Bu Blogda Ara

8 Ocak 2017 Pazar

YENİ ARŞİV -1-VE VİDEOLAR.

Bugün
Müslüman Kesinlikle Taviz Veremez - Şahımerdan Sarı Hoca1-dot
Müslüman Kesinlikle Taviz Veremez - Şahımerdan Sarı HocaVideoMüslüman Kesinlikle Taviz Veremez - Şahımerdan Sarı Hoca
Google+1-dot
Google+ is a place to discover amazing things and connect with passionate people.BağlantıGoogle+ is a place to discover amazing things and connect with passionate people.
Geçen Hafta
SEMÛD KAVMİ H û d (A.S.) ile kavmi  d kıssası üzerindeki bu kadarlık duruşu kafi görüyoruz. Şimdi ondan sonra gelen bir peygamberin S âli'h (AS.) in S e m û d kavmi ile olan kıssasını izleyelim: 61 — S e m û d kavmine de kardeşleri S âlih ’i gönderdik. “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, O’ndan başka tanrınız yoktur sizin. O’dur sizi yeryüzünde yaratıp orayı imar etmenizi isteyen. Af dileyin öyleyse O’ndan, sonra da tevbe edin O’na. Şüphesiz Rabbim size yakın ve duâları kabul edendir.”... Değişmez söz bu: “Ey kavmim Allah’a kulluk edin. O’ndan başka tanrınız yoktur sizin.”... Ve aynı şekilde değişmez prensib: “Af dileyin öyleyse O’ndan, sonra da tevbe edin O’na.”... Sonra gerçek ulûhiyetin vasfı yer alıyor. Bir peygamberin kendi içinde hissettiği şekilde: “Şüphesiz Rabbim size yakın ve duaları kabul edendir.”... ********************************************** Hz. S â l i h onlara topraktan doğuşlarını hatırlatıyor... İlk defa doğuşlarını. Sonra fertlerin topraktan beslenerek gelişmelerini veya organik yapılarını meydana getiren ve toprakta da bulunan elementleri. Her ne kadar onlar da bu topraktan yaratılmışlar ve aynı unsuru taşımakta iseler de... Allah onları yeryüzüne halife kılmış ve orayı imar etmelerini istemiştir. Hem insan cinsini, hem de fert olarak insanı bu yeryüzüne halife kılmıştır. *********************** http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/element-nedir-elementin-ozellikleri.html ********************************************* Ama onlar yine de Allah’a şirk koşmaktadırlar... “Af dileyin öyleyse O’ndan, sonra da tevbe edin O’na.”... Emir ve buyruklarını kabul edip huzura kavuşun. “Şüphesiz benim Rabbim size yakın ve duâları kabul edendir.”— Bu son cümledeki ( Oj ) kelimesideki izafet sonra ( .i ) lâfzı ile ( ) lâfzının ardarda getirilerek birleştirilmesi... Haddi zatında Allah’ın seçilmiş kullarından bir kulun kalbinde tecelli zemini bulan ulûhiyet gerçeğinin canlı bir şeklini gözler önüne sermektedir. Ve bu ifadenin havasına bir sevgi, bir ülfet ve bir tatlılık bahşetmektedir. Bu sevgi, bu ülfet ve tatlılık aslında adı üstünde salih bir peygamberin gönlünden çıkıp onu dinleyenlerin kalbine varmaktadır. Onlar da bir kalb bir gönül olsaydı anlarlardı bunu... Ne var ki, onların kalbi öylesine bozulmuş, öylesine tıkanmış ve öylesine katılaşmıştır ki, bu ifadenin güzelliği ve ürpertisi karşısında hiç bir şey duymamışlardı. Bu ince ve derin sözün güzelliğini bile farkedememişlerdi. Bu engin ufkun aydınlığından habersizdiler. Bir de bakıyorsunuz ki, onlar bu ansızın gelen gerçekler karşısında Salih peygamberin aleyhinde kötü zanlar beslemektedirler... 62 — "Dediler ki: “Ey Sal i h aramızda bundan önce kendi' sinden iyilik beklenir kimseydin sen, şimdi kalkıp ta babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi vazgeçirmek mi istiyorsun? Doğrusu bizi çağırdığın şeyden şüphe ve endişe içindeyiz.”... Ümitler beslemiştik senin için. Aramızda aklına güvenilir, beğenilir birisiydin. Doğruluğun ve güzel sözün herkes tarafından bilinirdi. Bütün bulardan dolayı da çok şeyler ummuştuk senden... Ne var ki boşa çıkarttın sen umduğumuzu... “Şimdi kalkıp ta babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi vazgeçirmek mi istiyorsun?”». Her şeyi bitirir bu. Her şey her şey olabilir de ey S al i h, bu olmaz... Hiç beklemezdik biz senden bunları. Ne yazık ki, ümitlerimizin hepsini yıktın. Hem biz senin çağırdığın şeyden de kuşkulanıyoruz artık, öyle bir kuşku ki, hem senden hem de söylediklerinden endişeye düşürüyor bizi. “Doğrusu bizi çağırdığın şeyden şüphe ve endişe içindeyiz.”». **************************************** DİKKAT SEN BU GÜN PEYGAMBERLERDEN DAHA TOLERANSLI,AVANTAŞLISIN.2017 NESLİ. SON TEKNOLOJİ VE İLİMİN DOĞRULTUSUNDA YARATICININ VARLIĞININ İSPATI. (2017) https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=231537960630946&id=100013242319421 ********************************************** Böyle hayrete düşüyor onun kavmi. Nesi var halbuki bunun hayret edilecek?. Hatta gerçek ve lüzumlu olan şeyi kötülüyorlada. Kardeşleri S al i h (As.) ın kendilerini bir tek Allah’a ibadete çağırmasını dehşetle karşılıyorlar. Neden? Hiç... Hiç bir delile ve bürhana dayanmıyor bu hareketleri. Sırf babaları bu tanrılara tapındığı için düşünmeden onlar da tapınıyorlar... Onların katılığı o dereceye varıyor ki, apaçık gerçekler karşısında bile hayrete düşüyorlar.İnançlarının babalarının yaptıklarından ibaret olduğunu söylüyorlar. Böylece bir kere daha, bir kere daha tevhit akidesinin doğrudan doğruya umumî bir hürriyet fermanı olduğu ortaya çıkıyor, insan aklını her türlü kementlerden ve bağlardan kurtaran, geleneklerin ağır zincirinden çıkaran, evham ve hurafenin baskısı altında ezilmekten koruyan umumî bir davet olduğu ortaya çıkıyor. **************************** Bu gün 2017 şeytan tevhid akidesini bozmuş konumda olduğundan tekrar düzeltmelisin. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.html ******************************************************** S e m û d kavminin S â l i h (AS.) a söyledikleri şu sözler bize bir şeyler hatırlatıyor: “Bundan önce kendisinden iyilik beklenir kimseydin sen”... Kureyşlilerin risalet gelmezden önce Hz. Muhammed M u s t a f a ’ya bağlılıklarını, güven ve emniyetlerini hatırlatıyor.. Ama Hz. Peygamber onları bir tek Allah’a kul olmaya çağırınca aleyhine döndüler, tıpkı S âl i h peygamberin kavminin yaptığı gibi kötülemeye kalkıştılar. “Büyücü” dediler... “Müfteri” dediler... Ve ona olan güvenlerini ifade eden sözlerinin hepsini unuttular... Aslında ehli küfrün tabiatı birdir. Tek bir gerçek muhtelif asırlarda ve devirlerde değişik şekilde ortaya çıkmaktadır... S â l i h peygamber de onlara dedesi N û h (A.S.) gibi karşılık veriyor: 63 — Dedi ki “ey kavmim! Rabbimden açık bir delilim olur ve bana rahmet eder de ben de O’na baş kaldırırsam söyleyin bakalım, beni Allah’a karşı kim savunur? Bana hüsrandan başka bir şey kazandırmazsınız.”... Ey kavmim, eğer ben içimde Rabbimle ilgili bir gerçeğin bulunduğunu farkediyorsam, benim tutmam gereken yolun bu yol olduğunu bu gerçek bana söylüyorsa ne dersiniz? Eğer O, bana kendi nezdinden bir rahmet vermiş ve risalet için beni seçerek bu risalete hak kazandıracak bir takım özellikler vermişse ne dersiniz o zaman?... Buna rağmen ben kalkar da O’na isyan edersem ve davetini size tebliğ etmezsem, sizin arzunuza uyarak buyruklarını bildirmezsem kim savunur beni Allah’a karşı? Sizin bu isteğiniz beni Allah’ın nezdinde koruyup yardımıma koşabilir mi? Aslâ... ********************************** DİKKAT SEN BU GÜN PEYGAMBERLERDEN DAHA TOLERANSLI,AVANTAŞLISIN.2017 NESLİ. SON TEKNOLOJİ VE İLİMİN DOĞRULTUSUNDA YARATICININ VARLIĞININ İSPATI. (2017) https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=231537960630946&id=100013242319421 http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/yaraticinin-varliginin-kanitlanmasinda.html?spref=fb ********************************************* “Ben de O’na baş kaldırırsam söyleyin bakalım beni Allah’a karşı kim savunur? Bana hüsrandan başka bir şey kazandırmazsınız ... Siz bana hüsran üstüne hüsrandan başka bir şey kazandırmazsınız... Allah’ın gazabı ve risalet şerefinden mahrum olup, dünyada rüsvaylık ve ahirette azap... Bundan daha büyük hüsran olur mu? Hüsran üstüne hüsrandır bu... Bunca şiddeti ve ağırlığıyle hüsran ve kayıptır sizin bana kazandıracağınız... 64 — “Ey kavmim? Bu size bir âyet olarak Allah’ın yarattığı dişi devedir. Bırakın onu da Allah’ın toprağında otlasın. Kötü maksatla dokunmayın ona, yoksa siz pek yakın bir azaba uğrarsınız.”... Onlara âyet olmak üzere Allah tarafından yaratılan bu dişi devenin hususiyetleri belirtilmiyor âyeti kerîmede. Fakat dişi devenin Allah’a izafe edilmesi ve kendilerine tahsis edilerek “size bir âyet olarak”... denilmesi onun apayrı bir özelliğinin bulunduğunun işaretidir. Bu özelliklerle onun Allah tarafından kendilerine bir âyet olarak yaratılmış olduğunu anlıyorlar. Bu dişi deve üzerinde bu kadarlık malumatı kafi görüyor ve İsrail hurafeleriyle dolu denizlere dalmak istemiyoruz. Bazı tefsir kitaplarında yer alan ve İsrail uydurması olan tafsilatlı bilgilere dalmıyoruz. “Bu size bir âyet olarak Allah’ın yarattığı dişi devedir. Bırakın onu da Allah’ın toprağında otlasın. Kötü maksatla dokunmayın ona.” Yoksa çarpıverir ansızın gelen azap sizi. Bu yakınlığı hem cümlenin başındaki (j ) edatı ifade ediyor hem de lâfzı. “Yoksa siz pek yakın bir azaba uğrarsınız.”... Yakalayıverir hemen sizi azap. Bu yakalayış öyle ani olan bir harekettir ki dokunmak veya vuku bulmak lâfziyle ifade edilmesi mümkün değildir. 65 — Buna rağmen onu kesip devirdiler. O zaman: “Yurdunuzda üç gün daha kalın, bu yalanlanmayacak sözdür.”». Deveyi kesmeleri, ayakta kılıçla vurarak devirmeleri onların kalbinin ne kadar bozulmuş ve infisah etmiş olduğunu gösterir. Âyeti kerîme burada onlara devenin mûcize olarak gönderilişi ile onların devirip kesmeleri arasındaki hususları uzun uzadıya anlatmıyor. Çünkü devenin bir âyet olarak gönderilişi kayde şayan bir değişiklik meydana getirmiyor onların ruhunda. Sonra âyeti kerime aniden gelip çatan azap sahnesini anlatıyor. Burada “takip" ifade eden ( j ) ile başlıyor: Adım adım takip ediyor onları. “Buna rağmen onu kesip devirdiler. O zaman: “Yurdunuzda üç gün daha kalın.”». Bu dünyanın eğlencelerinden görüp göreceğiniz hepsi bu üç gün. Hayattan kalan nasibiniz bu kadar. “Bu, yalanlanmayacak bir sözdür” denildi.”... Dosdoğru bir sözdür bu. Bu vaadin şaşacağını sanmayın hiç. Yine takip ifade eden (,j ) ile Âyetin başlaması azabın gecikmeksizin gelip çattığını gösterir: 66 — Emrimiz gelince S â l i h ’i ve beraberindeki mü’minleri tarafımızdan bir rahmet eseri olarak azaptan ve o günün rüsvaylığından kurtardık. Doğrusu Rabbin Kavi ’dir Aziz ’dir. 67 — Zulmenenleri bir çığlık tuttu, oldukları yerde diz üstü çöküverdiler.”... Buyruğun yerini bulmasının zamanı gelinse S  l i h peygamberi ve beraberindeki inanmışları kurtardık, özel olarak ve sadece onlara mahsus olmak üzere. Hem ölümden kurtardık, hem de o günün rüsvaylığından. Doğrusu S e m û d kavminin ölümü çok gülünç ve basit olmuştu. Diz üstü çöküvermişler ve oldukları yere yığılmışlardı da ölüp gitmişlerdi. Hemde son derece rezil ve rüsvay olarak. “Doğrusu Rabbin Kavi ’dir, Aziz ’dir.”... Azgınları yakalayıverir hemen. Zor gelmez ona hiç bir şey. O'nun koruduğu ve muhafaza ettiğini de hiç hir şey olmaz Sonra âyeti kerime onların durumunu bir manzara halinde naklediyor: 68 — Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki S e m û d kavmi Rablerini inkâr etmişlerdi. Ve yine bilin ki S e m û d kavmi Allah’ın rahmetinden uzaklaşmıştı.”... Hiç yaşamamışlardı sanki onlar. Son derece duygulandırıcı bir sahne bu. Sahneyi gözümüzün önüne serdiği gibi duygulandırıyor da. Bu sahnede görüyoruz ki, hayat ile ölüm arasında bir göz açıp yummaktan başka bir şey yok. Hayat çabucak geçip giden bir filim şeridi gibi. Hiç olmamışlar ve yaşamamışlardı sanki onlar... Sonra bu sûrede alışageldiğimiz bir hatime var. Suçun tescil edilip lanetin izhar edildiği ve realiteler sayfasından kaydın silinip defterin dürüldüğü son kısım: “Bilin ki S e m û d kavmi Rablerini inkâr etmişlerdi. Ve yine bilin ki S e m û d kavmi Allah’m rahmetinden uzaklaştı.”... •** TARİHİN AKIŞI Bir kere daha kendimizi tarih boyunca gelip geçmiş bulunan bir risalet halkası ile karşı karşıya buluyoruz. Burada yapılan davet aynı davet. Islâmın hakikati aynen bunlarda da var... Yalnız ve yalnız Allah’a ibadet etmek ve sadece onun dinine tâbi olmak... Ve bir kere daha İslâm’dan sonra ortaya çıkan cahiliyet tevhitten sonra beliren şirk ile karşılaşıyoruz. S e m û d kavmi de  d kavmi gibi müslüman nesillerdendi. N û h peygamberle birlikte gemiye binmiş alan mü’minlerin soyundan. Ama zamanla onlar tevhit akidesinden inhiraf etmişler ve cahiliyete dalmışlardı. Nihayet S â l i h (As.) peygamber olarak gelmiş ve onları yeniden islâma çekmeye çalışmıştı. Bilahere bakıyoruz ki, S e m û d kavmi istedikleri harika ile karşılaşıyorlar. Onlar inanmak ve tasdik etmek için bu mûcizeyi istememişlerdi. İnkâr etmek ve onu devirip kesmek için... Arap müşrikleri de Resulullahtan eski mûcizeler gibi mûcizeler istiyorlardı inanmak için. İşte görüyorsunuz ya şu S âl i h peygamberin kavmi de mûcize istemiş ama gelen mûcize onlara fayda vermemişti. Çünkü iman için mûcizeye lüzum yoktu. Mûcize basit akıllı ve fikirli kimseleri döndürebilirdi ancak. Ne var ki, cahiliyet bulutu karartmıştı kafaları ve kalbleri... TARİHİ HALKA Ve bir kere daha Ulûhiyet gerçeğini Allah’ın seçkin kullarından bir kulunun kalbinde tecelli ettiği şekliyle görüyoruz. Yüce peygamberlerin kalbinde tecelli eden şekliyle. Bu gerçeği Salih peygamberin şu sözünde görüyoruz: “Dedi ki: “Ey kavmim, Rabbimden açık bir delilim olur ve bana rahmet eder de, ben de O’na baş kaldırırsam söyleyin bakalım beni Allah’a karşı kim savunur? Bana hüsrandan başka bir şey kazandırmazsınız-” Tabiatiyle bunu: “Benim Rabbim
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
Süleymancılar'dan skandal vaaz:  'Alihan Kuriş'i peygamber ilan ettiler!'1-dot
Şeytanın elamanları bunlar... GENELDE TÜM İNSANLIK,ÖZELDE MÜSLÜMANLAR KUŞATILMIŞ HALDELER ŞU ANDA. DOSTUNU DÜŞMANINI BELİRLE Kİ HEDEFİNE VARA SIN MÜSLÜMAN,KARDEŞİM. https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=174023339715742&id=100013242319421 http://www.seviyelihaber.com/gundem/biz-suleymancilar-ciai-nin-kontrolu-altindayiz-h1688.htmlBağlantıKendi mescidi dırarlarında cuma namazı kılmaya devam eden Süleymancıların nasıl bir sapkınlık içinde olduğuna dair basına yansıyan bir vaizin skandal
ONUN KADERİNİ SENİN HAREKETLERİN BELİRLEYECEK.SENİN KADERİNİDE ONUN HAREKETLERİ BELİRLEYECEK.
Yaratıcı bu kainatı elementlerden yarattığına göre kainatta bulunan her şey eşyadır. İnsan ve ruh da bir eşya olduğundan,(bu hallere özelliklere) olaylara bu açıdan bakmak gerekiyor ki Problemlerin çözümlenmesi kolay olsun. Fikrin çözümlenebilmesi için Psikologlar,Prof,Alim,filozof bilirkişi v.b insanların Film, tiyatro v.b şeylerle ilgilenmeleri lazımBağlantı“Kadere” gelince:  İster insana egemen olan dairede meydana gelen olaylar olsun, ister insanın egemen olduğu dairede meydana gelen olaylar ...
Varlık hiyerarşisi içinde yerimizi doğru tespit edemediğimiz için kendimizi yaratılmış olan yerden yaratan formuna çıkardık. Her şeyin rabbi ve ilahı gibi davranmaya başladık. Kendi kavramlarımızdan uzaklaştık. Vahyin dilini kaybettiğimizden başka kavramlara ve dillere öykünür olduk. *** Şeytanın,sistemin amacı buydu oldu. (Kendimizi sorgulamadığımızdan) Bugün "New Age Dini(Yeni Çağ Dini)'', dünyada gittikçe yaygınlaştırılan bir "lego dini"dir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/04/vahdeti-vucut-felsefesi-new-age.html *** “Kader bu” diyerek “Evet, öyle” diye mırıldanmaya başladı. http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/onun-kaderini-senin-hareketlerin.html *** Peki modern insanın bunca duygu bozukluğuna, hastalığına ve putlarına karşın bir tedavi yöntemi yok mudur? http://huseyinsas.blogspot.nl/2015/11/mefhumlar-zihinde-vakas-idrak_12.html?spref=fb *** Mümin için bu sabitelerin sahibi Allah'tır. Allah olması gereken sabiteleri vahyi vasıtası ile insanlığa bildirmiştir. *** http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/01/cennet-garanti-belgesi.html *** Çünkü o: Tefakkuh edendir. Yaşadığı zamana ve mekana bizzat kendisine emanet edilen vahyi sorumluluğundan dolayı çözümler sunan, programı olan bir insandır. *** FİKİR. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE,DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. *** İnsan zamanla, eşya ile ve mekanla doğru ilişki kurmalıdır. Modern insan başta kendisiyle olmak üzere zaman, mekan ve eşya ile fıtrata uygun ilişkiyi gerçekleştirememiş insandır. Onun için boşluktadır, onun için yalnızdır, benliğini tehdit altında hissetmekte ve endişe içinde yaşamaktadır. Bu yüzden hastalıklı ve putperesttir. *** Onun içindir ki ölüm korkusu, yaşama başarısızlığının sonucudur. Yaşamımızı ziyan etmiş ve yeteneklerimizi üretici bir biçimde kullanma şansını yitirmiş olduğumuz için suçlu vicdanımızın dile gelişidir. **
AKLIN TANIMI
ÖN BİLGİ. Bakara suresinin 30-31-32 ve 33. âyetlerinde bahsedilen bilgi ilk bilgidir, ki insan yaratıldığında ona Yaratıcısı tarafından öğretilmiştir. Alâk suresinde sözü geçen bilgi ise, Resulullah’a Allah’ın gönderdiği vahyi anlatmakta, daha önce bunları bilmeyen Muhammed’in, kendisine öğretilmesiyle öğrendiğini, kendisinin uydurmadığını, bir başkasından da bellemediğini bize anlatan bilgidir. http://www.iktibasdergisi.com/rasyonalizm-akil-ve-islam/BağlantıAKIL Gerek klasik Yunan filozofları gerekse Müslüman ve Batılı bilim adamları olsun aklın tanımını yapanların, yani akıl olgus...
Göklerde olanlar, yerde olanlar O’nundur. Doğrusu Allah müstağnidir, övülmeye lâyık olandır. Allah’ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunu altına vermiş olduğunu; buyruğu olmaksızın yere düşmemesi için göğü O’nun tuttuğunu görmez misin? Doğrusu Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir. Sizi dirilten, sonra öldürecek sonra yine diriltecek olan O’dur. İnsan gerçekten pek nankördür. Her ümmete, yerine getirmeleri gerekli ibadetler koyduk.” öyleyse ey Muhammedi Bu konuda seninle çekişmelerine fırsat verme, Rabbine dâvet et, sen, şüphesiz doğru yol üzerindesin.” 25 Gerek bu âyetlerde gerekse Kur’an’ın diğer âyetlerinde Allah’ın hakkın kendisi olan kâinatı ile bu kâinatın yaratılışı ve değişmez kanunlarındaki hak arasında ki, bu kitabın hak üzere indirlişi ile, hakka uygun olarak tezahür eden kâinat hadiseleri arasındaki münasebeti ve insanların dünya ve ahirette hak ile hükmedilmeleri arasındaki ilişkiyi apaçık olarak görüyoruz. Aslında hepsinin de temeli bir tek haktır. Ve Allah’ın takdirine göre sadece cereyan tarzı değişir. Kâinat kuvvetleri insanların yaptıkları iyilik ve kötülüklere göre iyi ve kötü olarak bu hakka muvafık tarzda Allah'ın dilediği kimseler üzerinde cereyan eder. İşte buradan geliyor tevbe ve istiğfar ile gökten bol bol yağmur indirilmesi ve bolluk verilmesi arasında kurulan münasebet. Bunların hepsi de tek bir kaynakla bağlantılıdır. Ki bu da Allah’ın zatında, kaza ve kaderinde temessül eden biricik haktır... Bu hakkın tecellileri O’nun tasarruf ve tedbirinde, hesap ve cezasında hayır ve şerrinde müsavi şekilde görülür... ************************ http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/onun-kaderini-senin-hareketlerin.html *************************** Buradan geliyor işte imanı değerlerle pratik değerlerin insanların hayatında birbirinden ayrı olarak mütalâa edilemiyeceği gerçeği... Her ikisi de insanların hayatına tesir ediyor. Gerek Allah'ın sebepler âlemindeki bilinmez takdirine dayalı tecelliler, gerekse beşer tarafından kavranılması mümkün olan ve görülebilen pratik neticelere dayalı tecelliler her ikisi de aynı hak mihrakına dayanır. Bunları ortaya çıkaran ve bu tesirleri belirleyen insanların imanlı Olup olmamamarıdır. Daha önce bu ameli neticeler üzerinde durmuş ve bir keresinde şöyle demiştik: “Bir toplumda Allah nizamının hakimiyeti demek; bu toplumda her çalışanın en uygun karşılığını alması, her ferdin içtimai sükûn emniyet ve huzur bulması, gönül huzurunun ötesinde içtimai huzur elde etmesi demektir. Bu nizamın bir cemiyette hâkim olması demek, daha öbür dünyada ebedi mükâfata nail olmadan herkesin bu dünyada güzel bir hayata ulaşarak mükâfatını elde etmesi demektir.” ****** Bir başka seferinde de şöyle demiştik: “Yalnız ve yalnız Allah’ın dinine bağlanmak demek bir toplum için insanların takat ve çalışmalarının uydurma ilâhlar karşısında def çalarak, duâlar okuyarak, buhurlar yakarak, âyinler icra ederek öldürülmekten korunması demektir. O’nun yerine o takat ve enerjilerin yeryüzünün iman, geliştirilmesi ve hilafet vazifesinin yerine getirilmesi için kullanmak demektir. Bunun da ötesinde insanların Allah nizamının gölgesi altında hürriyet, eşitlik, adalet ve insan şeref ve haysiyetine uygun olarak hayatım sürdürmesi demektir. Bunlar sadece insan hayatında tahakkuk zemini bulan imanın semerelerinden birkaç tanesidir.. (İlerde bu konu üzerinde tekrar duracağız inşaallah) ************************ http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/bu-durumda-islam-bizden-ne-yapmamizi.html ***************************** III — Son olarak ta Hz. Hûd ’un kavmi ile karşılaşması ve onların doğrudan doğruya yüzlerine haykırdığı kati alâka konusu, meydan okuma hususu, hakka güvenme ve hak ile yücelme mevzuu üzerinde durmak istiyoruz. Hûd (As.) Rabbine güveniyor ve bu güvenin ifadesini açıkça ilân ediyordu: “Dedi ki: “Doğrusu ben Allah’ı şahit tutuyorum, siz de şahit olun ki, sizin Allah’tan başka şirk koştuğunuz şeylerden uzağım. Hepiniz birlikte tuzak kurun bana, sonra da hiç müsaade etmeyin. Ben sadece benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a dayanıp güvendim. Yürüyen hiç bir canlı yoktur ki, O alnından tutmasın. Elbet te doğru yoldadır benim Rabbim. Yüz çevirirseniz bilin ki, ben size neyi bildirmek için gönderildimse onları bildirdim. Rabbim, yerinize sizden başka bir milleti de getirebilir. Ve siz O’na bir şey de yapamazsınız. Doğrusu Rabbim her şeyi hakkiyle koruyandır.”... Her yerde ve her zaman Allah dâvasının sahipleri bu üstün manzara karşısında dikkatle durmalı ve düşünmelidirler... Tek başına bir kişi... Pek az kimseden başka inanan yok ona... Yeryüzünün en şımarık, en zengin ve zamanlarındaki en ileri tekniğe sahip bir kitleye karşı çıkıyor.. Nitekim Allahüteâlâ oların ileri bir teknik seviyesine sahip bulunduklarını bir başka âyeti kerimede şöyle beyan buyuruyor: Ad milleti de peygamberleri yalanladı. Kardeşleri Hûd, onlara: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; Allah’tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak âlemlerin Rabbine aittir. Siz her yüksek yere koca bir bina kurup, boş şeyle mi uğraşırsınız? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz? Yakaladığınızı zorbaca mı yakalarsınız? Artık Allah’tan sakının ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeyleri size verenden sakının; davarları, oğulları, bahçeleri ve akarsuları size O vermiştir. Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum” dedi. “İster öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bizce birdir. Bu durumumuz öncekilerin geleneğidir. Biz azaba uğratılacak da değiliz” dediler. İşte bu zalimler... İşte bu azgınlar... Hiç acımadan eziyorlar karşılarına dikilenleri... Nimetin bolluğu şımartmış onları. Yeryüzünde sürekli hakimiyet sağlamak ve ebediyen yaşamak hülyasiyle iş yerleri kurmuşlar... İşte bunlara karşı çıkıyor Hûd (As.)... Hem de bu derece katiyetle... Bir mü’minin yiğitliği, korkmazlığı, üstünlüğü ve Rabbine olan güveniyle... Tam ve kesin olarak ayrılıyor onlardan. Meydan okuyor aldırmaksızın. Müsaade etmeyin bana diyor. Sonra da kalkıyor onların Allah’a karşı gelişlerinin, şımarıklıklarının ve cüretkarlıklarının sebebini izah ediyor kendilerine. Hûd peygamber bu derece kesin ve sarsılmaz bir direnişle çıkmıştı onların karşısına. Biliyordu çünkü Rabbinin hakiki gücünü. Ve yakinen inanıyordu ki bu zalimler, bu diktatörler, bu şımarık azgınlar sadece ve sadece birer canlıdırlar... Ve yine yakinen biliyordu ki, Rabbi her canlıyı alnından yakalayacaktır... Neden öyleyse bunca şımarıklık yapmaktaydı bu azgın canlılar?.. Halbuki Rableri onları yeryüzünün halifesi kılmıştı. Ve O vermişti onlara bunca nimetí, malı, mülkü ve refahı. Üretim ve imal gücünü O lütfetmişti. Bunu da denemek için yapmıştı yoksa sırf oldum olasıya değil. Dilerse Rabbi bunların hepsini tekrar ellerinden alabilirdi. Ve başkalarını getirirdi onların yerine. Bir zararları da dokunamazdı onun Rabbine. O’nun hükmünü geri çevirmek güçleri de yoktu... Şu halde neden korkacaktı Hûd peygamber onlardan?.. Veren alan, dilediği kimseye dilediği şekilde tasarruf yetkisi bulunan onun Rabbi değil miydi?... **************************** Dâva adamları kendi ruhlarında ve iç âlemlerinde böyle yaşatmalıdırlar Rablerine olan inançlarını. Ancak o zaman zalim ve azgın cahiliyet putlarının karşısına böyle yiğitçe dikilebilir ve üstünlüklerini izhar edebilirler... Maddî kuvvetlerin, sınaî kuvvetlerin, beşer ilminin mahsülü olan kuvvetlerin ve tecrübeye dayanan, deneylere istinat eden âletlerin ve sistemlerin kuvvetlerinin karaşısına. Ve bilmelidirler ki, Rableri her canlının alnından yakalayacaktır. İnsanlar, bütün insanlar sadece birer canladırlar, başka değil... Ve bir gün muhakkak dâva adamları kendi kavimlerinin karşısına bu şekilde bir katiyet ve ayrılıkla çıkmalıdırlar. İşte o zaman bir kavim içinde iki millet teşekkül edecektir. Birisi Allah’ın dinine bağlanacak ve O’ndan başkalarının buyruğunu reddecektir, diğeri de Allah’tan başkalarının dinine bağlanacak ve Allah’a karşı gelecektir... Bu kesin ayrılığın tamamlandığı gün muhakkakak Allah’ın vaadi tahakkuk edecek ve mü’minler muzaffer olacaklardır... Allah düşmanları ise hâk ile yeksân. Ama bunun şekli belli olmaz. Akla gelen ve gelmeyen şekillerde olabilir. İslâm dâvasının tarihine göz attığımız zaman görürüz ki, Allah dostlariyle düşmanlarının arasını ancak Allah dostlariyle düşmanları akîde esası üzerine ayrıldıkları gün ayırmış ve Allah düşmanlarının işini bitirmiştir. Onlar yalnız ve yalnız Allah’ın hizbi olup ondan başkasına bağlanmadıktan ve başkalarından yardım dilemedikleri zaman Allah kati hükmünü vermiştir... • • •1-dot
2 Fotoğraf2 Fotoğraf
İBADETLERDE İLLET VE HİKMET ARAMAK İLLET, şeri hükmün kendisinden dolayı varit olduğu bir sebeptir buna göre. Bu demektir ki hükmün varlığı, onun teşrii sebebinin varlığına bağlıdır. Hükmün teşriinin sebebi kalkarsa hüküm de kalkar. Bundan dolayı alimler dediler ki: “İllet, illetlenenin varlığı ve yokluğu ile beraber döner. ” ÖRNEK: Kadı ( Hakim ) kızgın olduğu zaman hüküm vermesin ( hadis ) Bu hadise binaen kâdı’nın kızgınlık hallerinde bir konu hakkında hüküm vermesi haramdır. Şeri hüküm çıkartılmıştır. Burada hükmetmenin haram oluşu kâdı’nın kızgınlığına bağlanmıştır. Illet kızgınlıktır. Öyleyse kızgınlık varolduğu müddetçe kâdının hüküm vermesi yasaklanmıştır. Illet ortadan kalkar, yani kızgınlık ortadan kalkar ise hüküm verebilir. FAKAT Eğer ki biz ibâdet hükümlerinde illet ararsak buna binâen şu ortaya çıkar: Bu illetin yok olmasıyla hüküm de onunla beraber yok olur. ↪ ÖRNEK; Bazılarının zannlarına göre, abdestin illeti temizliktir. Dolayısıyla sıcak su ve sabun ile yıkanan kimseye abdest gerekmez görüşünü insanlara yerleştirmeye çalışmaktadırlar. ↪ Şayet namazın illeti sağlık veya spor olsaydı, futbolculardan veya diğer sporculardan namazın düşmesi gerekirdi. ↪ Şayet namazın illeti Allah ile bağ kurmak olsaydı, kişinin bir oturum kadar Allah’ı zikretmesi yada Allah’ı düşünmesi kişiye yeterdi. İşte bundan da bazılarının dediği gibi “Kalp ile îman” söylemi çıkmıştır. ↪ Şayet orucun illeti, Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’in şu hadisine “Oruç tutunuz ki sıhhat bulasınız” dayanarak oluşturulan anlayış sahih olsaydı, bedenen sıhhatli olan insanlardan orucun düşmesi gerekirdi. İşte bunlar, ibâdetlerde illet aramanın yol açtığı şeylerdir. Nitekim hükümlerin illetlerinin yok olması, hükümlerin de yok olmasını gerektirmektedir. Oysa mesele böyle değildir. Dolayısıyla abdestin, namazın, orucun, zekâtın ve haccın hükümleri tamamen geldikleri şekilde Dîn Günü’ne kadar kalıcı ve dâimîdirler. Şarî’in yani şeriat koyucu olan Allahın ruhsat verdikleri hususlar haricinde fayda, zarar veya çıkar hiçbir şekilde bu hükümlere etki edemez. Dediğimiz gibi ibadetlerde İLLET aramanın caiz olmadığı gibi yine ibadetlerde HİKMET'te aramak caiz değildir şu kadar ki Allah Azze ve cellenin kuran ayetlerinde bize ibadetlerdeki hikmetlerle alakalı bize bilgi verdiği kadarıyla yetiniriz Bu nedenle nassın sınırında durmak gerekir. Nitekim aklın Allah’a karşı iftira etmesi haramdır. Çünkü akıl, Allah’ın zâtını idrâkten âciz olduğu gibi O’nun hikmetini idrâkten de âcizdir. Öyleyse insan aklı, teşriin hikmetini öğrenmeye çalışmasın! Ancak nassın bunu zikretmesi müstesna. Yani teşriide hikmet zikredilmesiyle, nassın getirdiği üzerine kıyas yapılmaz. Hiçbir şekilde de akli hikmet aranmaz. Işte bütün ibadet hükümleri de böyledir.1-dot
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
Umut biz Müslümanlarız, farkında mısınız?, Hamza ER, Küre Medya, Bu küreye dair ne varsa...
Bizim malzememiz mazlumiyetimiz değil, geleceğe ilişkin projelerimiz olmalıdır. Toplumu inşa edecek, zihinleri, tasavvurları değiştirecek projeler olmalıdır bunlar. *** İşte o fikir burada. EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE,DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den.htmlBağlantıTakvimler, işlerimizi, çalışmalarımızı programlamamızı sağlar. Aynı zamanda her geçen süre, kişinin durumuna göre kaybedilen, boşa geçen bir yıl veya geleceğe umut taşıyan bir zaman süreci olarak değerlendirilir.Bugün, içerisinde
Böylece ibadetin hududunu daraltmış oluyorlar. Hz. H û d bunları değil aksine bütünüyle hayat nizamını kastediyordu. Her türlü hayat problemlerinde Allah’tan başkasının yardımını isteyip, bir takım putlardan medet ummak olarak anlıyordu. Halbuki H û d peygamberin kavmi bu fiil yüzünden helâk olmayı haketmişlerdi. Bu yüzden hem dünyada, hem de âhirette lanete müstahak olmuşlardı Ve bunların sebebi sadece belirli ibadeti ve âyin şekillerinde Allah’tan başkasının huzurunda durmak değiİdi. Hz. H û d ’un kavmini kurtarmak üzere geldiği bir çok şirk çeşitlerinden sadece birisiydi bu ibadetin dar mânası. Fakat onların asıl helâkini gerektiren kötü fiilleri ve her inatçı zorbanın buyruğuna uymalarıdır: “O da Ad kavmi, Rablerinin âyetlerini bile bile inkâr ettiler, peygamberlerine isyan edip her inatçı zorbanın emrine uymalarında ortaya çıkar. Bunlar hakkında doğru söyleyenlerin en doğru sözlüsü... Rablerinin âyetlerini bile bile inkâr etmeleri peygamberlerine isyan edip her inatçı zorbanın emrine uymalarında ortaya çıkar. Bunlar aslında ayrı ayrı şeyler değildir. Aynıdır hepsi de. Ne zaman bir kavim Allah’a isyan eder ve peygamberler tarafından belirtilen İlâhî şeriatın emirlerini dinlemezse... Allah’a kul olacaklarına putlara ve şeytanlara kul olurlarsa o zaman Rablerinin âyetlerini bile bile inkâr . etmiş olurlar. Peygamberlerine de isyan etmiş olurlar. Ve böylece islâmdan çıkıp şirke girmiş olurlar. Daha önce de belirttiğimiz gibi yeryüzünde başlayan ilk dinî hareket islâmdır. Cennetten yeryüzüne inen Adem peygamber İslâmî getirmiştir. Ve onunla yeryüzünün halifesi olmuştur Hz. N û h onunla gemiye binmiş ve inişinde dünyaya onu getirmiştir. Böylece haketmiştir yeryüzünün halifeliğini... Ondan sonra insanlar islâmdan çıkmış, cahiliyete girmişler ve bunun üzerine yeni bir davetçi gelmiştir onları İslama çağıran... Ve böylece ta günümüze kadar İslâm cahiliyet çatışması süregelmiştir... Vakıa şayet ibadetin hakikî mânası belirli ibadet şekilleri ve âyinleri olsaydı bunca risalet ve resuller kafilesi çabalayıp durmazlar, Allah elçileri bu kadar yorularak alın teri dökmezler ve meşakkatlere tahammül etmezlerdi... Zaman tarih boyunca inanmış insanlar bunca musibetlere katlanmazlardı... Bütün bu ağır ve pahalı bedeli ödemeyi gerektiren, maşakkatlere acı ve ıztıraplara katlanmayı icabettiren şey insanları insanlara kul olmaktan kurtarıp yalnız ve yalnız Allah’a kul etme ve her şeyde Allah’ın buyruğunu dinleyip dünya ve ahiretle ilgili hayat prensibini Allah’tan alma hususudur... Bunun için katlanılmıştır bunca acıya ve ıztıraba. Allah'ın birliği, Rububiyetin birliği, hakimiyetin birliği, teşri kaynağının birliği, hayat nizamının birliği, umumi mânada insanların bağlandığı dinlerin birliği... Evet işte bütün Resulleri bunca acı ve eziyetlere dayanmaya sevkeden faktör bu birliğin teminidir. Yoksa Allah’ın hâşâ bunlara ihtiyacı yoktur. Allah şüphesiz bütün âlemlerden müstağnidir... Ancak insanlığın hayatı bu birlik (tevhit) olmadan insana yaraşır bir hayat olamaz. *********************** http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb ******************************************* Doğru istikameti takip edemez, yaşanmaya değer bir hayat tarzı olamaz. Bu birliğin hudutsuz şekilde tesirleri vardır insan hayatı üzerinde. (Bu hususu inşallah sûrenin son kısmında daha geniş olarak ele almaya çalışacağız.) II — Bir de H û d (A.S.) un kavmine açıkladığı gerçekler üzerinde dikkatle durmak istiyoruz. H û d peygamber kavmine diyordu ki: “Ey kavmim, Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O na tevbe edin ki, size gökten bol bol yağmur göndersin, kuvvetinize kuvvet katsın. Suçlu olarak dönmeyin”... Bu gerçek aynıyle sûrenin giriş kısmında Hz. Peygamberin daveti sadedinde zikredilen gerçekler. Âyetleri kesin kılınmış sonra da Hakim ve Habîr olan Allah tarafından açıklanmış olan kitabın muhtevası üzerinde durulurken kullanılan ifadelerin benzeri: “Hem Rabbinizde; mağfiret dileyin, sonra O’na tevbe edin ki belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin. Her fazilet sahibine hakettiğini versin. Eğer yüz çevirirseniz o zaman ben başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkarım.”... Bu gerçek aslında beşer hayatındaki imanı değerlerle pratik değerler arasındaki ilgiyi ifade eder. Kâinat kanunlarının ve onların mahiyetlerinin bu dinin ihtiva ettiği gerçekle olan alâkasını izah eder. Bu gerçeğin aydınlatılması ve açığa çıkarılması gerekir elbette. Bilhassa dünya hayatının dış görünüşünü bilenlerin ruhunda bu gerçeğin aydınlığa kavuşması lâzımdır. Henüz ruhi berraklığa ulaşamamış veya en azından bunlar arasındaki alâkanın mahiyetini kavrayamamış kimselerin bu gerçeği apaçık öğrenmeleri şarttır. Bu dinin geliş sebebini teşkil eden hak ile Allah’ın ulûhiyetinde tecelli zemini bulan ve göklerle yerin yaratılış sebebini teşkil eden hak arasında biç bir ayrılık yoktur. Kâinat kanunları ve ezeli prensibler şeklinde beliren gerçekler arasında en ufak bir ayrılık söz konusu değildir. Çok kere Kur’an’ı Kerim Allah’ın ulûhiyetinde ortaya çıkan hak ile göklerin ve yerin yaratalışında beliren hak arasında münasebet kurar. Yalnız ve yalnız Allah’a bağlanmak şeklinde beliren hak ile hesap günü ve dünyada yapılan iyilik ve kötülüklerin tartıldığı gündeki yalnız Allah’ın buyruklarına boyun eğme esnasında ortaya çıkan hak arasındaki münasebeti birbirine bağlar. İşte buna birkaç misâl: Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık. Eğlenme dileseydik bunu yapacak olsak, şanımıza uygun şekilde yapardık. Ama yapmayız; gerçeği batılın başına çarparız, onun beynini parçalar; böylece batıl ortadan kalkar. Allah’a yakıştırdığınız vasıflardan ötürü yazıklar olsun size! ******************** https://www.youtube.com/watch?v=oFdrMcmIRnY&list=PLr342JFErS74PD1gdrTSqmdDze38nBN9_&index=5 ********************** Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Katında olanlar O’na kulluk etmekten çekinmezler ve usanmazlar. Gece gündüz, bıkmadan teşbih ederler. Yeryüzünde edindikleri tanrılar mı, onlar mı ölüleri diriltecekler? Eğer yerle gökte Allah’tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de bozulurdu. Arşın Rabbi olan Allah, onların vasıflandırmalarından münezzehtir. O, yaptığından sorumlu değildir, onlar ise sorumlu tutulacaklardır. O’nu bırakıp tanrılar mı edindiler? De ki: “Kesin delilinizi getirin. İşte benim ve ümmetimin kitabı ve benden öncekilerin kitapları.” Hayır; onların çoğu gerçeği bilmez de yüz çevirirler. Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz her peygambere: “Benden başka tanrı yoktur, bana kulluk edin” diye vahyetmişizdir.” ” “Ey İnsanlar! öldükten sonra tekrar dirilmekten şüphede iseniz bilin ki, ne olduğunuzu size açıklamak için, biz sizi topraktan,sonra nutfeden, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra da hilkati belli belirsiz hır çiğnem etten yaratımışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız; sonra sizi çocuk olarak çıkartırız, böylece yetişip erginlik varırsınız. Kiminiz öldürülür, kiminiz de ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki, bilirken bir şey bilmez olur. Yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır, her güzel bitkiden çift çift yetiştirir. *************************** http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/element-nedir-elementin-ozellikleri.html ************************************* Bunlar, yalnız Allah'ın gerçek olduğunu, ölüleri dirilttiğini, gücünün herşeye yettiğini, şüphe götürmeyen kıyamet saatinin geleceğini, Allah’ın kabirlerde olanı kaldıracağını gösterir.” “Bu, kendilerine ilim verilenlerin Kur’an’ın Rabbinden bir gerçek olduğunu bilip de ona inanmaları ve gönüllerini bağlamaları içindir. Allah inananları şüphesiz doğru yola eriştirir. inkâr edenler ceza saati kendilerine ansızın gelene veya gecesi olmayan günün azabı çatana kadar Kur’an’dan şüphe etmekte devam ederler. İşte o gün hükümranlık Allah'ındır. Aralarında hükmeder. İnanıp sâlih amel işleyenler nimet cennetlerindedirler. inkâr edenler, âyetlerimizi yalanlayan kimseler, işte onlar için hakîr düşüren azap vardır. Allah yolunda hicret edenlere, sonra öldürülen veya ölenlere Allah elbette onlara güzel bir rızık verecektir. Rızık verenlerin en hayırlısı yalnız Allah’tır. ************* http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2013/10/rizik-rizik-deyip-butun-enerjinisini-bu.html?spref=fb ************************************** And olsun ki, onları hoşnut olacakları bir yere koyar. Şüphesiz Allah Alim’dir, Halim’dir. Bu böyledir; kim kendisine verilen kadar ceza verirse ve kendisine yine de saldırılırsa, Allah ona, and olsun ki yardım edecektir. Allah şüphesiz, affeder ve bağışlar. Böyledir; Allah geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye kadar ve Allah şüphesiz işitir ve görür. Keza, hak yalnız Allah’tır; O’nu bırakıp taptıkları sadece batıldır. Doğrusu Allah yücelerin yücesidir. Allah'ın gökten indirdiği su ile yerin yemyeşil olduğunu görmezmisin? Doğrusu Allah Lâtifdir, Habîr’dir.1-dot
2 Fotoğraf2 Fotoğraf
5*kısım*35*39 dakika arasında. ONUN KADERİNİ SENİN HAREKETLERİN BELİRLEYECEK.SENİN KADERİNİDE ONUN HAREKETLERİ BELİRLEYECEK. “Kadere” gelince: İster insana egemen olan dairede meydana gelen olaylar olsun, ister insanın egemen olduğu dairede meydana gelen olaylar olsun, eşyadan, insan hayat ve kâinat maddesinden oluşan ve eşya üzerinde meydana gelen fiillerdir. Bu fiiller bir sonuç olarak ortaya çıkar. Yani bu tür fiilin varlığından bir işin ortaya çıkması gerekir. İşte burada şöyle bir soru gündeme gelmektedir: İnsanın eşyalarda ortaya çıkardığı özellikleri insanın kendisi mi yaratıyor yoksa eşyaları yarattığı gibi eşyalardaki özellikleri de Allah Sübhanehu ve Teâla mı yaratıyor? İnsanın eşyada ortaya çıkardığı özellikleri dikkatlice inceleyen kimse bunların insanın fiili olmayıp eşyanın özelliklerinden olduğunu fark eder. Eşyanın kendisine ait özelliklerinden bir özellik olmadıkça insanın bir özelliği yaratamaması, eşyalardaki özellikleri insanın yaratmadığının delilidir. Eşyaların kendisine ait olmayan veya kendisinde bulunmayan bir özelliğin insanın isteği ile ortaya çıkması mümkün değildir. Bu nedenle bu işler insanın fiilleri olmayıp eşyanın özellikleridir. Hem eşyaları hem de eşyalardaki özellikleri, takdir ettiği bu özelliklerin dışına çıkamayacağı şekilde yaratan Allahu Teâla'dır. Hurma çekirdeğinde elma değil, hurma bitme özelliği vardır. İnsan menisinde hayvan değil insanın meydana gelmesi özelliği vardır. Allah Subhenehû ve Teala eşyalarda da belirli özellikler yarattı. Ateşte yakma, odunda yanma, bıçakta kesme özelliğini yaratan ve her şey için aksi yönde hareket edemeyeceği, varlık nizamına göre hareket etmesini sağlayan kanunları koyan Allahu Teâla'dır. Allah Subhenehû ve Teala’nın eşyalar için takdir etmiş olduğu bu özelliklere ters düşen olayların eşyalarda görülmesi harikulade/olağanüstü bir olay sayılır. Böyle bir olay da ancak peygamberlerde görülür ki bu da onlara verilmiş mucizelerdir. Allah Subhenehû ve Teala, eşyalarda belirli özellikleri yarattığı gibi insanda da içgüdüleri ve uzvi ihtiyaçları yaratmış, eşyalarda bulunan özellikler gibi içgüdü ve uzvi ihtiyaçlara da muayyen özellikler vermiştir. Nevi içgüdüsünde meselâ cinsî meyil özelliğini, beka içgüdüsünde meselâ mülk edinme özelliğini, uzvi ihtiyaçlarda meselâ açlık özelliğini yaratmış ve bu özellikleri varlık kanununa göre insan için gerekli kılmıştır. İşte, Allah Sübhanehu ve Teâla'nın hem eşyalarda yaratmış olduğu belirli özellikler hem de insanda yarattığı içgüdülere ve uzvi ihtiyaçlara "Kader" ismi verilir. Çünkü eşyaları, içgüdüleri ve uzvi ihtiyaçları yaratan ve onlara belirli özellikler veren Allahu Teâla'dır. İnsandaki şehvet duygularının kabarması, gözünü açtığında görmesi, yukarıya atıldığında taşın yukarıya doğru gitmesi, aşağıya doğru atıldığında inmesi gibi fiillerin hiçbiri insanın fiili değildir. Bunların hepsi ancak Allahu Teâla'nın eşyaları bu halde yaratmasının yani eşyayı ve eşyalardaki belirli özellikleri yaratmasının bir sonucudur. Bu nedenle özellikler insandan değil Allahu Teâla'dandır. Bunların meydana gelmesinde kulun kesinlikle herhangi bir rolü yoktur. İşte, "Kader" budur. Bu açıklamalara göre, "Kaza ve Kader" konusunda "Kader" diye insanın eşyalarda ortaya çıkardığı özelliklere denir. Bu nedenle insanın, eşyalarda takdir edilen özellikleri Allah Sübhanehu ve Teâla'nın yarattığına iman etmesi gerekir. ***************** İNSANIN EŞYA OLUŞUNUN DELİLİ. ********************** EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE,DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://ateistcaps.blogspot.nl/2015/01/tanrinin-varliginin-kanitlanmasinda.html http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/onun-kaderini-senin-hareketlerin.html1-dot
SORUYU BÜTÜN YARIŞMACILAR BİLEMEDİ
SORUYU BÜTÜN YARIŞMACILAR BİLEMEDİVideoSORUYU BÜTÜN YARIŞMACILAR BİLEMEDİ
"VAHDETİ VÜCUT FELSEFESİ": "NEW AGE FELSEFESİ"1-dot
"VAHDETİ VÜCUT FELSEFESİ": "NEW AGE FELSEFESİ" Bugün "New Age Dini(Yeni Çağ Dini)'', dünyada gittikçe yaygınlaştırılan bir "lego dini"d...Bağlantı"VAHDETİ VÜCUT FELSEFESİ": "NEW AGE FELSEFESİ" Bugün "New Age Dini(Yeni Çağ Dini)'', dünyada gittikçe yaygınlaştırılan bir "lego dini"d...
Bugün
ÂD KAVMİ 50 — Ad kavmine de kardeşleri Hûd’u gönderdik. O da: “Ey kavmim” dedi, “Allah’a kulluk edin, ondan başka ilâhınız yoktur. Yoksa sadece yalan uyduran kimseler olursunuz. 51 — Ey kavmim, ben sizden bunan için bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız beni yaratana aittir. Aklınız ermiyor mu? 52 — Ey kavmim Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O’na tevbe edin ki, size gökten bol bol yağmur göndersin, kuvvetinize kuvvet katsın. Suçlu olarak dönmeyin.”™ H û d (AS.) da Ad kavmindendi. Kardeşleriydi onların. Onlardan biriydi. Bir kabilenin fertlerini birbirine bağlayan akrabalık bağıyla bağlıydılar birbirilerine... Burada Âyeti kerimenin metninde bu akrabalık hususu özellikle yer alıyor. Çünkü bu bağdı anları birbirine bağlayan ve bu bağ sayesinde kardeşler arasında yardımlaşma, dayanışma, dostluk, sevgi ve şefkat duyguları teessüs ediyordu. Ve böylece onların kardeşlerine karşı yaptıkları hareketler çirkin ve kötü bir hareket olarak ortaya çıkıyor. Sonra da kardeşler arasında akide yüzünden ayrılıklar zuhur ediyor. Böylece Âyeti kerime akide kardeşliği kesilince kan kardeşliğinin de kesintiye uğrayacağını göstermek istiyor. Ve islam cemiyetindeki akrabalık bağları ve münasebetleri açıklanmış oluyor... Bu dinin hareket metodu ve tabiatı böylece tebeyyün ediyor. Allah yoluna davet hareketi başlarken peygamber ile kavmi arasında en ufak bir şey bulunmuyor. Kan, soy, ırk ve akrabalık bağıyle sıkıca bağlanmışlar birbirilerine... Sonra aralarında ayrılık baş gösteriyor. Bir kavimden iki ümmet çıkıyor ortaya. a — islam ümmeti. b — Putçular milleti... *************************************************************** Ve aralarında kesin bir ayrılık başgösteriyor... Bu ayrılık esasına göre Allah’ın vaadi tahakkuk ediyor ve mü’minler muzaffer, müşrikler helÂk oluyor... Bu kesin ayrılık olmadan, saflar birbirinden tefrik edilmeden, peygamberle peygambere uyanlar kavimlerinden ayrılmadan, yakınlar ve tanıdıklar arasındaki münasebet akide gerçeği etrafında teşekkül etmeden bu vaadi İlâhî tahakkuk etmiyor... Kavimden ve akrabalardan geçmeden yalnız ve yalnız Allah'ın velâyetine sığınıp Allah’a bağlı bulunan İslâm karargâhına teslim olmadan, kullara kul olmaktan çıkıp bir tek Hakka kul olmadan... Allah'ın bu yüce vaadi gerçekleşmiyor bu ayrılık olunca... İşte o zaman — önce değil— Allah'ın nusreti gelir ve mü’minler muzaffer olur...************************************ “Ad kavmine de kardeşleri Hud’u gönderdik.” Bir önceki kıssada N û h peygamberi kavmine gönderdiğimiz gibi onu da kavmine gönderdik. “O da: “ey kavimin” dedi.”... Bu sevimli ifade ile, onları birbirine bağlayan bu bağ ile hitap etti... Belki bu ifade anların duygularını harekete getirir de Hz. Hûd ’un getirdiği gerçeklere bağlanırlar diye böyle sevimli bir ifade kullanılıyor, önderler şüphesiz ki arkadaşlarına yalan söylemezler... öğüt veren kimseler kendi kavimlerine hile yapmazlar. “Allah’a kulluk edin, O’ndan başka ilâhınız yoktur. Yoksa sadece yalan uyduran kimseler olursunuz.”... Her peygamberin söylediği söz bu. Hz. N û h ile birlikte gemide bulunup ta ondan sonra doğru yoldan ayrılmış olanlara böyle seslenmişti Hz. Hûd. Belki de bunların inhiraf edişi Hz. N û h ile birlikte gemiye binen imanlı azınlığın hatırasına aşın derecede hürmet göstermeleri sebep olmuştur. Bu saygı zamanla daha da artarak birkaç nesil sonra onların Kutsi hatıraları dağlarda ve taşlarda aranmaya başlandı. Faydalı şeylerde hep o kimselerin ruhlarının varlığı kabul edildi. Sonra bu kutsal şeyler değişerek birer tanrı şekline büründüler. Bir müddet sonra da bu uydurma tanrılara ibadete çağıran kâhinler ve din adamları ortaya çıkıp onların adına mabetler inşa ettiler Ve işte böylece çok çeşitli cahiliyet hayatı baş gösterdi. Şu halde sapıklık tevhit akidesinden çıkmak üzere atılmış bir adımdır. Sonra bu adım genişleyerek çeşitli cahiliyet şekilleri ortaya çıkar. Halbuki tevhit akidesi hiç bir şekilde Allah’tan başkasına kutsiyet izafe edilmesini kabul etmez. Allah'ın dininden başka dine müsaade etmez... Sapıklık yavaş yavaş atılan bir adımla başlar, zamanla o bir adımı birçok adımlar takip eder... Nereye varacağını Allah’tan başka kimsenin bilemiyeceği cahiliyet sapıklıkları doğar... Her ne şekilde olursa olsun Hûd peygamberin kavmi putperest idi. Allah’tan başkalarına tapınıyordu. İşte görüyorsunuz ki, Hz. Hûd onları her peygamberin davet ettiği çağrı ile çağırıyor... “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, O’ndan başka ilâhınız yoktur. Yoksa sadece yalan uyduran kimseler olursunuz.”... Allah’tan başkasına kulluk ederek ve O’ndan .başkasına tapınarak Allah’a karşı yalan uydurursunuz. Hz. H û d bilhassa kavmine getirdiği davetin saf ve temiz olduğunu, doğrudan doğruya öğüt vermeyi hedef aldığını ve bunun dışında hiç bir gayesinin bulunmadığını, yaptığı davet ve nasihatlardan ücret istemediğini dikkatle belirtiyor. O’nun mükâfatının kendisini yaratan Allah’a ait olduğunu ve O’nun kefâleti altında bulunduğunu bildiriyor: “Ey kavmim* ben sizden bunun için bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız beni yaratana aittir. Aklınız ermiyor mu?”... “Sizden bunun için bir ücret istemiyorum” diye iş’ar etmesi bir ithama mebnidir. Veya yaptıklarının mukabilinde bir ücret talebettiği, yahut mal kazanmak istediği hususundaki bir ithama telmih etmek için bu ifadeyi hemen önce belirtiyor. Ayni âyetin sonunda da “Aklınız ermiyor mu?” deniliyor. Maksat onların durumunun tuhaflığını belirtmektir. Onlar sanıyorlar ki, Allah tarafından gönderilen bu peygamber insanlardan mal ve mülk talep edecektir. Halbuki onu gönderen Allah rızkını da verir. Binaenaleyh onların böyle düşünmeleri acayiptir. Sonra Hz. H û d onları tevbe ve istiğfara davet ediyor. Sûrenin başında peygamberlerin hatemi olan Hz. Muhammed Mustafa ’nın dilinden ifade edilen bir husus burada da tekrar ediliyor. Hz. H û d ’da burada ondan binlerce sene evvel Hz. Mühimmed ’in söylediği ve vaadettiği şeylerin aynısını söylüyor ve vaad-ediyor. “Ey kavmim, Rabbinizden mağfiret dileyin sonra O’na tevbe edin ki sise bol bol yağmur göndersin, kuvvetinize kuvvet katsın. Suçlu olarak dönmeyin.”... Durumunuzdan ötürü tevbe edin Allah’a. İstiğfarla bu yepyeni yola gelin. Niyetinizi tasdik eden bir amelle Hakka yönelin: “Ki size bol bol yağmur yağdırsın.”... Onların çok ihtiyacı vardı yağmura. Çünkü tarımla uğraşıyorlardı. Çölde yaşayan hayvanlarının sulanması lazımdı. O bölgede yağış olmayınca çoraklık ve verimsizlik beliriyordu. Bundan korunmak için yağmura muhtaç idiler. “Kuvvetinize kuvvet katsın.”» Dilemekte olduğunuz kuvveti versin size. “Suçlu olarak dönmeyin”» Yalanlayıcılık ve döneklik suçunu işlemiş olarak dönmeyin. Burada yapılan vaadlere baktığımız zaman görürüz ki, bu vaad ler tamamen yağmurun indirilmesi ve kuvvete kuvvet katılması gibi Allah'ın belirli kainat kanunlarına göre cereyan eden şeylerdir. Allah tarafından bu varlıklar âlemine konulmuş ve tabiatı hâliyle meşiyyetine uygun olarak tecelli eden şeylerdir. Şu halde tevbe ve istiğfar ile bunların ne gibi bir ilgisi olabilir?... Kuvvetin artırılması konusu biraz daha akla yafan ve kolay olacak cinsten bir şey. Hattâ olabilir de. Çünkü temiz kalb ve ameli sâ-lih tevbe ederek iyi amel işleyen kimseleri kuvvetlendirebilir. Bedenlerinin gücünü artırır. Sıhhatlerini temin eder. Çünkü aşırı derecede yemezler ve anormal hareketler yapmazlar. Vicdan huzuruna sahip.olduklarından, sinirleri sakin olur, Allah’a güvenerek huzur ve güven içerisinde bulunurlar.. Bu her an olabilir. Cemiyette sağlıklı insanlar çoğalabilir. Çünkü bütün insanları hür olarak Allah’tan başkasına ibadet köleliğinden kurtaran Allah'ın dini sağlam bir cemiyet yapısı kurar. Herkesin faaliyetini serbest bırakarak yeryüzünde hilafet vazifesini deruhde etmelerini sağlar. Bir takım yapma ve uydurma tanrılara kul olup onlar için yapılan merasimlere katılmaktan defler çalarak onlar adına buhurlar dağıtmaktan, gece gündüz demeyip âyinlerle insan fıtratını öldürüp mahvetmekten korur. Şunu da hiç bir zaman için akıldan çıkarmamalıdır ki, yeryüzü tanrıları ve onlara hizmet eden rahipler ve salikler her zaman gerçek tanrıya mahsus olan ilim, irade, kudret sıfatları gibi sıfatları kullanırlar. Kahhar sıfatını var güçleriyle çalıştırırlar. Çünkü insanları zorla kendi yollarına çekmek isterler. Tanrı olan zatta herkesi kendisine boyun eğdiren ulûhiyet vasfı bulunmalıdır tabiatiyle. Bunun için de rahiplerin ve mabed bekçilerinin haddinden fazla çaba sarfetmesi gerekir. Buna karşılık olarak tek Allah’a inananlar da yeryüzünün iman ve hilafet vazifesinin ifası için son derece çaba sarfetmeleri gerekir. Yeryüzü tanrılarının kulları bu sahte tanrılar için ayinler icra eder, orglar çalar, dualar yapar ve buhurlar yakarken gerçek tanrının kulları da yeryüzünün iman için çalışmalıdırlar. ****************************************Bu gün 2017. https://www.youtube.com/watch?v=oFdrMcmIRnY&index=5&list=PLr342JFErS74PD1gdrTSqmdDze38nBN9_ ************************************************* Bazan olur ki, Allah'ın şeriatını tatbik etmeyenler, gönüllerinde hakka yer vermeyenler güçlü kuvvetli olurlar. Ne var ki, onların gücü ve kuvveti gelip geçicidir. Her şey Allah’ın değişmez kanunlarına uyarak bir gün kesin sonuca vardığı zaman hiç bir köklü esasa istinat etmeyen bu kuvvetler ve güç kaynakları tarumar olur gider. Onlar temelli bir esasa istinat etmek yerine Allah’ın kâinatta vaz ettiği kanunlardan sadece birisine dayanmaktadırlar. Ya çalışma prensibine, ya nizam ve intizam prensibine veya üretim prensibine istinat etmektedirler. Bunlar ise yalnız başına hiç bir değer ifade etmezler. Çünkü sürekli değildirler. Bir zaman sonra toplum hayatı bozulup, şuur dünyası yıkılınca onlar da kökten yıkılır giderler... Bol bol yağmur gönderilmesi meselesine gelince... Bizim bildiğimiz kadarıyla yağmur Allah’ın kainata vazettiği belirli ve sabit kanunlara göre yağar. Fakat bu tabii kanunların cereyanı yağmurun bazı kere öldürücü ve mahvedici olmasını bazı kere de canlandırıcı ve hayat kaynağı olmasını engellemez elbette. Yine takdiri İlâhî gereğince yağmurun bir kavim için ölüm ve felâket kaynağı, bir kavim için de hayat ve saadet kaynağı olmasına mani değildir. Olabilir ki, Allah tabii kanunlar vasıtasıyle hayır müjdesini de gönderir, şer haberini de. Çünkü bu kanunları ve faktörleri yaratan Allah’tır. Her halükarda bu kanunlarını harekete geçirmek için onların sebeplerini de yaratan yine Allah’tır... Bunun gerisinde sebep ve hadiseleri tasarruf eden engin meşiyyeti ilâhi kalıyor ki, bu da O’nun iradesi ve meşiyeti dahilinde olan bir şeydir. Ne zaman ve nasıl isterse takdiri İlâhi yerini bulur. Ve bu, göklerde ve yerde bulunan hak gerçeğine göre tahakkuk eder. İnsanların umumiyetle alışageldikleri kanunlara ve âdetlere uymaz... İşte H û d (A.S.) un daveti bundan ibaretti. Bu davetten anlaşıldığına göre Hz. H û d bunun yanısıra bir mûcize getirmemişti... Bunun sebebi de çok yakın zaman da Hz. N û h ’un geçmesi olabilir. Helkesin hatırasında O’nun mûcizeleri yer etmiş, dillerinde O’nun harikaları dolaşmıştı. Bir başka surede onların bu durumu der hatır edilmiştir. H û d (A.s.) un kavmine gelince onlar, binbir türlü tahminler yürütmüşlerdir.. 53 — Onlar dediler ki: “Ey H û d, sen bize apaçık bir burhanla gelmedin. Senin sözünden dolayı ilâhlarımızı terketmeyiz ve sana inanmayız. 54 — Bir kısım ilahlarımız seni çarpmıştır demekten başka bir şey demeyiz. Dedi ki: “Ben doğrusu Allah’ı şahit tutuyorum, siz de şahit olun ki, Allah’tan başka şirk koştuğunuz şeylerden uzağım.”— Onların ruhlarındaki sapıklık derecesi bu hadde kadar varmıştı. Hz. H û d ’un hezeyana —hâşâ— kapıldığını zannedecek kadar sapılmışlardı. Çünkü tanrılarından birisinin Hz. H û d ’a kötülüğü* nün dokunduğunu ve sapıttığım sanıyorlardı: “Ey Hûd sen, bize apaçık bir bürhanla gelmedin.”— ************************************************* DİKKAT SEN BU GÜN PEYGAMBERLERDEN DAHA TOLERANSLI,AVANTAŞLISIN.2017 NESLİ. SON TEKNOLOJİ VE İLİMİN DOĞRULTUSUNDA YARATICININ VARLIĞININ İSPATI. (2017) https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=231537960630946&id=100013242319421 ******************************************************* Halbuki tevhid inancının bürhanlara ihtiyacı yoktur. Yeter ki. yöneliş ve düşünce olsun kendilerinde. Fıtratlarındaki selim mantığı çalıştırıp, vicdanlarının derinliklerini yoklayabilsinler. *********************** Eşyadaki özelliğe bakabilsinler.******** http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den_16.html ******************** “Senin sözünden dolayı ilâhlarımızı terketmeyiz.”... Yani sadece sen böyle söyledin diye asılsız sözlerine uyup tanrılarımızı bırakmayız. “Ve sana inanmayız”... Sana uyup tasdik etmeyiz seni Senin yaptığın bu daveti tanrılarımızdan birisinin gazabına uğradığından dolayı hezeyana kapılmış olmanla yorumluyoruz. İş bu noktaya varınca artık Hz. H û d ’a meydan okumaktan başka bir şey kalmıyor. Yalnız ve yalnız Allah’a yönelip O’na dayanmaktan başka yapacağı bir şey yok. İhtar edecek, korkutacak ve yalanlayanların akibetini hatırlatacak. Kavim ile kesin bir ayrılık içine girecek ve şayet gittikleri sapık yolda ısrar edecek olurlarsa onlarla ilişkisini kesecek. Başka yapacağı bir şey yok: “Dedi ki: Doğrusu ben Allah’ı şahit tutuyorum. Siz de şahit olun ki, sizin Allah’tan başka şirk koştuğunuz şeylerden uzağım 55 — Hepiniz birlikte tuzak korun hana, sonra da hiç müsaade etmeyin. 56 — Ben sadece benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a dayanıp güvendim. Yürüyen hiç bir canlı yoktur ki, O alnından tutmasın. Elbette doğru yoldadır benim Rabbim. 57 — Yüz çevirirseniz bilin ki, ben size neyi bildirmek için gönderilmişsem onları bildirdim. Rabbim yerinize sizden başka bir milleti de getirebilir. Ve siz O’na bir şey yapamazsınız. Doğrusu Rabbim her şeyi hakkıyle koruyandır.”— Bu hareket doğrudan doğruya kavmiyle dan münasebetini kesmek içindir. Halbuki daha önce onların içinden birisi, bir kardeşleri idi. *************************************** DİKKAT SEN BU GÜN PEYGAMBERLERDEN DAHA TOLERANSLI,AVANTAŞLISIN.2017 NESLİ. SON TEKNOLOJİ VE İLİMİN DOĞRULTUSUNDA YARATICININ VARLIĞININ İSPATI. (2017) https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=231537960630946&id=100013242319421 ************************ *********************** Eşyadaki özelliğe bakabilsinler.******** http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den_16.html ********************
3 Fotoğraf3 Fotoğraf
Başkalarının kuyruğu ve izleyicisi olmamalıdırlar... Buradan da anlaşılıyor ki, H û d (A.S.) ile kavmi arasındaki ana dâva yalnız ve yalnız Allah’ın ulûhiyeti ve Rububiyeti dâvası idi. Hakimiyet ve emre ittiba meselesi idi. Yani buyruklarına uyulacak Rabbin kim olacağı hususuydu. Bu husus Hakteâlânın şu mübarek kavlinden anlaşılıyor: “Bu  d kavmi Rablerinin âyetlerini bile bile inkâr ettiler. Peygamberlerine isyan ettiler ve her inatçı zorbanın emrine uydular.”... Demek ki suçları, peygamberlerin emrine isyan edip zorbaların buyruğuna uymaktır. Zaten cahiliyet ile İslâm arasındaki yolların ayrılış noktası da burasıdır. Küfür ile iman bu noktada ayrılır birbirinden. Her peygamber ve her risalette böyledir bu. Buradan da anlaşılıyor ki, tevhit davetinin asıl konusu ve üzerinde en çok durduğu husus, Allah’tan başkasının buyruğuna uyma ve zalim diktatörlerin sultasına karşı direnme hususudur. İnsanın şahsiyetini ayaklar altına alan, hürriyetini yok eden mütekebbir diktatörlüğün buyruğuna uymak öyle bir suç, öyle bir şirk, öyle bir küfürdür ki, bu noktalarda umursamazlık gösterenler yok olup gidecekleri gibi dünya ve ahirette de korkunç azaba müstahak olacaklardır... Allah insanları hür olarak yaratmıştır. Hiç bir kula kulluk edip hürriyetlerini yok etmemeleri için yaratmıştır. Bir diktatörün, bir despotun, bir zalimin veya mütekebbir bir liderin, bir devlet adamınının buyruklariyle hürriyetlerinden vaz geçmemeleri için yaratmıştır. Zaten insanın şerefli oluşunun sebebi de budur. İnsanlar hürriyetlerini korumazlarsa Allah indindeki şeref ve haysiyetlerini de yitirirler. Bir daha da kurtulamazlar. Allah’tan başkalarının dinine ve buyruğuna uyan insanların insanlık şeref ve haysiyetleri kalmaz ve böyle fertlerden müteşekkil topluluklarda hak ve hürriyetten söz edilmez. Allah’ın dininden başka dinlere uyanların ve Haktan başkasına kul olanların kulluk ve bağlılıklarını haklı gösterecek hiç bir mazeret bulunmaz. Mağlup olmaları ve yenilgiye düşmüş olmaları Allah’tan başkalarına kul olmaları için yeter bir mazeret değildir. Her zaman ezilenler çoğunlukta ezenler azınlıktadır. Eğer hürriyetlerini elde etmek için savaşsalar veya hürriyetleri uğrunda bazı fedakarlıkları göze alsalar, tanrılık taslayan diktatörlerin karşısına dikilir ve zillet vergisi ödemekten, ırz ve mallarının payimal olmasından kurtulurlar... Ad kavmi helâk olmuştur çünkü her zalim zorbanın buyruğuna evet demiştir. Dünya ve ahirette lanete müstahak olarak helâk olmuşlardır. “Bu dünyada da, kıyamet gününde de lanete uğradılar.”... Hem âyeti kerime onların durumunu ve bu duruma neden düştüklerini belirtmeden işi bitirmiyor. Bilakis durumlarını ve bu duruma düşmelerinin sebeplerini umumi bir ilân şeklinde belirtiyor. Hem de uyarıcı mahiyette ve yüksekten... “Bilin ki, A d kavmi Rablerini inkâr etti.”... Sonra da Allah'ın rahmetinden kovulup uzaklara çok uzaklara gititklerini beyan ediyor: “Ve yine bilin ki, Hûd 'un kavmi A d Allah’ın rahmetinden uzaklaştı.”-. Bu derece açık, kesin ve tekitli olarak... Sanki lânet onların bir Unvanı oluyor da onlar gibi davranan herkes lânete müstahak oluyor: “Ve yine bilin ki Hûd 'un kavmi A d Allah’ın rahmetinden uzaklaştı.”— •• BU KISSANIN İLHAMETTİĞİ GERÇEKLER Kısaca Hûd (AS.) un kavminin kıssasının ilham ettiği gerçekler karşısında bir nebze duralım ve ondan sonra S â l i h peygamberin kıssasına geçelim. İslâm dâvasının seyir çizgisinin bu şekilde geniş olarak Kur’an’ı Kerimde sunuluşunun asıl gayesi; çağlar boyu bu akidenin hareket hattının ve yollardaki işaretlerin belirtilmesidir. Yalnız geçmişteki tarihinin belirtilmesi için değil gelecekteki tarihinin de belirtilmesi içindir... Sadece bu Kur’an ile ilk muhatap olan ve o günkü cahiliyet erbabının karşısına dikilen ilk müslümanların hareket tarzının belirtilmesi için değil her zaman ve her yerde gelen her neslin zamanın sonuna kadar cahiliyete karşı korken hareket tarzını ayarlaması içindir... Ve işte bu Kur’an’ı bu dâvanın ana taktik kitabı olarak önümüze koyan ebedi İslâm davetinin her zaman ve her yerdeki hareket kılavuzu kılan da budur... Burada üzerinde duracağımız hususlara daha önceleri kısa temaslar yaptık. Fakat âyetlerin seyrini iyice izleyebilmek için parça parça zikretmek zorunda olduğumuzdan dolayı burada öz olarak tekrar temas etmek istiyoruz. Çünkü bu hususlar üzerinde* kısa değil hem de çok uzun durmak ve düşünmek gerekir. I — Her peygamberin ve her risalet müessesinin getirdiği sonsuz ve tek dâva üzerinde durmamız gerekir önce. Tevhit dâvası üzerinde... Kur’anı Kerîmin her peygamberin lisanından naklederek anlattığı gibi yalnız ve yalnız tek bir Allah’a kul olma ve yalnız ona ibadet etme hususu üzerinde... “Dedi ki: “ey kavmim, Allah’a kulluk edin sizin ondan başka bir tanrınız yoktur.”... Biz her zaman tek Allah’a ibadet prensibini yalnız ve yalnız Allah’ın dinine bağlanmak olarak tefsir ediyoruz. Dünya ve âhiret ile ilgili her hususta yalnız ve yalnız Allah’ın dinine bağlanmak... İbadet lâfzının sözlük mânası da zaten bunu ifade etmektedir. ( xı ) kelimesinin sözlük anlamı, boyun eğdi, boyun büktü ve bağlandı demektir. ( -ı— j. ) ifadesi ise boyun bükme yolu mânasına gelir. ( ,-uc ) terimi ise onun boynunu büktü, eğdirdi demektir. Bu Kur’an ile ilk muhatap olan bir Arap bununla sadece belirli bir ibadet şeklini anlamıyordu. Bilâkis bu Kur’an’a ilk muhatap olduğu Mekke döneminde henüz belli bir ibadet şekli farz kılınmış değildi. Bunun içinde ibadet sözünden; yalnız ve yalnız Allah’ın dinine bağlanmak ve her işte Allah’ın buyruğuna boyun eğmek mânâsım çıkarıyorlardı. Allah’tan 'başkasına her türlü kulluktan kurtulmak mânasını anlıyorlardı. Hatta Hz. Peygamber ibadet kelimesini bizzat tefsir ederek ibadetin belirli bir ibadet şekli olmayıp emre uyma ve ittiba mânasına geldiğini bildirmişlerdir. Hz. Peygamber Hatem oğlu A d i y y ’e yahudi ve hıristiyanların rahiplerini ve hahamlarını Rab edindiklerini söylerken buyuruyor ki: «Hayır... Hahamlar ve rahipler onlara helâl ve haramlar koydular, onlar da bunlara uydular. ********** ŞİRK'İN DEVLET ELİYLE RESMİLEŞTİRİLMESİ.! http://www.dailymotion.com/video/x3qegyd_sirk-in-devlet-eliyle-resmilestirilmesi_lifestyle ********* İşte onların rahiplerine ve hahamlarına ibadeti de böyledir.” İbadet kelimesiyle bildiğimiz ibadet şekillerinin anlaşılmasının sebebi bu ibadetlerin de Allah’ın dinine ve buyruğuna bağlılığın bir nev’i olmasından dolayıdır. Buradaki ibadet terimi mesuliyet anlamına gelmekle beraber ibadetin bütün mânalarını ihtiva etmiş olmaz. Müslümanların ruhunda din ve ibadet kelimeleri aslî anlamını yitirince bazı kimseler insanı müslümanlıktan çıkarıp cahiliyete götüren en büyük unsurun Allah’tan başkalarına bildiğimiz ibadet şekilleriyle tapınmak olduğunu sanmışlardır. Tıpkı putlara tapınırken yapıldığı gibi belirli şekiller ve vaziyetlerle Allah’a kulluktan çıkılacağını sanmışlardır. Ve bu gibi tapınma şekillerinden uzaklaştıkça şirkten ve cahiliyetten uzaklaşacaklarını, tekfiri mümkün olmayan birer müslüman olacaklarını sanmışlardır... Böylece bu tarzda putlara tapınmayanların her türlü müslümanlık haklarından istifade edeceğini kabul etmişlerdir. Onların da ırzlarının korunacağını, mallarının ve canlarının emniyet altına alınacağını sanmışlardır. yanlış bir vehimdir. Sakattır ve hatadır... Hattâ ibadet kelimesinin mânasının ve medlulünü değiştirmektir. Halbuki ibadet mefhumu kişiyi islâma girdirir veya islâmın dışına atar. Bu ifade ile biz her konuda yalnız ve yalnız Allah’ın dinine bağlanıp onun dışındaki her şeyi reddetmeyi kabul ediyoruz. Ve ibadet lâfzının ifade ettiği asıl lügat mânası da budur. Hz. Peygamber de “Onlar, rahiplerini ve hahamlarını Ram edindiler” âyeti Kerimesini böyle tefsir buyurmuşlardır. Şüphesiz ki Kur’an ıstılahlarının tefsirinde Resulullahın tefsirinin ötesinde bir tefsir düşünmek mümkün değildir... 21 Gerek bu tefsirde gerekse bu dinin tabiatı ve hareket metodu hususunda Allah’ın yazmayı nasip ettiği kitaplarımızda bu gerçeği olduğu gibi belirtmeye son derece dikkat gösterdik. 22 Burada Hûd (A.S.) un kıssasında meselenin konusunu tahdit eden, Hûd peygamber ile kavmi arasındaki savaşın mihverini teşkil eden ve İslâm ile cahiliyet arasındaki fasılayı tesbit eden işaretlere rastlıyoruz. Hz. Hûd ’un “ey kavmim Allah’a ibadet ediniz. Sizin O’ndan başka bir tanrınız yoktur.” Sözünün mânasını da bu konu teşkil ediyor. Hz. Hûd kavmine: Ey kavmim! Allah’tan başkasına belirtilen şekilde tapınarak ibadet etmeyiniz demiyor. Bir takım kimseler ibadet mefhumundan sadece belirli şekil ve ayinleri çıkarıyorlar.1-dot
2 Fotoğraf2 Fotoğraf
ÖNEMLİ OLAYLAR: Kişilerin algılaması düzelmeden ortam düzelmez.1-dot
Kişilerin algılaması düzelmeden ortam düzelmez. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/09/kisilerin-alglamas-duzelmeden-ortam.htmlBağlantı
Geçen Hafta
Koklu Degisim - Suskunlugun Krlma Noktas
Allah’ın koyduğu dini, düzeni, yaratılışa uygun özellikleri, kanunları, safiyeti, masumiyeti, yapılan taahhüdü, kurulan düzeni bozarak değiştirecekler.' dedi. ******************************************* 4/NİSÂ-119: 'Onları başlarına buyruk hale getirerek hak yoldan uzaklaşmalarına dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercihlerine imkân sağlayacağım. Mutlaka onları boş kuruntulara sevk edeceğim, kesinlikle onları idare edeceğim, sağmal hayvanların kulaklarını yaracaklar, putlar için bel yapacaklar. Şüphesiz onlara emredeceğim de, Allah’ın koyduğu dini, düzeni, yaratılışa uygun özellikleri, kanunları, safiyeti, masumiyeti, yapılan taahhüdü, kurulan düzeni bozarak değiştirecekler.' dedi. Kim Allah’ı bırakarak kulu durumundaki şeytanı, şeytan tıynetli ahlâksız azgınları, şeytanî güçleri dost, veli, koruyucu edinir, hâkimiyetine girerse, apaçık bir zarara, ziyana uğramış olur.) DEMOKRASİ KÜFÜR NİZAMIDIR. http://www.hicretonline.com/Makaleler/Demokrasi%20Kufur%20Nizamidir.htmBağlantık
(YENİ) DİKKAT! SALDIRI VAR!
Allah’ın koyduğu dini, düzeni, yaratılışa uygun özellikleri, kanunları, safiyeti, masumiyeti, yapılan taahhüdü, kurulan düzeni bozarak değiştirecekler.' dedi. *** 4/NİSÂ-119: 'Onları başlarına buyruk hale getirerek hak yoldan uzaklaşmalarına dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercihlerine imkân sağlayacağım. Mutlaka onları boş kuruntulara sevk edeceğim, kesinlikle onları idare edeceğim, sağmal hayvanların kulaklarını yaracaklar, putlar için bel yapacaklar. Şüphesiz onlara emredeceğim de, Kim Allah’ı bırakarak kulu durumundaki şeytanı, şeytan tıynetli ahlâksız azgınları, şeytanî güçleri dost, veli, koruyucu edinir, hâkimiyetine girerse, apaçık bir zarara, ziyana uğramış olur.) DEMOKRASİ KÜFÜR NİZAMIDIR. http://www.hicretonline.com/Makaleler/Demokrasi%20Kufur%20Nizamidir.htm http://huseyinsas.blogspot.nl/2013/10/bu-durumda-islam-bizden-ne-yapmamizi.html?spref=fbBağlantı
TANRININ VARLIĞININ KANITLANMASINDA KULLANILAN MODERN DELİLLER İNSANCI İLKE ÖRNEĞİ | Ateist Caps1-dot
https://t.co/ElwnPqvjHT Kısacası oran maddenin kendisinden kaynaklanmamaktadır. Aksi takdirde madde, İslâm Akidesi https://t.co/I3lAWbWEmQBağlantı
BU DEVİRDE ATAİST OLMAK ZOR İŞ:(. ONUN İÇİN EŞYADAKİ ÖZELLİKLERE BAKMAK LAZIM. EŞYADAKİ ÖZELLİK GÖZTERİYORKİ DUYGULARIN DOYUMUNDA BU ATAİSTLİK. BU GÜN TÜRKİYE DE YAŞAYANLARIN EZİCİ ÇOĞUNLUĞU KAVRAM KARGAŞASI YAŞAMAKTADIR.YAŞATILMAKTADIR. ARAŞTIRAN BAKAN AZDIR. ONUN İÇİNDE BU MİLLET PERİŞANLIK ÇEKMEKTEDİR. Kim iyi bir iş yaparsa faydası kendisinedir ve kim kötülük yaparsa zararı kendisinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.Casiye-15 Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez.rad-11 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- ADALET BU T.C. DEVLETİNDE VEYA BEŞER SİSTEMLERDE ADALET ARAYANLARIN YA ADALET BİLGİLERİ ANLAYIŞLARI YANLIŞ VEYA AKILLARINDA BİR PÜRÜZ VAR. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- SEVGİLİ TÜM İNSANLIK AKLINIZI MUAYENE ETTİRİN İŞTE PÜRÜZ ORADA ORADAKİ ÖNBİLGİDE ÖN BİLGİ DELALETİ KATİ SUBUTU KATHİ DEĞİL ZANNİ OLDUĞUNDAN DOLAYI OLAYLARI ALGILAYIP YORUMLAMADA MARAZ ÇIKIYOR.O DA KİŞİYİ KİŞİDEKİ FITRATI ÖLDÜRÜYOR. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- BU İNSANLIĞIN DİLİNDE (T.C.DEVLETİNDEKİLERİ KAST EDİYORUM) ALLAH'A İNANMAYANA KAFİR DENİR DİYE ÖĞRETMİŞLER SÖZLÜKLERİNDE BİLE BU BÖYLE. HALBUKİ ALLAH'A İNANMAYAN YOK ....(Müslümanlar tarafından Allah Müslüman olmayanlar tarafından yaratıcı güç) HEM AKLİ HEM NAKLİ DELİLLERLE SABİT. AKLİ DELİL:HERHANGİ BİR KİŞİYE SORSAN BU KAİNATI ORGANİZE EDEN BİR GÜÇ VAR MI DİYE EVET DİYECEK.(Yok derse vakasına mutabık konuşmamış olur dolayısı ile itibar edilmez.o zaman o kişiyede kendiliğinden oluşmuş bir şey göztermesini iste.) NAKLİ DELİL:"Andolsun ki onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye sorsan, mutlaka: ‘Allah!..' derler.LOKMAN-25 Zuhruf 9-) Andolsun onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan elbette diyecekler ki: "Onları, çok üstün, çok bilen (Allah) yarattı." Sor: "Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya o işitme gücünün ve gözlerin sahibi kim? Kim çıkarıyor ölüden diriyi ve kim çıkarıyor diriden ölüyü? Kim çekip çeviriyor iş ve oluşu?" Hemen, "Allah!" diyecekler. De ki: "Hâlâ kendinize gelmiyor musunuz?"Yunus*31 VB AYETLER. ÖNEMLİ OLAN MÜŞRİKLİK VE MÜNAFIKLIKTIR. O ZAMAN BAKMAK LAZIM BU T.C.NİN VATANDAŞLARI HANGİ KATOGORİYE GİRİYOR. http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=3396906044691833088#editor/target=post;postID=4400744439092980822;onPublishedMenu=allposts;onClosedMenu=allposts;postNum=13;src=postname ----------------------------------------------------------------------------------------------- ACIKLAMA:ATAİSTİM DİYENLER YALAN SÖYLEMEKTEDİRLER.VEYA KENDİSİNİ İFADE EDEMEMEKTEDİRLER. O ŞURADAN KAYNAKLANMAKTADIR. İNSANDA Kİ DUYGULARIN İÇİNDE ÜSTÜN GELME İÇGÜDÜSÜ DUYGUSU MEVCUTTUR.İŞTE DEVREYE O GİRİYOR. ÖRNEK,İKİ KİŞİ ALLAH'LA ALAKALI KONUŞUYOR ,MİLLETİN İLGİSİNİ ÇEKEMEYEN ŞAHISTA BU ARADA ALLAH YOK DİYOR VE BÜTÜN ŞİMŞEKLERİ ÜZERİNE ÇEKİYOR (Çünkü her insanın fıtratında Allah inancı mevcuttur.) * Bu gün insanlar sistem tarafından Mankurtlaştırılıyorlar. http://huseyinsas.blogspot.nl/2013/12/aklima-takilanlar.html1-dot
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
http://3.bp.blogspot.com/-SUnsLhTi5-A/VMzk2jopIHI/AAAAAAAAAKs/xeSrPnocjNw/s640/943361_533826903378123_513593892_n.jpg1-dot
http://3.bp.blogspot.com/-SUnsLhTi5-A/VMzk2jopIHI/AAAAAAAAAKs/xeSrPnocjNw/s640/943361_533826903378123_513593892_n.jpgBağlantı
HUSEYİN SASMAZ on Twitter1-dot
DİKKAT SEN BU GÜN, PEYGAMBERLERDEN DAHA TOLERANSLI,AVANTAŞLISIN.2017 NESLİ. SON TEKNOLOJİ VE İLİMİN DOĞRULTUSUNDA https://t.co/1TQh1qYUTH https://t.co/Kbj6FM5DXuBağlantı
TARİHİN ÖRNEK TOPLUMU “İslamın bu konuda tatbik ettiği metodun açık ve kesin neticesi olarak ve İslâm cemiyetini cins, renk, dil, basit ve geçici menfaatler, arazi, hudut ve bayağı iklim farklılıklarının dışında bir akide ve ideoloji esasına dayandırmak ve insanın insanca özelliklerini ortaya çıkarmak için... İnsanla hayvanın müşterek özelliklerinden ayrı fikrî esaslara istinat ettirmek için... Evet bütün bunlar için bu nizamın açık ve gerçekçi neticelerinden olarak İslâm cemiyetini bütün cinslere, kavimlere, renklere ve dillere kapısını açık bulundurması ve islâma girmek isteyen bir kişinin önünde hayvanlara mahsus olan o küçük ve basit engellerin bulunmaması gerekirdi. Ve kısa bir müddet esnasında bu durum fiilen gerçekleşmişti. Muhtelif beşer cinslerinden kabiliyetler ve değerler İslâm potasına dökülür dökülmez birdenbire bu potada erimiş, birbiri içine girmiş, çok kısa denilecek bir zaman çizgisi içerisinde üstün bir organik bileşim meydana getirmiştir... Ve işte bu birbiri içerisine girmiş, uyuşmuş fertlerden müteşekkil bu hayretengiz kitle kendi zamanında her türlü beşerî faaliyetlerin özünü ihtiva eden ve o günkü ulaşım imkânlarının azlığı, bunun aksine aradaki mesafelerin genişliğine rağmen ulu, hem de çok ulu, üstün bir medeniyet mayası yoğurmuştur. O günkü dünyanın en üstün bir kitlesi olan İslâm cemiyetinde Arap ve Iranlı, Şamlı, Mısırlı, Faslı ve Tunuslu, Türk, Çin ve Hindli, Romalı ve Grek, EndonezyalI ve Afrikalı... Daha saymakla bitmeyecek olan yığınlarca kavimler ve cinslerden insanlar birleşmişlerdi... Bütün bunların kendilerine has özellikleri, İslâm cemiyetinin yapısını kurmak ve İslâm medeniyetinin mayasını yoğurmak üzere bir birileriyle kaynaşmış, yardımlaşmış ve uyuşmuştu... Şu kadar var ki, bu koca medeniyet bir gün olsun “Arap medeniyeti” olmamıştır. Aksine her zaman “islâm medeniyeti” olarak kalmıştır. Bir gün olsun ırkçı bir medeniyet damgasını taşımamıştır. Aksine her zaman için akideye dayalı ideolojik bir devlet vasfını sürdürmüştür. Gerçekten de bütün bu kavimler eşit bir tempoda ve sevgi bağıyle bu medeniyet potasında birleşmişlerdi. Hepsi de bir tek yöne varma ulaşma duygusu içerisindeydi. Herkes en son gücünü bu uğurda harcamıştı. Kendi cinsinin en köklü hususiyetini bu yolda göstermişti. Ve hepsi de eşit bir şekilde mensubu bulundukları bu biricik cemiyet yapısını inşa etmek için şahsi, ırkî ve tarihî tecrübelerinin hülâsasını akıtmıştı. Aralarındaki bağ; hepsini birden yalnız ve yalnız bir tek Rablarına bağlıyordu onları. Ve herkes insanlık duygusunu hiç bir engelle karşılaşmadan açıkça ortaya serebiliyordu. Ve işte tarih boyunca hiç bir cemiyette rastlanmayan en büyük özellik buydu. Eski tarihlerde buna benzer en büyük insan topluluğunu R o-m a imparatorluğu teşkil ediyordu. En şöhretli devlet Roma devletiydi. İmparatorluk içinde çeşitli cinsten insanlar, ayrı ayrı diller konuşan fertler, müteaddit renkten vatandaşlar, değişik mizaçta insanlar bulunuyordu. Ne var ki, bütün bunların arasında insani bir bağ mevcut değildi. Akide gibi ulvî bir değer ölçüsü birleştirmiyordu onları. Roma toplumunda sınıf farkı vardı. Cemiyet eşraf sınıftan ve imparatorluk içerisindeki köleler tabakasından meydana geliyordu. Bir yandan da Roma cemiyetinin yapısı genellikle R o m a-lıların kulu ve kölesi durumundaydı. İşte bunun içindir ki, hiç bir zaman İslâm toplumunun yükseldiği o yüce ufuklara yükselememişti. Binaenaleyh İslâm toplumunun verdiği olgu meyveleri de verememişti... Tıpkı bunun gibi, modern tarihte de başka toplumların vücut zemini bulduğunu görüyoruz. Meselâ büyük Britanya imparatorluğundaki milletler topluluğunu ele alalım. Ne var ki, Britanya imparatorluğu da varisi bulunduğu Roma toplumundan farklı bir hüviyet arzetmez. O da sömürgecilik esasına dayalı ırkçı bir toplumdur. Ve İngiliz milletinin hakimiyeti, efendiliği esasına istinat eder. Ve imparatorluğun parçası olan diğer müstemlekelerin sömürülmesi temeline dayanır. Bütün Avrupa imparatorlukları da ondan farklı değildir. Bir zamanların Portekiz krallığı, İspanya imparatorluğu ve Fransız krallığı da aynı şekildeydi. Hepsi de insanın insanlığını ayaklar altında ezen, çirkin ve aşağılık bir seviye arzeden toplumlardı. Komünizm ise bir başka çeşit sınıftan müteşekkil toplum meydana getirmek istedi. Irk, cins, renk ve dil engellerini tepeledi. • Ama bunu insani bir hedefe müteveccih olarak yapmadı. Aksine sınıf hakimiyeti esasına dayandırdı. Dolayısiyle komünist toplum tipi de klasik Roma toplumunun bir başka şekliydi. Roma toplumu eşrafın üstünlüğü esasına dayanıyordu. Komünist toplum ise proleteryanın üstünlüğü esasına istinat etmektedir. Proleter sınıfın diğer sınıflara üstünlüğünü sağlayan duygu, diğer sınıflara karşı beslenen amansız bir kin duygusuydu. Ve böyle bir kin esasına dayalı küçük bir topluluğun meydana getirdiği en olgun meyve şüphesiz ki insanlık için çok kötü bir meyve olacaktı. Bir kere komünizm hayvani vasıfların yalnız başına üstünlük kazanması esasına dayanmak tadır. İnsanın temel istekleri olan yemek, mesken ve seksüel arzuları tatmin etmek istemiştir ki bunlar hayvanların da ilk arzularıdır? Bu hayvani özellikleri yerleştirmek ve geliştirmek gayesini gütmüştür Komünizm. Komünistlere göre insanlığın tarihi insanların karnını doyuracak yiyecekleri araştırmanın tarihidir. Gerçek odur ki, insana en üstün İnsanî özelliklerini veren, bunları geliştirerek insani bir toplum yapısı içerisinde ulviyet kazandıran nizam ve sistemleriyle İslâm eşsiz bir İlâhi nizam olduğunu göstermiştir. Ve hâlâ da eşsiz bir nizam olarak durmaktadır... İslâmî bırakıp ta başka başka nizamlar arayanlar... Cins, ırk, bölge ve sınıf esasına dayalı nizamlar peşinde koşarlar... Bu tahammülü imkânsız koku saçan pisliklerin sonuna kadar peşini takip edenler, aslında onlar gerçek mânada insanlığın düşmanlarıdır. Onlar insanı bu kâinat nizamı içerisinde Allah’ın yarattığı fıtrat üzerinde ulvî özellikleriyle eşsiz bir üstünlüğe sahip olmasını istemeyen insanlık düşmanlarıdır...”... 17 IV — Şunu da zikretmemiz yerinde olur ki,bu dinin düşmanları onun kuvvet noktalarının nerede bulunduğunu ve hareket mıntıkalarının neden ibaret olduğunu çok iyi biliyorlar. Nitekim onlar hakkında yüce Allah : “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar”... buyuruyor. Onlar çok iyi biliyorlar ki, bir inanç etrafında birleşmek bu dinin ana kuvvet kaynağını teşkil eden sırlardan bir sırdır. Bu esasa dayanan islâm cemiyetinin kuvvetli oluşu da bu inanç etrafında birleşmiş olma esasına istinat eder. Onların ana gayesi bu cemiyeti imha etmek veya zaafa düşürerek mağlup etmek, gelir kaynaklarını sömürerek, mukadderatlarına hâkim olmak ve böylece kalberinde yer eden şifalı nuru söndürmek olduğu için... Evet onlar bu cemiyet ile karşılıklı bir çatışmaya girdiklerinden dolayı onun dayandığı ana kaideyi yıkmayı veya en azından zayıflatmayı aslâ gözden uzak tutmuyorlar. Tek bir Allah’a kul olan İslâm toplumunu değiştirip yerine Allah’tan başka putlar getirmek için var güçleriyle çalışıyorlar. Bunun için bazen “vatan" adını verdikleri putu yerleştiriyorlar... Bazan milliyet putunu, bazan ırk putunu, bazan cins putunu ikame etmeye kalkışıyorlar... Bu putlar tarihin seyri içinde bazan milliyetçilik bayrağı altında, bazan Turancılık adı altında, bazan da arap şovenizmi adı altında ortaya çıkarılmıştır. Bazı kerre de değişik adlar altında ve değişik cephelerden öne sürülmüştür. Ama hepsi de tek Allah’a inanarak tevhit akidesi altında birleşmiş olan islam cemiyetini parçalayıp bölmeyi hedef almıştır... En sonunda durmak nedir bilmeyen küfür balyozları altında ve insafsızca serpilen zehirli fikir ayrıkları yüzünden bu temel kaide sarsılmaya başlamış ve onun yerini uydurma kutsal putlar almaya başlamıştır. Ve durum o hâle gelmiş ki, bu kutsal putlara karşı çıkanlar bağlı bulunduğu milletin dininden dönmüş veya yaşadığı ülkenin menfaatlerine ihanet etmiş olarak kabul edilmiştir... Tarihte benzeri bulunmayan eşsiz Islâm cemiyetinin üzerine oturduğu sarsılmaz kaideyi yıkıp dağıtmak isteyen ve bunun için var gücüyle çalışan ve hâlâ çalışmakta olan en büyük düşman karargâhi ise pis Yahudilerin karargâhı olmuştur. Onlar hıristiyan toplumunu yıkmak için kavmiyetçilik silâhını denemişler ve bunda başarılı olmuşlardır. Hıristiyan toplumunu çeşitli kavimlere ayırmışlar ve her kavmin kendisine has kilisesi olması gerektiğini söyleyerek tefrika çıkarmışlardır. Böylece yahudi ırkını çevreleyen hıristiyan hisarlarını yıkmışlar sonra da aynı oyunu İslâm kaleleri için denemeye kalkmışlardır. Ve bunda da maalesef başarılı olmuşlardır. Sonra İslâm kalelerine karşı hıristiyanlar da aynı oyunları denemişler ve yıllarca İslâm dünyasına kavmiyet tohumunu aşılamak için çalışmışlardır. Çeşitli renkten, dilden ve kavimden tek bir bayrak altında toplanmış bulunan müslümanları çeşit çeşit kavimlere ve ırklara bölmüşler böylece haçlı savaşları esnasındaki kinlerini ve ihtiraslarını doyurmuşlardır. Böylece haçlı Avrupalılar İslâm ülkelerini sömürgeler hâline getirmişlerdir. Ne zaman Allah izin verirse o zaman yeni bir İslâm cemiyeti doğar ve islâmi esaslara istinat ederek bu sahte ve iğrenç putları birer birer devirir... V — Son olarak şunu da söyleyelim ki, insanlar yalnız ve yalnız akide birliği etrafında toplanmadan aslâ ve kat’a putçu cahiliyetin köleliğinden kurtulamazlar. Çünkü bu temel kaide etrafında birleşilmeden yalnız ve yalnız Allah’ın dinine bağlanmak tam olarak mümkün olamaz... Bir tek mukaddes varlık olmalıdır ve bunun dışında yığınlarca kutsal varlık ortaya sürülmemelidir... Meydanda birleştirici bir tek işaret olmalıdır, birkaç çeşit işaretler sürülmemelidir ortaya... Bütün insanların yöneldiği tek bir kıble bulunmalıdır ve kıbleler, yönler değişik değişik ve çeşit çeşit olmamalıdır. Putçuluğun tek bir çeşiti yoktur.. Taştan yontulmuş heykellere tapınmak veya mitolojik tanrıların varlığını kabul etmek bir putçuluk çeşididir.. Çok değişik şekillerde karşımıza çıkabilir putçuluk... Taş nasıl değişik şekiller alabilirse putların da çok değişik şekilleri olabilir. Adları ve şanları ne olursa olsun mitolojik tanrıların ve kutsal varlıkların bir çok çeşitleri vardır... Elbette ki, İslâm insanları taştan yontulmuş veya mitolojiden çıkarılmış putlara tapınmaktan menedip te ırkçılık, vatandaşlık ve cinsiyet putunun eline teslim edecek değildi... Bunlara benzer insanların uğrunda döğüştükleri çeşitli putlara taptıracak değildi... İslâm bütün bunların yerine yalnız ve yalnız Allah’a tapınmaya ve O’na kul olmaya çağırmıştır... Bunun için zaten İslâm tarih boyu insanlığı iki gruba ayırmıştır... a — Son peygamber gelene kadar gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin ve onlara tâbi olanların meydana getirdiği müslümanlar grubu... b — Bir de tarih boyu çeşitli şekillerde ve adlar altında gelmiş geçmiş bulunan putçuların ve putların teşkil ettiği müslüman olmayanlar grubu Hakteâlâ İslâm ümmetinin tarih içinde bağlı bulunduğu topluluğu bildirirken onları bütün peygamberlere tâbi olan ümmetlerle birlikte zikretmiş ve durumlarını açıkladıktan sonra şöyle buyurmuştur : “İşte sizin milletiniz bir tek millettir, ben de sizin Rabbinizim. öyleyse bana ibadet ediniz. ”... Araplara demiyor ki: Sizin milletiniz Arap milletidir, ister müslüman olsun ister gayri müslim... Yahudilere de demiyor ki: sizin milletiniz İsrail veya İbrani milletidir... lranlı S elm a n ’a, senin milletin İran milletidir, Bizanslı S u h e y b ’e senin milletin Bizans milletidir, Habeşli Bilâl ’e senin milletin Habeş milletidir dememiştir. Aksine Arap, Acem, Bizanslı, Habeşli müslümanların hepsine birden “sizin milletiniz gerçek mânada müslüman olan Mûsâ, Hârûn, İbrahim, Lût Nûh, Dâvûd, Süleyman, Eyyûb, İsmail, İdris. Zülkif, Zünnun, Zekeriya, Yahya ve Meryem gibi zevatın bağlı bulunduğu İslâm milletidir” demiştir. İşte Allah'ın bildirdiği İslâm ümmeti bunlardır. Kim Allah’ın çizdiği yoldan başka bir yola sürüklenmek isterse gitsin. Ama müslüman olmadığını da söylesin... Kendisini Allah’a teslim etmiş bulunan biz müslümanlar Allah'ın belirttiği İslâm milletinden başka hiç bir millet tanımıyoruz... Şüphesiz ki Allah en doğru sözü söyler ve o en iyi hüküm verir... Nûh peygamberin kıssasının bize verdiği ilhamlarla İlgili olarak İslâm dininin temel meselelerinden birisi olan akide meselesiyle alâkalı bu kadarlık açklamayı yeterli buluyoruz.1-dot
4 Fotoğraf4 Fotoğraf
“SOSYAL MEDYA NARSİST YAPIYOR”1-dot
“SOSYAL MEDYA NARSİST YAPIYOR” https://t.co/I86CAHurjY Dünya’da da böyle. Amerika genelinde 37 bin üniversite öğrencisinden alınan verilereBağlantıY veya milenyum kuşağı gençleri “Ben nesli” olarak tanımlanıyor. “Ben nesli”, hem bireyci ve özgürlüğüne düşkün, hem de ailesine bağlı. Araştırma bulgularına göre, özellikle facebook ve…
Su Altı Fok Dünyasından Görüntüler Harika1-dot
http://ofpof.com/video/su-alti-fok-dunyasindan-goruntuler-harikaBağlantıBu şirin fokgiller balık ve diğer deniz hayvanları ile beslenirler. Bu videoda doğal yaşam alanlarını sizlerle buluşturduk.
Akıllı Telefonlardaki Elementler1-dot
Akıllı Telefonlardaki Elementler |https://t.co/7W8XP7cEj7 Duyuları ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir. (Fussilet 20,21,22)BağlantıAkıllı telefonlar sahip oldukları özelliklerle hayatımızın vazgeçilmez parçaları haline geldi...
Sonunda oraya geldikleri zaman, onların işitme, görme (duyuları) ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir. (Fussilet 20) Kendi derilerine dediler ki: "Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?" Dediler ki: "Her şeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk defa O yarattı ve O'na döndürülmektesiniz."(Fussilet21) Siz gözlerinizin, kulaklarınızın ve derilerinizin aleyhinize tanıklık edeceklerinden sakınmıyordunuz. Fakat siz Allah'ın yaptıklarınızdan birçoğunu bilmediğini sanıyordunuz.(Fussilet 22) O gün dilleri, elleri ve ayakları, yapmış oldukları işlere kendi aleyhlerinde şahitlik edecektir. (Nur/23, 24) ************************************* Peygamberin getirdiği kuran da,kontratta,kullanma kılavuzunda nasıl deri ve organlarımızın konuşacağı yazıyorsa bu günde (2017) teknoloji ve ilimle elementler dillendiriliyor. *************************************** Camın dokunmatik özellik kazanması için ince, şeffaf ve iletken indiyum oksit katmanı camın üzerine kaplanır. Ayrıca itriyum, lantan, praseodimyum, öropiyum, gadolinyum, terbiyum, disprosyum gibi pek çok nadir **toprak** elementi dokunmatik ekranlardaki renkleri oluşturmak için çok küçük miktarlarda kullanılır. Lantan, seryum, praseodimyum gibi elementler ise parlak ekran üretiminde kullanılıyor. http://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/akilli-telefonlardaki-elementler (İnsanın oluşumundaki elementlerle topraktaki elementler aynı) file:///C:/Users/pc/Downloads/4962-19654-1-PB.pdf1-dot
DNA, Allah’ın Kanıtları ve Ateist İman1-dot
DNA, Allah’ın Kanıtları ve Ateist İman https://t.co/cvEMWR4fiR insanlar sistem tarafından Mankurtlaştırılıyorlar. https://t.co/OcApKqQvaOBağlantı
AKLIMA TAKILANLAR...Ataist.Müşrik..... BU GÜN TÜRKİYE DE YAŞAYANLARIN EZİCİ ÇOĞUNLUĞU KAVRAM KARGAŞASI YAŞAMAKTADIR.YAŞATILMAKTADIR. ARAŞTIRAN BAKAN AZDIR. ONUN İÇİNDE BU MİLLET PERİŞANLIK ÇEKMEKTEDİR. Kim iyi bir iş yaparsa faydası kendisinedir ve kim kötülük yaparsa zararı kendisinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.Casiye-15 Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez.rad-11 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- ADALET BU T.C. DEVLETİNDE VEYA BEŞER SİSTEMLERDE ADALET ARAYANLARIN YA ADALET BİLGİLERİ ANLAYIŞLARI YANLIŞ VEYA AKILLARINDA BİR PÜRÜZ VAR. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- SEVGİLİ TÜM İNSANLIK AKLINIZI MUAYENE ETTİRİN İŞTE PÜRÜZ ORADA ORADAKİ ÖNBİLGİDE ÖN BİLGİ DELALETİ KATİ SUBUTU KATHİ DEĞİL ZANNİ OLDUĞUNDAN DOLAYI OLAYLARI ALGILAYIP YORUMLAMADA MARAZ ÇIKIYOR.O DA KİŞİYİ KİŞİDEKİ FITRATI ÖLDÜRÜYOR. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- BU İNSANLIĞIN DİLİNDE (T.C.DEVLETİNDEKİLERİ KAST EDİYORUM) ALLAH'A İNANMAYANA KAFİR DENİR DİYE ÖĞRETMİŞLER SÖZLÜKLERİNDE BİLE BU BÖYLE. HALBUKİ ALLAH'A İNANMAYAN YOK ....(Müslümanlar tarafından Allah Müslüman olmayanlar tarafından yaratıcı güç) HEM AKLİ HEM NAKLİ DELİLLERLE SABİT. AKLİ DELİL:HERHANGİ BİR KİŞİYE SORSAN BU KAİNATI ORGANİZE EDEN BİR GÜÇ VAR MI DİYE EVET DİYECEK.(Yok derse vakasına mutabık konuşmamış olur dolayısı ile itibar edilmez.o zaman o kişiyede kendiliğinden oluşmuş bir şey göztermesini iste.) NAKLİ DELİL:"Andolsun ki onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye sorsan, mutlaka: ‘Allah!..' derler.LOKMAN-25 Zuhruf 9-) Andolsun onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan elbette diyecekler ki: "Onları, çok üstün, çok bilen (Allah) yarattı." Sor: "Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya o işitme gücünün ve gözlerin sahibi kim? Kim çıkarıyor ölüden diriyi ve kim çıkarıyor diriden ölüyü? Kim çekip çeviriyor iş ve oluşu?" Hemen, "Allah!" diyecekler. De ki: "Hâlâ kendinize gelmiyor musunuz?"Yunus*31 VB AYETLER. ÖNEMLİ OLAN MÜŞRİKLİK VE MÜNAFIKLIKTIR. O ZAMAN BAKMAK LAZIM BU T.C.NİN VATANDAŞLARI HANGİ KATOGORİYE GİRİYOR. http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=3396906044691833088#editor/target=post;postID=4400744439092980822;onPublishedMenu=allposts;onClosedMenu=allposts;postNum=13;src=postname ----------------------------------------------------------------------------------------------- ACIKLAMA:ATAİSTİM DİYENLER YALAN SÖYLEMEKTEDİRLER.VEYA KENDİSİNİ İFADE EDEMEMEKTEDİRLER. O ŞURADAN KAYNAKLANMAKTADIR. İNSANDA Kİ DUYGULARIN İÇİNDE ÜSTÜN GELME İÇGÜDÜSÜ DUYGUSU MEVCUTTUR.İŞTE DEVREYE O GİRİYOR. ÖRNEK,İKİ KİŞİ ALLAH'LA ALAKALI KONUŞUYOR ,MİLLETİN İLGİSİNİ ÇEKEMEYEN ŞAHISTA BU ARADA ALLAH YOK DİYOR VE BÜTÜN ŞİMŞEKLERİ ÜZERİNE ÇEKİYOR (Çünkü her insanın fıtratında Allah inancı mevcuttur.) ******************************************** Bu gün insanlar sistem tarafından Mankurtlaştırılıyorlar. http://huseyinsas.blogspot.nl/2013/12/aklima-takilanlar.html1-dot
İNSANLIĞIN MENFAAT'INA GEREKLİ BİLGİLERİN PAYLAŞIMI.
EŞYA BAZ,ÖLÇÜ ALINDIĞINDA.: İNSANLIĞIN MENFAAT'INA GEREKLİ BİLGİLERİN PAYLAŞIM... BağlantıÖ NCE ŞU MUHASEBEYİ  YAPMAK LAZIM GARANTİLİ OLABİLMESİ İÇİN. Sevgili kardeşlerim bu bilgileri paylaşmanız sizin en üst seviyede ecir,sevap ...
KAOS
KAOS https://t.co/xjEszcSRPo ALLAH’IN anayasasının uygulanmadığı dünyada İnsanlığı hedefe götürecek olan fikir. *EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDABağlantıBugün dünyada global şirketlerin iktidarı hakimdir. Beğenmedikleri ve menfaatlerine uygun olmayan iktidarları değiştirmek için türlü hilelere başvururlar. Vasviye Özkubat İslami sistemle idare edil…
Zor Zamanlarda İstikametsiz Bir Eğitim Sistemi…
Zor Zamanlarda İstikametsiz Bir Eğitim Sistemi… BağlantıHaber10, güncel ve son dakika haberleri. Dünya, siyaset, yaşam, teknoloji haberleri için en iyi kaynak.
İSLÂM CEMİYETİNİN ANA KAİDESİ Biz bu kaideyi şimdilik bir kenara bırakıyor, Allahüteâlânın islâm cemiyetini bu kaideye istinat ettirişindeki hikmeti aramaya çalışıyoruz. Zaten bu kaide oldukça tavazzuh etmiş ve tamamen açıklanmış durumdadır. I — Şüphesiz, insanı hayvanlar âleminden ayıran en yüce İnsanî özellik inançtır. Çünkü inanmak insanın terkibini ve organik yapısını hayvanın terkibinden ve organik yapısından ayırır. Çünkü inanmak sayesinde insan, insan olmuş ve bu güzel sureti kazanmıştır. Hattâ en büyük mülhitler- ve en aşırı materyalistler bile en sonunda inanmanın insanın belli başlı özelliklerinden birisi olduğunu ve inanmakla insanın hayvandan tamamen ayrıldığını kabul ve itiraf etmişlerdir... “ Bunun içindir ki, medeniyetin zirvesine ulaşan insanlık âlemini ^ birbirine bağlayan yegane bağ akide olmalıdır.. Çünkü insanı hayvandan ayıran ve ona insanlık hüviyetini veren en büyük özellik inançtı. İnsanların birleşme noktasını elbette ki, insanla hayvanın müşterek olduğu bir özellik teşkil edecek değildir. Toprak, arazi, mera, hudut, menfaat gibi insanla hayvan arasındaki müşterek mıntıkayı teşkil eden hususlar üzerinde birleşmez elbette insanlar... Ayrıca kan, soy, aşiret, kavim, cins, ırk, renk ve dil gibi unsurlar üzerinde de insanları birleştirmek mümkün değildir. Çünkü bütün bunlarda hayvanlar da insanlarla müşterektirler. İnsanla hayvanı bir birinden ayıran çizgi sadece akıl ve kalble ilgili şeylerdir. II — Akidenin insanı hayvandan ayıran özelliklerle başka noktadan da ilişkisi vardır. Bu nokta irade ve seçme noktasıdır. Her fert en azından inanacağı şeyi kendisi seçer. Âkil ve buluğ çağma erişince herkes dilediği inancı seçebilir. Böylece de insanın içinde yaşayacağı toplumun şekli bu seçme ameliyesi ile ferdin kendi isteğine bağlı kalır. Kendisi benimseyeceği ve hayat düsturu olarak kabul edeceği siyasi, sosyal ve ekonomik doktrinini yine hür olarak bizzat kendisi seçer. Ama bir kişi ne kanını değiştirebilir, ne soyunu değiştirebilir, ne kavmini ne de cinsiyetini.. Doğmak istedeği arazi parçasını seçme kudreti de mevcut değildir. Dilini konuşmak istediği toplum içinde seçebilme imkânı yoktur. Ve daha ne kadar cahiliyet esasları varsa hiç birisinde tam olarak kendisi seçme yetkisine sahip bulunmamaktadır... Bütün bunlar daha kendisi yeryüzüne gelmeden evvel olan şeylerdir. Bu konuda ne onun fikrine baş vurulur ne de onunla müşavere edilir. İster sevsin ister sevmesin zorla kabul ettirilir. Dünya ve âhiretteki menfaati veya sadece dünyadaki menfaati kendisine zorla kabul ettirilen bu hususlardan birisine dayanacak olursa onun irade ve hürriyeti kalmaz. Ve böylece onun insanlık değerlerinin en önemlisi olan irade ve seçme hürriyeti elinden alınmış şeref ve haysiyeti ayaklar altına alınmış olur. İnsanı diğer canlılardan ayıran organik yapısı ve terkibini teşkil eden kaideler çiğnenmiş olur. İnsanın insanlığına hürmet edip onu korumak ve Allah’ın insanoğluna verdiği şeref ve haysiyeti muhafaza etmek için İslâm her ferdin rahatça ve kendi irade ve ihtiyarı ile seçebileceği inanç sistemini İslâm cemiyetinin temel kaidesi yapar... Ve bu kaideye dayanarak her fert geleceğini kendisi tayin eder. İnsanın kendi elinin eseri olmayan ve kanaati alınmadan vuku bulan ve değiştirebilmesi de imkânsız olan zaruri faktörleri ortadan kaldırır. İnsanın hayatı boyu yaşayacağı geleceğini belirten cemiyet tarzını ana birlik noktası olarak kabul eder. ııı— Cemiyetin akide esası üzerine oturup diğer zarurî bağlar ve faktörler üzerine oturmamasının sonucu olarak her kese açık bir insanlık âleminin ve cemiyetinin ortaya çıkması mümkün olur. Bu topluma giren her fert aynı sancağı taşıdığı halde değişik renkten, dilden, kavimden, kandan soydan, diyardan ve vatandan olabilir. Herkes kendi isteğiyle gelir bu siteye. Hiç kimse engelleyemez onu. Hiç bir engel dikilmez karşısına... İnsanın yüce insani değerlerinin dışında yapmacık hiç bir hudut dikilmez önüne... Ve bu cemiyete bütün insanlığın enerjisi karışır ve özellikleri girer.. Bütünü bir ptada toplanarak beşer cinsinin bütün özelliklerini taşıyan, renk, kan, irk, soy ve toprak gibi'engeller yüzünden hiç bir kabiliyete kapısı kapatılmayan yüce bir insanlık medeniyetini kurmak için birleşir... TARİHİN ÖRNEK TOPLUMU “İslamın bu konuda tatbik ettiği metodun açık ve kesin neticesi olarak ve İslâm cemiyetini cins, renk, dil, basit ve geçici menfaatler, arazi, hudut ve bayağı iklim farklılıklarının dışında bir akide ve ideoloji esasına dayandırmak ve insanın insanca özelliklerini ortaya çıkarmak için... İnsanla hayvanın müşterek özelliklerinden ayrı fikrî esaslara istinat ettirmek için... Evet bütün bunlar için bu nizamın açık ve gerçekçi neticelerinden olarak İslâm cemiyetini bütün cinslere, kavimlere, renklere ve dillere kapısını açık bulundurması ve islâma girmek isteyen bir kişinin önünde hayvanlara mahsus olan o küçük ve basit engellerin bulunmaması gerekirdi. Ve kısa bir müddet esnasında bu durum fiilen gerçekleşmişti. Muhtelif beşer cinslerinden kabiliyetler ve değerler İslâm potasına dökülür dökülmez birdenbire bu potada erimiş, birbiri içine girmiş, çok kısa denilecek bir zaman çizgisi içerisinde üstün bir organik bileşim meydana getirmiştir... Ve işte bu birbiri içerisine girmiş, uyuşmuş fertlerden müteşekkil bu hayretengiz kitle kendi zamanında her türlü beşerî faaliyetlerin özünü ihtiva eden ve o günkü ulaşım imkânlarının azlığı, bunun aksine aradaki mesafelerin genişliğine rağmen ulu, hem de çok ulu, üstün bir medeniyet mayası yoğurmuştur. O günkü dünyanın en üstün bir kitlesi olan İslâm cemiyetinde Arap ve Iranlı, Şamlı, Mısırlı, Faslı ve Tunuslu, Türk, Çin ve Hindli, Romalı ve Grek, EndonezyalI ve Afrikalı... Daha saymakla bitmeyecek olan yığınlarca kavimler ve cinslerden insanlar birleşmişlerdi... Bütün bunların kendilerine has özellikleri, İslâm cemiyetinin yapısını kurmak ve İslâm medeniyetinin mayasını yoğurmak üzere bir birileriyle kaynaşmış, yardımlaşmış ve uyuşmuştu... Şu kadar var ki, bu koca medeniyet bir gün olsun “Arap medeniyeti” olmamıştır. Aksine her zaman “islâm medeniyeti” olarak kalmıştır. Bir gün olsun ırkçı bir medeniyet damgasını taşımamıştır. Aksine her zaman için akideye dayalı ideolojik bir devlet vasfını sürdürmüştür.1-dot
2 Fotoğraf2 Fotoğraf
Cüneydın evi Bağdatlı ve başka kentlerden gelen sufılerin toplanma yeriydi İpek tüccarlığından edindiği söylenen buyuk geliriyle hem geçimini sağlar hem de birçok fakır sufıye yardımda bulunurdu Bu arada 'Tanrı aşkı' konusunda yoğunlaşan düşüncelerim çevresinde toplananlara yayardı Gulam Halil, ‘Tanrı aşkı’ görüşüne karşı çıktığından, halife üzerine yaptığı baskıyla Cüneyd ve yandaşları hakkında kovuşturma açtırdı ****** Cuneyd Şeriat ın temel olduğuna ve Şeriat ilkelerini tümüyle yerine getirmeden tasavvuf yoluna girilemeyeceğine inanır Ona göre tasavvufun tanımı, arada hiçbir bağ olmadan Tanrı ile bir olmadır ****** Yaşadığı dönemde tevhid (Tanrı nın birliği) sorunu bütün akımlar ve özellikle Mutezile akımı arasında tartışılan bir konuydu Mutezile tevhidi akıl yoluyla bulmaya çalışırken, sufiler onun his ve ilham yoluyla bulunabileceğine inanıyorlardı Cüneyd ın savunduğu düşünceye göre, Tanrı akılla kavranamaz, akıl ancak sonlu olan nesneleri algılayabilir Tanrı ise sonsuzdur, aklın kavrayış gücünü aşar Ote yandan Tanrı 'madde' olmadığından, mantık yoluyla da bilinemez (Bura kadar doğru buradan sonra sapmalar başlıyor.Halbuki ölçü ile kaide ile Müslüman. hedefini belirler.) Akıl tanrısal ışıkla aydınlandığı zaman. Tanrı yı kavrama olanağı doğar, bu da kişinin Özünu Tanrı ya vermesiyle olabilir Cüneyd ın de bağlı bulunduğu Bağdat Tasavvuf Okulu nun ilk kurucuları Serıu's-Sakatı ve Haris el-Muhasibi dir Okulun ilgilendiği ana konu tevhiddir Bu nedenle bu okula Erbabut-Tevhıd denirdi Okul, tevhıd ile ilgili bilgileri ileri boyutlara vardırıp sistemleştirdi Bunu gizli bir yöntemle öğretti Bu okula bağlı olanlara göre, kendilerinde bulunan bilgi sırdır Bu sırrın yayılmasını önlemek için aralarında oluşturdukları özel simgesel kavramlarla yazışmalardır Cüneyd ın tanınmış öğrencileri arasında, fıkıh bilgini Cüreyri ünlü sufı Şıbli. hadis bilgini Basralı Ibnul-Arabi ve düşuncelerinden oturu öldürülan Hallac-ı Mansur sayılabilir http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/01/tevhid-nedir_1.html
Tevhid nedir1-dot
EŞYA BAZ,ÖLÇÜ ALINDIĞINDA.: Tevhid nedir BağlantıDiyorlar ki; Bu ümmete vahdet lazım. Diyorum ki; Vahdet için evvela TEVHİD lazım.
Cüneydın evi Bağdatlı ve başka kentlerden gelen sufılerin toplanma yeriydi İpek tüccarlığından edindiği söylenen buyuk geliriyle hem geçimini sağlar hem de birçok fakır sufıye yardımda bulunurdu Bu arada 'Tanrı aşkı' konusunda yoğunlaşan düşüncelerim çevresinde toplananlara yayardı Gulam Halil, ‘Tanrı aşkı’ görüşüne karşı çıktığından, halife üzerine yaptığı baskıyla Cüneyd ve yandaşları hakkında kovuşturma açtırdı ****** Cuneyd Şeriat ın temel olduğuna ve Şeriat ilkelerini tümüyle yerine getirmeden tasavvuf yoluna girilemeyeceğine inanır Ona göre tasavvufun tanımı, arada hiçbir bağ olmadan Tanrı ile bir olmadır ****** Yaşadığı dönemde tevhid (Tanrı nın birliği) sorunu bütün akımlar ve özellikle Mutezile akımı arasında tartışılan bir konuydu Mutezile tevhidi akıl yoluyla bulmaya çalışırken, sufiler onun his ve ilham yoluyla bulunabileceğine inanıyorlardı Cüneyd ın savunduğu düşünceye göre, Tanrı akılla kavranamaz, akıl ancak sonlu olan nesneleri algılayabilir Tanrı ise sonsuzdur, aklın kavrayış gücünü aşar Ote yandan Tanrı 'madde' olmadığından, mantık yoluyla da bilinemez (Bura kadar doğru buradan sonra sapmalar başlıyor.Halbuki ölçü ile kaide ile Müslüman. hedefini belirler.) Akıl tanrısal ışıkla aydınlandığı zaman. Tanrı yı kavrama olanağı doğar, bu da kişinin Özünu Tanrı ya vermesiyle olabilir Cüneyd ın de bağlı bulunduğu Bağdat Tasavvuf Okulu nun ilk kurucuları Serıu's-Sakatı ve Haris el-Muhasibi dir Okulun ilgilendiği ana konu tevhiddir Bu nedenle bu okula Erbabut-Tevhıd denirdi Okul, tevhıd ile ilgili bilgileri ileri boyutlara vardırıp sistemleştirdi Bunu gizli bir yöntemle öğretti Bu okula bağlı olanlara göre, kendilerinde bulunan bilgi sırdır Bu sırrın yayılmasını önlemek için aralarında oluşturdukları özel simgesel kavramlarla yazışmalardır Cüneyd ın tanınmış öğrencileri arasında, fıkıh bilgini Cüreyri ünlü sufı Şıbli. hadis bilgini Basralı Ibnul-Arabi ve düşuncelerinden oturu öldürülan Hallac-ı Mansur sayılabilir http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/01/tevhid-nedir_1.html1-dot
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
**********************************************************



BU ŞAHSİYET ÖRNEĞİNDE OLDUĞU GİBİ DİĞER KONULARDA DA KİŞİ KONUYU NET BİLMEDİĞİ İÇİN KANDIRILIYOR.

Mefhumlar; zihinde vakıası idrak edilebilen manalardır.

Bu vakıa, ister dışarıda hissedilen bir vakıa olsun isterse hissedilen bir vakıaya dayalı olarak dışarıda var olduğu tam bir teslimiyetle kabul edilen bir vakıa olsun, zihinde idrak edilebiliyorsa bunlar birer mefhumdurlar. Bunların dışındaki cümlelerin ve kelimelerin anlamları mefhum olarak isimlendirilemez. Bunlar ancak soyut bilgilerdir.

Mefhumlar, ya vakıayı bilgilerle ya da bilgileri vakıayla ilişkilendirmekle oluşurlar. Bu oluşum, vakıa ve bilgileri birbiri ile ilişkilendirme anında, vakıa ve bilgilerin ölçüldüğü kaide veya kaidelere göre daha da netleşir. Yani vakıa ve bilgileri birbiriyle ilişkilendirme anındaki akletmesi, kavraması oranında billurlaşır. Böylece kişide, cümleleri ve lafızları anlayan, somut vakıasıyla manaları idrak eden ve bunlar hakkında hüküm veren akliyet/zihniyet meydana gelir.

Buna göre akliyet; bir şeyi akletme,  idrak etme keyfiyetidir.

Bir başka anlatımla akliyet; tek bir kaideye veya belirli kaidelere göre değerlendirilerek, vakıanın bilgilerle veya bilgilerin vakıayla ilişkilendirilmesi keyfiyetidir.

İşte, bu nedenle İslami akliyetile komünist akliyet, kapitalist akliyet, karışık akliyet ve düzenli akliyet arasında fark vardır.  

Kişide var olan mefhumların neticeleri ile insan, idrak ettiği vakıaya yönelik davranışlarını, vakıaya yönelme veya ondan yüz çevirme şeklinde görülen eğilimini belirler ve eğilimlerini özel bir eğilim ve belirli bir zevk haline getirir.

Eğilimler;

ihtiyaçlarını doyurmak istediği eşyalar hakkında insanda var olan mefhumlarla bağlantılı olarak, ihtiyaçlarını doyurmaya yönelten yönelticilerdir. İnsandaki meyiller, organik ihtiyaçları ve içgüdüleri doyurmayı gerektiren hayati güç tarafından ortaya çıkartılır.  Bağlantı bu güç ile mefhumlar arasında olur.

Tek başına bu eğilimler yani hayat hakkındaki mefhumlarla bağlantılı olan yönelticiler insanın nefsiyetini oluşturur. O halde nefsiyet;içgüdüleri ve organik ihtiyaçları doyurma keyfiyetidir. Diğer bir ifade ile ihtiyaçları doyurmaya yönelten yönelticilerin mefhumlarla ilişkilendirilmesi keyfiyetidir.Nefsiyet, hayat hakkındaki mefhumlarla bağlantılı olarak, eşya hakkında insanda var olan mefhumlarla, insanın içinde doğal olarak var olan yönelticiler arasındaki bağlantıdan meydana gelen zorunlu bir sentezdir.  

 İşte, bu akliyet ve nefsiyet ile şahsiyet oluşur. Akıl ya da idrak insanın fıtratında bulunmasına, her insanda kesin olarak var olmasına rağmen akliyet,ancak insanın fiili ile meydana gelir.  Meyiller de insanla beraber yaratılmış olmasına ve her insanda kesinlikle bulunmasına rağmen nefsiyetde insanın fiili ile oluşturulur.    

Ancak bilgiler ile vakıayı birbirine bağlama esnasında, bunları ölçmede kullanılacak kaide veya kaidelerin bulunması ile anlam netleşir vemefhumhaline gelir. Yöneltici etkenler ile mefhumlar arasında meydana gelen sentez, yönelticileri netleştirir ve meyil haline getirir.

İlişkilendirme anında insanın bilgileri ve vakıayı ölçmede kullandığı kaide veya kaideler nefsiyetin ve akliyetin oluşumunda yani belirli bir şahsiyetin oluşumunda en büyük etkendirler.Akliyetin oluşumunda kullanılan kaide ve kaideler, nefsiyetin oluşumunda kullanılan kaide veya kaidelerle aynı olmazsa insanda bulunan akliyet ve nefsiyet birbirinden farklı olur. Çünkü o zaman insan, eğilimlerini iç dünyasında var olan kaide veya kaidelere göre ölçer. Yönelticilerini akliyeti oluşturan mefhumların dışındaki mefhumlara bağlar. Bu durumda ise fikirleri ile eğilimleri başka başka, birbirine zıt, farklı olur. Böylece seçkin olmayan bir şahsiyete sahip olur. Çünkü kelimeleri ve cümleleri anlayışı, vakıayı idraki, eşyaya olan meylinden farklı bir şekilde meydana gelir.  

Bu nedenle şahsiyetin tedavi edilebilmesi ve seçkin bir şahsiyetin oluşturulabilmesi, ancak insanın akliyeti ve nefsiyeti için aynı anda ancak tek bir kaidenin bulunması ile gerçekleşir. Yani bağlantı kurma esnasında bilgileri ve vakıayı değerlendirmede kullanılan kaidenin, yönelticilerle mefhumlar arasındaki sentezin sağlanmasında da aynen kullanılmasıyla tek kaide ve tek ölçü üzere seçkin bir şahsiyet oluşur.

http://huseyinsas.blogspot.nl/2015/11/mefhumlar-zihinde-vakas-idrak_12.html?spref=fb

ŞEYTAN, İNSAN VE MÜSLÜMAN KILIĞINA GİREBİLİR....

DEMOKRASİ KÜFÜR NİZAMIDIR
ONU ALMAK, TATBİK ETMEK VE ONA DAVET ETMEK HARAMDIR
"Ey iman edenler ! Allah'a itaat edin. Resule ve sizden olan emir (yönetim) sahiplerine de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Resul'e götürün. Allah'a ve Ahiret'e iman ediyorsanız, bu hem hayırlı hem de netice bakımından daha iyidir. • Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Zira tağutla (Allah'ın şeriatı dışındaki hükümlerle) muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki onu inkâr etmeleriyle emr olunmuşlardı. şeytan ise onları büsbütün saptırmak istiyor. • Onlara; Allah'ın indirdiğine ve Resul'e (yani İslâm şeriatı'na) gelin, denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün. • (Nisa : 59,60,61)
http://islamdevleti.info/kitaplar/demokrasi/index.htm
Mefhumlar; zihinde vakıası idrak edilebilen manalardır.
http://huseyinsas.blogspot.nl/2015/11/mefhumlar-zihinde-vakas-idrak_12.html?spref=fb
*********************
DİKKAT..!
Sistem (demokrasi) formatlanıyor.
Formatlandı.(15*ağustos*2016)
http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/05/demokrasi-seytann-diniislam-allahn-dini.html
Aslında İslamın formatlanması lazım.
Yeni format formulü aşağıdaki linkte.
http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb

1 yorum:

  1. ŞAHSİYETİN KAVRAM KARGAŞASINA UĞRAMIŞ HALİ VE TEDAVİSİ.
    https://plus.google.com/109838719669290377148/posts/D6C7eaLqiES
    https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=457149271403146&id=100013242319421

    YanıtlaSil