI.: ONUN KADERİNİ SENİN HAREKETLERİN BELİRLEYECEK. Bağlantı
Ölene Kadar - 3.Bölüm - ATV1-dot
ÖLENE KADAR SON BÖLÜM İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. https://t.co/EEOX5zCvpQ EŞYAYI BAZ,ÖL…https://t.co/Gv0IdGkIl5BağlantıAsıl katilleri bulma yolunda her şeyi göze alan Dağhan, Yılmaz’ın peşine düşerken Selvi için işler iyice zorlaşır.
DÖNEKLİK ****************************************** DİKKAT SEN BU GÜN PEYGAMBERLERDEN DAHA TOLERANSLI,AVANTAŞLISIN.2017 NESLİ. SON TEKNOLOJİ VE İLİMİN DOĞRULTUSUNDA YARATICININ VARLIĞININ İSPATI. (2017) https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=231537960630946&id=100013242319421 EY GENÇLİK,SAHABEDEN ELLİ KAT FAZLA SEVAP KAZANMAYA VARMISIN.? https://www.youtube.com/watch?v=R-6T9xLy3LA ******************************************************** Lûtufkarâne muamele ediyor yine de Ş u a y b (As.) Getirdiği hakka güvenen ve inanan birisi olarak yumuşak hareket ediyor. Yaptıkları istihzaları ve alayları görmemezlikten geliyor, aldırış etmiyor hiç. Cehaletlerine veriyor onların. Yine de onlara kendisinin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu, köklü bir esasa istinat ettiğini ve söylediğinin kendisi tarafından değil de kendisini peygamber olarak gönderen Allah tarafından bildirildiğini işar edip gayet efendice hareket ediyor. Şayet istediği gibi emanete riayet edilecek olursa bunun sonucundan sadece onların değil kendisininde meteesir olacağını,çünkü kendisininde malının mülkünün bulunduğunu belirtiyor. Ayrıca bu davet ettiği şeylerden ötürü kendilerinden bir ücret te istemiyor. Şahsi bir menfaat ta beklemiyor... Bir şeyi yasaklayıp ta sonra kendisi yaparak büyük kazançlar sağlamak emelinde değil. O umumi bir İslahat fermanının davetçisi. Bunun faydası hem kendisine hem onlara, hem de bütün cihana... Hem olarn sandıkları gibi çağırdığı şeylerin hiç birisinde onların zararına bir şey mevcut değil... 88 — Ey kavmim, ben Rabbimden apaçık bir delil üzere isem ve O bana kendisinden güzel bir rızık ihsan etmişse ne dersiniz? Size yasakladığım şeylere aykırı hareket etmek istemem. Gücümün yettiği kadar İslah etmekten başka bir isteğim yoktur. Başarım ancak Allah’tandır. O’na güvendim ve O’na yöneliyorum.” dedi.”... ****************************************** DİKKAT SEN BU GÜN PEYGAMBERLERDEN DAHA TOLERANSLI,AVANTAŞLISIN.2017 NESLİ. SON TEKNOLOJİ VE İLİMİN DOĞRULTUSUNDA YARATICININ VARLIĞININ İSPATI. (2017) https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=231537960630946&id=100013242319421 ******************************************************** “Ey kavmim—”». Böyle bir güzellik, şefkat ve yakınlıkla... Ayrıca akrabalık bağı hatırlatılarak başlanıyor söze: “Ben Rabbimden apaçık bir delil üzere isem”- ****************************************** DİKKAT SEN BU GÜN PEYGAMBERLERDEN DAHA TOLERANSLI,AVANTAŞLISIN.2017 NESLİ. SON TEKNOLOJİ VE İLİMİN DOĞRULTUSUNDA YARATICININ VARLIĞININ İSPATI. (2017) https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=231537960630946&id=100013242319421 ******************************************************** Ben bu gerçeği ruhumda duyuyor ve yakinen biliyorum ki, Allah onları bana emrediyor ve size tebliğ etmemi bildiriyor. İçimdeki bu açık delilden ötürü ben de güven ve bağlılık içerisinde çıkıyorum ortaya: “Ve bana kendinden güzel bir rızık ihsan etmiş ise, ne dersiniz.?”— Sizin gibi benim de alışverişten elde ettiğim servet hep O’nun-dur. “Size yasakladığım şeye aykırı hareket etmek istemem.”... Hem size yasaklayacağım, hem de sizin ardınızdan gidip aynı şeyleri ben yapacağım ha? Sırf kazanç elde etmek için?!.. “Gücümün yettiği kadar İslah etmekten başka bir isteğim yoktur”- Umumi bir İslah istiyorum ben. Hayatın İslahını, cemiyetin İslahını, fertlerin ve kitlelerin İslahını istiyorum. Topluma ve fertlere hayır getirecek bir İslahat istiyorum... Her ne kadar kavminden bazıları onun buyruğuna uymakla şahsî kazançlarının bîr kısmını kaybedeceklerini ve fırsatları kaçıracaklarını sansalar da aslında kaybettikleri kötü ve haram kazançtır. Kaybettikleri fırsatlar adi fırsatlardır. Onun yerine Allah helâl rızık verecek ve dayanışma içinde birbirine destek olan bir toplum peyda edecektir. Aralarında kin ve çekememezlik, tecavüz ve düşmanlık kalmayacaktır... “Başarım ancak Allah’tandır.”... Bu yapacağım İslahatta beni başarıya ulaştıracak yalnız ve yalnız Allah’tır. O, niyetimi bilir ve çalışmama göre mükafatlandırır beni. “O’na güvendim.” Yalnız O’na güveniyorum, yalnız ve yalnız O’na dayanıyorum... “Ve O’na yöneliyorum.”... Yalnız O’nadır yönelişim. Yaptığım amellerim ve niyetim ile sadece ve sadece O’na teveccüh ediyorum... Sonra onlara bir başka vadiden geliyor ve uyarmak istiyor. Onlara kendilerinden önce geçen Nûh, Hûd, Sâlih, Lût peygamberlerin kavimlerinin başına gelenleri gösteriyor... Olabilir ki, bu onların kalbinde düşünce ve tefekküre dayalı aklî öğütlerin yapmadığı tesirleri yapar da uyanırlar: 89 — Ey kavmim, bana karşı gelmeniz, Nûh kavminin, Sâlih kavminin başına gelen felaketin benzerini sakın başınıza getirmesin. Lût kavmi de sizden pek uzak değildir.”... Bana muhalefet etmeniz, karşıma geçerek diretmeniz sizi hakikatleri tekzibe kadar götürmesin, sizin başınıza da sizden önceki kavimlerin başına gelenlerin gelmesinden korkarım... Şu Lût kavmi sizden çok önce yaşamış değildi, yerleri de sizden pek uzak değil. Çünkü M e d y e n yurdu Hicaz ile Şam arasında bir yer de bulunmaktaydı. **************************************************** (Bu gün Hollandalı şu kelimeyi kullanır ama nereden türediğini bilmez çoğu. 'sodom'idir op derler**Halbuki sodom itnelerin helak olduğu şehrin ismi https://www.google.nl/search?q=sodum&oq=sodum&aqs=chrome..69i57&sourceid=chrome&ie=UTF-8#q=sodom+%C5%9Fehrinin+hikayesi https://www.youtube.com/watch?v=F8urnFkIyqE Bu gün insanların çoğu niye yaşadığını bilmiyor. Müslümanların çoğuda, Müslüman mı değil mi onuda bilmiyor. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/05/ey-insanoglu.html ****************************************** Azap ve helak ile yüz yüze getirdikten sonra onların önüne tevbe ve mağfiret kapılarını açıyor. En içten ifadeler ve en güzel cümlelerle Allah’ın rahmetine çekmeye çalışıyor. 90 — Mağfiret dileyin Rabbinizden. Sonra da tevbe edin O’na. Doğrusu benim Rabbim Rahim ’dir, V e d û d ’dur.”... İşte böylece her taraftan okşuyor onları. Öğüt veriyor, ihtar ediyor, korkutuyor, teşvik ediyor, sevindiriyor ki belki kalpleri yumuşar, açılır ve Allah’ın huzurunda eğilir diye... Ne var ki, onların kalbleri o derece bozulmuş, hayat ölçüleri o şekilde alt üst olmuş, düşünce ve hareketleri o kadar adileşmişti ki, biraz önceki şımarıklıklarını, yalanlayıp alaya almalarını bile terk etmemişlerdi: 91 — Dediler ki: “Ey Ş u ay b, söylediklerinin çoğunu anlamıyor ve seni aramızda zayıf görüyoruz. Taraftarların olmasaydı seni taşlardık, esasen sen bizim yanımız da şerefli kimse de değilsin.”... İçleri sıkılıyor onların apaçık gerçekler karşısında. Görmek istemiyorlar bir türlü hakikatleri... “Dediler ki: Ey Ş a a y b söylediklerinin çoğunu anlamıyor.”». Hem onlar hayati değerleri dışa vuran maddi kuvvetlerle ölçüyorlar: “Ve seni aramızda zayıf görüyoruz.”.» Hz. Ş u a y b ’in getirdiği ve onların karşısına diktiği gerçeklerin hiç önemi yok onlarca. Zira bir ağırlığı mevcut değil onların ölçülerince. “Taraftarların olmasaydı seni taşlardık.”.» Hep kabile dâvası güdüyor onlar, akide dâvası güden yok aralarında. Kan bağına önem veriyorlar, gönül bağına değil... Ayrıca Allah’ın dostlarına yardım edeceğini ve bu husustaki gayretini görmezlikten geliyorlar ve hiç hesaba katmıyorlar. “Esasen sen bizim yanımızda şerefli bir kimse de değilsin.”... Ne takdir ediyoruz seni, ne de hürmet ediyoruz sana. Üstünlük ve hakimiyetinden doğan bir şerefin de yok aramızda, Biz sadece fiile ve aşireti hesaba katarız. Diğer şeref ve haysiyet unsurlarını kale bile almayız. *********(2017*Bu günde aynı.) Ruhlar sağlam bir inançtan mahrum olur, yüce değerlerden yoksun kalırsa elbette toprağa sarılacak ve toprağın değerlerine önem verecektir. Bu durumda şerefli ve değerli bir dava hürmet görmez... Yüce bir gerçek kıymetli olmaz. Dava adamını koruyan etrafı yoksa onu ezmekten kimse çekinmez. Veya kendisini koruyan maddî bir gücü yoksa tepelenmek istenir hep. İnanca hürmet, hak ve hakîkata değer vermek, dava adamına saygı göstermek ise bu başı boş ruhlarda hiç bir değer ifade etmez. * *• BİR PEYGAMBERİN GAYRETİ O esnada Hz. Ş u a y b gayrete geliyor ve Rabbinin izzet ve celâli ile ilgili sözleri vakarına dokunuyor. Kavmi ve yakınlarıyle onurlanmak yerine onları bu mevcudatta kendilerini bekleyen kötü akıbetle yüz yüze getiriyor. Kendilerini çepe çevre saran Rablerine karşı saygısızlıklarına mukabil onları bekleyen acı akıbet ile yüz yüze getiriyor. Ve son sözü söylüyor onlara. Akide esasına dayanarak kavminden tamamen ayrılıyor. Onları Allah ile başbaşa bırakıyor. Benzer hareketlerde bulunanları bekleyen azap ile korkutuyor onları. Ve diledikleri akibeti seçmek hususunda kendi hallerine bırakıyor. 92 — Ey kavmim, benim taraftarlarım size göre Allah’tan daha mı şerefli ki O’na sırt çevirdiniz? Doğrusu Rabbim sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır.” dedi. 93 — Ey kavmim, elinizden geleni yapın. Doğrusu ben de yapacağım. Kimi rüsvay edecek bir azabın geleceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözetleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözetleyiciyim.” dedi...”... “Benim taraftarlarım size göre Allah’tan daha mı şerefli ki?..”... Ne kadar kuvvetli olursa olsun bir beşer topluluğu mu? Şu insan denen güçsüz, zayıf ve Allah’a kul olmaktan başka bir özellikleri bulunmayan kitle mi? Evet bunlar mı daha şerefli size göre Allah’tan?... Bunlar mı?... “Ki O’na sırt çevirdiniz?”... Sırt çevirmek dönmek ve kaçmanın hissi bir tasviridir. Ki onların yaptıkları şeyin şenaatini ve kötülüğünü belirtir. Onlar Allah’ı bırakıyorlar ve kaçıyorlar. Halbuki kendilerini yaratan da Allah, Rızıklandıran da. İçinde bulundukları nimetleri de O vermiş kendilerine. Şu halde bu yaptıkları ölçüsüzlük, küfür ve tekzip olduğu gibi hayasızlık, nimeti inkâr, yüzsüzlük ve şımarıklıktır da. “Doğrusu Rabbim sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır.”«. Kuşatma tabiri bilginin varabildiği en son sınırı ifade eder. Rabbinin yüceliği ve vakariyle ilgili konuda inanmış bir kişinin kızışıdır bu. Soy, âile, kavim, aşiret ve millet ile öğünmenin hiç bir kiymet ifade etmeyeceği bir kızıştır bu. Hz. Ş u a y b şişmiyor, böbürlenmiyor ve kavminin akraba ve aşiretleriyle öğünmelerine aynı şeylerle öğünerek mukabele etmiyor. Kendi yakınlarının ve taraftarlarının kendisini koruyup yardım edeceklerine dayanmıyor güvenmiyor. Asıl iman da bu değil midir zaten? Şüphesiz ki, mü’min Rabbinden başkasına güvenip onunla öğünmez. Rabbinden korkmayıp ta etrafında kavim ve aşiretinden korkulmasına da razı olmaz. Mü’minin tarafgirliği kavmi ve aşireti için değil Rabbi ve dini içindir. Her zaman ve her toplumda İslâm düşüncesiyle cahiliyet düşüncesinin yollarının ayrıldığı nokta burasıdır... Bu Allah için kızma, bu kavimden ve aşiretten sıyrılma ve Allah’tan başkasını korumaktan ve O’ndan başkasiyle öğünmekten vaz geçme yüzünden işte Hz. Ş u a y b kavmine karşı bu şekilde kesin bir tavır takınıyor. Daha evvel içlerinden birisi iken şimdi bütünüyle uzaklaşıyor onlardan. Ve yollar bu noktada ayrılıyor. Hem de bir daha hiç kavuşmamak üzere... “Ey kavmim, elinizden geleni yapın.”... Yürüyün yolunuzda. Ne yapacaksanız yapın... Artık elimi silkeledim, çıktım aranızdan... “Doğrusu ben de yapacağım.”... Ben de kendi yolumda ve kedi metoduma uygun olarak hareket edeceğim. “Kimi rüsvay edecek bir azabın geleceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz.”... Ben mi yoksa siz mi? “Gözetleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözetleyiciyim.”... Beni ve sizi bekleyen akıbeti gözetleyeceğim... Bu tehdit te bile sonuç hakkında kesin bir güven hâkim. Ayrıca onlardan kat’iyetle uzaklaştığını ve yolların bir daha birleşmemek üzere ayrıldığını ima eden bir mâna var... • * Ve bu noktada perde iniyor... Bu son söz ve bu son ayrılıkla birlikte perde kapanıyor ve o kavmim akıbeti ile ilgili sahne açılıyor. Yerlerinden, yurtlarından silinip S â l i h peygamberin kavmi gibi onların da yok olup gittiğini göstermek üzere açılıyor... Aralarından bunca zaman geçmiş olmasına rağmen bunların da akıbeti onların akıbeti gibi oluyor. Yeryüzünde hiç yaşamamışlar gibi oldu onlar da. Bir zamanlar hiç yaşamamış gibi oldular... Onlar gibi bunlar da Allah'ın lânetine hak kazanarak geçip gittiler. Bu varlıklar aleminden onların da sayfaları dürüldü... Kalblerdeki sayfaları da böylece kapanmış oldu:1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
MODERN KÖLELER TOPLULUĞU: CEMAATLER1-dot
“Zehirlenmişim, kanser enjekte edildiği bilgisi var!” Vefatından kısa bir süre önce yaptırdığı sağlık taramasında sapasağlam olmasına rağmen; bir ay gibi kısa bir sürede tüm vücudunu kanser hücreleri sararak 15 gün içerisinde hastalanarak ölen Araştırmacı Yazar Aytunç Altındal’ın hasta yatağında son sözleri idi bunlar. Ölmeden önce Fransa’da doktorların kendisine kanser hücreleri enjekte edildiği bilgisi verdiğini ve bu suikastın da uzun süredir kendisini tehdit eden FETÖ eliyle yapıldığını söylemişti. TAĞUTLARIN KAPI KULLUĞUNU YAPMAKTA OLAN ÜLEMA KİSVESİNE BÜRÜNMÜŞ DALKAVUKLAR ZÜMRESİNİN VAR OLUŞU....---İSLAM DEVLETİ HİLAFETE GİDERKEN MESELELERİMİZ; http://namenstr8.blogspot.nl/2015/04/islam-devleti-hilafete-giderken_4.html *** O halde toplumlarımız bidat ve hurafelerden arınarak tevhit ve adalet eksenli gerçek İslami reflekslerle yeniden inşa edilmelidir. *** SAHİH BİR İSLÂMÎ KİTLE İLE ÇALIŞMANIN FARZİYETİ, https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=209298879521521&id=100013242319421Bağlantıİslami alan dışında, her alanda var ve iddialılar. “Zehirlenmişim, kanser enjekte edildiği bilgisi var!” efatından kısa bir süre önce yaptırdığı sağlık taramasında sapasağlam olmasına r…
Hakan Albayrak: Cumhurbaşkanı “Kandırıldık” Diyor… Devletin Kandırılma Hakkı Var da Vatandaşın Yok mu?
İnsanların ocaklarına incir ağacı dikmeye yetecek deliller değil bunlar. *** Cumhurbaşkanı “Kandırıldık” diyor… Devletin kandırılma hakkı var da vatandaşın yok mu? Koca devletin kandırılmasını kabul edebiliyoruz da sıradan bir öğretmenin kandırılmasını mı kabul edemiyoruz? *** Mesele Feytullah meselesi değil,Onun nazarında tüm Müslümanlar. Müslümanlar kaide ve kurallarına uymuyor İslamın. Onun için bu felaketler... http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2015/06/kailer-ve-muslumanlar.html?spref=fb https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=207337433050999&id=100013242319421 Bu gün böyle ihtar veriliyor uymazlarsa yarın ahirette de şu pozisyonda olduklarını yaratıcımız söylüyor. "Zayıflar, büyüklük taslayanlara: "Doğrusu biz size uymuştuk. Allah'ın azabından bizi koruyabilecekmisiniz?" derler..." http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2013/11/zayflar-buyukluk-taslayanlara-dogrusu.htmlBağlantıHakan Albayrak, FETÖ soruşturmaları kapsamında mağdur olan ve açığa alınanlar konusunda çağrıda bulundu...
Hizbut Tahrir - Neşid (Türkçe Alt Yazılı)1-dot
Hizbut Tahrir - Neşid (Türkçe Alt Yazılı)VideoHizbut Tahrir - Neşid (Türkçe Alt Yazılı)
ABDULLAH PAPUR_U-H_AĞARMIŞ ARPASI KURUMUŞ BENİM SUNAM YORULMUŞ..
DAHA FAZLASI İÇİN beğen_paylaş_HAZIRLAYAN_Özcan Altınöz_ https://www.facebook.com/abdullahpapurhayrani https://www.facebook.com/turkuler5860VideoDAHA FAZLASI İÇİN beğen_paylaş_HAZIRLAYAN_Özcan Altınöz_ https://www.facebook.com/abdullahpapurhayrani https://www.facebook.com/turkuler5860
BOZUK FITRATLI YARATIKLAR Bir kere daha Hz. Ş u a y b nasihatini tekrarlıyor. Hem de bu sefer müspet şekilde. Daha önce menfi tarzda ve kesin olarak yasaklamıştı. “Ey kavmim ölçüyü ve tartıyı hakkaniyetle yerine getirin.”... ölçüyü ve tartıyı tam olarak yerine getirmek eksik vermekten daha iyidir. Çünkü eksik verme yerine fazla verme de olabilir. Bu ifadenin insan hissinde ayrı bir izi, tesiri var. Şüphesiz ki yerli yerine getirme ifadesiyle eksik vermeme ifadesi arasında üslûp farklılığı var. Bu daha çok müsamaha ve vefayı gerektiren bir harekettir. “İnsanlara eşyalarını eksik vermeyin.”... Bu ifade ölçü ve tartıdan daha umumi. Her nevi eşyanın iyi değerlendirilmesini de alır içine. Ölçü olarak, tartı olarak, para olarak, takdir olarak... Maddî ve manevî bedel olarak... Her şeyin yerli yerince Verilmesini ihtiva eder. Bu ifadenin muhtevasına işler ve nitelikler de girer. Çünkü bazı kere şey kelimesi hislerle görülenlerin de ötesindeki nesneleri ifade eder. ***************** Bazı kere şey..İNSANIN EŞYA OLUŞUNUN DELİLİ. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/blog-post.html ********************** ************************Yani sadece eşyayı değil.(Eşyadaki özellikleride) Fikirleri de kaide ve kurallarına göre verin ki şeytanın tuzaklarına düşmeyin. https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=220620005056075&id=100013242319421 ******************************** İnsanların eşyalarını eksik vermek onlara karşı zulmetmekten öte kötü duygularını tahrik eder. Kin beslemelerine, adaletten, doğru ölçüden ümit kesmelerine sebep olur. Bütün bu duygular ise hayatın havasını bozar, muamelelerin şeklini kötüleştirir, ruhlardaki ve vicdanlardaki sosyal bağları koparır. Ve bir daha hayatta iyi ve faydalı bir şey bırakmaz. “Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.”... Bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın. Her ikisi de aynı mânaya gelir. Yer yüzünde fesat çıkarmak için kötü maksatla hareket etmeyin. Sonra vicdanlarını uyarıyor ve o pis kazançlarından daha temiz ve güzel kazanç haberleri veriyor. İnsanların eşyalarını eksik vererek, bozgunculuk çıkararak ve ölçüyü tartıyı eksik yaparak sağladıkları kazançtan daha sürekli ve daha hayırlı kazanç yolunu gösteriyor. “İman ediyorsanız Allah’ın geri bıraktığı sizin için daha hayırlıdır.”... Allah’ın nezdinde bulunan şeyler hem daha baki ve devamlıdır, hem de daha üsüin. Zaten ilk söze başlarken onları yalnız ve yalnız Allah’a ibadete çağırmıştı Hz. Ş u a y b . Burada da onlara davet ettiği şekilde Allah’a inanacak olurlarsa Allah nezdinde kendileri için hazırlanan şeylerin daha devamlı ve sürekli olduğunu bildiriyor. Birbirleri arasındaki muamelelerde öğütlerine uymayı da imanın bir şıkkı olarak zikrediyor. “İman ediyorsanız, Allah'ın geri bıraktığı sizin için daha hayırlıdır.”... Sonra onları davet ettiği Allah ile baş başa bırakıyor. Ve kendisinin elinden bir şey gelmediğini açıklıyor. Zaten onları korumak kendisinin görevi değil. Sapıklıktan korumak için vekil olarak ta gönderilmemiş. Sapacak olurlarsa bundan o sorumlu tutulmayacak. Onun vazifesi sadece tebliğ etmektir. Ki Ş u a y b (A.S.) bunu zaten yapmıştır. “Yoksa ben sizi koruyucu değilim.”... Bu üslûptaki ifadeler muhatabı bulunan kimselere meselenin önemini ihtar eder, sorumluluğun ağırlığını hatırlatır. Ve onları doğrudan doğruya tehlikelerle yüz yüze getirir. + • • BOZUK FITRATLI YARATIKLAR Ne var ki, bu kavim Allah’a isyan etmiş inhiraflara dalmış ve bozulmuş bir kavim idi: 87 — “Dediler ki: “Ey Ş u a y b, senin namazın mı biri babalarımızın taptıklarını ve mallarımızı dilediğimiz gibi kullanmamızı menediyor? Sen doğrusu aklı başında yumuşak huylu birisin.”.» Bu ifadeden açıkça alay ve istihza akıyor. Her kelimesinde ve cümlesinde küçümseyici bir ton hakim. Fakat bu istihzalar tamamen cahiline ve körü körüne. Sırf bir inat ve bilgisizlik yüzünden yapıldığı besbelli. “Senin namazın mı bize babalarımızın taptıklarını ve mallarımızı dilediğimiz gibi kullanmamızı menediyor?”... Onlar anlamıyorlar veya anlamak istemiyorlar ki, namaz da akidenin bir gereğidir ve bir ubudiyet şeklidir. Allah’ın birliği inancı bulunmadan akidenin varlığından söz edilmez. Gerek kendilerinin gerekse atalarının tapındıkları Allah’tan başka putları yıkmadan akidenin varlığından söz edilemez. Gerek ticarette, gerekse mali işlerde Allah’ın koyduğu hükümleri yerine getirmeden hattâ her türlü hayati meselede Allah'ın buyruğuna uymadan itikadın varlığından bahsedilemez. Bunların hepsi birbirinin parçasıdır. Binaenaleyh, namaz ile hayat sistemini veya İçtimaî nizamı birbirinden ayırmak katiyen mümkün değildir... Bu sakat görüşün basitliği ve adiliği üzerindeki sözümüzü, akidenin sosyal muamelelerle ilgisi üzerindeki bu yanlış kanaat ve binlerce yıl önce geçmiş bulunan M e d y e n halkının bu sakat anlayışının basitliği üzerindeki sözü bitirmeden evvel düşünce ve inkârları bakımından hiç te Ş u a y b peygamberin kavminden geri kalmayan günümüzdeki bazı kimselerin de varlığını bildirmekte fayda mülahaza ediyoruz: ************************************************************ Günümüzün cahiliyeti hiç te ilk günlerdeki cahiliyetten farklı ve üstün bir idrâk seviyesine sahip değil... İçinde yaşadığımız şu günün cahiliyeti ve şirki hiç te Ş u a y b peygamberin devrindeki cahiliyetten ve şirkten ayrı değil... Aralarında yahudi, hıristiyan ve müslüman adı verilenler de dahil olmak üzere günümüz insanlığının içine düştüğü putperest hayat inançla hareketin arasını tefrik ediyor. Şeriat ile sosyal münasebetleri birbirinden ayrı mülahaza ediyor. ************İnanç ve ibadetin Allah’a ait olduğunu nizam ve münasebetlerin ise Allah’tan başkalarına ait olduğunu savunuyor. Dinî konularda Allah'ın emirlerine, İçtimaî konularda Allah'tan başkalarının buyruğuna boyun eğiyor.Aslı ve hakikati itibariyle en büyük şirkte budur zaten. ************************************************ Ne var ki, günümüz insanları arasında kendi dinî inançlarına en çok bağlı bulunanlar ve inandıkları şeylerle yaşadıkları hayati biri-birine tıpatıp uydurarak kendi şeriatları ve dinlerinin icabını bütünüyle yaşayanlar —inandıkları şeriatın sapık ve münharif olması bir yana— ne yazık ki yahudilerdir. Yahudi parlamentosunda bir deniz yolu şirketinin, yolcularına İsrail dininin buyruklarına aykırı yemekler ikram ettiği için büyük çatışmalar çıkmıştı. Ve mevzuu bahs olan şirket ne kadar zarar ederse etsin dinî buyruklara aykırı yemek ikram etmemeye zorlanmış ve kabul ettirilmişti.. Nerde bugün kendilerine müslüman adını veren kimselerde böyle bir dinî hassasiyet?.. ********* Ne acı ki, bugün aramızda kendilerine müslüman adını verdikleri halde din ile ahlâkın, din ile dünyanın ayrılması gerektiğine inanan ve aralarında hiç bir münasebetin bulunmaması gerektiğini savunanlar da bulunmaktadır. Gerek kendi üniversitelerimizden, gerekse yabancı ülkelerdeki üniversitelerden mezun olmuş aydınlar arasında öyleleriyle karşılaşıyoruz ki, dudaklarını bükerek söze başlıyorlar ve hemen arkasından ekliyorlar: Niçin karışsın İslâm bizim özel hayatımıza?... Neden islâmda plaja ve açık seçik kıyafetlerle denize girmek memnu olacakmış?.. Kadının kılık ve kıyafetine niçin karışsın İslâmiyet?.. Seksüel konularda dinin dogmaları hâlâ geçerli olabilir mi? Kafamızı dindirmek için bir iki yudum içki içmemize İslâmiyet neden karışacakmış?... Medenî memleketlerin yaptıkları şeylere islâmın ne hakkı varmış müdaheleye?... Ne fark var şu sorularla M e d y e n putperestlerinin: “Ey Ş u a y b senin namazın mı, bize babalarımızın taptıklarını ve mallarımızı dilediğimiz gibi kullanmamızı menediyor?”... demeleri arasında?... Bu kadarla da kalmıyorlar. Şiddetle kızarak, dehşete kapılarak dinin ekonomik konulara müdahale etmesine karşı çıkıyorlar. İçtimaî münasebetler ile inançların nasıl bir ilgisi olabilir? Bırakalım dini inançları da ahlâkla bile ilgisi mevzuu bahsedilemez? Faiz neden yasak olacakmış? Faizsiz bir toplum hayatı olabilir mi? Birisi devlet tarafından konulan kanunların pençesine düşmeden hile yapıyorsa, aldatabiliyorsa neden karışacakmış din buraya?” diyorlar. Hattâ daha da şımarıklık ederek ahlakî kaideleri iktisadî hayata müdahele edecek olursa ekonomik hayatı bozar diyorlar... Batıdaki ahlâkî kaidelere dayalı ekonomik sistemleri bile bu yüzden beğenmiyorlar. Çünkü ekonomik hayat her türlü ahlâki kayıttan azade olmalıymış?... Bunlara göre eski çağ kalıntısı bir düşünüşmüş ahlâk denilen şeyler.-. ****************************** Bugün "New Age Dini(Yeni Çağ Dini)'', dünyada gittikçe yaygınlaştırılan bir "lego dini"dir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/04/vahdeti-vucut-felsefesi-new-age.html ************************************** O ilk cahiliyet devrinin M e d y e n halkının tutumu gözümüzde pek te büyümesin. Bugün biz miladın yirminci asrında daha korkunç bir cehalet ortamında yaşıyoruz. Ne var ki, günümüzün cahiliyeti eskisi gibi bilgisizliğe dayanmıyor, aksine bilgi, görgü ve medeniyet esaslarına istinat ediyor. ********* İNSANIN EŞYA OLUŞUNUN DELİLİ. https://www.facebook.com/notes/h%C3%BCseyin-uzun/insanin-e%C5%9Fya-olu%C5%9Funun-delili/160997811018295 ****** Ve dinle günlük hayat arasında ilgi kurmak isteyenleri, sosyal muamelelere dinî inançları müdahele ettirenleri başlıyorlar itham yağmuruna..■ Gerici diyorlar... Mutaassıp diyorlar... Tutucu diyorlar... Şurası muhakkaktır ki, bir gönülde hem Allah’ın birliğine inanmak, hem de içtimai münasebetler hususunda Allah’tan başkalarının buyruklarına bağlanmak, yeryüzü kanunlarına tâbi olmak aslâ birleşemez... Nasıl olur, şirk ile tevhit bir kalbte birleşir mi hiç?... Şirkin de çeşitleri vardır şüphesiz. Bugün bizim içinde yaşadığımız da bir şirk nevidir... Hattâ diyebiliriz ki her zaman ve her devirde gelen müşriklerin müşterek tarafları günümüzdeki şirkçi unsurlardır... ************** Akide sahih olmayınca, ibadet de sahih olmaz. ***Önce şirk geliyor http://seyyitkutubtefsiri.blogspot.nl/2016/05/once-sirk-geliyor-sonra-zina-sonra-da.html ******************** M e d y e n halkı da tıpkı günümüzde saf tevhit akidesine davet eden ve bu uğurda çalışan gerçek mü’minlerle alay eden kimseler gibi Hz. Ş u a y b ’i alayla karşılıyorlar : “Sen doğrusu aklı başında, yumuşak huylu birisin.”... Aslında bu söylediklerinin tam tersini belirtmek istiyorlar. Onlara göre yumuşak huyluluğun ve aklı başında olmanın biricik ifadesi hiç düşünmeksizin onlar gibi atalarının tapındıkları şeylere tapınmaktır. İbadet ile çarşıdaki muamelelini birbirinden ayrı mütalaa etmektir... öyle değil mi günümüzdeki aydın ve medeni kimselerin yanında da?... Bu yüzden ayıplamıyorlar mı mutaassıpları ve geri kafalıları?!.1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
Islam Is Taking Over Europe—’Without Swords, Without Guns, Without Conquest’1-dot
YARATICININ VARLIĞININ KANITLANMASINDA KULLANILAN MODERN DELİLLER İNSANCI İLKE ÖRNEĞİ http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/yaraticinin-varliginin-kanitlanmasinda.htmlBağlantıThe statistics say that the religious will, in fact, inherit the earth.
ŞUAYB PEYGAMBER VE KAVMİ 84 — Medyen halkına da kardeşleri Ş u a y b ’i yolladık. Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin O’ndan başka ilâhınız yoktur. ölçüyü tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi iyi bir halde, refah içinde görüyorum. Ve sizi azapla kuşatacak bir günden korkuyorum. 85 — Ey kavmim ölçüyü ve tartıyı hakkaniyetle yerine getirin. İnsanlara eşyalarını eksik vermeyin, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. 86 — İman ediyorsanız. Allah'ın geri bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Yoksa ben sizi koruyucu değilim. 87 — Dediler ki: “Ey Ş u a y b, senin namazın mı bize babalarımızın taptıklarını ve mallarımızı dilediğimiz gibi kullanmamızı menediyor? Sen doğrusu aklı başında yumuşak huylu birisin.” 88 — “Ey kavmim ben Rabbimden apaçık bir delil üzere isem ve 0 bana kendisinden güzel bir rızak ihsan etmiş ise ne deniniz? Size yasakladığım şeylere aykırı hareket etmek istemem. Gücümün yettiği kadar İslah etmekten başka bir isteğim yoktur. Başaran ancak Allah’tandır. O’na güvendim ve O’na yöneliyorum” dedi **************************************** DİKKAT SEN BU GÜN PEYGAMBERLERDEN DAHA TOLERANSLI,AVANTAŞLISIN.2017 NESLİ. SON TEKNOLOJİ VE İLİMİN DOĞRULTUSUNDA YARATICININ VARLIĞININ İSPATI. (2017) https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=231537960630946&id=100013242319421 ********************************************** Böyle hayrete düşüyor onun kavmi. Nesi var halbuki bunun hayret edilecek?. Hatta gerçek ve lüzumlu olan şeyi kötülüyorlada. Kardeşleri S al i h (As.) ın kendilerini bir tek Allah’a ibadete çağırmasını dehşetle karşılıyorlar. Neden? Hiç... Hiç bir delile ve bürhana dayanmıyor bu hareketleri. Sırf babaları bu tanrılara tapındığı için düşünmeden onlar da tapınıyorlar... Onların katılığı o dereceye varıyor ki, apaçık gerçekler karşısında bile hayrete düşüyorlar.İnançlarının babalarının yaptıklarından ibaret olduğunu söylüyorlar. Böylece bir kere daha, bir kere daha tevhit akidesinin doğrudan doğruya umumî bir hürriyet fermanı olduğu ortaya çıkıyor, insan aklını her türlü kementlerden ve bağlardan kurtaran, geleneklerin ağır zincirinden çıkaran, evham ve hurafenin baskısı altında ezilmekten koruyan umumî bir davet olduğu ortaya çıkıyor. **************************** Bu gün 2017 şeytan tevhid akidesini bozmuş konumda olduğundan tekrar düzeltmelisin. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.html ******************************************************** S e m û d kavminin S â l i h (AS.) a söyledikleri şu sözler bize bir şeyler hatırlatıyor: “Bundan önce kendisinden iyilik beklenir kimseydin sen”... Kureyşlilerin risalet gelmezden önce Hz. Muhammed M u s t a f a ’ya bağlılıklarını, güven ve emniyetlerini hatırlatıyor.. Ama Hz. Peygamber onları bir tek Allah’a kul olmaya çağırınca aleyhine döndüler, tıpkı S âl i h peygamberin kavminin yaptığı gibi kötülemeye kalkıştılar. “Büyücü” dediler... “Müfteri” dediler... Ve ona olan güvenlerini ifade eden sözlerinin hepsini unuttular... Aslında ehli küfrün tabiatı birdir. Tek bir gerçek muhtelif asırlarda ve devirlerde değişik şekilde ortaya çıkmaktadır... S â l i h peygamber de onlara dedesi N û h (A.S.) gibi karşılık veriyor: 63 — Dedi ki “ey kavmim! Rabbimden açık bir delilim olur ve bana rahmet eder de ben de O’na baş kaldırırsam söyleyin bakalım, beni Allah’a karşı kim savunur? Bana hüsrandan başka bir şey kazandırmazsınız.”... Ey kavmim, eğer ben içimde Rabbimle ilgili bir gerçeğin bulunduğunu farkediyorsam, benim tutmam gereken yolun bu yol olduğunu bu gerçek bana söylüyorsa ne dersiniz? Eğer O, bana kendi nezdinden bir rahmet vermiş ve risalet için beni seçerek bu risalete hak kazandıracak bir takım özellikler vermişse ne dersiniz o zaman?... Buna rağmen ben kalkar da O’na isyan edersem ve davetini size tebliğ etmezsem, sizin arzunuza uyarak buyruklarını bildirmezsem kim savunur beni Allah’a karşı? Sizin bu isteğiniz beni Allah’ın nezdinde koruyup yardımıma koşabilir mi? Aslâ... ********************************** DİKKAT SEN BU GÜN PEYGAMBERLERDEN DAHA TOLERANSLI,AVANTAŞLISIN.2017 NESLİ. SON TEKNOLOJİ VE İLİMİN DOĞRULTUSUNDA YARATICININ VARLIĞININ İSPATI. (2017) https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=231537960630946&id=100013242319421 http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/yaraticinin-varliginin-kanitlanmasinda.html?spref=fb ********************************************* 89 — “Ey kavmim bana karşı gelmeniz, N û h kavminin, S âli h kavminin, başına gelen felaketin benzerini sakın başınıza getirmesin. L û t kavmi de sizden pek uzak değildir. 90 — Mağfiret dileyin Rabbinizden. Sonra da tevbe edin O’na. Doğrusu benim Rabbim, Rahim ’dir. V e d û d ’dur. 91 — Dediler ki: “Ey Ş u a y b söylediklerinin çoğunu anlamıyor ve seni aramızda zayıf görüyoruz. Taraftarların olmasaydı seni taşlardık, esasen sen bizim yanımızda şerefli kimse de değilsin.” 92 — “Ey kavmim benim taraftarlarım size göre Allah’tan daha mı şerefli ki O’na sırt çevirdiğiniz? Doğrusu Rabbim sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır.” dedi. 93 — Ey kavmim elinizden geleni yapın. Doğrusu ben de yapacağım. Kimi rüsvay edecek bir azabın geleceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözleyin doğrusu ben de sisinle beraber gösetleyiciyim. 94 — Emrimiz gelince Ş u a y b i ve beraberindeki inananları katımızdan bir rahmet olarak kurtardık. Zulmedenleri de korkunç bir ses yakaladı. Ve oldukları yerde diz üstü çöküverdiler. 95 — Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki, S e m û d kavmi gibi M e d y e n halkı da Allah'ın rahmetinden uzaklaştı. Ebedi ve tek bir akidenin risalet devrelerinden birisi de bu. Hz. Şuayb, Medyen halkına götürüyor onu. Bu risalette tevhit akidesine ilâve olarak başka bir mesele daha var. O da emanete riayet ve insanlar arasındaki muamelelerde adaleti gözetmek gibi Allah’a bağlılığın vesikası ve yalnız Allah’ın şeriatına, buyruğuna uymanın ifadesi olan hükümler... Ne var ki, Medyen halkı bu çağrıyı aşırı bir dehşet ile karşılıyorlar ve mali muameleler ile, Allah’a bağlılığın ifadesi olan namaz arasındaki münasebeti bir türlü kavrayamıyorlar. Hz. Ş u a y b ’ın kıssası da H û d peygamberin A d kavmi ile, S â l i h peygamberin S e m û d kavmi ile olan kıssasının akışına uygun bir üslûp ile gelişiyor. Sonuçları ve ifade tarzları ise aşağı yukarı onların aynısı. Kıssanın nihayetinde S â l i h peygambere temas edilmesi bu yaklaşımı daha da fazlalaştırıyor, öyle ki iki kavmin uğradığı azap ta birbirinin aynı. Azabı anlatan ifadeler de hemen hemen aynı şekilde. ŞUAYB PEYGAMBER VE KAVMİ 84 — Medyen halkına da kardeşleri Ş u a y b ’ı yolladık. Dedi ki: “Ey kavmim Allah’a kulluk edin ondan başka ilahınız yoktur sizin... İlk itikadın ana kaidesi yalnız ve yalnız Allah'ın dinine bağlanmaktır. Hayatın ilk kâidesi de budur. Şeraiatın temel akidesi de bundan başkası değildir. İnsanlar arası muamelelerde ilk yapılacak şey de bu kaideye istinat eder. Bu kaide olmadan ne akide olur, ne ibadet olur, ne de içtima! muameleler... “ölçüyü tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi iyi bir halde, refah içinde görüyorum. Ve sizi azapla kuşatacak bir günden korkuyorum. 85 — Ey kavmim, ölçüyü tartıyı hakkaniyetle yerine getirin. İnsanlara eşyalarını eksik vermeyin, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. 86 — İman ediyorsanız Allah'ın geri bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Yoksa ben sizi koruyucu değilim.”... Burada akide ve din konusundan sonra gelen ikinci ana dâva emanet ve adalet dâvası oluyor. Veya akide ve din kâidesinden neşet eden içtimai muamele ve hareketler. M e d y e n kabilesi ve yurdu Hicaz ile Şam arasında kalan bir yerde bulunuyordu, ölçü ve tartıyı eksik yaparlardı. Herkese eşyalarını verirken eksik verirlerdi. Alışveriş yaparken aldıkları eşyanın kıymetini düşürürlerdi. Bu ise kalb ve el temizliğini rencide eden, insanın şeref ve haysiyetini ayaklar altına alan çok kötü bir hareketti. Yarımadanın kuzeyinden güneyine giden yolların orta noktasında bulundukları için kervanların yolunu kesebilecek durumdaydılar. Gelip geçen yolcuları soyarak eşyalarını alıyor veya ölü pahasına bedel ödüyorlardı. Bunun için tevhit ve Allah’ın dinine bağlanmak ile emanete riayet, muamelelerde temizlik ve alışverişte şereflice hareket etmek gerek devletler tarafından yürütülsün, gerekse fertler tarafından yürütülsün gizli açık her türlü hırsızlıkla savaşmak arasındaki münasebet çok yakındır. Ve bu, insanlık için daha temiz ve faziletli bir hayatı garanti eder. Yeryüzünde yaşayan insanlar arasmda adaleti ve barışı sağlar. Allah’tan korkmak ve O’nun rızasını kazanmak esasına istinat eden yegâne teminat unsuru olduğu için sabit bir esasa dayanır ve herkesin arzu ve isteklerine, fayda ve menfaatlerine göre değişmez... Şüphesiz sosyal münasebetler ve ahlakî kâideler günü birlik değişen arzularla değişmeyip sabit bir esasa dayanmalıdır... İşte lslâmın görüşü bu temel kaideye dayanır. Bunun için de daha temelden insanların düşünce ve arzularına dayanan, istek ve menfaatlerine göre tanzim edilen beşeri kaidelerde sosyal ve ahlak nazariyelerinden tamamiyle ayrılır... Gerek sosyal münasebet kaideleri, gerekse ahlâk kaideleri değişmez esaslara istinat ettiği zaman kısa mesafeler dahilinde değişen maddî menfaatlerle birlikte değişmez, günü birlik hadiselerin tesiri altında kalmaz. Toplumun zamanla değişen hayat anlayışına ve toplum içinde hakim olan görüşe göre bir o yana bir bu yana gidip gelmez... O takdirde insanların içtimai münasebetlerine ve ahlâklarına tesir eden faktör ahlâkî yönden toplumlann içinde bulundukları tarıma dayalı toplum veya toprağa bağlı toplum yahut ta sanayi toplumu gibi toplum tarzları olmaz. Hayat için yegâne hüküm kaynağı Allah'ın şeriatı olduğu zaman, ahlâki kaidelerin ana dayanağı Allah'ın rızasına nail olup sevap kazanmak ve azaptan kurtulmak duygusu olduğu zaman gerek ahlâkî kaidelerde gerekse içtimai münasebet kaidelerinde toplumlann geçirdikleri hayat seviyelerinin tesiri olmaz. Bir takım materyalist doktrinlerin iddia ettikleri gibi ekonomik faktörler veya sosyal gelişmeler ahlâkın kaynağı olmaz ve bu görüşler İslâm nizamının gölgesi altında silinir gider.17 “ölçüyü tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi iyi bir halde refah içinde görüyorum/'” Allah size güzel rızıklar ihsan etmiş. Daha fazla zengin olmak için böyle aşağılık ve adi hareketlere tevessül etmek zorunda değilsiniz. Eğer ölçü ve tartıyı eksik tutmayacak olursanız fakir düşecek veya mahrum olup zarar görecek değilsiniz... Bilâkis sizin yaşadığınız bu adi hayat tarzı, içinde bulunduğunuz doğru bütün hayır ve refah unsurlarını silip süpürecek kötülükte. “Ve sizi azapla kuşatacak bir günden korkuyorum.”... Ya âhiret günü Allah nezdinde veya bu dünyada yaptığınız bu hile ve oyunlar kötü meyvelerini verdiği zaman değişecek sosyal durumunuz ve ticarî hayatınızın sarsılmasiyle sizi kuşatacak azaptan. İnsanlar günlük hayatlarında birbirilerini aldattıkları zaman, her muamele ve harekette birbirileri için oyunlar düşündükleri zaman dünyada sizi kuşatacak azaptan korkuyorum...1-dot
2 Fotoğraf2 Fotoğraf
1964’de bir tesadüf eseri olarak okuldaki Filistin asıllı öğrenciler vasıtası ile Hizbut-Tahrir ile tanıştı. Fikirlerini benimseyerek çalışmalarına katıldı. Kısa zamanda örgütün Türkiye temsilcisi oldu. Merkezi Ürdün’de olan örgüt’ün amacı, Ürdün’de yapılacak olan İslami devrime Türkiye’nin müdahale etmesini önlemek için, Türkiye içinde de böyle bir çalışmanın olduğu ve burada da devrim yapılacağı imajını vererek Türkiye’yi kendi derdine düşürmekti. *** 1*Tesadüf diye bir şey yoktur.Her şey Allah'ın organizesi içindedir. 2*Amacına gelince sizin kast etmiş olduğunuz gibi değil.Şöyledir. https://www.youtube.com/watch?v=Zfy8ZkJp-qk http://hizb-turkiye.org/hizb-ut-tahrir-4.html 3*Erçüment özkana bu fikri veren bu cemaatdır. Kararı dinleyen Özkan : “Siz bana 100 yıl ceza verseniz, Allah da bana 101 yıl ömür verirse, çıkınca yine bu düzeni yıkıp İslam devletini kurmak için çalışacağım.” 4*Özkan örgütün anlayışına vakıf olduktan sonra, bir takım açmazlarını görmüş, bizzat Takıyüddin En Nebhani’ye ulaştırmasına rağmen düzeltememişti. Bir takım açmazları*** Ne ise kamuoyuna açıklayınız delaleti kati olarak.(Şahısların,elamanların değil Fikirlerin) *** Hizb-u-Tahrir deki fikirler incelendiğinde görülecektir ki insanlığın kurtuluşu burada mevcuttur. https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=220325161752226&id=100013242319421 https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=220357725082303&id=1000132423194211-dot
“TEVHİD AKİDESİNİ GEREĞİ GİBİ ANLAYINIZ VE ONA TOZ KONDURMAYINIZ. ŞİRK VE KÜFÜR NİTELİĞİ TAŞIYAN ŞEYLERDEN ONU TİTİZLİKLE KORUYUNUZ”1-dot
1964’de bir tesadüf eseri olarak okuldaki Filistin asıllı öğrenciler vasıtası ile Hizbut-Tahrir ile tanıştı. Fikirlerini benimseyerek çalışmalarına katıldı. Kısa zamanda örgütün Türkiye temsilcisi oldu. Merkezi Ürdün’de olan örgüt’ün amacı, Ürdün’de yapılacak olan İslami devrime Türkiye’nin müdahale etmesini önlemek için, Türkiye içinde de böyle bir çalışmanın olduğu ve burada da devrim yapılacağı imajını vererek Türkiye’yi kendi derdine düşürmekti. *** 1*Tesadüf diye bir şey yoktur.Her şey Allah'ın organizesi içindedir. 2*Amacına gelince sizin kast etmiş olduğunuz gibi değil.Şöyledir. https://www.youtube.com/watch?v=Zfy8ZkJp-qk http://hizb-turkiye.org/hizb-ut-tahrir-4.html 3*Erçüment özkana bu fikri veren bu cemaatdır. Kararı dinleyen Özkan : “Siz bana 100 yıl ceza verseniz, Allah da bana 101 yıl ömür verirse, çıkınca yine bu düzeni yıkıp İslam devletini kurmak için çalışacağım.” 4*Özkan örgütün anlayışına vakıf olduktan sonra, bir takım açmazlarını görmüş, bizzat Takıyüddin En Nebhani’ye ulaştırmasına rağmen düzeltememişti. Bir takım açmazları*** Ne ise kamuoyuna açıklayınız delaleti kati olarak.(Şahısların,elamanların değil Fikirlerin) *** Hizb-u-Tahrir deki fikirler incelendiğinde görülecektir ki insanlığın kurtuluşu burada mevcuttur. https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=220325161752226&id=100013242319421 https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=220357725082303&id=100013242319421BağlantıKüfre hasımlığın İslâm’a olan hısımlığındandır. Allah’a ve Rasulüne düşman olmayan herkese hakkımı helal ediyorum. Halil Yavuzer “Tevhid akidesini gereği gibi anlayınız ve ona toz kondurmayın…
LÛT PEYGAMBERİN KAVMİ Ayeti kerime susuyor bu noktada. Şüphesiz bu ferman karşısında İbrahim peygamber de susmuştur... Bu noktada perde İbrahim peygamber ile eşinin kıssasını kesmek üzere kapanırken daha başka bir sahnenin perdeleri açılıyor. Hareket ve dehşet dolu Lût peygamberin ve kavminin kıssasının yer aldığı sahne... 77 — Elçilerimiz Lut’a gelince onların gelmelerinden endişeye düştü. Çok sıkıldı ve “işte çok çetin bir gün” dedi.”». Hz. Lût kavminin durumunu biliyordu. Onların ne bozuk fıtratta olduklarını ve ne kadar garip ve anormal hareketler yaptıklarını görüyordu. Çünkü onlar kadınları bırakıyor da erkeklerle temasta bulunuyorlardı. Allah'ın canlıları bir çift olarak yaratmasındaki hikmete karşı gelip fıtrat dışı hareketler yapıyorlardı. Neslin çoğalması ve birleşmedeki zevk ancak Allah'ın fıtrata koyduğu şekillerle elde edilebilirdi. ********************************************* Beşeriyet bir çok anormal ve marazi haller bilmektedir. Ama Lût kavminin yaptığı çok tuhaf bir hareketti. Bu da gösteriyor ki, ruhi hastalıklar da tıpkı bedeni arazlar gibi toplum içinde gelişir. Bir toplumdaki değer ölçülerinin yek edilmesiyle ruhi hastalıklar da revaç görmeye başlar, kötü örnekler çoğalır nesillerin önünde. Ve böylece hastalıklı toplum yapısı baş gösterir. İnsan fıtratına bu alışkanlıklar aykırı da olsa toplum o yöne doğru akar. Halbuki bu yapılan şeyler hayata hükmeden kanunların mahkumu olan fıtratı de dejenere eder. İnsan, fıtrat kanunları gereğince, ancak hayatin ihtiyaçlanna cevap veren şeylerden zevk alır, yoksa fıtratla çekişen veya ona karşı koyan şeylerden değil. Cinsî sapıklık ise hayata karşı çıkmadır. Çünkü hayat tohumunu kötü bir toprağa ekerek yeryüzündeki hayatın geleceği için faydalı bir unsur olmasını engeller. Halbuki aynı tohum verimli bir sahaya ekilmiş olsaydı hayatın geleceği için faydalı ve verimli olurdu. Bunun için cinsî sapıklık çeşitlerinden insan fıtratı sırf ahlâkî nedenlerden dolayı değil, fıtrî sebeplerden ötürü de nefret eder. Çünkü insan fıtratı da nihayet Allah’ın kâinata koyduğu kanunlara tabidir. Ve bu kanunlar gereğince insan sadece ve sadece hayatın geliştirilmesi ve olgunlaştırılması için yapılan faaliyetlerden zevk alır, hayatı dumura uğratıp öldüren faaliyetlerden değil. **************************************** Bazı anlar olur ki, ölmekten zevk duyarız... Evet dünya hayatından çok daha yüce olan değerler uğrunda fedayı can etmekten... Bu ölüm sadece hissi bir ölüm değil aynı zamanda değerli bir manevî ölümdür. Ve bu ölüm hayata karşı savaş açmak için değil bilakis hayatı yüceltmek ve daha değerli bir şekle getirmek içindir... Binaenaleyh yüce bir gaye uğrunda ölmek hayatı mahvetmek değil hayatı canlandırmaktır... Ve bu yüzden anormal bir hareket değil son derece ulvî bir harekettir. L û t (A.S.) misafirlerinin gelişinden sıkılır. Çünkü O kavminin başına gelecekleri çok iyi biliyor. Misafirlerinin elinden kavminin çekeceklerini anlıyor. “İşte çok çetin bir gün” dedi.”... Ve başladı o sıkıcı gün... 78 — Kavmi ona koşa koşa geldi.”.» Sar’aya tutulmuş gibi ne yaptıklarını bilmeyerek koşup geldiler. “Daha önce de kötü işler işlerlerdi.”». Zaten bundan dolayı adam misafirlerinden sıkıntı duymuştu. Bu yüzden günün çok çetin olduğunu söylemişti. Sıkıntılı günden bu yüzden adam yanmıştı. Hz. L û t evine dolup taşan kavminin hummalı birer deli gibi olduklarını görüyordu. Kavmi onu ve yüce misafirlerini tehdit etmeye başladılar. L û t (As.) ise onların fıtratına hitap ediyor ve uyandırmak istiyordu. Allah'ın insanlar için yarattığı diğer cinslerle birleşmeye çağırıyordu onları. O sırada evinde kendi kızları da bulunuyordu. Dilerlerse ve huylarından vazgeçerlerse onları kendileri ne nikahlayabileceğini ve böylece yaptıkları deliliklerin son bulacağını, kızgın şehvet ateşlerini söneceğini bildiriyordu. “Ey kavmim, işte kızlarım bunlar, sizin için daha temizdir. Allah’tan korkun da misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin. İçinizde aklı erer kimse yok mudur?” dedi.”... “İşte kızlarım bunlar, sizin için daha temizdir.”... Temizliğin bütün mânasıyle temizdir bunlar. Ruhları temizdir. Bedenleri temizdir. Ve onlar temiz fıtrata uyarlar. Tertemiz duygularla doludurlar. Fıtratları temizdir, ahlâkları temizdir, dinleri temizdir... Kudret sahibi yaratıcı onları tertemiz olarak yaratmıştır ve hayatın gelişmesi için müsait bir fıtratta halk etmiştir: “Allah’tan korkun da...”... Sırf ruhlarının bu inceliğine dokunmak için söylüyor bunu Hz. Lut. Çünkü önce fıtrî duygularına temas etti ama anlamadılar. “Misafirlerimin yanında beni rezil etmeyin.”... Şimdi de sırf onurlarına dokunmak ve bedevilerde geçerli olan misafirperverlik geleneğini harekete geçirmek için söylüyor bunları: “İçinizde aklı erer kimse yok mudur?”». Şu halde mesele bir akıllılık ve akılsızlık meselesidir. Bunun yanısıra da bir fıtrat bozukluğu din ve mürüvvet meselesidir.. Ne var ki, bunların hiç birisi o bozuk fıtratlı kimselere tesir etmiyor hiç. Kokuşmuş ölü kalpleri uyarmıyor, Üfunetle dolu hasta kafalara tesir etmiyor... Ve anormal heyecanlar, sapık hareketler yine olduğu gibi kalıp seyrini devam ettiriyor: 79 — Dediler ki; “Senin kızlarında bir hakkımız olmadığını biliyorsun, bizim ne istediğimizi de bilirsin.”». Biliyorsun ki, eğer biz senin kızlarını almak istesek evlenirdik onlarla. Bu bizim hakkımızdır. “Ama sen bizim ne istediğimizi de bilirsin.”... Bu, o habis fiile işaret eden habisane bir sözdür... Elleri yana düşüyor birden Hz. Lut ’un ve kavmi içindeki yalnızlığını hissediyor. Koruyan kimsesi yok onun. Bu çok çetin günde güçsüz kuvvetsiz kalmış. Birdenbire dudakları açılıyor ve son derece acıklı ve o nisbette hazin bir kaç kelime dökülüyor: 80— Keşki size yetecek bir kuvvetim olsaydı veya sağlam bir yere sığınsaydım” dedi.”— Bunu söylerken de meleklere dönüyordu. Onlar aydın yüzlü kimseler ama güçlü değiler. Onlara dönüyor ve bir güç ve dayanak bulmak istiyor onlardan. Keşke onların kendisini koruyacak bir gücü, bir sığınacak kucağı bulunsaydı da ellerinden kurtulsaydı... O çetin ve zor anda Hz. L û t çok sağlam bir noktaya dayandığını unutmuş bulunuyor. Elbette ki, Allah dostlarını yalnız bırakacak değildi. Nitekim Hz. Peygamber bu ayeti kerimeyi okurken şöyle buyurmuştur: “Allah’ın rahmeti L û t ’un üzerine olsun, ne kadar sağlam bir noktaya dayıyordu halbuki belini.” Hz. L û t sıkılıp bu çetin hallerle pençeleşirken elçiler ona, dayandığı o sağlam dayanağı hatırlatıyorlar: 81 — “Ey L û t, biz Rabinin elçileriyiz, onlar sana ilişemiyecekler, birara geceleyin ailenle birlikte yola çık, karının dışında kimse geri kalmasın. Doğrusu onların başına gelen onun da başına gelecektir. Onların başına gelecek sabahleyindir. Daha sabah yakın değil mi?” dediler.”... Âyetin metninde geçen (¿y-JI) kelimesi geceleyin yürümek anlamına gelir. ( J.1-dot
4 Fotoğraf4 Fotoğraf
HATASIZ KUL OLMAZ…1-dot
İnsan hangi yöne meyilli ise kaderide o doğrultuda cereyan eder. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/insanin-esya-olusunun-delili.htmlBağlantıHÜSEYİN ARSLAN / TÜM YAZILARI İnsanoğlu hata ve kusurlarıyla insandır. İnsan, insani özelliklerinden dolayı günaha ve sevaba meyilli olarak yaratılmıştır. İnsan hangi yöne …
Şeyh Ahmed Yasin Bursevi Hazretleri "CUMHURBAŞKANIMIZ VAKTİN K...1-dot
Şeyh Ahmed Yasin Bursevi; "CUMHURBAŞKANIMIZ VAKTİN KUTBUDUR!" (Süre:100 Saniye)VideoŞeyh Ahmed Yasin Bursevi; "CUMHURBAŞKANIMIZ VAKTİN KUTBUDUR!" (Süre:100 Saniye)
ALLAH DOSTU İBRAHİM 69 — Elçilerimiz İbrahim’e müjdelerle gelmiş ve ona: “Selâm!” demişler, 0 da “selam!” demiş ve onlara semiz bir buzağı ikram etmişti. 70 — Ellerinin ona uzanmadığını görünce durumlarını beğenmedi ve içine korku düştü. “Korkma, biz L û t kavmine gönderildik” dediler. 71 — Karısı ayakta idi. Bunun üzerine güldü. Biz de ona ishâk’ı ve ishak’ın ardından Y a k u b ’u muştuladık. 72 — “Vay başıma gelenler, ben mi doğuracağım? Ben kocamış biri, şu erim de bir ihtiyar iken. Doğrusu bu, şaşılacak bir şey” dedi 73 — Allah’ın işine mi şaşıyorsun ey evin hanımı? Allah’ın rahmet ve bereketi sizin üzerinizdedir.” dediler. 74 — İbrahim’in korkusu gidip te muştu kendisine ulaşınca L û t kavmi hakkında bizimle tartışmaya girişti. 75 — Doğrusu İbrahim, çok içli, yumuşak huylu ve kendisini Allah’a vermiş bir kimseydi. 76 — Ey İbrahim, bundan vazgeç. Zira Rabbinin fermanı gelmiştir onlara muhakkak geri çevrilmiyecek bir azap gelmektedir. 77 — Elçilerimiz Lût’a gelince, onların gelmelerinden endişeye düştü. Çok sıkıldı ve “işte çok çetin bir gün” dedi. 78 — Kavmi ona koşa koşa geldiler. Daha önce de kötü işler işlerdi “Ey kavmim! İşte kızlarım bunlar, sizin için daha temizdir. Allah’tan korkun da misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin. İçinizde aklı erer kimse yok mudur?” dedi. 79 — Dediler ki “senin kızlarında bir hakkımız olmadığını biliyorsun, bizim ne istediğimizi de bilirsin.” 80 — “Keşki size yetecek bir kuvvetim olsaydı veya sağlam bir yere sığınsaydım” dedi 81 — “Ey L û t biz Rabbinin elçileriyiz, onlar sana ilişemiyecekler, bir ara geceleyin ailenle birlikte yola çık, karının dışında kimse geri kalmasın. Doğrusu onların başına gelen onun başına da gelecektir. Onların başına gelecek sabahleyindir. Daha sabah yakın değil mi?” dediler. 82, 83 — Emrimiz gelince onların altını üstüne getirdik. Rabbinin kafanda işaretlenmiş yığın yığın sert taş yağdırdık üzerlerine. Bunlar zalimlerden hiç bir zaman uzak olmayacaktır. Ayeti kerime tarihi seyri içinde Hz. N û h (AS.) devrinden beri yeryüzüne halife kılınanları, kutlanan milletlerle, azaba düçâr olan ümmetleri birer birer zikrediyor. Bir nebze Hz. İbrahim’-in kıssasına' temas ediyor ki, bu kıssada Allah'ın rahmet ve berakatı açıkça göze çarpıyor. Sonra yol boyu Hz. L û t 'un kıssasına geçiliyor ki, onun kavmi de azaba müstahak oluyor. Gerek Hz İbrahim’in kıssasında, gerekse L û t (A.S.) un kıssasında N û h peygambere yapılan vaadin her iki şıkkının da tahakkuk ettiğini görüyoruz: “Ey N û h, bizim katımızdan selâmetle in. Sana ve seninle beraber olan ümmetlere hayır ve bereketler olsun. Ama bir çok ümmetler de var ki, onları geçindireceğiz. Sonra onlara can yakıcı bir azap vereceğiz” denildi.”... İbrahim peygambere yapılan bereket ve ihsan onun soyundan gelenlere peygamberlik verilmiş olmasıydı. Ondan sonra gelen İ s h â k peygamberin neslinden bütün İsrail peygamberleri gelmişlerdir, Hz. î s m â i l ’in soyundan ise peygamberlerin son mührü Hz. Muhammed Mustafa gelmişti... * ALLAH DOSTU İBRAHİM 69 — Elçilerimiz İ b r a h i m 'e müjdelerimizle gelmiş...”... Bu müjdelerin mahiyetini açıklamıyor burada âyeti kerîme. Sadece İbrahim (A.S.) hanımının da hazır bulunmasıyle elçiler yani melekler açıklıyorlar. Müjdelerin ne olduğu bilinmiyor. Biz de diğer müfessirler gibi bu müjdelerin neler olduğu hususundaki rivayetlere dalmak istemiyoruz. “Selâm” demişler, O da: “Selâm” demiş...”... Hz. İbrahim Keldelilerin yaşadığı kuzey Iraktan kalkmış, Ürdün nehrini geçmiş ve çöldeki K e n 'an ilinde ikamet etmişti. Bedevilerde âdet olduğu gibi Hz. İbrahim de gidiyor ve elçilere yemek hazırlıyor. Zira onların konuk olduklarını sanıyor. “Ve onlara semiz bir buzağı ikram etmişti.”... Semiz, yağlı ve kızgın taş üstünde pişirilmişti. Ama melekler dünya ehlinin yiyeceklerini yemezler ki. 70 — Ellerinin ona uzanmadığını görünce... Baktı ki elleri yemeğe uzanmıyor: “Durumlarını beğenmedi ve içine korku düştü.”... Yemek yemeyen kuşkulandırır elbette. Bedevi geleneklerine göre birisinin yemeği yenmezse onun hakkında kötülük düşünüyor demektir. Bizim köylerimizde de birisinin yemeği yenmezse üzerinde dikkatle dururlar. Yani yemeklerini yemeyen insanların kendilerine ihanet etmelerinden çekinirler. Yemeğini yemediklerine göre kötülük düşünmektedirler onun için. Veya içlerinden geçene güvenmemektedir. Bu sırada onlar meselenin hakikatini açıyorlar: “Korkma, biz L û t kavmine gönderildik” dediler.”... Meleklerin L û t kavmine gönderilişinin ne mânaya geldiğini Hz. İbrahim gayet iyi bilmektedir. Fakat bu sırada mevzu dışı konuşma oldu: 71 — Karısı ayakta idi, bunun üzerine güldü.”... Belki o iğrenç kavmin helak oluşundan dolayı sevinmiştir de gülmüştür. “Biz de ona İshâk’ı ve İshâk’ın ardından Ya’kub’u muştuladık.”... Hz. İ b r a h i m ’in karısı kısırdı ve hiç doğum yapmamıştı. Şimdilerdeyse yaşlanmıştı. Birdenbire İ s h â k ’ın muştuşu onu çarpıverdi. Üstüste gelmiş bir muştuydu bu. is h â k ’tan sonra da Y a ’-k u b gelecekti. Hiç doğum yapmamış kadın bu sevinçli haberi duyar duymaz titremeye başladı. Ansızın gelen bu haber birden sarsmıştı onu: 72 — Vay başıma gelenler, ben mi doğuracağım? Ben kocamış biri, şu erim de bir ihtiyar iken. Doğrusu bu şaşılacak bir şey” dedi.”... Gerçekten de şaşılacak bir şey bu. Belli bir yaştan sonra kadınlar âdetten kesilirler ve bir daha hamile kalamazlar. Ama bunun Allah'ın kudreti ve gücü karşısında ne önemi var: 73 — Allah'ın işine mi şaşıyorsun ey evin hanımı? Allah'ın rahmet ve bereketi sizin üzerinizdedir” dediler.”.. Şaşılacak bir şey yok Allah’ın işinde. Adet belirli şekliyle cereyan edince değişmez bir kanun anlamına gelecek değildir elbette. Allah irade buyurduğu bir rahmeti ve bereketi icabı onu kaldırır ve âdetin hilafına şekiller çıkarır ortaya. Buradaki rahmet ise bu aileye muhabbet beslemesi ve onlardan gelecek mü’minlere vaad edilen berekettir. Aslında bizim âdetin hilafa olarak gördüğümüz o şeyler de ilâhi kanunlara göre cereyan etmektedir ama biz onların mahiyetini bilmemekteyiz. Çünkü biz mevcudattaki bütün hadiseleri içine alacak genel bir kıyas metodundan mahrumuz. Allah'ın iradesini kendi bildikleri İlâhi kanunlarla sınırlandırmak isteyenler Allahüteâlânın kitabında belirttiği gibi ulûhiyetin mahiyetini bilmeyenlerdir. Allahın koyduğu kanunlarla Allah’ı sınırlandırmaya kalkışmak ta yine bu bilgisizliğin neticesidir«. Şüphesiz Allah'ın iradesi hudutsuzdur. Kendisinin koyduğu kanunlarla mukayyet değildir. Evet bu kâinattaki kanunları Allahüteâla takdir buyurduğu hürmetine göre yürütür. Şu kadar var ki, bu yürütme ayrı şey, Allah’ın bu kanunlarla mukayyet olduğunu söylemek ayrı şeydir. Muhakkak ki bu kanunlar Allah'ın takdirine göre cereyan eder ve her seferinde takdiri ilâhı onların infazını temin eder. Yoksa kendiliğinden, otomatikman olmaz. Şayet takdiri İlâhî bu kanunlardan herhangi birisini bir seferinde alışılagelmiş olan cereyan tarzının dışında başka bir şekilde cereyan etmesini irade buyurursa Allah’ın takdiri şüphesiz yerini bulur ve bu kanunlar bu yeni takdirin karşısına bir engel olarak dikilmezler. Çünkü bütün kâinat kanunlarının altında toplandığı en büyük kanun iradei İlâhînin enginliği ve mutlaklığı kanunudur. Ve her defasında tahakkuk eden şeyler Allah’a has bu engin irade gereğince tahakkuk eder. Mesele bu noktaya gelince Hz. İbrahim Tanrı elçilerine güvendi ve getirdikleri müjdeyle gönlü huzur buldu. Ama bu muştu haberi ona kardeşi oğlu L û t ’un ve kavminin başına gelecekleri unutturmadı. 0 da biraz yukarda, kuzey taraflarında ikamet ediyordu. Meleklerin onlara gönderilerek helak oluşlarını aklından çıkaramıyordu bir türlü. Hz. İ b r a h i m ’in şefkatli ve merhametli tabiatı bir kavmin toptan yok olup gitmesine tahammül edecek güçte değildi. 74 — İbrahim’in korkusu gidip te muştu kendisine ulaşınca L û t kavmi hakkında bizimle tartışmaya girişti. 75 — Doğrusu İbrahim çok içli, yumuşak huylu ve kendisini Allah’a vermiş bir kimseydi.”... Halim kişi her türlü sinirlendirici şeylere karşı sabreder, tahammül gösterir ve kızıp galeyana gelmez. İçli kimseyae her durumda Allah’a yalvarır, takvadan ayrılmaz. Kendisini Allah’a adamış olan kişiyse Rabbinden başkasını düşünmez. Bütün bu vasıflar Hz. İbrahim *i Lût peygamberin ve kavminin akıbeti ile ilgili hususlarda meleklerle tartışmaya sevkedıyor. Her ne kadar biz bu tartışmanın ne şekilde cereyan ettiğini bilmiyor isekte Allah’ın hükmünün yerini bulunca tartışılacak bir şey kalmadığını Kur’an’ın tafsilatından öğreniyoruz: 76 — Ey İbrahim, budan vazgeç. Zira Rabmin fermanı gelmiştir onlara, muhakkak geri çevrilmeyecek bir azap gelmektedir.”...1-dot
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
KORKMAYIN, PANİK YOK! Sadece Padişahımız Cuma'ya gidiyor1-dot
KORKMAYIN, PANİK YOK! Sadece Padişahımız Cuma'ya gidiyorVideoKORKMAYIN, PANİK YOK! Sadece Padişahımız Cuma'ya gidiyor
YOZ EKRAN, YOZLAŞTIRAN EKRAN…1-dot
Yılan deri değiştiriyor derler ya... İşte bu insanlıkta bakış açısını değiştiriyor. İnsanın eşya olduğunu ve bundaki özellikleri (Halleri) açıklıyor bu gibi programlar.Film,tiyatro vb. şeyler. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/blog-post.html Ki şu fikre ulaşılabilsin. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları.BağlantıDiziler ve evlilik programları sürekli kendimizden uzaklaşmamıza, aradaki mesafenin açılmasına neden oluyor. Gerçekten yaşamadığımız, gerçekte yaşayamadığımız bir dünyanın içindeyiz aslında. Bu ise…
“ALLAH’IN ADIYLA”
Asıl gelmemiz gereken noktada buluşalım inşAllah *** Onun için öncelikle eşyadaki özellikleri öğrenip vaka ile ilişkilendirdikden sonra fiillerimizi harakete geçirmekle olur.BağlantıDeğil Müslümanların, insanların vahşileşmesine gönlümüz razı değil. Biz razı değiliz ki Allah nasıl razı olsun? Yaşadığımız bu zamanda ehemsiz, ancak vahşilik, yabanilik kelimeleri Müslümanlıkla ya…
Willem Alexander community1-dot
İYİ GÜNLER Dünya liderlerine... Size çok önemli bir konuyu anlatacağım çünkü bu toplumun çobanı,yöneçisi,sorumlususunuz.Yaratıcı nazarında. Konu insanlığın kurtuluş istikametini belirleyen Fikir. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb Bu fikrin anlaşılır olabilmesi için yüksek akıl sahipleriyle istişare edip kesinlik kazandıktan sonra insanlığa servis edilmesi gerekir ki kişi istikametine varabilsin. İlginize şimdiden teşekkürler. Hüseyin Şaşmaz. Namenstr.8 Breda.ToplulukDeze pagina staat geheel in het teken van Willem Alexander. Ons team staat altijd voor u klaar! Op deze pagina veel leuke dingen over Willem Alexander!!
Paylaş
Senin gönderinden kaydedildi
TARİHİN AKIŞI Bir kere daha kendimizi tarih boyunca gelip geçmiş bulunan bir risalet halkası ile karşı karşıya buluyoruz. Burada yapılan davet aynı davet. Islâmın hakikati aynen bunlarda da var... Yalnız ve yalnız Allah’a ibadet etmek ve sadece onun dinine tâbi olmak... Ve bir kere daha İslâm’dan sonra ortaya çıkan cahiliyet tevhitten sonra beliren şirk ile karşılaşıyoruz. S e m û d kavmi de  d kavmi gibi müslüman nesillerdendi. N û h peygamberle birlikte gemiye binmiş alan mü’minlerin soyundan. Ama zamanla onlar tevhit akidesinden inhiraf etmişler ve cahiliyete dalmışlardı. Nihayet S â l i h (As.) peygamber olarak gelmiş ve onları yeniden islâma çekmeye çalışmıştı. Bilahere bakıyoruz ki, S e m û d kavmi istedikleri harika ile karşılaşıyorlar. Onlar inanmak ve tasdik etmek için bu mûcizeyi istememişlerdi. İnkâr etmek ve onu devirip kesmek için... Arap müşrikleri de Resulullahtan eski mûcizeler gibi mûcizeler istiyorlardı inanmak için. İşte görüyorsunuz ya şu S âl i h peygamberin kavmi de mûcize istemiş ama gelen mûcize onlara fayda vermemişti. Çünkü iman için mûcizeye lüzum yoktu. Mûcize basit akıllı ve fikirli kimseleri döndürebilirdi ancak. Ne var ki, cahiliyet bulutu karartmıştı kafaları ve kalbleri... TARİHİ HALKA Ve bir kere daha Ulûhiyet gerçeğini Allah’ın seçkin kullarından bir kulunun kalbinde tecelli ettiği şekliyle görüyoruz. Yüce peygamberlerin kalbinde tecelli eden şekliyle. Bu gerçeği Salih peygamberin şu sözünde görüyoruz: “Dedi ki: “Ey kavmim, Rabbimden açık bir delilim olur ve bana rahmet eder de, ben de O’na baş kaldırırsam söyleyin bakalım beni Allah’a karşı kim savunur? Bana hüsrandan başka bir şey kazandırmazsınız-” Tabiatiyle bunu: “Benim Rabbim doğrusu size yakın ve duaları kabul edendir” diye kalbinde hissettiği ulûhiyet gerçeğini belirttikten sonra söylüyor. Allah’ın seçilmiş kullarından peygamberlerin kalbinde tecelli ettiği kadar açık, parlak, mükemmel ve güzel şekilde Ulûhiyet gerçeği kimsenin kalbinde tecelli etmemiştir. Bu kalbler bu derece eşsiz ve fevkalade gerçeklerin sergilendiği pak ve temiz birer meşherdirler. Sonra kıssada; doğruyu sapıklıkta gören, hakkı hayretle karşılayan ve tasavvur dahi edilmesi imkansız bir şeymiş gibi kabul eden cahiliyetle karşılaşıyoruz. Kavmi tarafından beğenilen Salih peygamber doğruluğu, iyiliği, aklı ve ahlâkiyle kendisine ümit bağlanan birisiydi. Ama ona karşı kavminin tutumu ümitlerini yıkmış birisine karşı olan tutumları gibi. Niçin bunlar? Çünkü o kendilerini bir tek Allah’a davet ediyordu. Yani atalarından miras kalan dinden başka bir dine... İnsan kalbi sağlam bir akideden bir arpa boyu uzaklaşacak olursa sapıklığı ve inhirafı bir noktada kalıp durmaz. Hattâ en basit fıtrî bir gerçek bile onun gözünde son derece garip ve düşünülmesi dahi imkânsız bir şey hâline gelebilir. Hiç bir aklî ve fıtri mantık muhakemesine dayanmayan kendi cahiliyeti ve sapıklığı ise gayet normal olarak görünür.S â l i h peygamber onlara şöyle sesleniyor: “Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, sizin O’ndan başka bir tanrınız yoktur.”... “O’dur sizi yeryüzünde yaratıp, orayı imar etmenizi isteyen...”... S â l i h peygamber onları kendi varlıklarında yereden fıtri bir delile dayanarak hak dine davet ediyor. Bunu reddetmeleri imkânsız. Onlar yaratıcı olduklarını, yeryüzünde bâki kalacaklarını veya yiyip içeceklerini kendilerinin temin ettiklerini iddia etmiyorlardı. Açıkçası onlar doğrudan doğruya Allah’ı inkâr etmiyorlardı. Çünkü O’ydu kendilerini yeryüzünde yaratan. O’ydu yeryüzünü imar etmelerini isteyen. Ama onlar Allah’ın ulûhiyetini kabul ettikleri halde O’nun dinine tabi olmuyorlardı. Yalnız ve yalnız O’nun emrine ittiba etme gibi diğer prensipleri kabul etmiyorlardı. İşte S â l i h peygamber onlardan bunu istiyordu.****Ey kavmim Allah'dan başkasına ibadet etmeyin... Şu halde dâva aynı dâvaydı... Evet Rububiyet ve ulûhiyet dâvası... Allah’ın dinine ve hâkimiyetine teslim olma dâvası. . Buyruklara uyup itaat etme dâvası... Ve devamlı olarak bu dâva üzerinde dönüp dolaşıyordu cahiliyetle islâmın savaşı...1-dot
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
Müslüman Kesinlikle Taviz Veremez - Şahımerdan Sarı Hoca1-dot
Müslüman Kesinlikle Taviz Veremez - Şahımerdan Sarı HocaVideoMüslüman Kesinlikle Taviz Veremez - Şahımerdan Sarı Hoca
Google+1-dot
Google+ is a place to discover amazing things and connect with passionate people.BağlantıGoogle+ is a place to discover amazing things and connect with passionate people.
SEMÛD KAVMİ H û d (A.S.) ile kavmi  d kıssası üzerindeki bu kadarlık duruşu kafi görüyoruz. Şimdi ondan sonra gelen bir peygamberin S âli'h (AS.) in S e m û d kavmi ile olan kıssasını izleyelim: 61 — S e m û d kavmine de kardeşleri S âlih ’i gönderdik. “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, O’ndan başka tanrınız yoktur sizin. O’dur sizi yeryüzünde yaratıp orayı imar etmenizi isteyen. Af dileyin öyleyse O’ndan, sonra da tevbe edin O’na. Şüphesiz Rabbim size yakın ve duâları kabul edendir.”... Değişmez söz bu: “Ey kavmim Allah’a kulluk edin. O’ndan başka tanrınız yoktur sizin.”... Ve aynı şekilde değişmez prensib: “Af dileyin öyleyse O’ndan, sonra da tevbe edin O’na.”... Sonra gerçek ulûhiyetin vasfı yer alıyor. Bir peygamberin kendi içinde hissettiği şekilde: “Şüphesiz Rabbim size yakın ve duaları kabul edendir.”... ********************************************** Hz. S â l i h onlara topraktan doğuşlarını hatırlatıyor... İlk defa doğuşlarını. Sonra fertlerin topraktan beslenerek gelişmelerini veya organik yapılarını meydana getiren ve toprakta da bulunan elementleri. Her ne kadar onlar da bu topraktan yaratılmışlar ve aynı unsuru taşımakta iseler de... Allah onları yeryüzüne halife kılmış ve orayı imar etmelerini istemiştir. Hem insan cinsini, hem de fert olarak insanı bu yeryüzüne halife kılmıştır. *********************** http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/element-nedir-elementin-ozellikleri.html ********************************************* Ama onlar yine de Allah’a şirk koşmaktadırlar... “Af dileyin öyleyse O’ndan, sonra da tevbe edin O’na.”... Emir ve buyruklarını kabul edip huzura kavuşun. “Şüphesiz benim Rabbim size yakın ve duâları kabul edendir.”— Bu son cümledeki ( Oj ) kelimesideki izafet sonra ( .i ) lâfzı ile ( ) lâfzının ardarda getirilerek birleştirilmesi... Haddi zatında Allah’ın seçilmiş kullarından bir kulun kalbinde tecelli zemini bulan ulûhiyet gerçeğinin canlı bir şeklini gözler önüne sermektedir. Ve bu ifadenin havasına bir sevgi, bir ülfet ve bir tatlılık bahşetmektedir. Bu sevgi, bu ülfet ve tatlılık aslında adı üstünde salih bir peygamberin gönlünden çıkıp onu dinleyenlerin kalbine varmaktadır. Onlar da bir kalb bir gönül olsaydı anlarlardı bunu... Ne var ki, onların kalbi öylesine bozulmuş, öylesine tıkanmış ve öylesine katılaşmıştır ki, bu ifadenin güzelliği ve ürpertisi karşısında hiç bir şey duymamışlardı. Bu ince ve derin sözün güzelliğini bile farkedememişlerdi. Bu engin ufkun aydınlığından habersizdiler. Bir de bakıyorsunuz ki, onlar bu ansızın gelen gerçekler karşısında Salih peygamberin aleyhinde kötü zanlar beslemektedirler... 62 — "Dediler ki: “Ey Sal i h aramızda bundan önce kendi' sinden iyilik beklenir kimseydin sen, şimdi kalkıp ta babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi vazgeçirmek mi istiyorsun? Doğrusu bizi çağırdığın şeyden şüphe ve endişe içindeyiz.”... Ümitler beslemiştik senin için. Aramızda aklına güvenilir, beğenilir birisiydin. Doğruluğun ve güzel sözün herkes tarafından bilinirdi. Bütün bulardan dolayı da çok şeyler ummuştuk senden... Ne var ki boşa çıkarttın sen umduğumuzu... “Şimdi kalkıp ta babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi vazgeçirmek mi istiyorsun?”». Her şeyi bitirir bu. Her şey her şey olabilir de ey S al i h, bu olmaz... Hiç beklemezdik biz senden bunları. Ne yazık ki, ümitlerimizin hepsini yıktın. Hem biz senin çağırdığın şeyden de kuşkulanıyoruz artık, öyle bir kuşku ki, hem senden hem de söylediklerinden endişeye düşürüyor bizi. “Doğrusu bizi çağırdığın şeyden şüphe ve endişe içindeyiz.”». **************************************** DİKKAT SEN BU GÜN PEYGAMBERLERDEN DAHA TOLERANSLI,AVANTAŞLISIN.2017 NESLİ. SON TEKNOLOJİ VE İLİMİN DOĞRULTUSUNDA YARATICININ VARLIĞININ İSPATI. (2017) https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=231537960630946&id=100013242319421 ********************************************** Böyle hayrete düşüyor onun kavmi. Nesi var halbuki bunun hayret edilecek?. Hatta gerçek ve lüzumlu olan şeyi kötülüyorlada. Kardeşleri S al i h (As.) ın kendilerini bir tek Allah’a ibadete çağırmasını dehşetle karşılıyorlar. Neden? Hiç... Hiç bir delile ve bürhana dayanmıyor bu hareketleri. Sırf babaları bu tanrılara tapındığı için düşünmeden onlar da tapınıyorlar... Onların katılığı o dereceye varıyor ki, apaçık gerçekler karşısında bile hayrete düşüyorlar.İnançlarının babalarının yaptıklarından ibaret olduğunu söylüyorlar. Böylece bir kere daha, bir kere daha tevhit akidesinin doğrudan doğruya umumî bir hürriyet fermanı olduğu ortaya çıkıyor, insan aklını her türlü kementlerden ve bağlardan kurtaran, geleneklerin ağır zincirinden çıkaran, evham ve hurafenin baskısı altında ezilmekten koruyan umumî bir davet olduğu ortaya çıkıyor. **************************** Bu gün 2017 şeytan tevhid akidesini bozmuş konumda olduğundan tekrar düzeltmelisin. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.html ******************************************************** S e m û d kavminin S â l i h (AS.) a söyledikleri şu sözler bize bir şeyler hatırlatıyor: “Bundan önce kendisinden iyilik beklenir kimseydin sen”... Kureyşlilerin risalet gelmezden önce Hz. Muhammed M u s t a f a ’ya bağlılıklarını, güven ve emniyetlerini hatırlatıyor.. Ama Hz. Peygamber onları bir tek Allah’a kul olmaya çağırınca aleyhine döndüler, tıpkı S âl i h peygamberin kavminin yaptığı gibi kötülemeye kalkıştılar. “Büyücü” dediler... “Müfteri” dediler... Ve ona olan güvenlerini ifade eden sözlerinin hepsini unuttular... Aslında ehli küfrün tabiatı birdir. Tek bir gerçek muhtelif asırlarda ve devirlerde değişik şekilde ortaya çıkmaktadır... S â l i h peygamber de onlara dedesi N û h (A.S.) gibi karşılık veriyor: 63 — Dedi ki “ey kavmim! Rabbimden açık bir delilim olur ve bana rahmet eder de ben de O’na baş kaldırırsam söyleyin bakalım, beni Allah’a karşı kim savunur? Bana hüsrandan başka bir şey kazandırmazsınız.”... Ey kavmim, eğer ben içimde Rabbimle ilgili bir gerçeğin bulunduğunu farkediyorsam, benim tutmam gereken yolun bu yol olduğunu bu gerçek bana söylüyorsa ne dersiniz? Eğer O, bana kendi nezdinden bir rahmet vermiş ve risalet için beni seçerek bu risalete hak kazandıracak bir takım özellikler vermişse ne dersiniz o zaman?... Buna rağmen ben kalkar da O’na isyan edersem ve davetini size tebliğ etmezsem, sizin arzunuza uyarak buyruklarını bildirmezsem kim savunur beni Allah’a karşı? Sizin bu isteğiniz beni Allah’ın nezdinde koruyup yardımıma koşabilir mi? Aslâ... ********************************** DİKKAT SEN BU GÜN PEYGAMBERLERDEN DAHA TOLERANSLI,AVANTAŞLISIN.2017 NESLİ. SON TEKNOLOJİ VE İLİMİN DOĞRULTUSUNDA YARATICININ VARLIĞININ İSPATI. (2017) https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=231537960630946&id=100013242319421 http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/yaraticinin-varliginin-kanitlanmasinda.html?spref=fb ********************************************* “Ben de O’na baş kaldırırsam söyleyin bakalım beni Allah’a karşı kim savunur? Bana hüsrandan başka bir şey kazandırmazsınız ... Siz bana hüsran üstüne hüsrandan başka bir şey kazandırmazsınız... Allah’ın gazabı ve risalet şerefinden mahrum olup, dünyada rüsvaylık ve ahirette azap... Bundan daha büyük hüsran olur mu? Hüsran üstüne hüsrandır bu... Bunca şiddeti ve ağırlığıyle hüsran ve kayıptır sizin bana kazandıracağınız... 64 — “Ey kavmim? Bu size bir âyet olarak Allah’ın yarattığı dişi devedir. Bırakın onu da Allah’ın toprağında otlasın. Kötü maksatla dokunmayın ona, yoksa siz pek yakın bir azaba uğrarsınız.”... Onlara âyet olmak üzere Allah tarafından yaratılan bu dişi devenin hususiyetleri belirtilmiyor âyeti kerîmede. Fakat dişi devenin Allah’a izafe edilmesi ve kendilerine tahsis edilerek “size bir âyet olarak”... denilmesi onun apayrı bir özelliğinin bulunduğunun işaretidir. Bu özelliklerle onun Allah tarafından kendilerine bir âyet olarak yaratılmış olduğunu anlıyorlar. Bu dişi deve üzerinde bu kadarlık malumatı kafi görüyor ve İsrail hurafeleriyle dolu denizlere dalmak istemiyoruz. Bazı tefsir kitaplarında yer alan ve İsrail uydurması olan tafsilatlı bilgilere dalmıyoruz. “Bu size bir âyet olarak Allah’ın yarattığı dişi devedir. Bırakın onu da Allah’ın toprağında otlasın. Kötü maksatla dokunmayın ona.” Yoksa çarpıverir ansızın gelen azap sizi. Bu yakınlığı hem cümlenin başındaki (j ) edatı ifade ediyor hem de lâfzı. “Yoksa siz pek yakın bir azaba uğrarsınız.”... Yakalayıverir hemen sizi azap. Bu yakalayış öyle ani olan bir harekettir ki dokunmak veya vuku bulmak lâfziyle ifade edilmesi mümkün değildir. 65 — Buna rağmen onu kesip devirdiler. O zaman: “Yurdunuzda üç gün daha kalın, bu yalanlanmayacak sözdür.”». Deveyi kesmeleri, ayakta kılıçla vurarak devirmeleri onların kalbinin ne kadar bozulmuş ve infisah etmiş olduğunu gösterir. Âyeti kerîme burada onlara devenin mûcize olarak gönderilişi ile onların devirip kesmeleri arasındaki hususları uzun uzadıya anlatmıyor. Çünkü devenin bir âyet olarak gönderilişi kayde şayan bir değişiklik meydana getirmiyor onların ruhunda. Sonra âyeti kerime aniden gelip çatan azap sahnesini anlatıyor. Burada “takip" ifade eden ( j ) ile başlıyor: Adım adım takip ediyor onları. “Buna rağmen onu kesip devirdiler. O zaman: “Yurdunuzda üç gün daha kalın.”». Bu dünyanın eğlencelerinden görüp göreceğiniz hepsi bu üç gün. Hayattan kalan nasibiniz bu kadar. “Bu, yalanlanmayacak bir sözdür” denildi.”... Dosdoğru bir sözdür bu. Bu vaadin şaşacağını sanmayın hiç. Yine takip ifade eden (,j ) ile Âyetin başlaması azabın gecikmeksizin gelip çattığını gösterir: 66 — Emrimiz gelince S â l i h ’i ve beraberindeki mü’minleri tarafımızdan bir rahmet eseri olarak azaptan ve o günün rüsvaylığından kurtardık. Doğrusu Rabbin Kavi ’dir Aziz ’dir. 67 — Zulmenenleri bir çığlık tuttu, oldukları yerde diz üstü çöküverdiler.”... Buyruğun yerini bulmasının zamanı gelinse S  l i h peygamberi ve beraberindeki inanmışları kurtardık, özel olarak ve sadece onlara mahsus olmak üzere. Hem ölümden kurtardık, hem de o günün rüsvaylığından. Doğrusu S e m û d kavminin ölümü çok gülünç ve basit olmuştu. Diz üstü çöküvermişler ve oldukları yere yığılmışlardı da ölüp gitmişlerdi. Hemde son derece rezil ve rüsvay olarak. “Doğrusu Rabbin Kavi ’dir, Aziz ’dir.”... Azgınları yakalayıverir hemen. Zor gelmez ona hiç bir şey. O'nun koruduğu ve muhafaza ettiğini de hiç hir şey olmaz Sonra âyeti kerime onların durumunu bir manzara halinde naklediyor: 68 — Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki S e m û d kavmi Rablerini inkâr etmişlerdi. Ve yine bilin ki S e m û d kavmi Allah’ın rahmetinden uzaklaşmıştı.”... Hiç yaşamamışlardı sanki onlar. Son derece duygulandırıcı bir sahne bu. Sahneyi gözümüzün önüne serdiği gibi duygulandırıyor da. Bu sahnede görüyoruz ki, hayat ile ölüm arasında bir göz açıp yummaktan başka bir şey yok. Hayat çabucak geçip giden bir filim şeridi gibi. Hiç olmamışlar ve yaşamamışlardı sanki onlar... Sonra bu sûrede alışageldiğimiz bir hatime var. Suçun tescil edilip lanetin izhar edildiği ve realiteler sayfasından kaydın silinip defterin dürüldüğü son kısım: “Bilin ki S e m û d kavmi Rablerini inkâr etmişlerdi. Ve yine bilin ki S e m û d kavmi Allah’m rahmetinden uzaklaştı.”... •** TARİHİN AKIŞI Bir kere daha kendimizi tarih boyunca gelip geçmiş bulunan bir risalet halkası ile karşı karşıya buluyoruz. Burada yapılan davet aynı davet. Islâmın hakikati aynen bunlarda da var... Yalnız ve yalnız Allah’a ibadet etmek ve sadece onun dinine tâbi olmak... Ve bir kere daha İslâm’dan sonra ortaya çıkan cahiliyet tevhitten sonra beliren şirk ile karşılaşıyoruz. S e m û d kavmi de  d kavmi gibi müslüman nesillerdendi. N û h peygamberle birlikte gemiye binmiş alan mü’minlerin soyundan. Ama zamanla onlar tevhit akidesinden inhiraf etmişler ve cahiliyete dalmışlardı. Nihayet S â l i h (As.) peygamber olarak gelmiş ve onları yeniden islâma çekmeye çalışmıştı. Bilahere bakıyoruz ki, S e m û d kavmi istedikleri harika ile karşılaşıyorlar. Onlar inanmak ve tasdik etmek için bu mûcizeyi istememişlerdi. İnkâr etmek ve onu devirip kesmek için... Arap müşrikleri de Resulullahtan eski mûcizeler gibi mûcizeler istiyorlardı inanmak için. İşte görüyorsunuz ya şu S âl i h peygamberin kavmi de mûcize istemiş ama gelen mûcize onlara fayda vermemişti. Çünkü iman için mûcizeye lüzum yoktu. Mûcize basit akıllı ve fikirli kimseleri döndürebilirdi ancak. Ne var ki, cahiliyet bulutu karartmıştı kafaları ve kalbleri... TARİHİ HALKA Ve bir kere daha Ulûhiyet gerçeğini Allah’ın seçkin kullarından bir kulunun kalbinde tecelli ettiği şekliyle görüyoruz. Yüce peygamberlerin kalbinde tecelli eden şekliyle. Bu gerçeği Salih peygamberin şu sözünde görüyoruz: “Dedi ki: “Ey kavmim, Rabbimden açık bir delilim olur ve bana rahmet eder de, ben de O’na baş kaldırırsam söyleyin bakalım beni Allah’a karşı kim savunur? Bana hüsrandan başka bir şey kazandırmazsınız-” Tabiatiyle bunu: “Benim Rabbim
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
Süleymancılar'dan skandal vaaz:  'Alihan Kuriş'i peygamber ilan ettiler!'1-dot
Şeytanın elamanları bunlar... GENELDE TÜM İNSANLIK,ÖZELDE MÜSLÜMANLAR KUŞATILMIŞ HALDELER ŞU ANDA. DOSTUNU DÜŞMANINI BELİRLE Kİ HEDEFİNE VARA SIN MÜSLÜMAN,KARDEŞİM. https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=174023339715742&id=100013242319421 http://www.seviyelihaber.com/gundem/biz-suleymancilar-ciai-nin-kontrolu-altindayiz-h1688.htmlBağlantıKendi mescidi dırarlarında cuma namazı kılmaya devam eden Süleymancıların nasıl bir sapkınlık içinde olduğuna dair basına yansıyan bir vaizin skandal
Varlık hiyerarşisi içinde yerimizi doğru tespit edemediğimiz için kendimizi yaratılmış olan yerden yaratan formuna çıkardık. Her şeyin rabbi ve ilahı gibi davranmaya başladık. Kendi kavramlarımızdan uzaklaştık. Vahyin dilini kaybettiğimizden başka kavramlara ve dillere öykünür olduk. *** Şeytanın,sistemin amacı buydu oldu. (Kendimizi sorgulamadığımızdan) Bugün "New Age Dini(Yeni Çağ Dini)'', dünyada gittikçe yaygınlaştırılan bir "lego dini"dir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/04/vahdeti-vucut-felsefesi-new-age.html *** “Kader bu” diyerek “Evet, öyle” diye mırıldanmaya başladı. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/onun-kaderini-senin-hareketlerin.html *** Peki modern insanın bunca duygu bozukluğuna, hastalığına ve putlarına karşın bir tedavi yöntemi yok mudur? http://huseyinsas.blogspot.nl/2015/11/mefhumlar-zihinde-vakas-idrak_12.html?spref=fb *** Mümin için bu sabitelerin sahibi Allah'tır. Allah olması gereken sabiteleri vahyi vasıtası ile insanlığa bildirmiştir. *** http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/01/cennet-garanti-belgesi.html *** Çünkü o: Tefakkuh edendir. Yaşadığı zamana ve mekana bizzat kendisine emanet edilen vahyi sorumluluğundan dolayı çözümler sunan, programı olan bir insandır. *** FİKİR. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE,DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. *** İnsan zamanla, eşya ile ve mekanla doğru ilişki kurmalıdır. Modern insan başta kendisiyle olmak üzere zaman, mekan ve eşya ile fıtrata uygun ilişkiyi gerçekleştirememiş insandır. Onun için boşluktadır, onun için yalnızdır, benliğini tehdit altında hissetmekte ve endişe içinde yaşamaktadır. Bu yüzden hastalıklı ve putperesttir. *** Onun içindir ki ölüm korkusu, yaşama başarısızlığının sonucudur. Yaşamımızı ziyan etmiş ve yeteneklerimizi üretici bir biçimde kullanma şansını yitirmiş olduğumuz için suçlu vicdanımızın dile gelişidir. **
AKLIN TANIMI
ÖN BİLGİ. Bakara suresinin 30-31-32 ve 33. âyetlerinde bahsedilen bilgi ilk bilgidir, ki insan yaratıldığında ona Yaratıcısı tarafından öğretilmiştir. Alâk suresinde sözü geçen bilgi ise, Resulullah’a Allah’ın gönderdiği vahyi anlatmakta, daha önce bunları bilmeyen Muhammed’in, kendisine öğretilmesiyle öğrendiğini, kendisinin uydurmadığını, bir başkasından da bellemediğini bize anlatan bilgidir. http://www.iktibasdergisi.com/rasyonalizm-akil-ve-islam/BağlantıAKIL Gerek klasik Yunan filozofları gerekse Müslüman ve Batılı bilim adamları olsun aklın tanımını yapanların, yani akıl olgus...
Göklerde olanlar, yerde olanlar O’nundur. Doğrusu Allah müstağnidir, övülmeye lâyık olandır. Allah’ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunu altına vermiş olduğunu; buyruğu olmaksızın yere düşmemesi için göğü O’nun tuttuğunu görmez misin? Doğrusu Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir. Sizi dirilten, sonra öldürecek sonra yine diriltecek olan O’dur. İnsan gerçekten pek nankördür. Her ümmete, yerine getirmeleri gerekli ibadetler koyduk.” öyleyse ey Muhammedi Bu konuda seninle çekişmelerine fırsat verme, Rabbine dâvet et, sen, şüphesiz doğru yol üzerindesin.” 25 Gerek bu âyetlerde gerekse Kur’an’ın diğer âyetlerinde Allah’ın hakkın kendisi olan kâinatı ile bu kâinatın yaratılışı ve değişmez kanunlarındaki hak arasında ki, bu kitabın hak üzere indirlişi ile, hakka uygun olarak tezahür eden kâinat hadiseleri arasındaki münasebeti ve insanların dünya ve ahirette hak ile hükmedilmeleri arasındaki ilişkiyi apaçık olarak görüyoruz. Aslında hepsinin de temeli bir tek haktır. Ve Allah’ın takdirine göre sadece cereyan tarzı değişir. Kâinat kuvvetleri insanların yaptıkları iyilik ve kötülüklere göre iyi ve kötü olarak bu hakka muvafık tarzda Allah'ın dilediği kimseler üzerinde cereyan eder. İşte buradan geliyor tevbe ve istiğfar ile gökten bol bol yağmur indirilmesi ve bolluk verilmesi arasında kurulan münasebet. Bunların hepsi de tek bir kaynakla bağlantılıdır. Ki bu da Allah’ın zatında, kaza ve kaderinde temessül eden biricik haktır... Bu hakkın tecellileri O’nun tasarruf ve tedbirinde, hesap ve cezasında hayır ve şerrinde müsavi şekilde görülür... ************************ http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/onun-kaderini-senin-hareketlerin.html *************************** Buradan geliyor işte imanı değerlerle pratik değerlerin insanların hayatında birbirinden ayrı olarak mütalâa edilemiyeceği gerçeği... Her ikisi de insanların hayatına tesir ediyor. Gerek Allah'ın sebepler âlemindeki bilinmez takdirine dayalı tecelliler, gerekse beşer tarafından kavranılması mümkün olan ve görülebilen pratik neticelere dayalı tecelliler her ikisi de aynı hak mihrakına dayanır. Bunları ortaya çıkaran ve bu tesirleri belirleyen insanların imanlı Olup olmamamarıdır. Daha önce bu ameli neticeler üzerinde durmuş ve bir keresinde şöyle demiştik: “Bir toplumda Allah nizamının hakimiyeti demek; bu toplumda her çalışanın en uygun karşılığını alması, her ferdin içtimai sükûn emniyet ve huzur bulması, gönül huzurunun ötesinde içtimai huzur elde etmesi demektir. Bu nizamın bir cemiyette hâkim olması demek, daha öbür dünyada ebedi mükâfata nail olmadan herkesin bu dünyada güzel bir hayata ulaşarak mükâfatını elde etmesi demektir.” ****** Bir başka seferinde de şöyle demiştik: “Yalnız ve yalnız Allah’ın dinine bağlanmak demek bir toplum için insanların takat ve çalışmalarının uydurma ilâhlar karşısında def çalarak, duâlar okuyarak, buhurlar yakarak, âyinler icra ederek öldürülmekten korunması demektir. O’nun yerine o takat ve enerjilerin yeryüzünün iman, geliştirilmesi ve hilafet vazifesinin yerine getirilmesi için kullanmak demektir. Bunun da ötesinde insanların Allah nizamının gölgesi altında hürriyet, eşitlik, adalet ve insan şeref ve haysiyetine uygun olarak hayatım sürdürmesi demektir. Bunlar sadece insan hayatında tahakkuk zemini bulan imanın semerelerinden birkaç tanesidir.. (İlerde bu konu üzerinde tekrar duracağız inşaallah) ************************ http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/bu-durumda-islam-bizden-ne-yapmamizi.html ***************************** III — Son olarak ta Hz. Hûd ’un kavmi ile karşılaşması ve onların doğrudan doğruya yüzlerine haykırdığı kati alâka konusu, meydan okuma hususu, hakka güvenme ve hak ile yücelme mevzuu üzerinde durmak istiyoruz. Hûd (As.) Rabbine güveniyor ve bu güvenin ifadesini açıkça ilân ediyordu: “Dedi ki: “Doğrusu ben Allah’ı şahit tutuyorum, siz de şahit olun ki, sizin Allah’tan başka şirk koştuğunuz şeylerden uzağım. Hepiniz birlikte tuzak kurun bana, sonra da hiç müsaade etmeyin. Ben sadece benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a dayanıp güvendim. Yürüyen hiç bir canlı yoktur ki, O alnından tutmasın. Elbet te doğru yoldadır benim Rabbim. Yüz çevirirseniz bilin ki, ben size neyi bildirmek için gönderildimse onları bildirdim. Rabbim, yerinize sizden başka bir milleti de getirebilir. Ve siz O’na bir şey de yapamazsınız. Doğrusu Rabbim her şeyi hakkiyle koruyandır.”... Her yerde ve her zaman Allah dâvasının sahipleri bu üstün manzara karşısında dikkatle durmalı ve düşünmelidirler... Tek başına bir kişi... Pek az kimseden başka inanan yok ona... Yeryüzünün en şımarık, en zengin ve zamanlarındaki en ileri tekniğe sahip bir kitleye karşı çıkıyor.. Nitekim Allahüteâlâ oların ileri bir teknik seviyesine sahip bulunduklarını bir başka âyeti kerimede şöyle beyan buyuruyor: Ad milleti de peygamberleri yalanladı. Kardeşleri Hûd, onlara: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; Allah’tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak âlemlerin Rabbine aittir. Siz her yüksek yere koca bir bina kurup, boş şeyle mi uğraşırsınız? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz? Yakaladığınızı zorbaca mı yakalarsınız? Artık Allah’tan sakının ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeyleri size verenden sakının; davarları, oğulları, bahçeleri ve akarsuları size O vermiştir. Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum” dedi. “İster öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bizce birdir. Bu durumumuz öncekilerin geleneğidir. Biz azaba uğratılacak da değiliz” dediler. İşte bu zalimler... İşte bu azgınlar... Hiç acımadan eziyorlar karşılarına dikilenleri... Nimetin bolluğu şımartmış onları. Yeryüzünde sürekli hakimiyet sağlamak ve ebediyen yaşamak hülyasiyle iş yerleri kurmuşlar... İşte bunlara karşı çıkıyor Hûd (As.)... Hem de bu derece katiyetle... Bir mü’minin yiğitliği, korkmazlığı, üstünlüğü ve Rabbine olan güveniyle... Tam ve kesin olarak ayrılıyor onlardan. Meydan okuyor aldırmaksızın. Müsaade etmeyin bana diyor. Sonra da kalkıyor onların Allah’a karşı gelişlerinin, şımarıklıklarının ve cüretkarlıklarının sebebini izah ediyor kendilerine. Hûd peygamber bu derece kesin ve sarsılmaz bir direnişle çıkmıştı onların karşısına. Biliyordu çünkü Rabbinin hakiki gücünü. Ve yakinen inanıyordu ki bu zalimler, bu diktatörler, bu şımarık azgınlar sadece ve sadece birer canlıdırlar... Ve yine yakinen biliyordu ki, Rabbi her canlıyı alnından yakalayacaktır... Neden öyleyse bunca şımarıklık yapmaktaydı bu azgın canlılar?.. Halbuki Rableri onları yeryüzünün halifesi kılmıştı. Ve O vermişti onlara bunca nimetí, malı, mülkü ve refahı. Üretim ve imal gücünü O lütfetmişti. Bunu da denemek için yapmıştı yoksa sırf oldum olasıya değil. Dilerse Rabbi bunların hepsini tekrar ellerinden alabilirdi. Ve başkalarını getirirdi onların yerine. Bir zararları da dokunamazdı onun Rabbine. O’nun hükmünü geri çevirmek güçleri de yoktu... Şu halde neden korkacaktı Hûd peygamber onlardan?.. Veren alan, dilediği kimseye dilediği şekilde tasarruf yetkisi bulunan onun Rabbi değil miydi?... **************************** Dâva adamları kendi ruhlarında ve iç âlemlerinde böyle yaşatmalıdırlar Rablerine olan inançlarını. Ancak o zaman zalim ve azgın cahiliyet putlarının karşısına böyle yiğitçe dikilebilir ve üstünlüklerini izhar edebilirler... Maddî kuvvetlerin, sınaî kuvvetlerin, beşer ilminin mahsülü olan kuvvetlerin ve tecrübeye dayanan, deneylere istinat eden âletlerin ve sistemlerin kuvvetlerinin karaşısına. Ve bilmelidirler ki, Rableri her canlının alnından yakalayacaktır. İnsanlar, bütün insanlar sadece birer canladırlar, başka değil... Ve bir gün muhakkak dâva adamları kendi kavimlerinin karşısına bu şekilde bir katiyet ve ayrılıkla çıkmalıdırlar. İşte o zaman bir kavim içinde iki millet teşekkül edecektir. Birisi Allah’ın dinine bağlanacak ve O’ndan başkalarının buyruğunu reddecektir, diğeri de Allah’tan başkalarının dinine bağlanacak ve Allah’a karşı gelecektir... Bu kesin ayrılığın tamamlandığı gün muhakkakak Allah’ın vaadi tahakkuk edecek ve mü’minler muzaffer olacaklardır... Allah düşmanları ise hâk ile yeksân. Ama bunun şekli belli olmaz. Akla gelen ve gelmeyen şekillerde olabilir. İslâm dâvasının tarihine göz attığımız zaman görürüz ki, Allah dostlariyle düşmanlarının arasını ancak Allah dostlariyle düşmanları akîde esası üzerine ayrıldıkları gün ayırmış ve Allah düşmanlarının işini bitirmiştir. Onlar yalnız ve yalnız Allah’ın hizbi olup ondan başkasına bağlanmadıktan ve başkalarından yardım dilemedikleri zaman Allah kati hükmünü vermiştir... • • •1-dot
2 Fotoğraf2 Fotoğraf
İBADETLERDE İLLET VE HİKMET ARAMAK İLLET, şeri hükmün kendisinden dolayı varit olduğu bir sebeptir buna göre. Bu demektir ki hükmün varlığı, onun teşrii sebebinin varlığına bağlıdır. Hükmün teşriinin sebebi kalkarsa hüküm de kalkar. Bundan dolayı alimler dediler ki: “İllet, illetlenenin varlığı ve yokluğu ile beraber döner. ” ÖRNEK: Kadı ( Hakim ) kızgın olduğu zaman hüküm vermesin ( hadis ) Bu hadise binaen kâdı’nın kızgınlık hallerinde bir konu hakkında hüküm vermesi haramdır. Şeri hüküm çıkartılmıştır. Burada hükmetmenin haram oluşu kâdı’nın kızgınlığına bağlanmıştır. Illet kızgınlıktır. Öyleyse kızgınlık varolduğu müddetçe kâdının hüküm vermesi yasaklanmıştır. Illet ortadan kalkar, yani kızgınlık ortadan kalkar ise hüküm verebilir. FAKAT Eğer ki biz ibâdet hükümlerinde illet ararsak buna binâen şu ortaya çıkar: Bu illetin yok olmasıyla hüküm de onunla beraber yok olur. ↪ ÖRNEK; Bazılarının zannlarına göre, abdestin illeti temizliktir. Dolayısıyla sıcak su ve sabun ile yıkanan kimseye abdest gerekmez görüşünü insanlara yerleştirmeye çalışmaktadırlar. ↪ Şayet namazın illeti sağlık veya spor olsaydı, futbolculardan veya diğer sporculardan namazın düşmesi gerekirdi. ↪ Şayet namazın illeti Allah ile bağ kurmak olsaydı, kişinin bir oturum kadar Allah’ı zikretmesi yada Allah’ı düşünmesi kişiye yeterdi. İşte bundan da bazılarının dediği gibi “Kalp ile îman” söylemi çıkmıştır. ↪ Şayet orucun illeti, Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’in şu hadisine “Oruç tutunuz ki sıhhat bulasınız” dayanarak oluşturulan anlayış sahih olsaydı, bedenen sıhhatli olan insanlardan orucun düşmesi gerekirdi. İşte bunlar, ibâdetlerde illet aramanın yol açtığı şeylerdir. Nitekim hükümlerin illetlerinin yok olması, hükümlerin de yok olmasını gerektirmektedir. Oysa mesele böyle değildir. Dolayısıyla abdestin, namazın, orucun, zekâtın ve haccın hükümleri tamamen geldikleri şekilde Dîn Günü’ne kadar kalıcı ve dâimîdirler. Şarî’in yani şeriat koyucu olan Allahın ruhsat verdikleri hususlar haricinde fayda, zarar veya çıkar hiçbir şekilde bu hükümlere etki edemez. Dediğimiz gibi ibadetlerde İLLET aramanın caiz olmadığı gibi yine ibadetlerde HİKMET'te aramak caiz değildir şu kadar ki Allah Azze ve cellenin kuran ayetlerinde bize ibadetlerdeki hikmetlerle alakalı bize bilgi verdiği kadarıyla yetiniriz Bu nedenle nassın sınırında durmak gerekir. Nitekim aklın Allah’a karşı iftira etmesi haramdır. Çünkü akıl, Allah’ın zâtını idrâkten âciz olduğu gibi O’nun hikmetini idrâkten de âcizdir. Öyleyse insan aklı, teşriin hikmetini öğrenmeye çalışmasın! Ancak nassın bunu zikretmesi müstesna. Yani teşriide hikmet zikredilmesiyle, nassın getirdiği üzerine kıyas yapılmaz. Hiçbir şekilde de akli hikmet aranmaz. Işte bütün ibadet hükümleri de böyledir.1-dot
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
Umut biz Müslümanlarız, farkında mısınız?, Hamza ER, Küre Medya, Bu küreye dair ne varsa...
Bizim malzememiz mazlumiyetimiz değil, geleceğe ilişkin projelerimiz olmalıdır. Toplumu inşa edecek, zihinleri, tasavvurları değiştirecek projeler olmalıdır bunlar. *** İşte o fikir burada. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE,DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den.htmlBağlantıTakvimler, işlerimizi, çalışmalarımızı programlamamızı sağlar. Aynı zamanda her geçen süre, kişinin durumuna göre kaybedilen, boşa geçen bir yıl veya geleceğe umut taşıyan bir zaman süreci olarak değerlendirilir.Bugün, içerisinde
Böylece ibadetin hududunu daraltmış oluyorlar. Hz. H û d bunları değil aksine bütünüyle hayat nizamını kastediyordu. Her türlü hayat problemlerinde Allah’tan başkasının yardımını isteyip, bir takım putlardan medet ummak olarak anlıyordu. Halbuki H û d peygamberin kavmi bu fiil yüzünden helâk olmayı haketmişlerdi. Bu yüzden hem dünyada, hem de âhirette lanete müstahak olmuşlardı Ve bunların sebebi sadece belirli ibadeti ve âyin şekillerinde Allah’tan başkasının huzurunda durmak değiİdi. Hz. H û d ’un kavmini kurtarmak üzere geldiği bir çok şirk çeşitlerinden sadece birisiydi bu ibadetin dar mânası. Fakat onların asıl helâkini gerektiren kötü fiilleri ve her inatçı zorbanın buyruğuna uymalarıdır: “O da Ad kavmi, Rablerinin âyetlerini bile bile inkâr ettiler, peygamberlerine isyan edip her inatçı zorbanın emrine uymalarında ortaya çıkar. Bunlar hakkında doğru söyleyenlerin en doğru sözlüsü... Rablerinin âyetlerini bile bile inkâr etmeleri peygamberlerine isyan edip her inatçı zorbanın emrine uymalarında ortaya çıkar. Bunlar aslında ayrı ayrı şeyler değildir. Aynıdır hepsi de. Ne zaman bir kavim Allah’a isyan eder ve peygamberler tarafından belirtilen İlâhî şeriatın emirlerini dinlemezse... Allah’a kul olacaklarına putlara ve şeytanlara kul olurlarsa o zaman Rablerinin âyetlerini bile bile inkâr . etmiş olurlar. Peygamberlerine de isyan etmiş olurlar. Ve böylece islâmdan çıkıp şirke girmiş olurlar. Daha önce de belirttiğimiz gibi yeryüzünde başlayan ilk dinî hareket islâmdır. Cennetten yeryüzüne inen Adem peygamber İslâmî getirmiştir. Ve onunla yeryüzünün halifesi olmuştur Hz. N û h onunla gemiye binmiş ve inişinde dünyaya onu getirmiştir. Böylece haketmiştir yeryüzünün halifeliğini... Ondan sonra insanlar islâmdan çıkmış, cahiliyete girmişler ve bunun üzerine yeni bir davetçi gelmiştir onları İslama çağıran... Ve böylece ta günümüze kadar İslâm cahiliyet çatışması süregelmiştir... Vakıa şayet ibadetin hakikî mânası belirli ibadet şekilleri ve âyinleri olsaydı bunca risalet ve resuller kafilesi çabalayıp durmazlar, Allah elçileri bu kadar yorularak alın teri dökmezler ve meşakkatlere tahammül etmezlerdi... Zaman tarih boyunca inanmış insanlar bunca musibetlere katlanmazlardı... Bütün bu ağır ve pahalı bedeli ödemeyi gerektiren, maşakkatlere acı ve ıztıraplara katlanmayı icabettiren şey insanları insanlara kul olmaktan kurtarıp yalnız ve yalnız Allah’a kul etme ve her şeyde Allah’ın buyruğunu dinleyip dünya ve ahiretle ilgili hayat prensibini Allah’tan alma hususudur... Bunun için katlanılmıştır bunca acıya ve ıztıraba. Allah'ın birliği, Rububiyetin birliği, hakimiyetin birliği, teşri kaynağının birliği, hayat nizamının birliği, umumi mânada insanların bağlandığı dinlerin birliği... Evet işte bütün Resulleri bunca acı ve eziyetlere dayanmaya sevkeden faktör bu birliğin teminidir. Yoksa Allah’ın hâşâ bunlara ihtiyacı yoktur. Allah şüphesiz bütün âlemlerden müstağnidir... Ancak insanlığın hayatı bu birlik (tevhit) olmadan insana yaraşır bir hayat olamaz. *********************** http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb ******************************************* Doğru istikameti takip edemez, yaşanmaya değer bir hayat tarzı olamaz. Bu birliğin hudutsuz şekilde tesirleri vardır insan hayatı üzerinde. (Bu hususu inşallah sûrenin son kısmında daha geniş olarak ele almaya çalışacağız.) II — Bir de H û d (A.S.) un kavmine açıkladığı gerçekler üzerinde dikkatle durmak istiyoruz. H û d peygamber kavmine diyordu ki: “Ey kavmim, Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O na tevbe edin ki, size gökten bol bol yağmur göndersin, kuvvetinize kuvvet katsın. Suçlu olarak dönmeyin”... Bu gerçek aynıyle sûrenin giriş kısmında Hz. Peygamberin daveti sadedinde zikredilen gerçekler. Âyetleri kesin kılınmış sonra da Hakim ve Habîr olan Allah tarafından açıklanmış olan kitabın muhtevası üzerinde durulurken kullanılan ifadelerin benzeri: “Hem Rabbinizde; mağfiret dileyin, sonra O’na tevbe edin ki belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin. Her fazilet sahibine hakettiğini versin. Eğer yüz çevirirseniz o zaman ben başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkarım.”... Bu gerçek aslında beşer hayatındaki imanı değerlerle pratik değerler arasındaki ilgiyi ifade eder. Kâinat kanunlarının ve onların mahiyetlerinin bu dinin ihtiva ettiği gerçekle olan alâkasını izah eder. Bu gerçeğin aydınlatılması ve açığa çıkarılması gerekir elbette. Bilhassa dünya hayatının dış görünüşünü bilenlerin ruhunda bu gerçeğin aydınlığa kavuşması lâzımdır. Henüz ruhi berraklığa ulaşamamış veya en azından bunlar arasındaki alâkanın mahiyetini kavrayamamış kimselerin bu gerçeği apaçık öğrenmeleri şarttır. Bu dinin geliş sebebini teşkil eden hak ile Allah’ın ulûhiyetinde tecelli zemini bulan ve göklerle yerin yaratılış sebebini teşkil eden hak arasında biç bir ayrılık yoktur. Kâinat kanunları ve ezeli prensibler şeklinde beliren gerçekler arasında en ufak bir ayrılık söz konusu değildir. Çok kere Kur’an’ı Kerim Allah’ın ulûhiyetinde ortaya çıkan hak ile göklerin ve yerin yaratalışında beliren hak arasında münasebet kurar. Yalnız ve yalnız Allah’a bağlanmak şeklinde beliren hak ile hesap günü ve dünyada yapılan iyilik ve kötülüklerin tartıldığı gündeki yalnız Allah’ın buyruklarına boyun eğme esnasında ortaya çıkan hak arasındaki münasebeti birbirine bağlar. İşte buna birkaç misâl: Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık. Eğlenme dileseydik bunu yapacak olsak, şanımıza uygun şekilde yapardık. Ama yapmayız; gerçeği batılın başına çarparız, onun beynini parçalar; böylece batıl ortadan kalkar. Allah’a yakıştırdığınız vasıflardan ötürü yazıklar olsun size! ******************** https://www.youtube.com/watch?v=oFdrMcmIRnY&list=PLr342JFErS74PD1gdrTSqmdDze38nBN9_&index=5 ********************** Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Katında olanlar O’na kulluk etmekten çekinmezler ve usanmazlar. Gece gündüz, bıkmadan teşbih ederler. Yeryüzünde edindikleri tanrılar mı, onlar mı ölüleri diriltecekler? Eğer yerle gökte Allah’tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de bozulurdu. Arşın Rabbi olan Allah, onların vasıflandırmalarından münezzehtir. O, yaptığından sorumlu değildir, onlar ise sorumlu tutulacaklardır. O’nu bırakıp tanrılar mı edindiler? De ki: “Kesin delilinizi getirin. İşte benim ve ümmetimin kitabı ve benden öncekilerin kitapları.” Hayır; onların çoğu gerçeği bilmez de yüz çevirirler. Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz her peygambere: “Benden başka tanrı yoktur, bana kulluk edin” diye vahyetmişizdir.” ” “Ey İnsanlar! öldükten sonra tekrar dirilmekten şüphede iseniz bilin ki, ne olduğunuzu size açıklamak için, biz sizi topraktan,sonra nutfeden, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra da hilkati belli belirsiz hır çiğnem etten yaratımışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız; sonra sizi çocuk olarak çıkartırız, böylece yetişip erginlik varırsınız. Kiminiz öldürülür, kiminiz de ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki, bilirken bir şey bilmez olur. Yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır, her güzel bitkiden çift çift yetiştirir. *************************** http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/element-nedir-elementin-ozellikleri.html ************************************* Bunlar, yalnız Allah'ın gerçek olduğunu, ölüleri dirilttiğini, gücünün herşeye yettiğini, şüphe götürmeyen kıyamet saatinin geleceğini, Allah’ın kabirlerde olanı kaldıracağını gösterir.” “Bu, kendilerine ilim verilenlerin Kur’an’ın Rabbinden bir gerçek olduğunu bilip de ona inanmaları ve gönüllerini bağlamaları içindir. Allah inananları şüphesiz doğru yola eriştirir. inkâr edenler ceza saati kendilerine ansızın gelene veya gecesi olmayan günün azabı çatana kadar Kur’an’dan şüphe etmekte devam ederler. İşte o gün hükümranlık Allah'ındır. Aralarında hükmeder. İnanıp sâlih amel işleyenler nimet cennetlerindedirler. inkâr edenler, âyetlerimizi yalanlayan kimseler, işte onlar için hakîr düşüren azap vardır. Allah yolunda hicret edenlere, sonra öldürülen veya ölenlere Allah elbette onlara güzel bir rızık verecektir. Rızık verenlerin en hayırlısı yalnız Allah’tır. ************* http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2013/10/rizik-rizik-deyip-butun-enerjinisini-bu.html?spref=fb ************************************** And olsun ki, onları hoşnut olacakları bir yere koyar. Şüphesiz Allah Alim’dir, Halim’dir. Bu böyledir; kim kendisine verilen kadar ceza verirse ve kendisine yine de saldırılırsa, Allah ona, and olsun ki yardım edecektir. Allah şüphesiz, affeder ve bağışlar. Böyledir; Allah geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye kadar ve Allah şüphesiz işitir ve görür. Keza, hak yalnız Allah’tır; O’nu bırakıp taptıkları sadece batıldır. Doğrusu Allah yücelerin yücesidir. Allah'ın gökten indirdiği su ile yerin yemyeşil olduğunu görmezmisin? Doğrusu Allah Lâtifdir, Habîr’dir.1-dot
2 Fotoğraf2 Fotoğraf
5*kısım*35*39 dakika arasında. ONUN KADERİNİ SENİN HAREKETLERİN BELİRLEYECEK.SENİN KADERİNİDE ONUN HAREKETLERİ BELİRLEYECEK. “Kadere” gelince: İster insana egemen olan dairede meydana gelen olaylar olsun, ister insanın egemen olduğu dairede meydana gelen olaylar olsun, eşyadan, insan hayat ve kâinat maddesinden oluşan ve eşya üzerinde meydana gelen fiillerdir. Bu fiiller bir sonuç olarak ortaya çıkar. Yani bu tür fiilin varlığından bir işin ortaya çıkması gerekir. İşte burada şöyle bir soru gündeme gelmektedir: İnsanın eşyalarda ortaya çıkardığı özellikleri insanın kendisi mi yaratıyor yoksa eşyaları yarattığı gibi eşyalardaki özellikleri de Allah Sübhanehu ve Teâla mı yaratıyor? İnsanın eşyada ortaya çıkardığı özellikleri dikkatlice inceleyen kimse bunların insanın fiili olmayıp eşyanın özelliklerinden olduğunu fark eder. Eşyanın kendisine ait özelliklerinden bir özellik olmadıkça insanın bir özelliği yaratamaması, eşyalardaki özellikleri insanın yaratmadığının delilidir. Eşyaların kendisine ait olmayan veya kendisinde bulunmayan bir özelliğin insanın isteği ile ortaya çıkması mümkün değildir. Bu nedenle bu işler insanın fiilleri olmayıp eşyanın özellikleridir. Hem eşyaları hem de eşyalardaki özellikleri, takdir ettiği bu özelliklerin dışına çıkamayacağı şekilde yaratan Allahu Teâla'dır. Hurma çekirdeğinde elma değil, hurma bitme özelliği vardır. İnsan menisinde hayvan değil insanın meydana gelmesi özelliği vardır. Allah Subhenehû ve Teala eşyalarda da belirli özellikler yarattı. Ateşte yakma, odunda yanma, bıçakta kesme özelliğini yaratan ve her şey için aksi yönde hareket edemeyeceği, varlık nizamına göre hareket etmesini sağlayan kanunları koyan Allahu Teâla'dır. Allah Subhenehû ve Teala’nın eşyalar için takdir etmiş olduğu bu özelliklere ters düşen olayların eşyalarda görülmesi harikulade/olağanüstü bir olay sayılır. Böyle bir olay da ancak peygamberlerde görülür ki bu da onlara verilmiş mucizelerdir. Allah Subhenehû ve Teala, eşyalarda belirli özellikleri yarattığı gibi insanda da içgüdüleri ve uzvi ihtiyaçları yaratmış, eşyalarda bulunan özellikler gibi içgüdü ve uzvi ihtiyaçlara da muayyen özellikler vermiştir. Nevi içgüdüsünde meselâ cinsî meyil özelliğini, beka içgüdüsünde meselâ mülk edinme özelliğini, uzvi ihtiyaçlarda meselâ açlık özelliğini yaratmış ve bu özellikleri varlık kanununa göre insan için gerekli kılmıştır. İşte, Allah Sübhanehu ve Teâla'nın hem eşyalarda yaratmış olduğu belirli özellikler hem de insanda yarattığı içgüdülere ve uzvi ihtiyaçlara "Kader" ismi verilir. Çünkü eşyaları, içgüdüleri ve uzvi ihtiyaçları yaratan ve onlara belirli özellikler veren Allahu Teâla'dır. İnsandaki şehvet duygularının kabarması, gözünü açtığında görmesi, yukarıya atıldığında taşın yukarıya doğru gitmesi, aşağıya doğru atıldığında inmesi gibi fiillerin hiçbiri insanın fiili değildir. Bunların hepsi ancak Allahu Teâla'nın eşyaları bu halde yaratmasının yani eşyayı ve eşyalardaki belirli özellikleri yaratmasının bir sonucudur. Bu nedenle özellikler insandan değil Allahu Teâla'dandır. Bunların meydana gelmesinde kulun kesinlikle herhangi bir rolü yoktur. İşte, "Kader" budur. Bu açıklamalara göre, "Kaza ve Kader" konusunda "Kader" diye insanın eşyalarda ortaya çıkardığı özelliklere denir. Bu nedenle insanın, eşyalarda takdir edilen özellikleri Allah Sübhanehu ve Teâla'nın yarattığına iman etmesi gerekir. ***************** İNSANIN EŞYA OLUŞUNUN DELİLİ. ********************** EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE,DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://ateistcaps.blogspot.nl/2015/01/tanrinin-varliginin-kanitlanmasinda.html http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/onun-kaderini-senin-hareketlerin.html1-dot
Daha Eski
SORUYU BÜTÜN YARIŞMACILAR BİLEMEDİ
SORUYU BÜTÜN YARIŞMACILAR BİLEMEDİVideoSORUYU BÜTÜN YARIŞMACILAR BİLEMEDİ
"VAHDETİ VÜCUT FELSEFESİ": "NEW AGE FELSEFESİ"1-dot
"VAHDETİ VÜCUT FELSEFESİ": "NEW AGE FELSEFESİ" Bugün "New Age Dini(Yeni Çağ Dini)'', dünyada gittikçe yaygınlaştırılan bir "lego dini"d...Bağlantı"VAHDETİ VÜCUT FELSEFESİ": "NEW AGE FELSEFESİ" Bugün "New Age Dini(Yeni Çağ Dini)'', dünyada gittikçe yaygınlaştırılan bir "lego dini"d...
ÂD KAVMİ 50 — Ad kavmine de kardeşleri Hûd’u gönderdik. O da: “Ey kavmim” dedi, “Allah’a kulluk edin, ondan başka ilâhınız yoktur. Yoksa sadece yalan uyduran kimseler olursunuz. 51 — Ey kavmim, ben sizden bunan için bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız beni yaratana aittir. Aklınız ermiyor mu? 52 — Ey kavmim Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O’na tevbe edin ki, size gökten bol bol yağmur göndersin, kuvvetinize kuvvet katsın. Suçlu olarak dönmeyin.”™ H û d (AS.) da Ad kavmindendi. Kardeşleriydi onların. Onlardan biriydi. Bir kabilenin fertlerini birbirine bağlayan akrabalık bağıyla bağlıydılar birbirilerine... Burada Âyeti kerimenin metninde bu akrabalık hususu özellikle yer alıyor. Çünkü bu bağdı anları birbirine bağlayan ve bu bağ sayesinde kardeşler arasında yardımlaşma, dayanışma, dostluk, sevgi ve şefkat duyguları teessüs ediyordu. Ve böylece onların kardeşlerine karşı yaptıkları hareketler çirkin ve kötü bir hareket olarak ortaya çıkıyor. Sonra da kardeşler arasında akide yüzünden ayrılıklar zuhur ediyor. Böylece Âyeti kerime akide kardeşliği kesilince kan kardeşliğinin de kesintiye uğrayacağını göstermek istiyor. Ve islam cemiyetindeki akrabalık bağları ve münasebetleri açıklanmış oluyor... Bu dinin hareket metodu ve tabiatı böylece tebeyyün ediyor. Allah yoluna davet hareketi başlarken peygamber ile kavmi arasında en ufak bir şey bulunmuyor. Kan, soy, ırk ve akrabalık bağıyle sıkıca bağlanmışlar birbirilerine... Sonra aralarında ayrılık baş gösteriyor. Bir kavimden iki ümmet çıkıyor ortaya. a — islam ümmeti. b — Putçular milleti... *************************************************************** Ve aralarında kesin bir ayrılık başgösteriyor... Bu ayrılık esasına göre Allah’ın vaadi tahakkuk ediyor ve mü’minler muzaffer, müşrikler helÂk oluyor... Bu kesin ayrılık olmadan, saflar birbirinden tefrik edilmeden, peygamberle peygambere uyanlar kavimlerinden ayrılmadan, yakınlar ve tanıdıklar arasındaki münasebet akide gerçeği etrafında teşekkül etmeden bu vaadi İlâhî tahakkuk etmiyor... Kavimden ve akrabalardan geçmeden yalnız ve yalnız Allah'ın velâyetine sığınıp Allah’a bağlı bulunan İslâm karargâhına teslim olmadan, kullara kul olmaktan çıkıp bir tek Hakka kul olmadan... Allah'ın bu yüce vaadi gerçekleşmiyor bu ayrılık olunca... İşte o zaman — önce değil— Allah'ın nusreti gelir ve mü’minler muzaffer olur...************************************ “Ad kavmine de kardeşleri Hud’u gönderdik.” Bir önceki kıssada N û h peygamberi kavmine gönderdiğimiz gibi onu da kavmine gönderdik. “O da: “ey kavimin” dedi.”... Bu sevimli ifade ile, onları birbirine bağlayan bu bağ ile hitap etti... Belki bu ifade anların duygularını harekete getirir de Hz. Hûd ’un getirdiği gerçeklere bağlanırlar diye böyle sevimli bir ifade kullanılıyor, önderler şüphesiz ki arkadaşlarına yalan söylemezler... öğüt veren kimseler kendi kavimlerine hile yapmazlar. “Allah’a kulluk edin, O’ndan başka ilâhınız yoktur. Yoksa sadece yalan uyduran kimseler olursunuz.”... Her peygamberin söylediği söz bu. Hz. N û h ile birlikte gemide bulunup ta ondan sonra doğru yoldan ayrılmış olanlara böyle seslenmişti Hz. Hûd. Belki de bunların inhiraf edişi Hz. N û h ile birlikte gemiye binen imanlı azınlığın hatırasına aşın derecede hürmet göstermeleri sebep olmuştur. Bu saygı zamanla daha da artarak birkaç nesil sonra onların Kutsi hatıraları dağlarda ve taşlarda aranmaya başlandı. Faydalı şeylerde hep o kimselerin ruhlarının varlığı kabul edildi. Sonra bu kutsal şeyler değişerek birer tanrı şekline büründüler. Bir müddet sonra da bu uydurma tanrılara ibadete çağıran kâhinler ve din adamları ortaya çıkıp onların adına mabetler inşa ettiler Ve işte böylece çok çeşitli cahiliyet hayatı baş gösterdi. Şu halde sapıklık tevhit akidesinden çıkmak üzere atılmış bir adımdır. Sonra bu adım genişleyerek çeşitli cahiliyet şekilleri ortaya çıkar. Halbuki tevhit akidesi hiç bir şekilde Allah’tan başkasına kutsiyet izafe edilmesini kabul etmez. Allah'ın dininden başka dine müsaade etmez... Sapıklık yavaş yavaş atılan bir adımla başlar, zamanla o bir adımı birçok adımlar takip eder... Nereye varacağını Allah’tan başka kimsenin bilemiyeceği cahiliyet sapıklıkları doğar... Her ne şekilde olursa olsun Hûd peygamberin kavmi putperest idi. Allah’tan başkalarına tapınıyordu. İşte görüyorsunuz ki, Hz. Hûd onları her peygamberin davet ettiği çağrı ile çağırıyor... “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, O’ndan başka ilâhınız yoktur. Yoksa sadece yalan uyduran kimseler olursunuz.”... Allah’tan başkasına kulluk ederek ve O’ndan .başkasına tapınarak Allah’a karşı yalan uydurursunuz. Hz. H û d bilhassa kavmine getirdiği davetin saf ve temiz olduğunu, doğrudan doğruya öğüt vermeyi hedef aldığını ve bunun dışında hiç bir gayesinin bulunmadığını, yaptığı davet ve nasihatlardan ücret istemediğini dikkatle belirtiyor. O’nun mükâfatının kendisini yaratan Allah’a ait olduğunu ve O’nun kefâleti altında bulunduğunu bildiriyor: “Ey kavmim* ben sizden bunun için bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız beni yaratana aittir. Aklınız ermiyor mu?”... “Sizden bunun için bir ücret istemiyorum” diye iş’ar etmesi bir ithama mebnidir. Veya yaptıklarının mukabilinde bir ücret talebettiği, yahut mal kazanmak istediği hususundaki bir ithama telmih etmek için bu ifadeyi hemen önce belirtiyor. Ayni âyetin sonunda da “Aklınız ermiyor mu?” deniliyor. Maksat onların durumunun tuhaflığını belirtmektir. Onlar sanıyorlar ki, Allah tarafından gönderilen bu peygamber insanlardan mal ve mülk talep edecektir. Halbuki onu gönderen Allah rızkını da verir. Binaenaleyh onların böyle düşünmeleri acayiptir. Sonra Hz. H û d onları tevbe ve istiğfara davet ediyor. Sûrenin başında peygamberlerin hatemi olan Hz. Muhammed Mustafa ’nın dilinden ifade edilen bir husus burada da tekrar ediliyor. Hz. H û d ’da burada ondan binlerce sene evvel Hz. Mühimmed ’in söylediği ve vaadettiği şeylerin aynısını söylüyor ve vaad-ediyor. “Ey kavmim, Rabbinizden mağfiret dileyin sonra O’na tevbe edin ki sise bol bol yağmur göndersin, kuvvetinize kuvvet katsın. Suçlu olarak dönmeyin.”... Durumunuzdan ötürü tevbe edin Allah’a. İstiğfarla bu yepyeni yola gelin. Niyetinizi tasdik eden bir amelle Hakka yönelin: “Ki size bol bol yağmur yağdırsın.”... Onların çok ihtiyacı vardı yağmura. Çünkü tarımla uğraşıyorlardı. Çölde yaşayan hayvanlarının sulanması lazımdı. O bölgede yağış olmayınca çoraklık ve verimsizlik beliriyordu. Bundan korunmak için yağmura muhtaç idiler. “Kuvvetinize kuvvet katsın.”» Dilemekte olduğunuz kuvveti versin size. “Suçlu olarak dönmeyin”» Yalanlayıcılık ve döneklik suçunu işlemiş olarak dönmeyin. Burada yapılan vaadlere baktığımız zaman görürüz ki, bu vaad ler tamamen yağmurun indirilmesi ve kuvvete kuvvet katılması gibi Allah'ın belirli kainat kanunlarına göre cereyan eden şeylerdir. Allah tarafından bu varlıklar âlemine konulmuş ve tabiatı hâliyle meşiyyetine uygun olarak tecelli eden şeylerdir. Şu halde tevbe ve istiğfar ile bunların ne gibi bir ilgisi olabilir?... Kuvvetin artırılması konusu biraz daha akla yafan ve kolay olacak cinsten bir şey. Hattâ olabilir de. Çünkü temiz kalb ve ameli sâ-lih tevbe ederek iyi amel işleyen kimseleri kuvvetlendirebilir. Bedenlerinin gücünü artırır. Sıhhatlerini temin eder. Çünkü aşırı derecede yemezler ve anormal hareketler yapmazlar. Vicdan huzuruna sahip.olduklarından, sinirleri sakin olur, Allah’a güvenerek huzur ve güven içerisinde bulunurlar.. Bu her an olabilir. Cemiyette sağlıklı insanlar çoğalabilir. Çünkü bütün insanları hür olarak Allah’tan başkasına ibadet köleliğinden kurtaran Allah'ın dini sağlam bir cemiyet yapısı kurar. Herkesin faaliyetini serbest bırakarak yeryüzünde hilafet vazifesini deruhde etmelerini sağlar. Bir takım yapma ve uydurma tanrılara kul olup onlar için yapılan merasimlere katılmaktan defler çalarak onlar adına buhurlar dağıtmaktan, gece gündüz demeyip âyinlerle insan fıtratını öldürüp mahvetmekten korur. Şunu da hiç bir zaman için akıldan çıkarmamalıdır ki, yeryüzü tanrıları ve onlara hizmet eden rahipler ve salikler her zaman gerçek tanrıya mahsus olan ilim, irade, kudret sıfatları gibi sıfatları kullanırlar. Kahhar sıfatını var güçleriyle çalıştırırlar. Çünkü insanları zorla kendi yollarına çekmek isterler. Tanrı olan zatta herkesi kendisine boyun eğdiren ulûhiyet vasfı bulunmalıdır tabiatiyle. Bunun için de rahiplerin ve mabed bekçilerinin haddinden fazla çaba sarfetmesi gerekir. Buna karşılık olarak tek Allah’a inananlar da yeryüzünün iman ve hilafet vazifesinin ifası için son derece çaba sarfetmeleri gerekir. Yeryüzü tanrılarının kulları bu sahte tanrılar için ayinler icra eder, orglar çalar, dualar yapar ve buhurlar yakarken gerçek tanrının kulları da yeryüzünün iman için çalışmalıdırlar. ****************************************Bu gün 2017. https://www.youtube.com/watch?v=oFdrMcmIRnY&index=5&list=PLr342JFErS74PD1gdrTSqmdDze38nBN9_ ************************************************* Bazan olur ki, Allah'ın şeriatını tatbik etmeyenler, gönüllerinde hakka yer vermeyenler güçlü kuvvetli olurlar. Ne var ki, onların gücü ve kuvveti gelip geçicidir. Her şey Allah’ın değişmez kanunlarına uyarak bir gün kesin sonuca vardığı zaman hiç bir köklü esasa istinat etmeyen bu kuvvetler ve güç kaynakları tarumar olur gider. Onlar temelli bir esasa istinat etmek yerine Allah’ın kâinatta vaz ettiği kanunlardan sadece birisine dayanmaktadırlar. Ya çalışma prensibine, ya nizam ve intizam prensibine veya üretim prensibine istinat etmektedirler. Bunlar ise yalnız başına hiç bir değer ifade etmezler. Çünkü sürekli değildirler. Bir zaman sonra toplum hayatı bozulup, şuur dünyası yıkılınca onlar da kökten yıkılır giderler... Bol bol yağmur gönderilmesi meselesine gelince... Bizim bildiğimiz kadarıyla yağmur Allah’ın kainata vazettiği belirli ve sabit kanunlara göre yağar. Fakat bu tabii kanunların cereyanı yağmurun bazı kere öldürücü ve mahvedici olmasını bazı kere de canlandırıcı ve hayat kaynağı olmasını engellemez elbette. Yine takdiri İlâhî gereğince yağmurun bir kavim için ölüm ve felâket kaynağı, bir kavim için de hayat ve saadet kaynağı olmasına mani değildir. Olabilir ki, Allah tabii kanunlar vasıtasıyle hayır müjdesini de gönderir, şer haberini de. Çünkü bu kanunları ve faktörleri yaratan Allah’tır. Her halükarda bu kanunlarını harekete geçirmek için onların sebeplerini de yaratan yine Allah’tır... Bunun gerisinde sebep ve hadiseleri tasarruf eden engin meşiyyeti ilâhi kalıyor ki, bu da O’nun iradesi ve meşiyeti dahilinde olan bir şeydir. Ne zaman ve nasıl isterse takdiri İlâhi yerini bulur. Ve bu, göklerde ve yerde bulunan hak gerçeğine göre tahakkuk eder. İnsanların umumiyetle alışageldikleri kanunlara ve âdetlere uymaz... İşte H û d (A.S.) un daveti bundan ibaretti. Bu davetten anlaşıldığına göre Hz. H û d bunun yanısıra bir mûcize getirmemişti... Bunun sebebi de çok yakın zaman da Hz. N û h ’un geçmesi olabilir. Helkesin hatırasında O’nun mûcizeleri yer etmiş, dillerinde O’nun harikaları dolaşmıştı. Bir başka surede onların bu durumu der hatır edilmiştir. H û d (A.s.) un kavmine gelince onlar, binbir türlü tahminler yürütmüşlerdir.. 53 — Onlar dediler ki: “Ey H û d, sen bize apaçık bir burhanla gelmedin. Senin sözünden dolayı ilâhlarımızı terketmeyiz ve sana inanmayız. 54 — Bir kısım ilahlarımız seni çarpmıştır demekten başka bir şey demeyiz. Dedi ki: “Ben doğrusu Allah’ı şahit tutuyorum, siz de şahit olun ki, Allah’tan başka şirk koştuğunuz şeylerden uzağım.”— Onların ruhlarındaki sapıklık derecesi bu hadde kadar varmıştı. Hz. H û d ’un hezeyana —hâşâ— kapıldığını zannedecek kadar sapılmışlardı. Çünkü tanrılarından birisinin Hz. H û d ’a kötülüğü* nün dokunduğunu ve sapıttığım sanıyorlardı: “Ey Hûd sen, bize apaçık bir bürhanla gelmedin.”— ************************************************* DİKKAT SEN BU GÜN PEYGAMBERLERDEN DAHA TOLERANSLI,AVANTAŞLISIN.2017 NESLİ. SON TEKNOLOJİ VE İLİMİN DOĞRULTUSUNDA YARATICININ VARLIĞININ İSPATI. (2017) https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=231537960630946&id=100013242319421 ******************************************************* Halbuki tevhid inancının bürhanlara ihtiyacı yoktur. Yeter ki. yöneliş ve düşünce olsun kendilerinde. Fıtratlarındaki selim mantığı çalıştırıp, vicdanlarının derinliklerini yoklayabilsinler. *********************** Eşyadaki özelliğe bakabilsinler.******** http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den_16.html ******************** “Senin sözünden dolayı ilâhlarımızı terketmeyiz.”... Yani sadece sen böyle söyledin diye asılsız sözlerine uyup tanrılarımızı bırakmayız. “Ve sana inanmayız”... Sana uyup tasdik etmeyiz seni Senin yaptığın bu daveti tanrılarımızdan birisinin gazabına uğradığından dolayı hezeyana kapılmış olmanla yorumluyoruz. İş bu noktaya varınca artık Hz. H û d ’a meydan okumaktan başka bir şey kalmıyor. Yalnız ve yalnız Allah’a yönelip O’na dayanmaktan başka yapacağı bir şey yok. İhtar edecek, korkutacak ve yalanlayanların akibetini hatırlatacak. Kavim ile kesin bir ayrılık içine girecek ve şayet gittikleri sapık yolda ısrar edecek olurlarsa onlarla ilişkisini kesecek. Başka yapacağı bir şey yok: “Dedi ki: Doğrusu ben Allah’ı şahit tutuyorum. Siz de şahit olun ki, sizin Allah’tan başka şirk koştuğunuz şeylerden uzağım 55 — Hepiniz birlikte tuzak korun hana, sonra da hiç müsaade etmeyin. 56 — Ben sadece benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a dayanıp güvendim. Yürüyen hiç bir canlı yoktur ki, O alnından tutmasın. Elbette doğru yoldadır benim Rabbim. 57 — Yüz çevirirseniz bilin ki, ben size neyi bildirmek için gönderilmişsem onları bildirdim. Rabbim yerinize sizden başka bir milleti de getirebilir. Ve siz O’na bir şey yapamazsınız. Doğrusu Rabbim her şeyi hakkıyle koruyandır.”— Bu hareket doğrudan doğruya kavmiyle dan münasebetini kesmek içindir. Halbuki daha önce onların içinden birisi, bir kardeşleri idi. *************************************** DİKKAT SEN BU GÜN PEYGAMBERLERDEN DAHA TOLERANSLI,AVANTAŞLISIN.2017 NESLİ. SON TEKNOLOJİ VE İLİMİN DOĞRULTUSUNDA YARATICININ VARLIĞININ İSPATI. (2017) https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=231537960630946&id=100013242319421 ************************ *********************** Eşyadaki özelliğe bakabilsinler.******** http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den_16.html ********************
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
Başkalarının kuyruğu ve izleyicisi olmamalıdırlar... Buradan da anlaşılıyor ki, H û d (A.S.) ile kavmi arasındaki ana dâva yalnız ve yalnız Allah’ın ulûhiyeti ve Rububiyeti dâvası idi. Hakimiyet ve emre ittiba meselesi idi. Yani buyruklarına uyulacak Rabbin kim olacağı hususuydu. Bu husus Hakteâlânın şu mübarek kavlinden anlaşılıyor: “Bu  d kavmi Rablerinin âyetlerini bile bile inkâr ettiler. Peygamberlerine isyan ettiler ve her inatçı zorbanın emrine uydular.”... Demek ki suçları, peygamberlerin emrine isyan edip zorbaların buyruğuna uymaktır. Zaten cahiliyet ile İslâm arasındaki yolların ayrılış noktası da burasıdır. Küfür ile iman bu noktada ayrılır birbirinden. Her peygamber ve her risalette böyledir bu. Buradan da anlaşılıyor ki, tevhit davetinin asıl konusu ve üzerinde en çok durduğu husus, Allah’tan başkasının buyruğuna uyma ve zalim diktatörlerin sultasına karşı direnme hususudur. İnsanın şahsiyetini ayaklar altına alan, hürriyetini yok eden mütekebbir diktatörlüğün buyruğuna uymak öyle bir suç, öyle bir şirk, öyle bir küfürdür ki, bu noktalarda umursamazlık gösterenler yok olup gidecekleri gibi dünya ve ahirette de korkunç azaba müstahak olacaklardır... Allah insanları hür olarak yaratmıştır. Hiç bir kula kulluk edip hürriyetlerini yok etmemeleri için yaratmıştır. Bir diktatörün, bir despotun, bir zalimin veya mütekebbir bir liderin, bir devlet adamınının buyruklariyle hürriyetlerinden vaz geçmemeleri için yaratmıştır. Zaten insanın şerefli oluşunun sebebi de budur. İnsanlar hürriyetlerini korumazlarsa Allah indindeki şeref ve haysiyetlerini de yitirirler. Bir daha da kurtulamazlar. Allah’tan başkalarının dinine ve buyruğuna uyan insanların insanlık şeref ve haysiyetleri kalmaz ve böyle fertlerden müteşekkil topluluklarda hak ve hürriyetten söz edilmez. Allah’ın dininden başka dinlere uyanların ve Haktan başkasına kul olanların kulluk ve bağlılıklarını haklı gösterecek hiç bir mazeret bulunmaz. Mağlup olmaları ve yenilgiye düşmüş olmaları Allah’tan başkalarına kul olmaları için yeter bir mazeret değildir. Her zaman ezilenler çoğunlukta ezenler azınlıktadır. Eğer hürriyetlerini elde etmek için savaşsalar veya hürriyetleri uğrunda bazı fedakarlıkları göze alsalar, tanrılık taslayan diktatörlerin karşısına dikilir ve zillet vergisi ödemekten, ırz ve mallarının payimal olmasından kurtulurlar... Ad kavmi helâk olmuştur çünkü her zalim zorbanın buyruğuna evet demiştir. Dünya ve ahirette lanete müstahak olarak helâk olmuşlardır. “Bu dünyada da, kıyamet gününde de lanete uğradılar.”... Hem âyeti kerime onların durumunu ve bu duruma neden düştüklerini belirtmeden işi bitirmiyor. Bilakis durumlarını ve bu duruma düşmelerinin sebeplerini umumi bir ilân şeklinde belirtiyor. Hem de uyarıcı mahiyette ve yüksekten... “Bilin ki, A d kavmi Rablerini inkâr etti.”... Sonra da Allah'ın rahmetinden kovulup uzaklara çok uzaklara gititklerini beyan ediyor: “Ve yine bilin ki, Hûd 'un kavmi A d Allah’ın rahmetinden uzaklaştı.”-. Bu derece açık, kesin ve tekitli olarak... Sanki lânet onların bir Unvanı oluyor da onlar gibi davranan herkes lânete müstahak oluyor: “Ve yine bilin ki Hûd 'un kavmi A d Allah’ın rahmetinden uzaklaştı.”— •• BU KISSANIN İLHAMETTİĞİ GERÇEKLER Kısaca Hûd (AS.) un kavminin kıssasının ilham ettiği gerçekler karşısında bir nebze duralım ve ondan sonra S â l i h peygamberin kıssasına geçelim. İslâm dâvasının seyir çizgisinin bu şekilde geniş olarak Kur’an’ı Kerimde sunuluşunun asıl gayesi; çağlar boyu bu akidenin hareket hattının ve yollardaki işaretlerin belirtilmesidir. Yalnız geçmişteki tarihinin belirtilmesi için değil gelecekteki tarihinin de belirtilmesi içindir... Sadece bu Kur’an ile ilk muhatap olan ve o günkü cahiliyet erbabının karşısına dikilen ilk müslümanların hareket tarzının belirtilmesi için değil her zaman ve her yerde gelen her neslin zamanın sonuna kadar cahiliyete karşı korken hareket tarzını ayarlaması içindir... Ve işte bu Kur’an’ı bu dâvanın ana taktik kitabı olarak önümüze koyan ebedi İslâm davetinin her zaman ve her yerdeki hareket kılavuzu kılan da budur... Burada üzerinde duracağımız hususlara daha önceleri kısa temaslar yaptık. Fakat âyetlerin seyrini iyice izleyebilmek için parça parça zikretmek zorunda olduğumuzdan dolayı burada öz olarak tekrar temas etmek istiyoruz. Çünkü bu hususlar üzerinde* kısa değil hem de çok uzun durmak ve düşünmek gerekir. I — Her peygamberin ve her risalet müessesinin getirdiği sonsuz ve tek dâva üzerinde durmamız gerekir önce. Tevhit dâvası üzerinde... Kur’anı Kerîmin her peygamberin lisanından naklederek anlattığı gibi yalnız ve yalnız tek bir Allah’a kul olma ve yalnız ona ibadet etme hususu üzerinde... “Dedi ki: “ey kavmim, Allah’a kulluk edin sizin ondan başka bir tanrınız yoktur.”... Biz her zaman tek Allah’a ibadet prensibini yalnız ve yalnız Allah’ın dinine bağlanmak olarak tefsir ediyoruz. Dünya ve âhiret ile ilgili her hususta yalnız ve yalnız Allah’ın dinine bağlanmak... İbadet lâfzının sözlük mânası da zaten bunu ifade etmektedir. ( xı ) kelimesinin sözlük anlamı, boyun eğdi, boyun büktü ve bağlandı demektir. ( -ı— j. ) ifadesi ise boyun bükme yolu mânasına gelir. ( ,-uc ) terimi ise onun boynunu büktü, eğdirdi demektir. Bu Kur’an ile ilk muhatap olan bir Arap bununla sadece belirli bir ibadet şeklini anlamıyordu. Bilâkis bu Kur’an’a ilk muhatap olduğu Mekke döneminde henüz belli bir ibadet şekli farz kılınmış değildi. Bunun içinde ibadet sözünden; yalnız ve yalnız Allah’ın dinine bağlanmak ve her işte Allah’ın buyruğuna boyun eğmek mânâsım çıkarıyorlardı. Allah’tan 'başkasına her türlü kulluktan kurtulmak mânasını anlıyorlardı. Hatta Hz. Peygamber ibadet kelimesini bizzat tefsir ederek ibadetin belirli bir ibadet şekli olmayıp emre uyma ve ittiba mânasına geldiğini bildirmişlerdir. Hz. Peygamber Hatem oğlu A d i y y ’e yahudi ve hıristiyanların rahiplerini ve hahamlarını Rab edindiklerini söylerken buyuruyor ki: «Hayır... Hahamlar ve rahipler onlara helâl ve haramlar koydular, onlar da bunlara uydular. ********** ŞİRK'İN DEVLET ELİYLE RESMİLEŞTİRİLMESİ.! http://www.dailymotion.com/video/x3qegyd_sirk-in-devlet-eliyle-resmilestirilmesi_lifestyle ********* İşte onların rahiplerine ve hahamlarına ibadeti de böyledir.” İbadet kelimesiyle bildiğimiz ibadet şekillerinin anlaşılmasının sebebi bu ibadetlerin de Allah’ın dinine ve buyruğuna bağlılığın bir nev’i olmasından dolayıdır. Buradaki ibadet terimi mesuliyet anlamına gelmekle beraber ibadetin bütün mânalarını ihtiva etmiş olmaz. Müslümanların ruhunda din ve ibadet kelimeleri aslî anlamını yitirince bazı kimseler insanı müslümanlıktan çıkarıp cahiliyete götüren en büyük unsurun Allah’tan başkalarına bildiğimiz ibadet şekilleriyle tapınmak olduğunu sanmışlardır. Tıpkı putlara tapınırken yapıldığı gibi belirli şekiller ve vaziyetlerle Allah’a kulluktan çıkılacağını sanmışlardır. Ve bu gibi tapınma şekillerinden uzaklaştıkça şirkten ve cahiliyetten uzaklaşacaklarını, tekfiri mümkün olmayan birer müslüman olacaklarını sanmışlardır... Böylece bu tarzda putlara tapınmayanların her türlü müslümanlık haklarından istifade edeceğini kabul etmişlerdir. Onların da ırzlarının korunacağını, mallarının ve canlarının emniyet altına alınacağını sanmışlardır. yanlış bir vehimdir. Sakattır ve hatadır... Hattâ ibadet kelimesinin mânasının ve medlulünü değiştirmektir. Halbuki ibadet mefhumu kişiyi islâma girdirir veya islâmın dışına atar. Bu ifade ile biz her konuda yalnız ve yalnız Allah’ın dinine bağlanıp onun dışındaki her şeyi reddetmeyi kabul ediyoruz. Ve ibadet lâfzının ifade ettiği asıl lügat mânası da budur. Hz. Peygamber de “Onlar, rahiplerini ve hahamlarını Ram edindiler” âyeti Kerimesini böyle tefsir buyurmuşlardır. Şüphesiz ki Kur’an ıstılahlarının tefsirinde Resulullahın tefsirinin ötesinde bir tefsir düşünmek mümkün değildir... 21 Gerek bu tefsirde gerekse bu dinin tabiatı ve hareket metodu hususunda Allah’ın yazmayı nasip ettiği kitaplarımızda bu gerçeği olduğu gibi belirtmeye son derece dikkat gösterdik. 22 Burada Hûd (A.S.) un kıssasında meselenin konusunu tahdit eden, Hûd peygamber ile kavmi arasındaki savaşın mihverini teşkil eden ve İslâm ile cahiliyet arasındaki fasılayı tesbit eden işaretlere rastlıyoruz. Hz. Hûd ’un “ey kavmim Allah’a ibadet ediniz. Sizin O’ndan başka bir tanrınız yoktur.” Sözünün mânasını da bu konu teşkil ediyor. Hz. Hûd kavmine: Ey kavmim! Allah’tan başkasına belirtilen şekilde tapınarak ibadet etmeyiniz demiyor. Bir takım kimseler ibadet mefhumundan sadece belirli şekil ve ayinleri çıkarıyorlar.1-dot
2 Fotoğraf2 Fotoğraf
ÖNEMLİ OLAYLAR: Kişilerin algılaması düzelmeden ortam düzelmez.1-dot
Kişilerin algılaması düzelmeden ortam düzelmez. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/09/kisilerin-alglamas-duzelmeden-ortam.htmlBağlantı
Koklu Degisim - Suskunlugun Krlma Noktas
Allah’ın koyduğu dini, düzeni, yaratılışa uygun özellikleri, kanunları, safiyeti, masumiyeti, yapılan taahhüdü, kurulan düzeni bozarak değiştirecekler.' dedi. ******************************************* 4/NİSÂ-119: 'Onları başlarına buyruk hale getirerek hak yoldan uzaklaşmalarına dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercihlerine imkân sağlayacağım. Mutlaka onları boş kuruntulara sevk edeceğim, kesinlikle onları idare edeceğim, sağmal hayvanların kulaklarını yaracaklar, putlar için bel yapacaklar. Şüphesiz onlara emredeceğim de, Allah’ın koyduğu dini, düzeni, yaratılışa uygun özellikleri, kanunları, safiyeti, masumiyeti, yapılan taahhüdü, kurulan düzeni bozarak değiştirecekler.' dedi. Kim Allah’ı bırakarak kulu durumundaki şeytanı, şeytan tıynetli ahlâksız azgınları, şeytanî güçleri dost, veli, koruyucu edinir, hâkimiyetine girerse, apaçık bir zarara, ziyana uğramış olur.) DEMOKRASİ KÜFÜR NİZAMIDIR. http://www.hicretonline.com/Makaleler/Demokrasi%20Kufur%20Nizamidir.htmBağlantık
(YENİ) DİKKAT! SALDIRI VAR!
Allah’ın koyduğu dini, düzeni, yaratılışa uygun özellikleri, kanunları, safiyeti, masumiyeti, yapılan taahhüdü, kurulan düzeni bozarak değiştirecekler.' dedi. *** 4/NİSÂ-119: 'Onları başlarına buyruk hale getirerek hak yoldan uzaklaşmalarına dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercihlerine imkân sağlayacağım. Mutlaka onları boş kuruntulara sevk edeceğim, kesinlikle onları idare edeceğim, sağmal hayvanların kulaklarını yaracaklar, putlar için bel yapacaklar. Şüphesiz onlara emredeceğim de, Kim Allah’ı bırakarak kulu durumundaki şeytanı, şeytan tıynetli ahlâksız azgınları, şeytanî güçleri dost, veli, koruyucu edinir, hâkimiyetine girerse, apaçık bir zarara, ziyana uğramış olur.) DEMOKRASİ KÜFÜR NİZAMIDIR. http://www.hicretonline.com/Makaleler/Demokrasi%20Kufur%20Nizamidir.htm http://huseyinsas.blogspot.nl/2013/10/bu-durumda-islam-bizden-ne-yapmamizi.html?spref=fbBağlantı
BU DEVİRDE ATAİST OLMAK ZOR İŞ:(. ONUN İÇİN EŞYADAKİ ÖZELLİKLERE BAKMAK LAZIM. EŞYADAKİ ÖZELLİK GÖZTERİYORKİ DUYGULARIN DOYUMUNDA BU ATAİSTLİK. BU GÜN TÜRKİYE DE YAŞAYANLARIN EZİCİ ÇOĞUNLUĞU KAVRAM KARGAŞASI YAŞAMAKTADIR.YAŞATILMAKTADIR. ARAŞTIRAN BAKAN AZDIR. ONUN İÇİNDE BU MİLLET PERİŞANLIK ÇEKMEKTEDİR. Kim iyi bir iş yaparsa faydası kendisinedir ve kim kötülük yaparsa zararı kendisinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.Casiye-15 Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez.rad-11 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- ADALET BU T.C. DEVLETİNDE VEYA BEŞER SİSTEMLERDE ADALET ARAYANLARIN YA ADALET BİLGİLERİ ANLAYIŞLARI YANLIŞ VEYA AKILLARINDA BİR PÜRÜZ VAR. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- SEVGİLİ TÜM İNSANLIK AKLINIZI MUAYENE ETTİRİN İŞTE PÜRÜZ ORADA ORADAKİ ÖNBİLGİDE ÖN BİLGİ DELALETİ KATİ SUBUTU KATHİ DEĞİL ZANNİ OLDUĞUNDAN DOLAYI OLAYLARI ALGILAYIP YORUMLAMADA MARAZ ÇIKIYOR.O DA KİŞİYİ KİŞİDEKİ FITRATI ÖLDÜRÜYOR. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- BU İNSANLIĞIN DİLİNDE (T.C.DEVLETİNDEKİLERİ KAST EDİYORUM) ALLAH'A İNANMAYANA KAFİR DENİR DİYE ÖĞRETMİŞLER SÖZLÜKLERİNDE BİLE BU BÖYLE. HALBUKİ ALLAH'A İNANMAYAN YOK ....(Müslümanlar tarafından Allah Müslüman olmayanlar tarafından yaratıcı güç) HEM AKLİ HEM NAKLİ DELİLLERLE SABİT. AKLİ DELİL:HERHANGİ BİR KİŞİYE SORSAN BU KAİNATI ORGANİZE EDEN BİR GÜÇ VAR MI DİYE EVET DİYECEK.(Yok derse vakasına mutabık konuşmamış olur dolayısı ile itibar edilmez.o zaman o kişiyede kendiliğinden oluşmuş bir şey göztermesini iste.) NAKLİ DELİL:"Andolsun ki onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye sorsan, mutlaka: ‘Allah!..' derler.LOKMAN-25 Zuhruf 9-) Andolsun onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan elbette diyecekler ki: "Onları, çok üstün, çok bilen (Allah) yarattı." Sor: "Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya o işitme gücünün ve gözlerin sahibi kim? Kim çıkarıyor ölüden diriyi ve kim çıkarıyor diriden ölüyü? Kim çekip çeviriyor iş ve oluşu?" Hemen, "Allah!" diyecekler. De ki: "Hâlâ kendinize gelmiyor musunuz?"Yunus*31 VB AYETLER. ÖNEMLİ OLAN MÜŞRİKLİK VE MÜNAFIKLIKTIR. O ZAMAN BAKMAK LAZIM BU T.C.NİN VATANDAŞLARI HANGİ KATOGORİYE GİRİYOR. http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=3396906044691833088#editor/target=post;postID=4400744439092980822;onPublishedMenu=allposts;onClosedMenu=allposts;postNum=13;src=postname ----------------------------------------------------------------------------------------------- ACIKLAMA:ATAİSTİM DİYENLER YALAN SÖYLEMEKTEDİRLER.VEYA KENDİSİNİ İFADE EDEMEMEKTEDİRLER. O ŞURADAN KAYNAKLANMAKTADIR. İNSANDA Kİ DUYGULARIN İÇİNDE ÜSTÜN GELME İÇGÜDÜSÜ DUYGUSU MEVCUTTUR.İŞTE DEVREYE O GİRİYOR. ÖRNEK,İKİ KİŞİ ALLAH'LA ALAKALI KONUŞUYOR ,MİLLETİN İLGİSİNİ ÇEKEMEYEN ŞAHISTA BU ARADA ALLAH YOK DİYOR VE BÜTÜN ŞİMŞEKLERİ ÜZERİNE ÇEKİYOR (Çünkü her insanın fıtratında Allah inancı mevcuttur.) * Bu gün insanlar sistem tarafından Mankurtlaştırılıyorlar. http://huseyinsas.blogspot.nl/2013/12/aklima-takilanlar.html1-dot
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
http://3.bp.blogspot.com/-SUnsLhTi5-A/VMzk2jopIHI/AAAAAAAAAKs/xeSrPnocjNw/s640/943361_533826903378123_513593892_n.jpg1-dot
http://3.bp.blogspot.com/-SUnsLhTi5-A/VMzk2jopIHI/AAAAAAAAAKs/xeSrPnocjNw/s640/943361_533826903378123_513593892_n.jpgBağlantı
HUSEYİN SASMAZ on Twitter1-dot
DİKKAT SEN BU GÜN, PEYGAMBERLERDEN DAHA TOLERANSLI,AVANTAŞLISIN.2017 NESLİ. SON TEKNOLOJİ VE İLİMİN DOĞRULTUSUNDA https://t.co/1TQh1qYUTH https://t.co/Kbj6FM5DXuBağlantı
TARİHİN ÖRNEK TOPLUMU “İslamın bu konuda tatbik ettiği metodun açık ve kesin neticesi olarak ve İslâm cemiyetini cins, renk, dil, basit ve geçici menfaatler, arazi, hudut ve bayağı iklim farklılıklarının dışında bir akide ve ideoloji esasına dayandırmak ve insanın insanca özelliklerini ortaya çıkarmak için... İnsanla hayvanın müşterek özelliklerinden ayrı fikrî esaslara istinat ettirmek için... Evet bütün bunlar için bu nizamın açık ve gerçekçi neticelerinden olarak İslâm cemiyetini bütün cinslere, kavimlere, renklere ve dillere kapısını açık bulundurması ve islâma girmek isteyen bir kişinin önünde hayvanlara mahsus olan o küçük ve basit engellerin bulunmaması gerekirdi. Ve kısa bir müddet esnasında bu durum fiilen gerçekleşmişti. Muhtelif beşer cinslerinden kabiliyetler ve değerler İslâm potasına dökülür dökülmez birdenbire bu potada erimiş, birbiri içine girmiş, çok kısa denilecek bir zaman çizgisi içerisinde üstün bir organik bileşim meydana getirmiştir... Ve işte bu birbiri içerisine girmiş, uyuşmuş fertlerden müteşekkil bu hayretengiz kitle kendi zamanında her türlü beşerî faaliyetlerin özünü ihtiva eden ve o günkü ulaşım imkânlarının azlığı, bunun aksine aradaki mesafelerin genişliğine rağmen ulu, hem de çok ulu, üstün bir medeniyet mayası yoğurmuştur. O günkü dünyanın en üstün bir kitlesi olan İslâm cemiyetinde Arap ve Iranlı, Şamlı, Mısırlı, Faslı ve Tunuslu, Türk, Çin ve Hindli, Romalı ve Grek, EndonezyalI ve Afrikalı... Daha saymakla bitmeyecek olan yığınlarca kavimler ve cinslerden insanlar birleşmişlerdi... Bütün bunların kendilerine has özellikleri, İslâm cemiyetinin yapısını kurmak ve İslâm medeniyetinin mayasını yoğurmak üzere bir birileriyle kaynaşmış, yardımlaşmış ve uyuşmuştu... Şu kadar var ki, bu koca medeniyet bir gün olsun “Arap medeniyeti” olmamıştır. Aksine her zaman “islâm medeniyeti” olarak kalmıştır. Bir gün olsun ırkçı bir medeniyet damgasını taşımamıştır. Aksine her zaman için akideye dayalı ideolojik bir devlet vasfını sürdürmüştür. Gerçekten de bütün bu kavimler eşit bir tempoda ve sevgi bağıyle bu medeniyet potasında birleşmişlerdi. Hepsi de bir tek yöne varma ulaşma duygusu içerisindeydi. Herkes en son gücünü bu uğurda harcamıştı. Kendi cinsinin en köklü hususiyetini bu yolda göstermişti. Ve hepsi de eşit bir şekilde mensubu bulundukları bu biricik cemiyet yapısını inşa etmek için şahsi, ırkî ve tarihî tecrübelerinin hülâsasını akıtmıştı. Aralarındaki bağ; hepsini birden yalnız ve yalnız bir tek Rablarına bağlıyordu onları. Ve herkes insanlık duygusunu hiç bir engelle karşılaşmadan açıkça ortaya serebiliyordu. Ve işte tarih boyunca hiç bir cemiyette rastlanmayan en büyük özellik buydu. Eski tarihlerde buna benzer en büyük insan topluluğunu R o-m a imparatorluğu teşkil ediyordu. En şöhretli devlet Roma devletiydi. İmparatorluk içinde çeşitli cinsten insanlar, ayrı ayrı diller konuşan fertler, müteaddit renkten vatandaşlar, değişik mizaçta insanlar bulunuyordu. Ne var ki, bütün bunların arasında insani bir bağ mevcut değildi. Akide gibi ulvî bir değer ölçüsü birleştirmiyordu onları. Roma toplumunda sınıf farkı vardı. Cemiyet eşraf sınıftan ve imparatorluk içerisindeki köleler tabakasından meydana geliyordu. Bir yandan da Roma cemiyetinin yapısı genellikle R o m a-lıların kulu ve kölesi durumundaydı. İşte bunun içindir ki, hiç bir zaman İslâm toplumunun yükseldiği o yüce ufuklara yükselememişti. Binaenaleyh İslâm toplumunun verdiği olgu meyveleri de verememişti... Tıpkı bunun gibi, modern tarihte de başka toplumların vücut zemini bulduğunu görüyoruz. Meselâ büyük Britanya imparatorluğundaki milletler topluluğunu ele alalım. Ne var ki, Britanya imparatorluğu da varisi bulunduğu Roma toplumundan farklı bir hüviyet arzetmez. O da sömürgecilik esasına dayalı ırkçı bir toplumdur. Ve İngiliz milletinin hakimiyeti, efendiliği esasına istinat eder. Ve imparatorluğun parçası olan diğer müstemlekelerin sömürülmesi temeline dayanır. Bütün Avrupa imparatorlukları da ondan farklı değildir. Bir zamanların Portekiz krallığı, İspanya imparatorluğu ve Fransız krallığı da aynı şekildeydi. Hepsi de insanın insanlığını ayaklar altında ezen, çirkin ve aşağılık bir seviye arzeden toplumlardı. Komünizm ise bir başka çeşit sınıftan müteşekkil toplum meydana getirmek istedi. Irk, cins, renk ve dil engellerini tepeledi. • Ama bunu insani bir hedefe müteveccih olarak yapmadı. Aksine sınıf hakimiyeti esasına dayandırdı. Dolayısiyle komünist toplum tipi de klasik Roma toplumunun bir başka şekliydi. Roma toplumu eşrafın üstünlüğü esasına dayanıyordu. Komünist toplum ise proleteryanın üstünlüğü esasına istinat etmektedir. Proleter sınıfın diğer sınıflara üstünlüğünü sağlayan duygu, diğer sınıflara karşı beslenen amansız bir kin duygusuydu. Ve böyle bir kin esasına dayalı küçük bir topluluğun meydana getirdiği en olgun meyve şüphesiz ki insanlık için çok kötü bir meyve olacaktı. Bir kere komünizm hayvani vasıfların yalnız başına üstünlük kazanması esasına dayanmak tadır. İnsanın temel istekleri olan yemek, mesken ve seksüel arzuları tatmin etmek istemiştir ki bunlar hayvanların da ilk arzularıdır? Bu hayvani özellikleri yerleştirmek ve geliştirmek gayesini gütmüştür Komünizm. Komünistlere göre insanlığın tarihi insanların karnını doyuracak yiyecekleri araştırmanın tarihidir. Gerçek odur ki, insana en üstün İnsanî özelliklerini veren, bunları geliştirerek insani bir toplum yapısı içerisinde ulviyet kazandıran nizam ve sistemleriyle İslâm eşsiz bir İlâhi nizam olduğunu göstermiştir. Ve hâlâ da eşsiz bir nizam olarak durmaktadır... İslâmî bırakıp ta başka başka nizamlar arayanlar... Cins, ırk, bölge ve sınıf esasına dayalı nizamlar peşinde koşarlar... Bu tahammülü imkânsız koku saçan pisliklerin sonuna kadar peşini takip edenler, aslında onlar gerçek mânada insanlığın düşmanlarıdır. Onlar insanı bu kâinat nizamı içerisinde Allah’ın yarattığı fıtrat üzerinde ulvî özellikleriyle eşsiz bir üstünlüğe sahip olmasını istemeyen insanlık düşmanlarıdır...”... 17 IV — Şunu da zikretmemiz yerinde olur ki,bu dinin düşmanları onun kuvvet noktalarının nerede bulunduğunu ve hareket mıntıkalarının neden ibaret olduğunu çok iyi biliyorlar. Nitekim onlar hakkında yüce Allah : “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar”... buyuruyor. Onlar çok iyi biliyorlar ki, bir inanç etrafında birleşmek bu dinin ana kuvvet kaynağını teşkil eden sırlardan bir sırdır. Bu esasa dayanan islâm cemiyetinin kuvvetli oluşu da bu inanç etrafında birleşmiş olma esasına istinat eder. Onların ana gayesi bu cemiyeti imha etmek veya zaafa düşürerek mağlup etmek, gelir kaynaklarını sömürerek, mukadderatlarına hâkim olmak ve böylece kalberinde yer eden şifalı nuru söndürmek olduğu için... Evet onlar bu cemiyet ile karşılıklı bir çatışmaya girdiklerinden dolayı onun dayandığı ana kaideyi yıkmayı veya en azından zayıflatmayı aslâ gözden uzak tutmuyorlar. Tek bir Allah’a kul olan İslâm toplumunu değiştirip yerine Allah’tan başka putlar getirmek için var güçleriyle çalışıyorlar. Bunun için bazen “vatan" adını verdikleri putu yerleştiriyorlar... Bazan milliyet putunu, bazan ırk putunu, bazan cins putunu ikame etmeye kalkışıyorlar... Bu putlar tarihin seyri içinde bazan milliyetçilik bayrağı altında, bazan Turancılık adı altında, bazan da arap şovenizmi adı altında ortaya çıkarılmıştır. Bazı kerre de değişik adlar altında ve değişik cephelerden öne sürülmüştür. Ama hepsi de tek Allah’a inanarak tevhit akidesi altında birleşmiş olan islam cemiyetini parçalayıp bölmeyi hedef almıştır... En sonunda durmak nedir bilmeyen küfür balyozları altında ve insafsızca serpilen zehirli fikir ayrıkları yüzünden bu temel kaide sarsılmaya başlamış ve onun yerini uydurma kutsal putlar almaya başlamıştır. Ve durum o hâle gelmiş ki, bu kutsal putlara karşı çıkanlar bağlı bulunduğu milletin dininden dönmüş veya yaşadığı ülkenin menfaatlerine ihanet etmiş olarak kabul edilmiştir... Tarihte benzeri bulunmayan eşsiz Islâm cemiyetinin üzerine oturduğu sarsılmaz kaideyi yıkıp dağıtmak isteyen ve bunun için var gücüyle çalışan ve hâlâ çalışmakta olan en büyük düşman karargâhi ise pis Yahudilerin karargâhı olmuştur. Onlar hıristiyan toplumunu yıkmak için kavmiyetçilik silâhını denemişler ve bunda başarılı olmuşlardır. Hıristiyan toplumunu çeşitli kavimlere ayırmışlar ve her kavmin kendisine has kilisesi olması gerektiğini söyleyerek tefrika çıkarmışlardır. Böylece yahudi ırkını çevreleyen hıristiyan hisarlarını yıkmışlar sonra da aynı oyunu İslâm kaleleri için denemeye kalkmışlardır. Ve bunda da maalesef başarılı olmuşlardır. Sonra İslâm kalelerine karşı hıristiyanlar da aynı oyunları denemişler ve yıllarca İslâm dünyasına kavmiyet tohumunu aşılamak için çalışmışlardır. Çeşitli renkten, dilden ve kavimden tek bir bayrak altında toplanmış bulunan müslümanları çeşit çeşit kavimlere ve ırklara bölmüşler böylece haçlı savaşları esnasındaki kinlerini ve ihtiraslarını doyurmuşlardır. Böylece haçlı Avrupalılar İslâm ülkelerini sömürgeler hâline getirmişlerdir. Ne zaman Allah izin verirse o zaman yeni bir İslâm cemiyeti doğar ve islâmi esaslara istinat ederek bu sahte ve iğrenç putları birer birer devirir... V — Son olarak şunu da söyleyelim ki, insanlar yalnız ve yalnız akide birliği etrafında toplanmadan aslâ ve kat’a putçu cahiliyetin köleliğinden kurtulamazlar. Çünkü bu temel kaide etrafında birleşilmeden yalnız ve yalnız Allah’ın dinine bağlanmak tam olarak mümkün olamaz... Bir tek mukaddes varlık olmalıdır ve bunun dışında yığınlarca kutsal varlık ortaya sürülmemelidir... Meydanda birleştirici bir tek işaret olmalıdır, birkaç çeşit işaretler sürülmemelidir ortaya... Bütün insanların yöneldiği tek bir kıble bulunmalıdır ve kıbleler, yönler değişik değişik ve çeşit çeşit olmamalıdır. Putçuluğun tek bir çeşiti yoktur.. Taştan yontulmuş heykellere tapınmak veya mitolojik tanrıların varlığını kabul etmek bir putçuluk çeşididir.. Çok değişik şekillerde karşımıza çıkabilir putçuluk... Taş nasıl değişik şekiller alabilirse putların da çok değişik şekilleri olabilir. Adları ve şanları ne olursa olsun mitolojik tanrıların ve kutsal varlıkların bir çok çeşitleri vardır... Elbette ki, İslâm insanları taştan yontulmuş veya mitolojiden çıkarılmış putlara tapınmaktan menedip te ırkçılık, vatandaşlık ve cinsiyet putunun eline teslim edecek değildi... Bunlara benzer insanların uğrunda döğüştükleri çeşitli putlara taptıracak değildi... İslâm bütün bunların yerine yalnız ve yalnız Allah’a tapınmaya ve O’na kul olmaya çağırmıştır... Bunun için zaten İslâm tarih boyu insanlığı iki gruba ayırmıştır... a — Son peygamber gelene kadar gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin ve onlara tâbi olanların meydana getirdiği müslümanlar grubu... b — Bir de tarih boyu çeşitli şekillerde ve adlar altında gelmiş geçmiş bulunan putçuların ve putların teşkil ettiği müslüman olmayanlar grubu Hakteâlâ İslâm ümmetinin tarih içinde bağlı bulunduğu topluluğu bildirirken onları bütün peygamberlere tâbi olan ümmetlerle birlikte zikretmiş ve durumlarını açıkladıktan sonra şöyle buyurmuştur : “İşte sizin milletiniz bir tek millettir, ben de sizin Rabbinizim. öyleyse bana ibadet ediniz. ”... Araplara demiyor ki: Sizin milletiniz Arap milletidir, ister müslüman olsun ister gayri müslim... Yahudilere de demiyor ki: sizin milletiniz İsrail veya İbrani milletidir... lranlı S elm a n ’a, senin milletin İran milletidir, Bizanslı S u h e y b ’e senin milletin Bizans milletidir, Habeşli Bilâl ’e senin milletin Habeş milletidir dememiştir. Aksine Arap, Acem, Bizanslı, Habeşli müslümanların hepsine birden “sizin milletiniz gerçek mânada müslüman olan Mûsâ, Hârûn, İbrahim, Lût Nûh, Dâvûd, Süleyman, Eyyûb, İsmail, İdris. Zülkif, Zünnun, Zekeriya, Yahya ve Meryem gibi zevatın bağlı bulunduğu İslâm milletidir” demiştir. İşte Allah'ın bildirdiği İslâm ümmeti bunlardır. Kim Allah’ın çizdiği yoldan başka bir yola sürüklenmek isterse gitsin. Ama müslüman olmadığını da söylesin... Kendisini Allah’a teslim etmiş bulunan biz müslümanlar Allah'ın belirttiği İslâm milletinden başka hiç bir millet tanımıyoruz... Şüphesiz ki Allah en doğru sözü söyler ve o en iyi hüküm verir... Nûh peygamberin kıssasının bize verdiği ilhamlarla İlgili olarak İslâm dininin temel meselelerinden birisi olan akide meselesiyle alâkalı bu kadarlık açklamayı yeterli buluyoruz.1-dot
4 Fotoğraf4 Fotoğraf
“SOSYAL MEDYA NARSİST YAPIYOR”1-dot
“SOSYAL MEDYA NARSİST YAPIYOR” https://t.co/I86CAHurjY Dünya’da da böyle. Amerika genelinde 37 bin üniversite öğrencisinden alınan verilereBağlantıY veya milenyum kuşağı gençleri “Ben nesli” olarak tanımlanıyor. “Ben nesli”, hem bireyci ve özgürlüğüne düşkün, hem de ailesine bağlı. Araştırma bulgularına göre, özellikle facebook ve…
Su Altı Fok Dünyasından Görüntüler Harika1-dot
http://ofpof.com/video/su-alti-fok-dunyasindan-goruntuler-harikaBağlantıBu şirin fokgiller balık ve diğer deniz hayvanları ile beslenirler. Bu videoda doğal yaşam alanlarını sizlerle buluşturduk.
Akıllı Telefonlardaki Elementler1-dot
Akıllı Telefonlardaki Elementler |https://t.co/7W8XP7cEj7 Duyuları ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir. (Fussilet 20,21,22)BağlantıAkıllı telefonlar sahip oldukları özelliklerle hayatımızın vazgeçilmez parçaları haline geldi...
Sonunda oraya geldikleri zaman, onların işitme, görme (duyuları) ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir. (Fussilet 20) Kendi derilerine dediler ki: "Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?" Dediler ki: "Her şeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk defa O yarattı ve O'na döndürülmektesiniz."(Fussilet21) Siz gözlerinizin, kulaklarınızın ve derilerinizin aleyhinize tanıklık edeceklerinden sakınmıyordunuz. Fakat siz Allah'ın yaptıklarınızdan birçoğunu bilmediğini sanıyordunuz.(Fussilet 22) O gün dilleri, elleri ve ayakları, yapmış oldukları işlere kendi aleyhlerinde şahitlik edecektir. (Nur/23, 24) ************************************* Peygamberin getirdiği kuran da,kontratta,kullanma kılavuzunda nasıl deri ve organlarımızın konuşacağı yazıyorsa bu günde (2017) teknoloji ve ilimle elementler dillendiriliyor. *************************************** Camın dokunmatik özellik kazanması için ince, şeffaf ve iletken indiyum oksit katmanı camın üzerine kaplanır. Ayrıca itriyum, lantan, praseodimyum, öropiyum, gadolinyum, terbiyum, disprosyum gibi pek çok nadir **toprak** elementi dokunmatik ekranlardaki renkleri oluşturmak için çok küçük miktarlarda kullanılır. Lantan, seryum, praseodimyum gibi elementler ise parlak ekran üretiminde kullanılıyor. http://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/akilli-telefonlardaki-elementler (İnsanın oluşumundaki elementlerle topraktaki elementler aynı) file:///C:/Users/pc/Downloads/4962-19654-1-PB.pdf1-dot
DNA, Allah’ın Kanıtları ve Ateist İman1-dot
DNA, Allah’ın Kanıtları ve Ateist İman https://t.co/cvEMWR4fiR insanlar sistem tarafından Mankurtlaştırılıyorlar. https://t.co/OcApKqQvaOBağlantı
AKLIMA TAKILANLAR...Ataist.Müşrik..... BU GÜN TÜRKİYE DE YAŞAYANLARIN EZİCİ ÇOĞUNLUĞU KAVRAM KARGAŞASI YAŞAMAKTADIR.YAŞATILMAKTADIR. ARAŞTIRAN BAKAN AZDIR. ONUN İÇİNDE BU MİLLET PERİŞANLIK ÇEKMEKTEDİR. Kim iyi bir iş yaparsa faydası kendisinedir ve kim kötülük yaparsa zararı kendisinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.Casiye-15 Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez.rad-11 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- ADALET BU T.C. DEVLETİNDE VEYA BEŞER SİSTEMLERDE ADALET ARAYANLARIN YA ADALET BİLGİLERİ ANLAYIŞLARI YANLIŞ VEYA AKILLARINDA BİR PÜRÜZ VAR. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- SEVGİLİ TÜM İNSANLIK AKLINIZI MUAYENE ETTİRİN İŞTE PÜRÜZ ORADA ORADAKİ ÖNBİLGİDE ÖN BİLGİ DELALETİ KATİ SUBUTU KATHİ DEĞİL ZANNİ OLDUĞUNDAN DOLAYI OLAYLARI ALGILAYIP YORUMLAMADA MARAZ ÇIKIYOR.O DA KİŞİYİ KİŞİDEKİ FITRATI ÖLDÜRÜYOR. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- BU İNSANLIĞIN DİLİNDE (T.C.DEVLETİNDEKİLERİ KAST EDİYORUM) ALLAH'A İNANMAYANA KAFİR DENİR DİYE ÖĞRETMİŞLER SÖZLÜKLERİNDE BİLE BU BÖYLE. HALBUKİ ALLAH'A İNANMAYAN YOK ....(Müslümanlar tarafından Allah Müslüman olmayanlar tarafından yaratıcı güç) HEM AKLİ HEM NAKLİ DELİLLERLE SABİT. AKLİ DELİL:HERHANGİ BİR KİŞİYE SORSAN BU KAİNATI ORGANİZE EDEN BİR GÜÇ VAR MI DİYE EVET DİYECEK.(Yok derse vakasına mutabık konuşmamış olur dolayısı ile itibar edilmez.o zaman o kişiyede kendiliğinden oluşmuş bir şey göztermesini iste.) NAKLİ DELİL:"Andolsun ki onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye sorsan, mutlaka: ‘Allah!..' derler.LOKMAN-25 Zuhruf 9-) Andolsun onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan elbette diyecekler ki: "Onları, çok üstün, çok bilen (Allah) yarattı." Sor: "Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya o işitme gücünün ve gözlerin sahibi kim? Kim çıkarıyor ölüden diriyi ve kim çıkarıyor diriden ölüyü? Kim çekip çeviriyor iş ve oluşu?" Hemen, "Allah!" diyecekler. De ki: "Hâlâ kendinize gelmiyor musunuz?"Yunus*31 VB AYETLER. ÖNEMLİ OLAN MÜŞRİKLİK VE MÜNAFIKLIKTIR. O ZAMAN BAKMAK LAZIM BU T.C.NİN VATANDAŞLARI HANGİ KATOGORİYE GİRİYOR. http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=3396906044691833088#editor/target=post;postID=4400744439092980822;onPublishedMenu=allposts;onClosedMenu=allposts;postNum=13;src=postname ----------------------------------------------------------------------------------------------- ACIKLAMA:ATAİSTİM DİYENLER YALAN SÖYLEMEKTEDİRLER.VEYA KENDİSİNİ İFADE EDEMEMEKTEDİRLER. O ŞURADAN KAYNAKLANMAKTADIR. İNSANDA Kİ DUYGULARIN İÇİNDE ÜSTÜN GELME İÇGÜDÜSÜ DUYGUSU MEVCUTTUR.İŞTE DEVREYE O GİRİYOR. ÖRNEK,İKİ KİŞİ ALLAH'LA ALAKALI KONUŞUYOR ,MİLLETİN İLGİSİNİ ÇEKEMEYEN ŞAHISTA BU ARADA ALLAH YOK DİYOR VE BÜTÜN ŞİMŞEKLERİ ÜZERİNE ÇEKİYOR (Çünkü her insanın fıtratında Allah inancı mevcuttur.) ******************************************** Bu gün insanlar sistem tarafından Mankurtlaştırılıyorlar. http://huseyinsas.blogspot.nl/2013/12/aklima-takilanlar.html1-dot
İNSANLIĞIN MENFAAT'INA GEREKLİ BİLGİLERİN PAYLAŞIMI.
EŞYA BAZ,ÖLÇÜ ALINDIĞINDA.: İNSANLIĞIN MENFAAT'INA GEREKLİ BİLGİLERİN PAYLAŞIM... BağlantıÖ NCE ŞU MUHASEBEYİ  YAPMAK LAZIM GARANTİLİ OLABİLMESİ İÇİN. Sevgili kardeşlerim bu bilgileri paylaşmanız sizin en üst seviyede ecir,sevap ...
KAOS
KAOS https://t.co/xjEszcSRPo ALLAH’IN anayasasının uygulanmadığı dünyada İnsanlığı hedefe götürecek olan fikir. *EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDABağlantıBugün dünyada global şirketlerin iktidarı hakimdir. Beğenmedikleri ve menfaatlerine uygun olmayan iktidarları değiştirmek için türlü hilelere başvururlar. Vasviye Özkubat İslami sistemle idare edil…
Zor Zamanlarda İstikametsiz Bir Eğitim Sistemi…
Zor Zamanlarda İstikametsiz Bir Eğitim Sistemi… BağlantıHaber10, güncel ve son dakika haberleri. Dünya, siyaset, yaşam, teknoloji haberleri için en iyi kaynak.
İSLÂM CEMİYETİNİN ANA KAİDESİ Biz bu kaideyi şimdilik bir kenara bırakıyor, Allahüteâlânın islâm cemiyetini bu kaideye istinat ettirişindeki hikmeti aramaya çalışıyoruz. Zaten bu kaide oldukça tavazzuh etmiş ve tamamen açıklanmış durumdadır. I — Şüphesiz, insanı hayvanlar âleminden ayıran en yüce İnsanî özellik inançtır. Çünkü inanmak insanın terkibini ve organik yapısını hayvanın terkibinden ve organik yapısından ayırır. Çünkü inanmak sayesinde insan, insan olmuş ve bu güzel sureti kazanmıştır. Hattâ en büyük mülhitler- ve en aşırı materyalistler bile en sonunda inanmanın insanın belli başlı özelliklerinden birisi olduğunu ve inanmakla insanın hayvandan tamamen ayrıldığını kabul ve itiraf etmişlerdir... “ Bunun içindir ki, medeniyetin zirvesine ulaşan insanlık âlemini ^ birbirine bağlayan yegane bağ akide olmalıdır.. Çünkü insanı hayvandan ayıran ve ona insanlık hüviyetini veren en büyük özellik inançtı. İnsanların birleşme noktasını elbette ki, insanla hayvanın müşterek olduğu bir özellik teşkil edecek değildir. Toprak, arazi, mera, hudut, menfaat gibi insanla hayvan arasındaki müşterek mıntıkayı teşkil eden hususlar üzerinde birleşmez elbette insanlar... Ayrıca kan, soy, aşiret, kavim, cins, ırk, renk ve dil gibi unsurlar üzerinde de insanları birleştirmek mümkün değildir. Çünkü bütün bunlarda hayvanlar da insanlarla müşterektirler. İnsanla hayvanı bir birinden ayıran çizgi sadece akıl ve kalble ilgili şeylerdir. II — Akidenin insanı hayvandan ayıran özelliklerle başka noktadan da ilişkisi vardır. Bu nokta irade ve seçme noktasıdır. Her fert en azından inanacağı şeyi kendisi seçer. Âkil ve buluğ çağma erişince herkes dilediği inancı seçebilir. Böylece de insanın içinde yaşayacağı toplumun şekli bu seçme ameliyesi ile ferdin kendi isteğine bağlı kalır. Kendisi benimseyeceği ve hayat düsturu olarak kabul edeceği siyasi, sosyal ve ekonomik doktrinini yine hür olarak bizzat kendisi seçer. Ama bir kişi ne kanını değiştirebilir, ne soyunu değiştirebilir, ne kavmini ne de cinsiyetini.. Doğmak istedeği arazi parçasını seçme kudreti de mevcut değildir. Dilini konuşmak istediği toplum içinde seçebilme imkânı yoktur. Ve daha ne kadar cahiliyet esasları varsa hiç birisinde tam olarak kendisi seçme yetkisine sahip bulunmamaktadır... Bütün bunlar daha kendisi yeryüzüne gelmeden evvel olan şeylerdir. Bu konuda ne onun fikrine baş vurulur ne de onunla müşavere edilir. İster sevsin ister sevmesin zorla kabul ettirilir. Dünya ve âhiretteki menfaati veya sadece dünyadaki menfaati kendisine zorla kabul ettirilen bu hususlardan birisine dayanacak olursa onun irade ve hürriyeti kalmaz. Ve böylece onun insanlık değerlerinin en önemlisi olan irade ve seçme hürriyeti elinden alınmış şeref ve haysiyeti ayaklar altına alınmış olur. İnsanı diğer canlılardan ayıran organik yapısı ve terkibini teşkil eden kaideler çiğnenmiş olur. İnsanın insanlığına hürmet edip onu korumak ve Allah’ın insanoğluna verdiği şeref ve haysiyeti muhafaza etmek için İslâm her ferdin rahatça ve kendi irade ve ihtiyarı ile seçebileceği inanç sistemini İslâm cemiyetinin temel kaidesi yapar... Ve bu kaideye dayanarak her fert geleceğini kendisi tayin eder. İnsanın kendi elinin eseri olmayan ve kanaati alınmadan vuku bulan ve değiştirebilmesi de imkânsız olan zaruri faktörleri ortadan kaldırır. İnsanın hayatı boyu yaşayacağı geleceğini belirten cemiyet tarzını ana birlik noktası olarak kabul eder. ııı— Cemiyetin akide esası üzerine oturup diğer zarurî bağlar ve faktörler üzerine oturmamasının sonucu olarak her kese açık bir insanlık âleminin ve cemiyetinin ortaya çıkması mümkün olur. Bu topluma giren her fert aynı sancağı taşıdığı halde değişik renkten, dilden, kavimden, kandan soydan, diyardan ve vatandan olabilir. Herkes kendi isteğiyle gelir bu siteye. Hiç kimse engelleyemez onu. Hiç bir engel dikilmez karşısına... İnsanın yüce insani değerlerinin dışında yapmacık hiç bir hudut dikilmez önüne... Ve bu cemiyete bütün insanlığın enerjisi karışır ve özellikleri girer.. Bütünü bir ptada toplanarak beşer cinsinin bütün özelliklerini taşıyan, renk, kan, irk, soy ve toprak gibi'engeller yüzünden hiç bir kabiliyete kapısı kapatılmayan yüce bir insanlık medeniyetini kurmak için birleşir... TARİHİN ÖRNEK TOPLUMU “İslamın bu konuda tatbik ettiği metodun açık ve kesin neticesi olarak ve İslâm cemiyetini cins, renk, dil, basit ve geçici menfaatler, arazi, hudut ve bayağı iklim farklılıklarının dışında bir akide ve ideoloji esasına dayandırmak ve insanın insanca özelliklerini ortaya çıkarmak için... İnsanla hayvanın müşterek özelliklerinden ayrı fikrî esaslara istinat ettirmek için... Evet bütün bunlar için bu nizamın açık ve gerçekçi neticelerinden olarak İslâm cemiyetini bütün cinslere, kavimlere, renklere ve dillere kapısını açık bulundurması ve islâma girmek isteyen bir kişinin önünde hayvanlara mahsus olan o küçük ve basit engellerin bulunmaması gerekirdi. Ve kısa bir müddet esnasında bu durum fiilen gerçekleşmişti. Muhtelif beşer cinslerinden kabiliyetler ve değerler İslâm potasına dökülür dökülmez birdenbire bu potada erimiş, birbiri içine girmiş, çok kısa denilecek bir zaman çizgisi içerisinde üstün bir organik bileşim meydana getirmiştir... Ve işte bu birbiri içerisine girmiş, uyuşmuş fertlerden müteşekkil bu hayretengiz kitle kendi zamanında her türlü beşerî faaliyetlerin özünü ihtiva eden ve o günkü ulaşım imkânlarının azlığı, bunun aksine aradaki mesafelerin genişliğine rağmen ulu, hem de çok ulu, üstün bir medeniyet mayası yoğurmuştur. O günkü dünyanın en üstün bir kitlesi olan İslâm cemiyetinde Arap ve Iranlı, Şamlı, Mısırlı, Faslı ve Tunuslu, Türk, Çin ve Hindli, Romalı ve Grek, EndonezyalI ve Afrikalı... Daha saymakla bitmeyecek olan yığınlarca kavimler ve cinslerden insanlar birleşmişlerdi... Bütün bunların kendilerine has özellikleri, İslâm cemiyetinin yapısını kurmak ve İslâm medeniyetinin mayasını yoğurmak üzere bir birileriyle kaynaşmış, yardımlaşmış ve uyuşmuştu... Şu kadar var ki, bu koca medeniyet bir gün olsun “Arap medeniyeti” olmamıştır. Aksine her zaman “islâm medeniyeti” olarak kalmıştır. Bir gün olsun ırkçı bir medeniyet damgasını taşımamıştır. Aksine her zaman için akideye dayalı ideolojik bir devlet vasfını sürdürmüştür.1-dot
2 Fotoğraf2 Fotoğraf
Cüneydın evi Bağdatlı ve başka kentlerden gelen sufılerin toplanma yeriydi İpek tüccarlığından edindiği söylenen buyuk geliriyle hem geçimini sağlar hem de birçok fakır sufıye yardımda bulunurdu Bu arada 'Tanrı aşkı' konusunda yoğunlaşan düşüncelerim çevresinde toplananlara yayardı Gulam Halil, ‘Tanrı aşkı’ görüşüne karşı çıktığından, halife üzerine yaptığı baskıyla Cüneyd ve yandaşları hakkında kovuşturma açtırdı ****** Cuneyd Şeriat ın temel olduğuna ve Şeriat ilkelerini tümüyle yerine getirmeden tasavvuf yoluna girilemeyeceğine inanır Ona göre tasavvufun tanımı, arada hiçbir bağ olmadan Tanrı ile bir olmadır ****** Yaşadığı dönemde tevhid (Tanrı nın birliği) sorunu bütün akımlar ve özellikle Mutezile akımı arasında tartışılan bir konuydu Mutezile tevhidi akıl yoluyla bulmaya çalışırken, sufiler onun his ve ilham yoluyla bulunabileceğine inanıyorlardı Cüneyd ın savunduğu düşünceye göre, Tanrı akılla kavranamaz, akıl ancak sonlu olan nesneleri algılayabilir Tanrı ise sonsuzdur, aklın kavrayış gücünü aşar Ote yandan Tanrı 'madde' olmadığından, mantık yoluyla da bilinemez (Bura kadar doğru buradan sonra sapmalar başlıyor.Halbuki ölçü ile kaide ile Müslüman. hedefini belirler.) Akıl tanrısal ışıkla aydınlandığı zaman. Tanrı yı kavrama olanağı doğar, bu da kişinin Özünu Tanrı ya vermesiyle olabilir Cüneyd ın de bağlı bulunduğu Bağdat Tasavvuf Okulu nun ilk kurucuları Serıu's-Sakatı ve Haris el-Muhasibi dir Okulun ilgilendiği ana konu tevhiddir Bu nedenle bu okula Erbabut-Tevhıd denirdi Okul, tevhıd ile ilgili bilgileri ileri boyutlara vardırıp sistemleştirdi Bunu gizli bir yöntemle öğretti Bu okula bağlı olanlara göre, kendilerinde bulunan bilgi sırdır Bu sırrın yayılmasını önlemek için aralarında oluşturdukları özel simgesel kavramlarla yazışmalardır Cüneyd ın tanınmış öğrencileri arasında, fıkıh bilgini Cüreyri ünlü sufı Şıbli. hadis bilgini Basralı Ibnul-Arabi ve düşuncelerinden oturu öldürülan Hallac-ı Mansur sayılabilir http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/01/tevhid-nedir_1.html
Tevhid nedir***Alim dedikleri...1-dot
EŞYA BAZ,ÖLÇÜ ALINDIĞINDA.: Tevhid nedir BağlantıDiyorlar ki; Bu ümmete vahdet lazım. Diyorum ki; Vahdet için evvela TEVHİD lazım. ********************************************************...
Cüneydın evi Bağdatlı ve başka kentlerden gelen sufılerin toplanma yeriydi İpek tüccarlığından edindiği söylenen buyuk geliriyle hem geçimini sağlar hem de birçok fakır sufıye yardımda bulunurdu Bu arada 'Tanrı aşkı' konusunda yoğunlaşan düşüncelerim çevresinde toplananlara yayardı Gulam Halil, ‘Tanrı aşkı’ görüşüne karşı çıktığından, halife üzerine yaptığı baskıyla Cüneyd ve yandaşları hakkında kovuşturma açtırdı ****** Cuneyd Şeriat ın temel olduğuna ve Şeriat ilkelerini tümüyle yerine getirmeden tasavvuf yoluna girilemeyeceğine inanır Ona göre tasavvufun tanımı, arada hiçbir bağ olmadan Tanrı ile bir olmadır ****** Yaşadığı dönemde tevhid (Tanrı nın birliği) sorunu bütün akımlar ve özellikle Mutezile akımı arasında tartışılan bir konuydu Mutezile tevhidi akıl yoluyla bulmaya çalışırken, sufiler onun his ve ilham yoluyla bulunabileceğine inanıyorlardı Cüneyd ın savunduğu düşünceye göre, Tanrı akılla kavranamaz, akıl ancak sonlu olan nesneleri algılayabilir Tanrı ise sonsuzdur, aklın kavrayış gücünü aşar Ote yandan Tanrı 'madde' olmadığından, mantık yoluyla da bilinemez (Bura kadar doğru buradan sonra sapmalar başlıyor.Halbuki ölçü ile kaide ile Müslüman. hedefini belirler.) Akıl tanrısal ışıkla aydınlandığı zaman. Tanrı yı kavrama olanağı doğar, bu da kişinin Özünu Tanrı ya vermesiyle olabilir Cüneyd ın de bağlı bulunduğu Bağdat Tasavvuf Okulu nun ilk kurucuları Serıu's-Sakatı ve Haris el-Muhasibi dir Okulun ilgilendiği ana konu tevhiddir Bu nedenle bu okula Erbabut-Tevhıd denirdi Okul, tevhıd ile ilgili bilgileri ileri boyutlara vardırıp sistemleştirdi Bunu gizli bir yöntemle öğretti Bu okula bağlı olanlara göre, kendilerinde bulunan bilgi sırdır Bu sırrın yayılmasını önlemek için aralarında oluşturdukları özel simgesel kavramlarla yazışmalardır Cüneyd ın tanınmış öğrencileri arasında, fıkıh bilgini Cüreyri ünlü sufı Şıbli. hadis bilgini Basralı Ibnul-Arabi ve düşuncelerinden oturu öldürülan Hallac-ı Mansur sayılabilir http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/01/tevhid-nedir_1.html1-dot
1 Fotoğraf1 Fotoğraf


1 yorum:

  1. ŞAHSİYETİN KAVRAM KARGAŞASINA UĞRAMIŞ HALİ VE TEDAVİSİ.
    https://plus.google.com/109838719669290377148/posts/D6C7eaLqiES
    https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=457149271403146&id=100013242319421

    YanıtlaSil